30 Eylül 2014 Salı

Futbolcu Yatağı Kadırga

Eskiden İstanbul deyince bugün “tarihi yarımada” veya “sur içi” adını verdiğimiz bölge anlaşılırdı. Bakırköy veya Anadolu yakasında yaşayanlar “İstanbul’a gidiyorum” derlerdi. İşte o günlerin İstanbul’u kendi nüfusunun karnını doyuracak kadar ürün yetiştiren bostanların dışında birinci ligdeki kulüplere ve milli takıma oyuncu yetiştiren sahalarla doluydu. Eski birer Bizans sarnıcı olan Fındıkzade ve Karagümrük’teki çukur bostanlar bunların en ünlüleriydi. Karagümrük’te bulunanı 1920’lerin sonunda kulübün oyuncuları ve semt sakinleri tarafından saha haline getirildikten sonra 1940’lı yıllarda düzenlenip Vefa Stadı olarak açıldı. 1930’ların sonunda Süleymaniye kulübü Bayrampaşa deresinin yanında, Yenibahçe denen ve bostanlarla dolu bölgede bir saha yaptırmıştı. Şimdi derenin bulunduğu yerden Vatan Caddesi geçiyor. Bostanların yeriniyse emniyet müdürlüğü, vergi dairesi gibi kamu binaları aldı.

Cinci Meydanı
İstanbul’un tarihi semtlerinden Kadırga da birbirine yakın iki meydanıyla – Kadırga meydanı ve deniz tarafındaki Cinci meydanı – adeta futbolcu yetişen bir tarla gibiydi. Aynı zamanda birer bayram yeri olan bu meydanlar civar semtlerdeki çocuklar ve gençlerin futbol oynama imkânı bulduğu alanlardı. Özellikle bayram günlerinde ip cambazlarının, Karagöz oynatanların, seyyar satıcıların doldurduğu Cinci meydanı, diğer günler maç yapan onlarca gayri federe takımın üst seviyedeki kulüpleri beslediği doğal bir kaynaktı.


28 Haziran 1952 tarihli Milliyet gazetesinde Babür Ardahan’ın yazısından Kadırga’da futbolun geçmişinin epey eskiye dayandığını öğreniyoruz. Mütareke yıllarında tıp ve dişçi mektebinin buraya taşınması sayesinde öğrenciler futbol oynamaya başlamış. Yazara göre bunların arasında Fenerbahçe’nin ilk yıldızlarından Cafer, Bedri ve İsmet gibi isimler varmış. Eski milli futbolculardan Rebii Erkal da henüz Sirkeci’de oynadığı yıllarda takımıyla burada iddialı maçlar yaparmış.

Kadırga kulübünün lokalinde Kadırga'dan yetişip milli takıma
 yükselen futbolculardan bir grup. Beşiktaşlı Necmi Mutlu (solda),
Beşiktaşlı Tuncay Demirtaş ve Vefalı Garbis İstanbulluoğlu (sağda).
Vefa, 1931-33 arasında Kumkapı kulübüyle birleşerek Vefa-Kumkapı adıyla mücadele ettiği dönemde idmanlarını Kadırga semtinde yapıyordu. Bu yıllarda yetişen Hayri Ragıp, Sami Açıköney, Muhteşem Kural, Muvahhit Afir gibi isimler sonradan yıllarca Vefa ve milli takım formasını giydiler.  Kadırga meydanı onlardan sonra gelen kuşaktan da özellikle Beşiktaş başta olmak üzere çeşitli İstanbul kulüplerine birçok futbolcu yetiştirdi. Bunların bir kısmı milli formayı da giydi. Milliyet gazetesindeki aynı yazıdan o tarihte Kadırga civarında yirmi gayrı federe kulüp olduğunu ve yüzlerce futbolcunun Kadırga meydanında top oynadığını öğrenince bu duruma şaşırmamak gerek.

Kadırga'dan yetişen milli futbolculardan
Beşiktaşlı Eşref Özmenç.
Babür Ardahan aynı yazıda o tarihte oynayan Kadırgalı futbolculardan bir takım yapmış. Takım o zamanki WM dizilişine göre şöyle:
Kaleci: Halil (Eyüp), Bekler: Mustafa (Vefa), Cafer (İstanbulspor). Haflar: Salih (Vefa), Tarık (Vefa), Zeki (Vefa). Forlar: Sami (BJK), Eşref (BJK-Milli), Garbis (Vefa-Milli), Hüseyin (BJK-Milli), Nevruz (İstanbulspor).

Bu futbolcuların bazıları o yıllarda isimlerinden çok lakaplarıyla ünlenmişti. Kaleci Halil Eyüp’te fazla oynamadan Beykoz’a gitti ve son derece esnek fiziğinden dolayı “Naylon Halil” adıyla ün yaptı. Vefalı oyunculardan Mustafa “Ördek”,  Zeki “Pinpin” ve “Mendirek”, Garbis ise “Tenekeci” lakabıyla tanınıyordu. Beşiktaşlı Sami “Altıparmak Sami” olarak ünlenmişti. Lakabı açısından en ünlüsü herhalde Beşiktaşlı Çengel Hüseyin’di.

Beşiktaşlı Hüseyin Saygun (Çengel Hüseyin)
Uzun yıllar Kadırga’nın bir futbolcu fabrikası olmasını sağlayan iki saha da artık yok. Kadırga’nın merkezinde bulunan meydan bugün artık bir park olarak semt sakinlerine hizmet veriyor. Sahile yakın olan Cinci meydanıysa seksenli yıllarda Eminönü Belediyesi tarafından etrafı tellerle çevrilerek “modernize edildi” ve halı sahalı bir “spor tesisi” yapıldı. O tarihten sonra da artık Kadırga’da futbolcu yetişmez oldu.

