29 Mayıs 2014 Perşembe

Melih Garipler - Altınordu'da Parladı, Denizlispor'da Simge Oldu

Melih Garipler, futbolumuzun 1960’lı yıllarında güzel izler bırakan Altınordu takımının önemli isimlerinden biriydi. Liseyi yeni bitirmiş Denizlili bir genç olarak geldiği İzmir’de hemen Altınordu kadrosuna girmiş, genç yaşta kaptanlığını üstlenmiş, sekiz sene sonra memleketine dönerek Denizlispor’da önce futbolcu sonra teknik adam olarak görev almıştı. Yıllarca teknik direktörlük ve altyapı sorumluluğunu üstlenerek Denizlispor’un simgelerinden biri haline geldi. Orhan Berent ile birlikte kendisiyle sohbet ederken Altınordu’dan takım arkadaşı Nehir Çetintaş da bize eşlik etti.

1941’de Denizli Sarayköy’de dünyaya gelen Melih Garipler futbola nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Babam da o bölgenin iyi futbolcularındanmış. Garip Yaşar diyorlarmış. Yani biz futbolcu bir ailenin içine doğduk. Toplam on kardeştik biz. Bazı kardeşlerim de amatör takımlarda oynadılar. Liseyi bitirene kadar Sarayköy’de yaşadım. 1959’da üniversite imtihanına girdim, tıbbı kazandım. Aynı sırada Altınordu seçmelerini de kazandım ve amatör mukavele imzaladım 2000 liraya, 300 lira da maaş. Üç ay okula devam ettim. Tıbba devam edince haliyle futbol yürümedi. Üç laboratuar kaçırdın mı otomatikman sınıfta kalıyordun. Bir ay gitmedin mi işin bitti. Fakat altı kardeş üniversitede okuyorduk.  Para da olmadığı için mecburen tıbbı bırakmak zorunda kaldım, futbola devam ettim. Sonra işletme fakültesini bitirdim ama kullanmadım o diplomayı.”

Melih Garipler kaptanlığında unutulmaz bir Altınordu kadrosu.   
1959-60 sezonu Altınordu’nun Milli Lige katıldığı ilk sezondu. Henüz on sekiz yaşındaki Melih de bu kadroda kısa süre içinde forma giyme olanağı bulmuştu: “Üç ay hiç idmana çıkmamıştım. On beş günlük bir çalışmayla kadroya girdim ve muhteşem (!) bir 8-0’lık Galatasaray mağlubiyetine yetiştim. O zaman Cumartesi-Pazar üst üste maç yapılıyordu. İlk maç Turgaylı, Metinli, Suatlı Galatasaray’a karşıydı. O maçta yedektim ben. Statta 30 bin kişi vardı. Ben o güne kadar 5 bin kişiyi bir arada görmemiştim. Turgay degaj yapıyor, Metin golü çakıyor. Metin tam beş tane gol attı. Ertesi gün hocalar, ‘Şu veledi de kadroya koyalım da başlasın oynamaya,’ diye takıma aldılar beni. Karagümrük maçında sahaya çıktım ben. Rakip Karagümrük ama Kadrili, Zekaili, Tarıklı, Aydınlı muhteşem bir Karagümrük. O maça sol açık olarak çıktım ben. Karşımda Gökçen Dinçer oynuyordu. Fakat doksan dakika boyunca yaptığım hiçbir hareketi hatırlamıyorum. Bir gol attım yalnız, maç da 2-2 bitti. Ondan sonra ‘Yürü ya kulum,’ dedik.”

(Soldan) Melih, Kalaycı Yılmaz, Gode Cengiz, Sedat.
Beytullah Baliç, Bülent Esel, Muhterem Ar gibi mühim isimlerin üstlendiği kaptanlık silsilesinde genç yaşta bu görevi de devralmıştı: “Ben erken kaptan oldum. Yirmi üç yaşında kaptan yaptılar beni. İzmir’de o zaman üniversite okuyan iki üç kişiydik biz. Talimatnameleri filan bilirdim. Onun için zorla kaptan yaptılar beni. Altınordu’da sekiz sene oynadım. Başladıktan üç sene sonra takım kaptanı olmuştum.” Beytullah Baliç’ten söz açılınca ondan saygıyla bahsediyor ve şu anısını anlatıyor: “Hayatta en sevdiğim insan Beytullah Baliç’ti. Onun gibi bir adam tanımadım ben. Sarayköy’den geldim, denemeye çıktım. O arkamda oynuyordu. Ben kırk beş dakika oynamıştım zaten. Arkamdan sürekli beni destekliyordu, ‘Hadi aslanım, hadi koçum, felaket oynuyorsun,’ diye. Böyle baba bir adam görmedim ben. Fakat o davranışı o güne mahsus değildi, her zaman öyleydi.”

Beytullah Baliç (sağ başta) ve Melih Garipler (sağdan üçüncü).
Söz eskilerden açılınca bir de Sait Altınordu anısı anlatıyor: “Bir gün Halk sahasında idman yapıyorduk. Bir arkadaş top kaptırdı. Ben topu kapan oyuncuyu bizim on sekize kadar takip ettim. Fakat Sait Hoca bana, ‘Bulunduğun alandan fazla ayrılma, orada topu alıp tanzim et,’ diye tembih etmişti. Ben adamı bizim kaleye kadar takip edince beni çağırdı, bana bir tokat attı. Benim ağırıma gitti tabii. Ben o güne kadar hocalarımdan tek bir fiske yemiş adam değildim, iftiharlık talebeydim, notlarım hep yüksekti. Basketbol, voleybol, masa tenisi, hepsi vardı bende. Bütün takım önünde bana tokadı basınca ben hüngür hüngür ağlamaya başladım. Daha on dokuz yaşındayım. Ben idmandan çıktım. Sonradan arkadaşlarım, ‘Yahu adam otuz yaşındaki evli barklı oyuncuya tokat atıyor, sen niye bu kadar takıyorsun?’ dediler.”

1962-63 sezonunda bir Altınordu kadrosu Melih Garipler'in sözleriyle: "Bülent Esel, kaleci Sefer, Yılmaz, Kel Altan,
kral beş numara Sedat, Muhterem. (Oturanlar) Oğuz, Karşıyakalı Kalaycı Yılmaz, Antalyalı Hüseyin,
Tıfıl Melih, at yarışçı Selim."
Melih Garipler’in Altınordu’da geçirdiği yıllar içinde unutamadığı olaylardan biri de 1962 kışında Almanya’da katıldıkları bir turnuvaydı. Nehir Çetintaş, “Hatta seni izlemeye yabancılar gelmiş oraya,” diye hatırlatınca esprili bir dille o günleri anlatıyor: “Selahattin Tetik diye bir antrenörümüz vardı. Biz Altınordu olarak en büyük çıkışı onun zamanında yaptık. Adamın aslında futbolla hiç ilgisi yoktu. Atletizm antrenörüydü. Bütün antrenmanlarımız kırk beş dakika sürüyordu fakat bittikten sonra hepimiz tay gibi oluyorduk. Bir form yakaladık biz, birinci devreyi lider bitirdik. İşte o sene Almanya’nın en kuzeyinde Kiel’de kışın bir turnuvaya gittik. Benim de yeni yıldızım parlıyor. İtalya’dan beni izlemeye gelmişler ama o karın, çamurun içinde beni görememişler. Biz batağın içinde kaybolduk. Kar, tipi, yağmur sürekli yağıyor, ben nasıl oynayacağım orada. Biz İzmir’de 0 dereceyi görmemişiz, orada donduk. Kaleci topu kaleden çıkarıyordu, bir de Yılmaz santra yapıyordu, yani bizim ayağımıza hiç top değmedi.”