Ayaktakiler: Cafer (İstanbulspor), Levon (Beykoz), Zeki (Vefa), Arap Özcan
(Beşiktaş), Necmi Mutlu (Beşiktaş). Oturanlar: Altıparmak Sami (Beşiktaş),
Eşref (Beşiktaş), Nevruz (Vefa), Şaban (İzmirspor). 
Kadırga semtinin kökü bir hayli eskilere dayanan futbol geleneğini bugün artık parkın bitişiğindeki Kadırga kulübü lokalinde görebilirsiniz. İçeri girdiğiniz zaman kendinizi küçük bir futbol müzesinde hissedebilirsiniz. Yukarıda saydığımız isimlerden sonra Kadırga semtinden yetişen en ünlü futbolcular olarak Beşiktaş kalecisi Necmi Mutlu, yine Beşiktaşlı Tuncay Demirtaş, Vefa ve İstanbulspor’da oynayan Nevruz Güven ve Galatasaraylı Büyük Mehmet’in büyük boy çerçeveli fotoğrafları, milli takıma yükselen diğer oyuncularla birlikte içeri gireni karşılar. Lokalin duvarlarında neredeyse hiç boş yer görünmez. Bütün duvarlar çeşitli dönemlere ait Kadırgalı futbolculardan oluşan takımların fotoğraflarıyla doludur. 

Vefalı Zeki Gökbora (solda), Vefalı  Nedim Güven (sağda).

Galatasaraylı Mehmet Oğuz.



 Kadırga takımı İnönü Stadında 1965-66 sezonunda. Ayaktakiler: Celal,
Turan, Cezmi , Erdoğan, Cengiz, Mehmet Oğuz (GS).
Oturanlar: Abdullah, Bülent (BJK), Birol, Ayhan, Nedim (BJK).
Çoğunluğu Kadırga'dan yetişmiş 1950'lerin yıldızları yazlık bir takım için
bir araya gelmişler. Ayaktakiler: Çengel Hüseyin (BJK), Cafer (İst.spor),
Salih (Vefa), Garbis (Vefa), Levon (Beykoz), Halil (Beykoz), Nusret
(BJK). Oturanlar: Eşref (BJK), Altıparmak Sami (BJK), Nevruz (Vefa),
Zeki (Vefa). Küçük çocuk ise Nevruz'un oğlu ve geleceğin
futbolcusu Nedim Güven.

Kadırga lokali sakinlerinden bir grup.
Günümüzde Kadırga parkının bulunduğu meydanda 1950'lerin başına ait
bir fotoğraf. Garbis ve kaleci Naylon Halil'li bir kadro.


Grubununda şampiyon olan Kadırga kadrosu. Sol başta oturan Necmi
Mutlu'nun kardeşi Cezmi. İki yanında Bursasporlu Arap Cemil.
Ayakta sağdan dördüncü Beşiktaş-Antalyasporlu Bülent.








28 Eylül 2014 Pazar

Erdoğan Tokol - İstanbul Beyefendisi Bir İstanbulsporlu

Erenköy’de yirmi beş yıl kadar önce aramızdan ayrılan eski Beykozlu futbolcu Ziyaettin Baydar’ın adını taşıyan çıkmaz sokağa giriyoruz. Sokağın sonunda Mortaş adını taşıyan bir apartman. Apartman yapılmadan önce buradaki ahşap konakta İhsan Baydar, yani Ziyaettin ve Bahattin Baydar kardeşlerin kuzeni oturuyormuş. Kendisi de çok vakitsiz denecek bir yaşta aramızdan ayrılan, adı geçtiğinde bütün futbolcu meslektaşlarının saygıyla andığı İhsan Baydar kendi arsasında yapılan apartmana büyük sevgi ve saygı beslediği, unutulmaz İstanbulspor antrenörü Ali Mortaş’ın adını vermiş. Kısacası futbolumuzun geçmişiyle dolu bir ortam söz konusu. Bu apartmanın sakinlerinden biri de bir zamanlar merhum İhsan Baydar’la birlikte aynı takımda mücadele eden arkadaşı Erdoğan Tokol.  


Duruşuyla, tavırlarıyla, konuşmasıyla karşımızda nesli tükenmek üzere olan bir İstanbul beyefendisi olduğunu görüyoruz. Nitekim sohbet ilerledikçe beyefendiliğin temel vasıflarından biri olarak kendi futbolculuğundan son derece mütevazı bir havayla bahsediyor. İstanbul’un eski semtlerinden Cerrahpaşa’da dünyaya gelen Tokol, çocukluk yıllarını, futbola olan sevgisini anlatırken bizi de o günlere götürüyor. Araya fazla girmeden aktarıyoruz:


“1933’te İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdum. Yokuşçeşme sokağındaki bir evde doğmuşum. Ailenin tek çocuğuydum. Bir yaşına kadar o semtte kalmışım. Sonra Sarıyer’e gitmişiz. Sekiz sene Sarıyer’de kaldık. Babam balıkhanede kabzımaldı. Babamın işi icabı oraya taşınmışız. İkinci Dünya Savaşı patlak verince babamı tekrar askere aldılar. O zaman tekrar mecburen İstanbul’a taşındık ve yine Cerrahpaşa’ya geldik. Davutpaşa Ortaokulunda okumuştum. Aramızda oraya “tekke” derdik. Çok enteresan hocaları vardı. Orada top peşinde koştururduk. Çok zayıf olduğum için doktor yasaklamış top oynamamı. Yemek için verilen aralarda ne yiyoruz ki. Kantin gibi bir yer vardı, oradan helva-ekmek yerdik öğlen yemeği niyetine. Yemeği bir an önce yiyip top oynama derdindeyiz. O yüzden teneffüslerde bahçede herkes top oynarken hadememiz Fettah Efendi oynamayayım diye kömürlüğe kapatırdı beni. Meğer annem babam tembihlemiş.”