Hikmet Orhunbilge (solda) ile.
“Biz Almanya’ya 1962’de gitmiştik. O zaman Türkiye’de benim bildiğim üç tane çim saha vardı. Biri Ankara’da, diğeri Konya’daydı. Bir de galiba Manisa sahası çimdi. Orada gezerken Hamburg SV’nin tesislerine gittik. Ben çift kale direkleri olan tam on beş tane çim saha saydım. Alt yapıdaki çocuklar halı gibi sahada antrenman yapıyor, sonra duşunu alıyor, masajını yaptırıyor, yemeğini yedikten sonra eve gidiyordu. Türkiye’de o zaman bırak altyapıyı A takımlarında yoktu bu imkânlar. Bir ayakkabı için İstanbul’a giderdik. Dinyakos vardı orada, bir ay evvelden sipariş verirdik. Bizim son zamanlarımıza doğru İzmir’de Ahmet Şamar çıkmıştı. Yazlığa gitmeden evvel bir 70’lik alıp ona bırakırdık. Döndüğümüz zaman ayakkabımız hazır olurdu. Son senemde Almanya’dan vidalı bir ayakkabı almıştım, fakat giyemedim, alışkın değiliz ki! Dinyakos’un ayakkabısı ayağı sarıyordu, o yüzden Adidas’ı giyememiştim.”


Bir ara Ankara’ya gitmesi söz konusu olmuşsa da gerçekleşmemiş: “1964-65 sezonunda yani Altınordu’nun ilk düştüğü sezon benim transferim gündeme geldi. O zamanlar haraç-mezat vardı. Futbolcu satışa çıkıyor. Satışta kim yüksek pey yatırırsa onun malı oluyorsun. Orada Ankaragücü talip oldu bana. Kendi kulübüm bana 20 bin lira ve 700 lira maaş teklif etmişti. Ben kabul etmeyip satışımı istedim. Satışa Ankaragücü ve Altay katıldı. Şimdi o günkü rakamları hatırlamıyorum ama en yüksek rakamı Altay veriyor. Ankaragücü ile 1.400 lira maaşa yani aldığımın iki misline anlaşmıştım. Ayrıca MKE’de iş vereceklerdi. Fakat ben satışta Altay’da kaldım. Meğer Altınordu ile Altay anlaşmış. Kendi takımın satışa iştirak edemiyor. Altay en yüksek parayı vermiş. Ben Altay’da kalınca toplantıya gittim. Rıdvan Burçetin, ‘Ne istersin?’ diye sordu. ‘Siz ne veriyorsunuz?’ dedim. Bana aynı Altınordu’nun verdiği gibi 20 bin lira transfer ücreti, 700 lira maaş teklif etti. ‘Ben Altınordu’nun kaptanıyım, biz iki kulüp senelerdir kapışırız. Benim kaptanı olduğum kulüp de bu parayı veriyor, aynı paraya niye size geleyim?’ dedim. Ben tabii o zaman o anlaşmayı anlamamıştım, ancak bir iki ay sonra öğrendim. Sonuçta Ankaragücü’ne gidemedim ve Altınordu ile aynı paraya anlaştım. Bugün oynasam herhalde senede en az 500 bin lira alırdım. Sekiz senede iki transfer yaptım. Yirmişerden 40 bin lira para aldım. O 20 bin lirayı da ancak devamlı oynadığım için parça parça aldım. Hiçbir zaman gününde ödeme yapılmadı.”

1969'da Yeni Asır gazetesinin ikinci
ligdeki en iyi oyuncu ödülünü alırken.
Altınordu’nun ikinci lige düşüp hemen çıktığı 1965-66 sezonu oyuncuları açısından unutulmaz bir dönemdi.  O sezon yeni kurulan Anadolu takımlarıyla büyük bir çekişme yaşanmıştı: “İkinci lige düştüğümüz sezon play-off’a kalmıştık. O zaman sekizler deniyordu. Sekiz takım şampiyonluk için çekişmişti. Eskişehirspor, Bursaspor, Mersin İdmanyurdu, Adana Demirspor zorlu rakiplerimizdi. İzmir’deki maçlarımızda bütün stat doluyordu. O sezon hocamız Molnar’dı. Bir de Todor diye bir Macar oyuncu getirmişti. Bana penaltı atmayı Molnar öğretti ve hayatımda hiç penaltı kaçırmadım. Çapraz geleceksin ama ayağının içiyle dümdüz vuracaksın ve yan ağları göreceksin diyordu. Kaleci istediği kadar oynasın, yeter ki sen plaseyi adam gibi vur derdi.” Nehir Çetintaş araya girip onun bir meziyetini daha söylüyor: “Melih kısa boylu olmasına rağmen uzun oyunculardan kafa toplarını alırdı.” Bunun üzerine Melih Garipler, “Ben zamanlamayı çok iyi ayarlardım. Bir metre önden tek ayakla çıkardım. Muhakkak çalardım topu,” diyerek işin sırrını açıklıyor.