Soldan itibaren Cafer Okan, Erdoğan Tokol
ve Kenan Buharalı 1955'te İnönü Stadında.
“İlk takımım Davutpaşa semtinin kulübü olan Gayretspor’du. Yedikule’de Arapkuyusu diye bir saha vardı. Demiryoluna yakın, çukurda bir sahaydı. Gerçi saha demeye bin şahit isterdi tabii ama hep orada oynardık. Gayretspor’un başkanı Davutpaşa hamamını işleten Hidayet’ti. Gayretspor’un bile birinci ve ikinci takımı vardı. Oynamaya hevesli çoluk çocuk çoktu. Orada evvela ikinci takımda başladım, sonra birinci takıma geçtim. İnönü Stadının açıldığı zaman Beşiktaş bir İsveç takımıyla oynamıştı. O maçı seyretmeye gittik. Hatta maç bitince sahayı açtılar, bütün seyirciler sahaya girdik, çimlere, çizgilere baktık. Bu millette futbol sevgisi bambaşkaydı o zaman, o çimleri okşadık. ‘Ah ben de şu çimlerde oynasam,’ demiştim o gün. Ertesi yıl o sahada oynadım. Futbol oynayacak bir bünyeye sahip değildim aslında. Tekniğimi beğenirlerdi. Topla oynamayı severdim. Hatta fazla oynadığım için idareciler bir top da buna verin derlerdi. Yazın oynardık maçlarımızı. O zamanlar semt takımlarının maçları lig maçlarından daha çok ilgi çekerdi. Bir kere her adanın bir takımı vardı. Lefter de oynadığı için bayağı seyirci toplardı bu maçlar. Mesela Şehremini’de Altınok, Çapa gibi kuvvetli takımlar vardı.”

“Kapalıçarşı’nın Beyazıt girişinin yanında Bitpazarı vardı. Ne isterseniz orada bulabilirdiniz veya neyiniz varsa satabilirdiniz. Oraya gidip ayağımıza uygun top ayakkabılarını alırdık. İlk top ayakkabım oradandı. Bu arada ben bir maçta oynarken babam anneme hadi gidip şunu seyredelim demiş. Beni seyrettikten sonra, ‘Bırak oynasın, bu işi becerecek galiba,’ demiş. Ondan sonra top oynamama yönelik müdahaleler azaldı. Bunu yıllar sonra anlattılar bana. İstanbulsporlu Ali Mortaş Arapkuyusu’na gelip o maçlarda oynayan çocukları seyredermiş. Bir gün beni İstanbulspor’a çağırdı. Ali Abi aynı zamanda antrenördü, takımı çalıştırıyordu. Sonra ben antrenör oldum o idareci oldu. Aradan zaman geçti, benim nikâh şahidim de oldu rahmetli. On yedi-on sekiz yaşlarında İstanbulspor’a geldim. O zamanlar mesela Dolmabahçe’de İstanbulspor Galatasaray’la oynuyor diyelim. Aynı gün B takımları da mesela Şeref Stadında maç yapardı. Ben de öyle başladım. Birinci takımımız Galatasaray’la oynadı, biz de B takımı olarak maç yaptık. Benim için büyük bir olaydı tabii. Beni orta haf oynattılar. Etrafımızdaki arkadaşlarımızı daha yeni tanıyoruz. Galatasaray’ın yedek futbolcuları filan dahil kuvvetli bir kadrosu vardı, 8-2 yendiler bizi. Çok üzüldüm. Fizik olarak çok zayıftım o zaman. Müdafaada oynadığım için bu farkta kendimi suçlu hissediyordum. Fakat ertesi hafta çok enteresan bir şekilde beni birinci takımda sağ açıkta oynattılar. Ciğerlerim patlayacaktı, sağ bek, sol açık mevkileri dahil bir dakika durmadım.”


İstanbulspor 1956. Ayaktakiler: İbrahim, Alaattin, Sabih, ? , Metin, Kenan.
Oturanlar: ? , Kadri, Aydemir, İhsan, Erdoğan.
“Ertesi hafta Fenerbahçe maçı vardı. Bu sefer beni sol iç oynattılar. İki ayağımı da kullanırdım ama sert şut atamazdım. Bol bol çalım atardım. Zaten bizim o zaman oynadığımız top mop değildi.  Ne sahası saha, ne topu toptu. Bütün futbolcular aman havadan top gelmesin diye dua ederdi. O zamanki topların ağzı dikişliydi. Orası denk geldi mi, bütün futbolcuların kafası yarılırdı. Şimdi bambaşka tabii.  İstanbulspor’da on sene oynadım. Başka hiçbir takımda da forma giymedim. İlk başladığımda dört sene sol iç oynadım. Sonra İhsan’ı sol bek diye transfer ettiler. Çok güzel şut atardı. Topa iyi vuran ender futbolculardandı. Böylece onu sol içe koydular. Ben geriye çekildim ve hem sağ hafta hem sol hafta oynadım.”

“İstanbulspor’a beni ilk aldıkları zaman ayda 40 lira veriyorlardı. Benim geldiğim sene profesyonellik çıktı. Her takımda o zaman altı tane oyuncunun profesyonel oynaması şarttı. Profesyonel olana 105 lira veriyorlardı. Kulüp bana da profesyonel olmamı teklif etti. Dünya benim oldu. Türkiye çapında otuz bir numaralı profesyonelim ben. Yalnız o zaman en az bir en çok beş sene profesyonel mukavele yapılıyordu. Bana beş sene mukavele yaptılar. Beni seviyorlar ki çok yaptılar diye düşündüm. İki sene de uzatma hakkı vardı, oluyor yedi sene. Ben o 105 liraya yedi sene oynadım. Ondan sonra da zaten antrenör yaptılar. Bu sefer ben cepten vermeye başladım! Babam ben yirmi bir – yirmi iki yaşlarındayken vefat etmişti. Futbol oynarken baba mesleğini de sürdürdüm. Balıkhane o zaman Eminönü’nde, Haliç kıyısındaydı. Oradan Unkapanı’na taşındı. Futbolculuk ve antrenörlük hayatım boyunca yine Cerrahpaşa’da Yokuşçeşme sokağında oturdum.”

Erdoğan Tokol (ortada kravatlı) Bandırmaspor'u çalıştırdığı yıllarda.
“İstanbulspor’a geldiğim zaman takım kaptanı rahmetli Aydemir Nemli’ydi. Onunla çok iyi arkadaş olduk. Sonradan antrenörlüğü ben ondan devraldım. Benim antrenörlüğüm de akıl alacak gibi değildir. Aklımda hiç yoktu. Bir zamanlar lig iki gruba bölünmüştü. (1962-63 sezonu) On birer takımdan iki grup vardı. Her grupta son iki takım küme düşüyordu. O sene takımın başında Aydemir vardı. İlk devre bittiğinde biz sondan ikinci takımdık. Çok kötü durum olunca ne yaparlar? Antrenörü değiştirirler. Aydemir’i de değiştirmeye karar veriyorlar. Kim gelsin? Erdoğan kaç senedir oynuyor. Aydemir de beni son zamanlarda pek oynatmıyordu zaten. Çocukları tanıdığı için Erdoğan’ı getirelim diyorlar. Bir gün idmana geldim. Beşiktaş’la maçımız vardı. Benim oynayıp oynamayacağım belli değildi. Çocuklar sahaya çıkmamışlardı. Şeref Stadının yanında havuz vardı, hepsi havuzun orada duruyordu. Birkaç da idareci vardı. Yanlarına gittim. Bir idareci, ‘Al şu düdüğü, herkes seni bekliyor, çık takımı çalıştır,’ dedi. ‘Aydemir ne olacak?’ diye sordum. ‘Onun da haberi var,’ dediler. Çok şaşırdım tabii, ben idman yapmaya geliyorum, al takımı çalıştır diyorlar. Şaşırdım kaldım, hepsi arkadaşım.” 

“Sonuçta maça çıktık, Beşiktaş’la 1-1 berabere kaldık. Hatta Beşiktaş’ı kurtardılar elimizden. O sezonun sonunda Beşiktaş grubu birinci, biz ikinci bitirdik. Ondan sonra İstanbulspor’da dört sene antrenörlüğe devam ettim.”  Antrenörlüğe getirildiğiniz zaman takımda tepki oldu mu diye soruyoruz. Erdoğan Tokol gülerek cevaplıyor: “Hepsi bayram yaptı ben gelince. Aydemir çok temiz kalpli, açık yürekli bir insandı ama aynı zamanda çok sinirliydi. Oynarken de takımı çalıştırırken de saha içinde futbolcuya hatasını pat diye yüzüne söylerdi.”  İlk idmanda zorlanıp zorlanmadığını soruyoruz: “Hayır, çok da hoşuma gitti. Çabuk uyum sağladım.”

Söz idmandan açılmışken o zamanki idmanların nasıl yapıldığını soruyoruz: “İdmanlarımızı haftada iki gün genelde Şeref Stadında yapardık. Mesela sabah 8’den 10’a kadar Beyoğluspor, 10’dan 12’ye kadar İstanbulspor, sonra da Beşiktaş idman yapardı. Yarım saat koşardık. Biraz jimnastik, biraz da çift kale tamam – idman biterdi. Sonradan federasyon antrenör kursları açtığı zaman çok faydasını gördük. Bir şey bilmezdik ki biz; dediğim gibi, koş, çift kale yap, git. Verkaç, duvar pası gibi uygulamaları hiç bilmiyorduk. Kurslarda öğrendiğimizi futbolcularımıza öğrettik.”  Erdoğan Tokol federasyonun 1964’te Manisa’da düzenlediği ilk kursa katılmış. Ünlü Alman antrenör Sepp Herberger’in yardımcısı Klaus-Peter Kirchrath’ın nezaretinde teorik ve pratik konularda sıkı bir eğitimden geçmiş Türk antrenörleri. Bu kurstan önce eski futbolcuların alaylı denilen tarzda, genelde oynadıkları takımlarda antrenör olduklarını hatırlattığımızda gülerek kendisini örnek veriyor: “Benim gibi mesela -  idman yapmaya geliyorsunuz, düdüğü alıp takımı çalıştırıyorsunuz.”

Manisa'daki kurs sırasında bir maç molası. Ayaktakiler: Aydemir Nemli, Basri Dirimlili, Galip Haktanır, Yüksel Doğanay,
Nusret Ükten, Cihat Arman. Oturanlar: Esat Kaner, Erdoğan Tokol, ? , Selahattin Ünlü. Selahattin Torkal.
“Antrenörlüğüm zamanında birçok İstanbulsporlu diğer takımlara gitti. Yılmaz’ı ben bulup çıkarttım mesela. Şehremini kulübünden gelmişti. Ercan ben daha oynarken bizim genç takımımızda oynuyordu. Askere gitti. Ben antrenör olduğumda askerden gelmişti. Ben onu doğrudan A takıma aldım. Sonra kulüp Yılmaz’ı da Ercan’ı da yüksek paralara Fenerbahçe’ye sattı.”  Kendisinin milli takımda oynayıp oynamadığını sorduğumuzda hiç milli olmadığını belirtiyor. O zamanlar milli takımın üç büyüklerin tekelinde olduğunu hatırlattığımızda yine tevazuyla cevap veriyor: “O üç takımda oynayan futbolcularla diğer oyuncular, hele benim gibi bir oyuncu arasında çok fark vardı. Ben de sol iç oynuyorum Lefter de sol iç oynuyor, gelin de şimdi bunu ölçün bakalım.”

Açılışında sahaya inip çimlerini hayranlıkla okşadığı İnönü Stadının yıllar içinde ne hale geldiğini şu anısıyla açıklıyor: “Dolmabahçe stadında bir ara konkurhipik müsabakası yapıldı. Hatta biz de seyretmeye gittik. Kısa bir süre sonra maç oynanacaktı. Çıktık maç yapıyoruz, galiba Fener’le oynuyorduk. Oynarken sağ bek Nedim’le kafa kafaya çarpıştık. Kaşım yarıldı. Haftaym oldu içeri girdik. Sağlık memuru geldi, beni sıhhiye odasına çağırdı. Tetanos iğnesi yapacağım dedi. Niye diye sordum. Kaşın kanıyor, atlar koştu burada, mikrop kaparsın diye cevap verdi. Böylece haftaym da tetanos iğnesini yedik. Futbol sahasında at koşturulup da ondan sonra futbolcuya iğne yapılır mı? Bu dünyanın neresinde var acaba? Şimdi oynayanlar yatıp kalkıp hallerine şükretsinler.”

İstanbulspor’dan ayrıldıktan sonra Bandırmaspor’u çalıştırmış Erdoğan Tokol: “Bandırmaspor yeni kurulmuştu. Balık işinden dolayı Bandırma’yla ilişkim vardı. Eski milli futbolculardan Çetin Zeybek Bandırmalıydı. Oranın esnafı beni tanıdığı için ismimi vermişler. Bir gün Çetin Zeybek’le birlikte birkaç balıkçı arkadaş İstanbul’a geldiler. ‘Yeni takım kurduk, bize gel,’ dediler. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir takım. Balık işiyle ilgili olduğum için balıkçı arkadaşlar, ‘Biz senin balık işlerini hallederiz,’ dediler. Balıkhanedeki işimi mahalleden bir arkadaşıma bıraktım. Böylece ailecek Bandırma’ya gittik. Orada antrenörlüğüm ikişer seneden iki ayrı dönemde dört sene sürdü.”

Bandırmaspor yedek kulübesi (Soldan): Mustafa Kılkışlı (genel kaptan),
Erdoğan Tokol, Çetin Zeybek, yedek kaleci Taner.
 1967-68 sezonunda başlayan birliktelik hem onda hem Bandırmalılarda hoş anılar bırakmış: “Bandırma’da çok severler beni. Geçenlerde bir arkadaş geldi, konuştu benimle. Bu evi Bandırmalılar aldı bana. Ben kulüple anlaştığım zaman yolum Çiçek Pasajına düşmüştü. Şurada bir bira içeyim dedim. İhsan’la orada buluştuk, o da bırakmıştı o sırada futbolu. Bandırma’ya gideceğimi söyledim. Bu evin eski halini bilirim, ahşaptı o zaman. Buradan deniz gözükürdü. Sayfiye yerleriydi hep buralar, in yok cin yok. ‘Ben bir apartman yaptırıyorum. Gel sana bir daire vereyim. Bana da para lazım, bir çivi alacak para kalmadı,’ dedi İhsan. ‘Ben nasıl para vereyim sana?’ diye sordum. ‘Bandırma’ya gidiyorsun, iste onlardan verirler,’ dedi. Peki dedim. Bandırmalılara dolaylı yollardan çıtlattım. Derhal dediler. Miktarını da söyledim 40 bin lira diye. O zaman için çok paraydı ama burası da 100 bin liraydı. Üstünü de taksit taksit balıkhaneden gelen parayla ödedim. İyi ki almışım o zaman burayı.”

Erdoğan Tokol ve Bandırmaspor genel
kaptanı Mustafa Kılkışlı.
Bandırmaspor dışında dört sezon da Şekerspor’u çalıştırmış ve 1971-72 senesinde tekrar Türkiye 1. Ligine çıkarmış. Şekerspor’un o dönemdeki ünlü oyuncusu Arap Güngör’ün de antrenör olmasını sağlamış: “Güngör’ü de antrenörlüğe ben teşvik etmiştim. ‘Ben burada kalıcı değilim,’ dedim. Şekerspor camiası onu çok severdi. ‘Benim yardımcım ol, ben gidince sen devam edersin,’ dedim. Fakat yardımcım olduğu takdirde futbolu bırakmasını istemiştim. Öyle adamlara futbolu bıraktırmak kolay olmuyor. Senelerce oynamaya alışmış, bırakınca yıkılır gider. Fakat antrenör yardımcı olursa, takımına başka gözle bakar. Nitekim Güngör sezon ortasında bıraktı futbolu.”


Oyuncular ve taraftarlarca çok sevilen biri olmasına rağmen Şekerspor’dan sonra başka takım çalıştırmamış: “Antrenörlüğü severek yapıyordum ama bana göre olmadı mı diyelim, yoksa yaşlandım mı diyelim bıraktım ve balıkhanedeki işime döndüm. Ardından trikotaj işine girdim, beş altı sene de o işle meşgul oldum. Sonra kendimi emekliye ayırdım.”

Son sözü üstat İslam Çupi’ye bırakıyoruz. Şekerspor’un 1972’deki 2. Lig şampiyonluğu ardından şu satırları yazmış: “Erdoğan Tokol Şekerspor’u ‘cadı kazanı’na benzeyen bir ligden silik olarak alıp şampiyon yapmıştır. Tokol takımı büyüdükçe kendisini ufaltan adamdır. 25 yıllık arkadaşıma gazeteci olduktan sonra tek kahve içirememişimdir. Bir gün tutar da ‘Erdoğan Tokol’ ismini yazarım diye. Şekerspor’un şeref turu fotoğraflarına baktım. Bir tekinde Tokol yok. Getiremezsin böyle bir panayıra Erdoğan’ı. Çünkü Tokol resimlerdeki sahte yılışıkların fonunda değil, futbolun içinde yaşayan insandır.”*


İslam Çupi'nin şeref turu fotoğraflarında Erdoğan Tokol'a rastlamaması gibi biz de fotoğraf temin etmekte güçlük çektik. Kendisi fotoğraflarını saklamadığı için bulabildiğimiz kaynaklardan yararlandık. İstanbulspor dönemi için takım arkadaşı Kenan Buharalı'ya, Bandırmaspor dönemi için Bandırmalı eğitimci Sayın Levent Tavgaç'a teşekkür ederim.

* İslam Çupi, Mağlubu Anlatmak, derleyenler: Barış Karacasu-Yavuz Yıldırım, s. 135 (1 Haziran 1972 tarihli Tercüman gazetesinden alıntı).





   











20 Eylül 2014 Cumartesi

Cevat Gök - Baba Cevat

Futbol tarihimizde “Baba” lakabı taşıyan az sayıda futbolcu vardır ki bunlar sadece oynadıkları takımın değil diğer takımların taraftarlarınca da sayılıp sevilirler; Baba Hakkı, Baba Gündüz, Baba Recep gibi. Bu isimler gibi ulusal çapta ünlü olmamakla birlikte İzmir futbol camiasında çok tanınıp sevilen Cevat Gök de “Baba Cevat” adıyla anılır. Baba Cevat sadece formasını giydiği Karşıyaka’nın değil tüm İzmirli futbolseverlerin saygı duyduğu bir isimdir. Futbolu bıraktıktan sonra görev yaptığı çeşitli kulüplerde yüzlerce genci yetiştirerek kendisine yakıştırılan lakabın hakkını veren Cevat Gök son derece mütevazı bir insan olduğundan kendisini konuşmaya talebesi ve yardımcısı, TÜFAD İzmir genel sekreteri Hasan Aral’ın yardımıyla ikna ettik. 


  Altmış yılı aşkın bir süredir İzmir Alaybey’de yaşamasına rağmen İstanbul’da dünyaya gelen Cevat Gök çocukluk ve gençlik yıllarını bize şöyle anlattı: “1928’de İstanbul’da doğdum. Küçükpazar’da doğup büyüdüm. Ben küçükken babam vefat etmişti. Altı kardeştik, iki kız dört oğlan. Ben dördüncü çocuktum. Babam ölmüştü ama top oynadığım için annem kızar, beni döverdi. Ders çalışmamı isterdi. Ayakkabıların altı köseleydi. Çabuk eskimesin diye kabara çakardık. O zaman bizim semtte iki takım vardı. Biri Halk Partisinin kurduğu Küçükpazar Gençlik kulübüydü. Diğeri mahallelinin kurduğu bir takımdı. Hal yakın olduğu için semt sakinleri genelde kabzımallardı.  Küçükpazarlılar Vefa’yı tutardı. Kör Galip vardı Vefa’da. Çok iyi bir topçu ve efendi bir insandı.”

İzmir Karması formasıyla Ankara'da.
“Süleymaniye Camisinin hemen arkasında 7. Okul vardı. Süleymaniye avlusunun öbür kapısından da üniversitenin içine giriliyordu. Üniversitenin içinde tenis topuyla oynayarak yetiştim. Orada bir askerlik şubesi vardı. Orada görev yapan üsteğmen Ulvi Abi gelir bizi seyrederdi. Topa hakimiyeti tenis topuyla yaptığımız maçlar sayesinde kazandım ben. Ulvi Abi beni çok severdi. Bir gün çağırdı beni. ‘Seni Galatasaray’a götüreyim, gelir misin?’ diye sordu. ‘Sen istedikten sonra gelirim tabii,’ diye cevap verdim. Cağaloğlu’nda okuyordum. Genç takım için geldiler, o zaman Beyazıt’ta üniversite bahçesinde seyrettiler beni, beğenmişler. Böylece 1942’de Galatasaray genç takımına girdim. Coşkun Özarı, Ercüment, kaleci Metin, Bursalı Muhtar, Eşek Ayhan gibi çok güzel bir takım vardı. Turgay daha o zaman okulda okuyordu. İnsanlar birbirine saygılıydı. İdmandan sonra Beyoğlu Parmakkapı’daki kulübe gelirdik. Orada çaylarımızı içip öyle dağılırdık. Eğer içerde Gündüz, Bülent ve Reha Eken gibi büyük ağabeylerimiz varsa içeri girmiyorduk. Mesela duş alırken önce büyükler yıkanıyordu, biz ondan sonra yıkanıyorduk. Galatasaray’daki düzen ve saygı hiçbir yerde yoktu.”


“Hocamız Galatasaray Lisesinden yetişme, A takımın sol açığı Mehmet Ali Gültekin idi. Eski futbolculardan santrhaf Arif Abi vardı. Genç takımdayken Leblebi Mehmet umumi kaptandı. Taksim gazinosunun müdürüydü aynı zamanda.  Sabah kahvaltımızı Taksim gazinosunda yapardık. Öğle yemeğimizi orada yerdik. İdmanları Mecidiyeköy’de yapıyorduk. Daha stat yapılmamıştı. Her taraf dut bahçeleriyle doluydu. Mecidiyeköy o zaman gerçekten köydü. Vefa sahasında, Şeref Stadında, Fenerbahçe Stadında çok top oynadım. Genç takımda oynarken Galip Abi beni Vefa’ya almayı çok istedi ama bırakmadılar.”  

Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası
“Galatasaray A takımında oynamak da nasip oldu. 1946’da A takıma geçtim. İnönü Stadında Fransa’nın Lille takımına karşı oynadım. Benim mevkiimde Naci Özkaya oynardı. Hocamız Gündüz Kılıç onun yerine beni oynatmıştı o maçta. A takımda en fazla iki üç maç oynayabildim. Askerlikten yoklama kaçağıydım. Şeref Stadında Beyoğluspor maçından sonra yakaladılar beni, hemen Ankara’ya gönderdiler. Askerliğimi muhafız alayı karargâh bölüğünde yapıyordum. Nizam karakolu çavuşuydum. Cumhurbaşkanlığı köşkü içindeki nöbetçilere parolayı ben dağıtıyordum. İsmet İnönü – yattığı yer nur olsun – talim meydanından geçerken, ‘Nasılsınız evlatlarım?’ diye sorduğu zaman, ‘Sağ ol!’  diye kıyamet kopuyordu. Üstünde golf pantolonu, kasketi, bir atı vardı ki olmaz böyle bir şey – alnı ve iki ayağı beyaz.” 

İzmir Karması 1952'de Ankara 19 Mayıs Stadında. Cevat Gök ayakta sağdan dördüncü. Nebil, kaleci Tahir,
Bayram Dinsel, Mustafa Orçinos, genç kaleci Seyfi Talay dikkati çeken isimler.
“Askerliğim boyunca Muhafızgücü’nde oynadım. Üç Ankara şampiyonluğu kazandık. Muhafızgücü, Havagücü, Jandarmagücü, Yedeksubay, Harp Okulu, Maskespor – bunlar hep Ankara liginde yer alıyordu. Otuz ay üstüne yoklama kaçağı olduğumdan altı ay daha, yani toplam üç sene askerlik yaptım. Muhafızgücü olarak çok güzel bir takımımız vardı o zaman. Sayayım sana: Selahattin Torkal, Fenerbahçe kalecisi Selahattin Ünlü, yedek kaleci Fecri Ebcioğlu, Sabahattin Erman, Doğan Andaç, Hacettepeli Kazım Türesin, yine Hacettepe kalecisi Korkut, Cici Necdet. Ankara liginde Gençlerbirliği formasıyla mücadele eden Hasan Polat’a karşı oynadım mesela. Çok güzel bir santrhaftı rahmetli Hasan Abi. Kardeşi Ali Polat da orada oynuyordu.”

1953'te Karşıyaka ile Galatasaray arasında yapılan özel maçta (3 numara).
Cevat Gök askerden döndükten sonra o yıllarda her futbolcunun yaptığı gibi geçinmek için işe girip çalışmış: “Lise ikiden ayrılıp tersanede çalışmaya başlamıştım. Terhis olduktan sonra da Denizcilik Bankasına girdim. Haliç’teki tersane havuzlarında formendim. İş güvenliği başkanıydım aynı zamanda.” Fakat İstanbul’a döneli henüz bir yıl olmadan İzmir’e tayini çıkmış ve İzmir futbolunun simgelerinden biri olmasını sağlayan süreç böylece başlamış: “1949’da İzmir Alaybey tersanesine tayinim çıktı. Burada çalışırken futbol oynamaya devam ettim. Tersane amiri olarak görev yaptım, beş yüz kişi vardı burada. Hem Alaybey tersanesinde çalışıyordum hem de izin alıp antrenmanlara gidiyordum.” 
İzmir futbolunda ilk durağı Yün Mensucat takımı olmuş Baba Cevat’ın. Bu takımda geleceğin ünlü antrenörü Adnan Süvari’yle birlikte oynamışlar ve 1951-52 sezonunda İzmir Ligini üçüncü sırada tamamlamışlar.

Yün Mensucat 1951-52. Cevat Gök sağ başta, Adnan Süvari sol başta oturuyor.
Yün Mensucat’tan sonraki kulübü Karşıyaka olmuş. Savunmada görev yapan oyuncuların o yıllarda gol atmaları nadir görülen bir olay olmasına rağmen frikikten attığı gollerle ünlenmiş. “Futbol hayatım boyunca hep sol bek oynadım. WM sistemiyle oynuyorduk. Bekler ileri çıkmıyordu. Ben sol bek oynadığım için sağ açığı kontrol ediyordum. O geri çekildiği zaman ben gitmiyordum. Bir sezonda on üç gol yaptım ama hep frikikten, ölü toplardan.”

1952-53 sezonunun Karşıyaka takımı o yıllarda uygulanan WM sisteminin dizilişine göre poz vermiş. Alt sırada kaleci
Petriça ile birlikte bekler Cevat ve Nebil görülüyor. Orta sırada Vedat, Arif ve Ferit'ten oluşan  haf hattı, üst sırada Nevzat, Ramazan, Niyazi, Memduh ve Özcan'dan oluşan forvet hattı dizilmiş.
1950’lerin başında Karşıyaka ile başlayan birliktelik hiç bozulmamış ve futbol hayatı sona erdikten sonra da genç futbolcuları bulup yetiştirmekten yöneticiliğe ve teknik direktörlüğe kadar birçok kademede devam etmiş. Karşıyaka’nın meşhur Asım liginde yönettiği maçlarda bulduğu yetenekli futbolcuları Karşıyaka kulübüne kazandırmış. Lisede hentbol oynarken futbola yönlendirdiği Ogün Altıparmak, Gode Cengiz gibi birçok isimse Türkiye çapında ünlü futbolcular haline gelmiş. “Baba” lakabının ona nasıl yakıştığını anlattığı şu örnek gayet iyi açıklıyor: “Bir evladımız vardı, antrenmanda gözüne top yemiş. Durumu bayağı kötüydü. Ankara emniyet müdürü talebemdi. Hasan’ın arabasıyla Ankara’ya götürdük. Gözünü kurtardık, yoksa kör olacaktı.” Burada Hasan Aral söze giriyor ve söz konusu oyuncunun Karşıyakalı futbolculardan ve 80 bin kişilik ünlü maçta oynayan Meftun olduğunu söylüyor.

Karşıyaka genç takımı 1964.
Söz 1981 yılında Karşıyaka ile Göztepe arasında oynanan 80 bin kişilik maçtan açılınca Baba Cevat’ın uzun yıllar saha komiserliği yaptığını da öğreniyoruz. “Ben 1965’ten itibaren saha komiserliği de yaptım. O 80 bin kişilik maçta Atatürk Stadında saha komiseriydim. O zamanlar tribünlerde seyirciler karışık otururdu. Kim gol atarsa onu alkışlardı seyirciler, şimdiki gibi küfür müfür yoktu. O maçta da tribünlerin büyük bölümünde iki takımın seyircileri karışık oturmasına rağmen hiçbir olay çıkmadı.”


Baba Cevat 1960’ta futbol oynamayı bırakmış ama futbolla ilişkisini hiç kesmemiş. Bir yandan Asım liglerinde futbolcu keşfetmiş, diğer yandan Karşıyaka genç takımını çalıştırmış. O takımdan A takıma dört tane oyuncu vermiş. 1965’te İzmir’de düzenlenen, ünlü Alman futbol adamı Herberger’in yardımcısı Klaus-Peter Kirchrath’ın yönettiği antrenör kursuna katılmış. “Kirchrath felaket bir hocaydı. İzmir’in Temmuz sıcağında posamızı çıkarana kadar çalıştırıyordu bizi,” diye hatırlıyor o günleri. Genç takımdan sonra Karşıyaka’nın A takımında Adnan Süvari’nin yardımcılığını yapmış. Ülküspor, Manisaspor, Aydınspor ve Uşakspor’u çalıştırmış. Karşıyaka dara düşünce imdada yetişmiş: “A takımı düşüyordu, biz görevi devraldık ve takımı kurtardık. Biz ayrıldık başkaları geldi. Takım zor duruma düşünce, ‘Sen bizim evladımızsın,’ der göreve çağırırlardı.”

Kirchrath 1965'te İzmir'de düzenlenen kursta.
Baba Cevat’ın çalıştırıcılığı profesyonel takımlarla kısıtlı kalmamış. İçindeki futbol sevgisini ve insan yetiştirme tutkusunu çeşitli kurumlarda pratiğe dökmüş. Alaybey tersanesinde, İzmir emniyet teşkilatında, futbol antrenörleri arasında kurulan takımlarda hocalık yapmış. Metaş demir-çelik fabrikasının takımını çalıştırmış. Denizspor’u ikinci amatör kümede şampiyon yapmış. 1997’de Doğan Emültay’la birlikte İzmir futbol antrenörleri derneği takımını kurmuşlar. “İlk misafirimiz Yunanistan’ın Drama şehrinden antrenörlerdi. Atatürk stadında maç yaptık, 1-1 berabere bitti. 1998’de onlar bizi davet ettiler. Orada Selanik ve Drama’da iddialı maçlar yaptık. İki maçımızı da kazandık. Bizde Göztepeli Nevzat ve Özer de vardı. O takım 2008 senesine kadar kimseye mağlup olmadı.”

Alsancak Stadındaki bir maçta Göztepeli "Köylü" İrfan
sahadan atılmış. Arkada saha komiseri Cevat Gök 

Altmış yılı aşkın bir süredir aynı mahallede oturan Cevat Gök’ün yanından ayrılırken kafamıza özellikle seksen bin kişinin seyrettiği Karşıyaka-Göztepe maçında tek bir olay çıkmadığına dair sözleri takılıyor. Ardından bugünkü manzaralar gözümüzün önüne geliyor. Aynı şehrin iki takımı maç yaparken “deplasman taraftarı” muamelesi uygulanan seyirciler, çok tehlikeli bir hastalığın mikrobunu taşırcasına tecrit edilip polis kordonunda stada götürülen taraftarlar, işin kolayına kaçan idarecilerin olay çıkmasın diye deplasman seyircisine yasak koyması – bütün bunları düşünüp “Daha ne günler göreceğiz,” demekle yetiniyoruz.

Denizspor ve hocası Cevat Gök Alsancak Stadında.