1971'de Denizli Atatürk Stadında Trabzonspor'a penaltıdan gol atıyor.
Melih Garipler 1967-68 sezonundan itibaren memleketinin takımı olan Denizlispor’un formasını giymeye başladı. Bu transferde memleket takımı olmasının yanı sıra o yıllarda tüm İzmir kulüplerinin en büyük sorunu olan para sıkıntısı da rol oynamıştı: “İzmir futbolu, kendi içindeki adama 1 lira para vermez. Üç ay maaş alamayız. Transfer ücretlerini alamazsın. Açlıktan nefesin kokar. Denizli’ye gitmeseydim burada açlıktan ölürdüm. Denizlispor’da ilk transfer ücretim 45 bin liraydı. Takımın ikinci senesinde gittim ama kurulduğu sene zaten sözü kesmiştik. Anadolu şehirlerinde profesyonellik daha yeni yayılıyordu ve henüz dalavere yoktu, herkes parasını alıyordu.”
“Çok da iyi bir takım yakalamıştık. Denizli’de çok büyük işler başardık. Hem muhitimizdi, hem yönetim bize inanıyordu. Ben gelmeden önce Göztepe’den kaleci Nevzat gelmişti takıma. Ben geldikten bir sezon sonra İzmir’e döndü. Futbolu bıraktıktan sonra kuyumculuk yapıyordu. Yetmişli yıllarda dükkânında öldürüldü maalesef. Diğerleri genellikle genç ve yeni piyasaya çıkan oyunculardı. Fakat kurduğumuz bu takım üç-dört sene felaket esti.”


Gerçekten de kurulduktan sonra ilk sezonunu orta sıralarda bitiren Denizlispor ikinci sezonunda büyük başarı göstermiş ve bir sezon önce birinci ligden düşen İstanbulspor’un ardından ikinciliği yakalamıştı. 1968-69 sezonunda da bir başka tecrübeli takım olan Ankaragücü’nün ardından ikinciliği elde etti.  
Son kez 1972-73 sezonunda forma giyen Melih Garipler ardından çalıştırıcı olarak uzun yıllar hizmet etti. “1971’de Mersin’de antrenör kursuna gittim. Bilimsel teknikler filan o senelerde başlamıştı. 1972’de futbolu bıraktım ve hemen Denizlispor’da antrenör oldum. Çeşitli zamanlarda sekiz-dokuz kere kulüpte çalıştım. Denizli dışında bir tek 1976 senesinde Uşak’a gittim. Uşakspor 3. Ligde oynuyordu. Üç ay kalıp ayrıldım. Dükkânım vardı, antrenörlük dışında esnaflık yapıyordum. Hediyelik eşya ve konfeksiyon işiyle uğraştım. Sonra on senem Denizlispor altyapısında geçti.”


Melih Garipler altyapı koordinatörlüğü yaptığı dönemden tevazu içinde ayrıntıya girmeden bahsetse de yerel gazetelerde çıkan yazılardan onun bu işe büyük önem verdiği, ilkokul maçlarını bile izlediği anlaşılıyor. Anadolu’yu tarayarak Ümit Bozkurt, Yusuf Şimşek, Erman Güraçar, Erhan Namlı gibi oyuncuları Denizlispor’a kazandırdığını bu yazılardan öğreniyoruz. Birkaç yıl önce altyapı sorumluluğundan kendi isteğiyle ayrılan Melih Garipler halihazırda İzmir Bornova’da yaşıyor. 

                                                   (orhanberent.blogspot.com.tr)





2 yorum: