30 Nisan 2015 Perşembe

Memduh Gezer - Altınordulu Memduh

Memduh Gezer ismine ilk kez birkaç yıl önce İzmir Kent Arşivinde bir araştırma yaparken rastlamıştım. 40’lı ve 50’li yıllarda İzmir futbolunun tanınmış bir ismi olmakla birlikte, kuşağının birçok futbolcusu gibi o da unutulanlar arasına karışmıştı. Memduh Gezer, bizim kültürümüzde pek alışık olmadığımız bir iş yapıp anılarını kaleme almış, fotoğraflarını ve hakkındaki gazete haberlerini saklamış, ardından bunları yaşadığı şehrin arşivine bağışlamıştı. On gün kadar önce sessiz sedasız aramızdan ayrılan Memduh Gezer’in aşağıda okuyacağınız kısa hayat hikâyesi gerek onun kendi eliyle yazdığı anılarından, gerek bir yıl kadar önce kendisiyle yaptığım sohbetten derlenmiştir.

 

23 Kasım 1924’te, İzmir Bayındır’da doğdum. Rahmetli babam DDY istasyon memuruydu. Annem Bayındırlıydı. Okula başlamadan önce İzmir’e geldik. Üç kardeştik. İki kız kardeşim vardı, en büyükleri bendim. Basmane’de büyüdüm. Mahallemiz Altınpark’ta küçük bir saha vardı. Mahalle arkadaşlarıyla orada taşlardan kale yapıp iki takım kurarak top oynardık. Top oynamaya dalıp eve geç geldiğim günlerde dayak yediğim olurdu. O zamanlar kırmızı-lacivert formaya âşıktım. Pazar günleri ne yapıp eder Altınordu maçlarını seyrederdim. Sait Altınordu’nun ve Altaylı Vahap Özaltay’ın futboluna hayrandım. Sait Abi’nin oyununu saha duvarından bile olsa seyretmek benim için zevkti. Ben bu sahada ne zaman oynayacağım diye kendi kendime söylenirdim.

Memduh Gezer (sağda) genç takımda
arkadaşlarıyla.
Bizim muhitte, Mezarlıkbaşı’nda kabzımallık yapan Altınordulu bir yönetici vardı, Hancı Mehmet derlerdi. Ben on altı yaşındayken oyunumu beğenen arkadaşlar beni ona götürdüler. Onun vasıtasıyla bir maçta oynattılar beni ve beğendiler. Böylece Altınordu kulübünün lisanslı futbolcusu oldum. Birinci takımla idmanlara çıkmaya başladım. Aradan bir zaman geçti, bir gün Altınordu’nun Karşıyaka’yla maçı vardı. Takımda bir oyuncu gelmemişti, idareciler sıkıştı. Beni bulup soyunma odasına götürdüler. Heyecandan neler çektiğimi ben bilirim. Bana verdikleri ayakkabı büyüktü, içine gazete kâğıdı koyup giydim.  O gün sol açık oynadım. Güzel oynadığım için herkes beni tebrik etti. Sait Abi, ‘Bundan sonra her gün idmana geleceksin,’ dedi. O sırada Yün Mensucat fabrikasında çalışıyordum. Akşam 5.30 borusu öttü mü, derhal soluğu Sait Abi’nin yanında alıyordum. Maçlarda Sait Abi’ye pas vermediğim vakit veya başkasına pas attığım ya da topu kaybettiğim vakit bağırırdı bana. Ben kaçardım, o arkamdan koşardı.


Böylece 1942-43 sezonunda sol haf olarak Altınordu birinci takımında oynamaya başladım. Sonraları sol açık ve sağ açık mevkilerinde oynadım. 1943 senesi Nisan ayında asker oldum. Askerliğimi denizci olarak yaptım. Önce İstanbul Kasımpaşa’daki talim alayında eğitime gittim. Üç ay sonra beni Yavuz gemisine verdiler. İkinci Dünya Harbi yüzünden o zaman karacılar üç, denizciler dört sene askerlik yapıyordu. Adnan Bey diye bir yüzbaşı vardı. Ben sporcu olduğum için beni Yavuz gemisine aldı. Gemimiz Gölcük’teydi, ara sıra manevraya çıkardık. Gemide benden başka Fenerbahçeli Donanma Kamil, Kasımpaşalı Sabri, Vefalı Ördek Mustafa, İzmitli Yusuf gibi o zamanın meşhur futbolcuları vardı. Daha sonra Vefalı Tatar Şükrü ve kaleci Hilmi de geldi. Bizim takımımızın adı Harp Filosu idi. Kocaeli liginde yer alıyordu. Donanma veya Yavuz Gücü de derlerdi.

Yavuz gemisinin güvertesinde (sağda).
Biz gelmeden önce Denizaltı takımı Donanma takımını her maçta yenermiş. Biz geldikten sonra yaptığımız ilk maçı 3-1 kazandık. Ben o maçta iki gol attım. O maçtan sonra Gölcük’te büyük sükse yarattık. Amirallikten gelen emirle sporcular nöbet ve angaryadan muaf tutuldu. Takımımız 1942-43 sezonu Kocaeli lig şampiyonluğunu kazandı. Ertesi sezon şilt maçlarında Denizaltı takımına yenilip kupayı kaybettik ama lig şampiyonluğunu kimseye bırakmadık. Harp Filosu takımı Kocaeli liginde üst üste dört sezon şampiyon oldu. Fakat asıl başarıyı 1945 Türkiye Futbol Birinciliğinde kazandık. Önce İzmit’te yapılan grup maçlarına iştirak ettik. Bu maçlarda Kasımpaşalı Tayyar ve Karşıyakalı Hakkı Çaktırma’yı takviye olarak almıştık. Edirne ve Eskişehir şampiyonlarını yenip grup birincisi olduk. Ertesi gün trene binip Mersin’e gittik. Balıkesir birincisi Karesi takımını 3-0 yendik. Zonguldak birincisini de 6-2 yendik. Mersin grubunun final maçı Harp Filosu ile Mersin İdman Yurdu arasında yapıldı. 10 bin kişinin önünde oynadığımız maçı 1-0 kazanıp gruplar arası şampiyonu olarak Ankara’da yapılacak Türkiye Futbol Birinciliğine katılmaya hak kazandık.


Bu maçlara Ankara şampiyonu Harp Okulu, İstanbul şampiyonu Beşiktaş, İzmir şampiyonu Altınordu ve gruplar arası şampiyon Harp Filosu takımları katıldı. Birinci maçımızda Harp Okulu’na 9-1 yenildik. Altınordu’yu 2-1, Beşiktaş’ı 3-2 yendik. Harp Okulu Türkiye futbol şampiyonu oldu, biz de Türkiye ikincisi olduk. İzmit’e döndüğümüz zaman Amiral Şükrü Okan ve İzmit Belediyesi şerefimize ziyafet verdiler. Gemiye döndüğümüz zaman donanma düdükleri çalındı. Bize mükâfat olarak yirmi gün izin verildi. İzne geldiğim zaman babamın öldüğünü öğrendim.


Nihayet dört sene askerlikten sonra 1947’de terhis oldum. Geleceğimi haber alan arkadaşlarım ve Altınordulular beni Basmane istasyonunda büyük bir kalabalıkla karşıladı. Beni trenin penceresinden çıkarıp omuzlar üstünde taşıdılar. Yani yere basmak ve annemle dahi görüşmek nasip olmadan taksiye binip doğru kulüp başkanı Nazif Bey’in yazıhanesine götürdüler. Orada lisans işlerim halledildi ve tekrar Altınordulu oldum. Aynı zamanda belediyede memur olarak işe girdim. O zamanlar futboldan aldığımız para ayda ya 50 lira ya 100 liraydı. O devirde şimdiki paralar yoktu. Futbol hayatım boyunca en çok 200 lira maaş almışımdır. O yüzden başka işte çalışmak zorundaydık.

1952'de Avrupa Güzeli seçilen Günseli Başar sembolik başlama vuruşunu
yaparken Altınordulu Rıdvan ve Memduh ile hakem Ali Barçın
onu seyrediyor.
Ben geldiğimde İzmir Ligi bitmiş, Kayagücü şampiyon olmuştu. (Meraklısı için not: Kayagücü askeri bir takımdı.) Milli Eğitim Kupası (Milli Küme) maçlarına katılacak takımları belirlemek için ilk dört sırayı alan takımlar dörtler diye maçlar yaptı. İlk maçımı Altay’a karşı yaptım. Fevkalade oyun tutturdum. İzmir’de Kâhya Memduh diye sükse yarattım. Dörtler maçlarında Kayagücü birinci, Altınordu ikinci oldu. Fakat genelkurmay Kayagücü takımının maçlara katılmasına izin vermedi. O zaman Altınordu ve Altay Milli Eğitim maçlarında İzmir’i temsil etti.


Beşiktaş takımı İzmir’de Altınordu’yla bir maç yapıp berabere kaldı. Bu maçta ben çıkardığım güzel oyunla Beşiktaş’ın antrenörü olan meşhur İtalyan yıldızı Meazza tarafından takdir edildim. Beşiktaş’tan sonra İzmir’e Altay’ın davetlisi olarak Yunanistan’ın Panionios takımı geldi. Birçok milli oyuncusu vardı. Altay’ı 4-2 yendi. İkinci maçı bizle yaptılar. İlk golü ben attım ve 2-2 berabere kaldık. Onun ardından İngiliz ikinci küme takımı Queens Park Rangers takımı geldi. Bu maçı 3-1 kaybettik.
1950 senesinde Karşıyaka takımıyla Suriye ve Lübnan’a gittim. Karşıyaka kulübü bu maçlar için benden başka Altınordu’dan Zeki, İzmirspor’dan Tarık, Demirspor’dan Ali Haydar, Yün Mensucat’tan Tahir ve Cim Necati’yi takviye olarak almıştı. Üç gün üç gece trenle yolculuk yaptıktan sonra gece yarısı Halep’e vardık. Halep’ten otobüsle sekiz saat yolculuktan sonra sabah 8’de Beyrut’a geldik. Doğru otele gidip yattık ve o gün maça çıkıp 2-1 yenildik. İkinci maçımızda Beyrut’un kuvvetli bir Ermeni takımıyla oynadık. 3-0 galipken havaya sıkılan mermilerle korkmamıza rağmen maçı 3-2 kazandık. Halep’teki maçı 5-0 kazandığımız zaman seyirciler bizi omuzlar üzerinde taşıdılar. Birkaç gün sonra aynı takımla Şam’da rövanş maçına çıktık. Hakemin kasıtlı idaresi ve aleyhimize verilen iki penaltıyla 4-3 yenildik. Ertesi sene aynı seyahate bu kez Altınordu kulübü olarak çıktık.


Ayaktakiler: Refik, Sait Altınordu, Zeki Egeli, Nazmi, Niyazi, Fehmi, Nebil.
Oturanlar: Memduh Gezer, Melih, Vitali.
1 Temmuz 1952’de bir inatlaşma üzerine Altınordu kulübünden istifa edip Karşıyaka’ya geçtim. Karşıyaka’daki ilk maçımda Kurban Bayramında tam kadrosuyla gelen Beşiktaş’a karşı oynadım. Karşıyaka’da oynadığım sırada Ankara’da yapılacak Cumhuriyet Kupası maçları için İzmir karmasına seçildim. İlk maçımızı İstanbul karmasıyla yani bir nevi milli takımla yaptık ve 3-2 kazandık. İlk golü ben kafayla attım. Karşıyaka’da iki sezon oynadım.

İzmirspor 1954 transfer döneminin son gününde İzmir futbol piyasasının iki
mühim ismini - Yün Mensucatlı Metin ve Karşıyakalı Memduh'u transfer
ederek ses getirir. Oturanlar arasında sol başta İzmirspor'un ünlü menajeri
Sami Özok, üçüncü sırada Metin Oktay, onun yanında Memduh Gezer görülüyor.
1954’de Metin Oktay’la birlikte İzmirspor’a transfer oldum. Metin Yün Mensucat’tan gelmişti. 1954-55 sezonunda İzmir şampiyonu olduk. O sezonun sonunda Metin Galatasaray’a gitti. Ertesi sezon İzmirspor’la bir şampiyonluk daha kazandık. Ben o sezondan sonra Altınordu’ya döndüm. Altınordu’da bir sezon daha oynadıktan sonra futbolu bıraktım. 60’lı senelerde Altınordu genç takımını çalıştırıp İzmir şampiyonu yaptım. Altınordu A takımında yardımcı antrenörlük yaptım. Bir süre Ülküspor’u çalıştırdım.






Memduh Gezer’le yaptığımız sohbette birkaç sene önce eşini kaybettiğini, iki çocuğunun işleri nedeniyle İstanbul’da yaşadıklarını öğrenmiştim. 90’ını aşan yaşına rağmen yalnız yaşadığı evinde kendi işlerini görecek kadar zindeydi. Altınordu forması salonda, koltuğun üstüne itinayla serilmişti. Onun zamanının şartlarını konuştuğumuzda, “Erken gelmişiz dünyaya” demişti. 18 Nisan 2015’te hayata gözlerini yumduğunda, internet sitesinden açıklama yapan kulübü Altınordu dışında medya dünyasından onu hatırlayan olmadı. Dilerim çocukken seyredebilmek uğruna Alsancak Stadının duvarına tırmandığı Sait ve Vahap ağabeyleriyle buluşmuştur.


9 Nisan 2015 Perşembe

Tuncay Becedek - Komple Sporcu, Sendikacı, Hasta Fenerli

Eskiden birkaç branşta maharetle yarışan sporcular için “atlet-komple” diye bir terim kullanılırdı. Bunların bir kısmının birden fazla branşta milli formayı giymişliği de vardı. Lakin her şeyin profesyonelleştiği günümüzde artık böyle sporcular kalmadı. Futbola başlamadan önce öğrencilik yıllarında birçok spor dalıyla uğraşan Tuncay Becedek de bunun örneğiydi. Futbol oynadığı yıllarda da birçok kulübün formasını giymiş, her kulüpte kaldığı kısa süre içinde taraftarın ağzına bir parmak bal çalıp takım değiştirmişti. Futbolu bıraktıktan sonra uzun süre sendikacılıkla da uğraşan Tuncay Becedek’le renkli hayat hikâyesi üzerine uzun bir sohbet yaptık. Futbola başlamadan önceki çocukluk ve öğrencilik yılları da zengin ayrıntılarla dolu olduğundan araya fazla girmeden sözü ona bırakıyoruz:


“19 Temmuz 1942’de Fatih Kıztaşı’nda doğdum. Rahmetli babam Yugoslavya Manastır kökenliydi. Beş vakit namaz kılardı. Dedem Manastır’da imammış. Bütün Manastır tanırmış dedemi. Babam o dini havayla büyümüş. Ben Fatih Camisinin avlusunda top oynardım. Babam camiye gidiyor, ‘Elime makineli tüfek versinler, sen içlerinde ol, hepinizi tarardım,’ diye anlatırdı. Babam beni top oynarken hiç görmedi. Arsada top oynardık. Sokağın köşesinden geldiğini görünce öbür taraftan çaktırmadan kaçardım. Ayakkabımızı babam yapardı bizim, kunduracılığı da vardı. Uzun seneler itfaiyede çalışmıştı. Bir hafta kamp gibi sürekli orada kalırdı. O zaman ayakkabı yapar, çizme tamir ederdi. Örsü, çekici, her şeyi vardı. Bayramlarda babamın yaptığı yepyeni ayakkabıları giyerdik. Fakir bir aileydik, beş tane çocuk. Annem ev hanımı, bir tek babam çalışıyor. Adamcağız işten çıkardı, bazen taksi şoförlüğü yapardı. Çok sıkıntılarla büyüdük. O yüzden top oynarken görseydi çok kızardı. Futbol dışında yazın sokakta misket oynardık. Ben çok iyi misket oynardım, o yüzden kimse benle oynamak istemezdi. Yuttuğum misketleri satar, parasını 5 kuruş, 10 kuruş torbaya atardım. Günde 3-4 lira kazandığım olurdu.”

“İlkokulu İstanbul Erkek Lisesi yakınındaki Mahmutpaşa İlkokulunda okudum. Büyük dayım Yeşildirek’te oturuyordu, okul müdürünü tanıyordu. Okula bir sene erken başlattılar beni. Altı yaşında Kıztaşı’ndan o kış kıyamette Aksaray’a yürüyordum. Rahmetli babam şofördü, iki tane halk otobüsü vardı. Biri Eminönü’nden, diğeri Aksaray’dan kalkardı. Şoförlere tanıttı babam beni. Şoför beni yanına alıyordu, Cağaloğlu’nda indiriyordu. Ben karşıdan karşıya geçiyordum. Akşama kadar tedrisat vardı. Amerikan yardımı süttozu verilirdi. Okuma kitabı, ayakkabı yardımı yapılırdı. Altı yaşında hepsini kendim hallettim, ne anam geldi ne babam yardıma. Okuldan çıkınca aynı yoldan Aksaray’a dönüyor, oradan da yine Fatih’e yürüyordum. Evde o zaman soba bile yoktu, bir mangal vardı.  O okula bir sene gittikten sonra Saraçhanebaşı İlkokuluna devam ettim ve orada bitirdim. Sonra Gelenbevi Ortaokuluna girdim.”

“Gelenbevi Ortaokulunda güreş şampiyonası oldu. En hafif sıklette güreşlere girdim. Otuz kırk kişi girmiştik, dört kişi finale kaldık. Ben hiç oyun bilmiyordum, dördüncü oldum. Okulda yarış yapıldı, bütün yaş grupları katıldı. Uzun mesafede okul birincisi oldum. Voleybol takımına daha Orta 1’de yedek olarak aldılar. Basketbol takımına yedek aldılar. Bütün sporlara yeteneğim vardı. Yakan top oynuyorduk,  okul takımına seçtiler. Hangi taşı kaldırsan altından çıkıyordum yani. Sonra on iki on üç yaşlarında izci olduk, Pendik Kaynarca’da kampa gittik. Darüşşafaka basketbol takımı kampa geldi, takımda noksan oldu mu beni alıyorlardı. Rahmetli Şevket Taşlıca filan hep o kampa gelmişti. Babam kampa beni ziyarete gelmişti. Ona, ‘Bu çocuk çok yetenekli, büyük sporcu olacak,’ dediler. O kampta bir hafta veya on gün kalmıştık.”

"Pertevniyal Lisesinin bahçesi. Beş-altı kişilik takımlarla
sınıf maçları yapardık."
“Beni Gelenbevi Ortaokulundaki arkadaşlarım voleybolcu, basketçi, koşucu, güreşçi, izci olarak tanıyordu. Futbolla ilgim yoktu o yıllarda. Seneler geçti, Fenerbahçe Futbol Vakfını kurmuştuk. Arkadaşlar sağ olsunlar beni oraya genel müdür yaptılar. Açılış için protokole davetiye dağıtmak üzere Ogün Altıparmak ile tura çıktık. Hürriyet gazetesine gitmiştik. Promosyon şirketi Yaysat’ın genel müdürü Erdoğan Bey’le konuşuyorduk. Adam çok tanıdık geliyor. Gelenbevi Ortaokulunda okumuş o da. Beni tanıyıp tanımadığını sordum. ‘O zamanlar bir Tuncay abi vardı, okulun medarı iftiharıydı. Sonra futbolcu oldu,’ dedi. Ogün, ‘Tuncay işte bu,’ deyince yerinden fırladı. ‘Abi sen yolda yürüyordun, arkandan hayranlıkla bakıyorduk, bütün Fatih senin hayranındı,’ diye konuştu. Dediğim gibi futbol merakı sonra başladı. Zamanla biz Fatih Camisinin avlusunda top oynamaya başladık. Yürüyerek Vefa Stadına giderdik. Vefa’nın antrenmanlarını seyrederdik. Eski oyuncuların hepsini tanırım. Oradaki maçları seyrederdik.”

“Ortaokuldan sonra Pertevniyal Lisesine girdim. Futbol uğruna yüksek okula devam etmedim. Pertevniyal Lisesini 1960’ta bitirdim. Metin Akpınar ile sıra arkadaşıydık. Okul takımında önce santrfor oynuyordum, santrhafa aldılar. Türkiye birincisi oluyorduk. Bizim beden eğitimi hocamız – daha beş sene önce yüz yaşında öldü – maça lisanslarımızı getirmemiş. Hükmen mağlup olduk. Tophane şampiyon oldu. Pertevniyal Lisesindeyken Üner diye Fenerbahçe genç takımının kalecisi olan bir arkadaşım vardı. O beni Florya’da Küçük Şeytanlar diye bir yazlık takıma götürdü. Her gelene dört-beş tane atıyordu bu takım. Kulübün sahibinin villası vardı, sahanın arkasına soyunma odaları yapmış. Saha bugünkü Bakırköy Şenlikköy sahasıydı. Maç günü erken gider, evde yemek yerdik. Ben her maçta üç-dört tane gol atardım. Bütün Florya’nın kızları rakip kale arkasına dizilir, ‘Bir tane de benim için at’ diye bağırırdı. Ben de her gol attıkça, ‘Bu senin için,’ diye onlardan birisine seslenirdim. Herkes bizimle maç almak için sıraya girerdi.”

Pertevniyal Lisesi futbol takımı. Tuncay Becedek ayakta soldan üçüncü.
“On yedi yaşındaydım. 1959 Temmuz ayında Karagümrük kulübünün seçmeleri varmış. Beni oraya götürdüler. Karagümrük altyapı sorumlusu rahmetli Cahit Candan bir takım yaptı, fakat beni ilk on bire koymadı. ‘Ben denenmem, oynamıyorum,’ dedim. ‘Yavrum belki iki yüz kişi var bekleyen, ikinci devre oynatacağım, yapma etme,’ dedi. İyi ki baştan oynamamışım o maçta, her işte bir hayır var. Marmaraspor diye bir takım denenenlere ilk yarıda üç tane gol attı. İkinci yarıda ben girdim, beş tane gol attım. Temmuz sıcağı, saat 1. Maç bitti, tribündeki herkes sahaya girdi, ‘Kimsin? Adın ne? Nerede oturuyorsun?’ diye soruyorlar. Rahmetli Fahri Somer o zaman gençlere çok meraklıydı. Beni ona ‘felaket bir adam’ diye anlatmışlar. Beni o zamanlar Atikali’deki medresede bulunan Karagümrük kulübüne götürdüler. İki saat bekledim. Akşam oldu, beni ne çağıran ne soran var. Eve geç gidersem babam kızacak, yemeğe hep beraber oturmamız lazım. Kaçtım oradan. Yemeğe yetiştim, hiç kimseye bir şey söylemedim.  Ertesi gün okula gittim. Üner Fenerbahçe kulübünde herkese anlatmış. Esat Kaner hemen getir demiş. Üner’le gittik yanına. Şöyle bir baktı, ‘Hemen kulübe götür, lisans çıkarsınlar,’ dedi.”

Karagümrük formasıyla
“O gün kulüpte Lefter, Hilmi, Naci, Puşkaş Ergun – ne kadar eski futbolcu varsa hepsinin mukavelesi yenileniyormuş. Bütün gazeteciler oradaydı. Bu oyuncu da genç takıma transfer dediler. Ahmet Erol omzuma elini koydu, ikimizin resmini çektiler. Ertesi gün her gazetede benim resmim vardı. Karagümrüklüler bu gazeteleri okuyunca beş altı arabaya toplanıp beni Florya’da oturuyor zannederek oraya gidiyorlar. Orada sorup soruşturup rahmetli dayımı buluyorlar. Dayım ne bilsin, onlara adresi veriyor. Gece 9’da veya 10’da ordu gibi bir kalabalık evin kapısına dayanıyor. Ben 9’da uyurdum. Babam çıkmış kapıya. Adamlar ‘Tuncay’ı arıyoruz,’ deyince, ‘Ne yaptı, yanlış bir şey mi yaptı?’ diye sormuş. ‘Fahri Somer bekliyor, Karagümrük kulübüne götüreceğiz,’ demişler. Babam, ‘Götüremezsiniz oğlumu,’ diye karşı koyarken ben araya girdim. ‘Baba sen bana müsaade et,’ dedim. ‘Peki, sonra getirin oğlumu,’ dedi babam. Kulübe gittik. Fahri Somer, ‘Oğlum sen nasıl gidersin Fenerbahçe’ye?’ diye sordu. ‘Efendim, ben burada iki saat bekledim. Kimse çağırmayınca gittim,’ dedim. ‘Yahu ben sana 500 lira maaş bağladım, A takım kadrosuna aldım,’ dedi. Fenerbahçe o zaman bana talebe lisansı çıkaracaktı. ‘Nüfus kâğıdını aldılar mı, bir işlem yaptılar mı?’ diye sordu. ‘İstediler ama daha almadılar,’ dedim. ‘Bırak Fenerbahçe’yi, nüfus kâğıdını bana getir, ben seni A takımında oynatacağım,’ dedi Fahri Somer. Babam o zaman İstanbul Belediyesi sağlık işlerinde şoför olarak 740 lira maaş alıyordu. Eve de 75 lira kira veriyorduk. Ben 500 lirayı duyunca tamam dedim.”

Tuncay Becedek Fenerbahçe'de oynadığı yıllarda babası,
kardeşi,  takım arkadaşları Selim Soydan
ve Nedim Doğan ile birlikte.
“Eve geldim. ‘Baba 500 lira maaş bağlamışlar,’ dedim. ‘Sana mı?’ diye sordu. İnanamadı babam. A takımda oynarsam bana pirim de verecekler, o zaman 1.000-1.500 lira olacak dedim. Adam delirecekti. ‘Sen o kadar oynuyor musun?’ diye sordu. Beni A takımla idmanlara çıkarıyorlardı ama genç takımda santrfor olarak oynuyordum. Galatasaray’la oynadık, iki gol attım, 2-2 bitti. Beşiktaş’la oynadık, üç tane attım. Feriköy’e üç tane attım. Hele zayıf takımlara daha fazla gol atıyordum. Hem çok koşuyordum, hem teknik kapasitem yüksekti. O zaman Karagümrük antrenörü Bülent Eken’di. Beni A takımda oynatmayı düşünüyormuş. Fahri Somer ile birlikte genç takım maçını seyretmişler. Fahri Somer, ‘Hazırlan, seni Feriköy maçında oynatacağım,’ dedi.”

Karagümrük 1960-61. Ayaktakiler: Ali Soydan, Gökçen Dinçer, Tuncay Becedek, Doğan Sel, Nedim Yüney, Özcan Köksoy.
Oturanlar: Kadri Kartal, Tarık Kutver, Nihat Çapalar, Sümer Yüzer, Bilgin Akın.
Maçtan bir hafta önce kulüp müdürüyle birlikte beni aldılar, Fatih’te bir otel vardı – oranın restoranında kuvvetleneyim diye öğle yemeği yedirdiler. Çok zayıftım o zaman, 67-68 kiloydum. Istaka gibiydim. Fahri Somer’in o zamanlar Beyoğlu’nda Rebul Eczanesinin hemen yanında ufak bir bijuteri veya parfümeri dükkânı vardı. Beni dükkânına çağırdı, orada tatlı yedirdi. ‘Kulaklarını takımdaki ağabeylerine tıka, genç takımda oynadığın gibi oyna,’ diye bir hafta boyunca beni hazırladı. Feriköy’ün o zamanki hocası rahmetli Baba Gündüz’dü. Bülent Eken ile o zaman aralarında bir dargınlık vardı. Maç günü soyunma odasına gideyim dedim. Üç saat önce gitmişim, daha kimse gelmemiş. Köfte ekmek yiyip karnımı doyurdum. Nihayet malzemeler geldi, girdim soyunma odasına. Sonra Bülent Eken geldi, çok gergindi. Ben de çok heyecanlıyım. İkimiz de koridorda yürüyoruz. ‘Seni bugün oynatacağım,’ dedi. ‘Sakin ol, genç takımda oynadığın gibi oyna,’ diye ara ara nasihat verdi bana. 2-0 yendik o gün Feriköy’ü. Gol atmadım ama tek başına yıktım bütün defansı. Maçtan sonra duştan çıktım, Fahri Somer beni bekliyordu. Kendi paltom yoktu, rahmetli babam yeni palto yaptırmıştı kendine. Hiç unutmuyorum, uzun bir paltoydu. Bana cüppe gibi geliyordu. Oraya paltosuz gitmeyeyim diye kendi paltosunu vermişti babam. Şeref tribünü önünden geçerken Şeref Görkey, ‘Fahri, Fahri!’ diye bağırdı. Amatör milli takımın hocasıydı. ‘Çocuğu bana ver,’ diye seslendi.

Amatör milli takım 1960. Ayaktakiler:Zeki (KSK) (x), Ahmet Suat Özyazıcı, Cengiz (Bandırma, Boluspor), Selim Soydan, Samim (Feriköy, GS), Beton Mustafa (x), Vefalı İbrahim (x), Ahmet Tuna (x), Alp (MİY) (x), Muhip (KSK)(x). Oturanlar: Mustafa Çam (astsb.), Ergun (Ş.Hilal) (x), Aydoğan (AO, Manisa)(x), Tuncay Becedek, Şeyhmuz (Hvg), Emrullah (Hvg), Uğur Köken, Cavit (PTT) (x). (x işaretliler artık hayatta değiller.)

“Ertesi gün okulda gazeteye baktım. Genç milli takım kadrosu açıklanmış, beni seçmişler. Altında amatör milli takım kadrosu var, orada da varım. Fahri Somer beni çağırdı, ‘Genç milli takıma gitmeyeceksin,’ dedi. Genç milli takım sorumlusu rahmetli Kemal Halim Gürgen’di. O geldi, ‘Göndermiyoruz,’ dediler. Yaşım ufak olduğundan babamın velayetindeydim. Sonuçta Amatör milli takıma gittim. İtalya’ya gidip hazırlık maçları yaptık. Ankara’da Rivera’nın da yer aldığı muhteşem bir İtalyan takımı geldi. Topa vurdurmadılar bana. Şeref Görkey beni devre arasında çıkardı. Fahri Somer’e Roma olimpiyatlarına gitmek istediğimi söyleyince Şeref hocayla konuşmuş. O da hazırlansın demiş. Akşamları çıkıyorum, Vatan Caddesinde koşular yapıyorum. Son anda Şeref Görkey beni kadrodan çıkarıp Selim Soydan’ı aldı. Ben o arada dört-beş tane genç milli maç, Roma olimpiyatlarında üç-dört tane maç kaçırdım. Toplam 22 milli maç oynadım. Bir kez amatör milli oldum, ama ertesi sene genç milli takımın kaptanı olarak oynadım.”

Ankara (ayaktakiler) ve İstanbul (oturanlar) genç karmaları milli takım seçmesi için yapılan bir maçtan önce.
İstanbul karması: 1: Tuncay Becedek, 2: Müfit, 3: Abdülmetin Kocaoğlu, 4: Hadi, 5: Kutlu, 6: Yılmaz Urul, 7: Enver Katip,
8: Ergun, 9: ? , 10: Murat Saner, 11: Ceyhun. Ankara karmasında seçebildiğimiz oyuncular Abdullah Çevrim, Candan Tarhan,
Ziya Şengül ve Aydın Tohumcu.

Burada Tuncay Becedek’in anlattıklarına kısa bir ara verip biraz soluklanalım. 1959 yazında Karagümrük’te başlayan futbol serüveni bu kulüpte geçirdiği iki sezondan sonra 1961-62 sezonundan itibaren İstanbulspor’da devam etmiş. Bu kulüpte bir sezon oynadıktan sonra çocukluğundan beri tuttuğu takım olan Fenerbahçe’de bulmuş kendini. Sözü tekrar ona bırakıyoruz:

“19 yaşında İstanbulspor’a geçtim. Amatörlerin o zaman transferi yoktu. Karagümrük başkanı İbrahim Sevin aynı zamanda CHP Fatih ilçe başkanıydı. Partinin il başkanı da İstanbulspor’un başkanlığını yapan Ali Sohtorik’ti. Karaköy’de Liman lokantasında yemeğe davet etmiş İbrahim Sevin’i. O yemekte, ‘Tuncay’ı bana vereceksin,’ demiş. Böylece tepeden gelen bir emirle İstanbulsporlu oldum. Arap Yılmaz, Yalçın, Bahattin Abi, Kenan Abi, İhsan Abi, Arap Güngör, Bilge gibi isimlerin bulunduğu İstanbulspor takımında bir sezon oynadım. İlk maç santrfor başladım, sonra orta sahaya aldılar beni. O sezonun en iyi üç orta saha oyuncusundan biri seçildim. Çok iyi bir sezon geçirmiştim. O zaman amatör futbolcuların transferi yasaktı. Nedim Doğan benden bir sene önce İstanbulspor’dan Fenerbahçe’ye geçmişti. Altı ay ceza aldı, oynayamadı. Ben geldiğimde de altı aylık süre üç seneye çıktı. İstanbulspor’da hâlâ amatör statüde oynuyordum.”


“Fenerbahçe’de Hırsız Semai vardı. Beni aldı Moda’da Rainbow Otele götürdü. Bir hafta orada kaldım, yani kaçırıldım. İstanbulsporlu yöneticiler beni arıyormuş. Ali Sohtorik’in kızı Sevinç Hanım benim ablamın okul arkadaşıydı. Ali Bey onun vasıtasıyla, ‘Bana Tuncay’ı bulun,’ diyormuş. Neticede yöneticiler gidip pazarlık yapmışlar. 1961 Temmuz’unun parasıyla İstanbulspor 50.000 lira istemiş, pazarlıkla 35.000 liraya inmişler. Ben Fenerbahçe’yle 30.000 liraya anlaşmıştım. İstanbulspor 35.000 isteyince Fenerbahçeli yöneticiler bu parayı veremeyiz demişler fakat sonunda o paraya beni almışlar oradan. O zamanki yöneticiler Ahmet Erol, Muhittin Bulgurlu, Müslim Bağcılar, Mehmet Reşat Nayır, üç dört kişi daha hep beraber oturduk. ‘Senin ne kadar iyi Fenerbahçeli olduğunu biliyoruz,’ dediler. Ben de hakikaten hasta Fenerliydim. ‘O yüzden senden fedakârlık bekliyoruz,’ dediler. Bana 10.000 lira vermeyi teklif ettiler. Sonunda 20.000 liraya kadar çıktılar. Yalnız o parayı peşin verdiler.”

İstanbulspor 1961-62. Ayaktakiler: Tuncay, Arif, Yalçın, Nazım, Kenan, Yılmaz.
Oturanlar: Nejat, Güngör Okay, Nevzat, İhsan, Güngör Tetik.

“Böylece yirmi yaşında Fenerbahçeli olmuştum. Sezon açılışında formayı giyindim, aynanın karşısına geçip baktım ve ağlamaya başladım. Oynayacağıma inanamıyordum. Lefter Abi geldi, ‘Hayırlı uğurlu olsun Tuncay,’ dedi. Çocukken paramız olmadığı için duhuliyeye bile giremezdik. Bir iki kere maçtan önce, ‘Lefter Abi bizi içeri soksana,’ diye rica etmiştik de o stada sokmuştu bizi. Şimdi onunla aynı formayı giyecektim. O sezon açılışı günü rüyada gibiydim. Çok iyi top oynadım o sezon. Kokotoviç diye Yugoslav bir hocamız vardı. Her aldığım topu Lefter Abi’ye atıyordum. Teknik kapasitem yüksek olduğu için iyi pasördüm. Hoca oynanan hazırlık maçlarını tenkit ediyordu mesela, ‘Tuncay bütün istediklerimi yaptı ama her aldığı topu Lefter’e atıyor, başka arkadaşlarına da pas vermesi lazım,’ diyordu.”

“Lefter Abi deplasmanlarda Vefa’dan gelen Özer Kanra ile aynı odada kalırdı. İletişimimiz artınca benimle aynı odada kalmaya başladı. Bu diğer futbolcuların dikkatini çekti. Öbür tarafta Şeref Abi, Basri Abi, Naci Abi gibi isimler var. Bir ara sakatlandım. On gün kadar idmana da çıkamadım. Bir gün idmana gittim. Lefter Abi bana, ‘Arnavut, nerde kaldın? Beni bıraktın bu komünistlerin arasında yalnız,’ dedi. Diğer oyuncular Lefter Abi’nin üstüne gitmeyi severdi. Mesela rahmetli Avni Abi idmandan sonra topu penaltı noktasına diker, ‘Benden iyi penaltı atan yoktur,’ derdi. Lefter hemen fırlar, ‘Bak penaltı nasıl atılır, sana göstereyim,’ diye atılırdı. Öyle çocuksu bir yanı vardı. Bir kere ben de takıldım. ‘Lefter Abi üç senedir otuz sekiz yaşındayım diyorsun,’ dedim. ‘Arnavut sen de başlama, kırarım kafanı,’ diye kızdı bana.”

Fenerbahçe 1962-63. Ayaktakiler: Lefter, Atilla, Hüseyin, Tuncay, Yüksel, Selim.
Oturanlar: Şeref, Naci, Özcan, Hazım, Hilmi.

“Lefter Abi antrenmanda birisiyle ters gittiğinde o hafta onu oynatmazdı, mümkün değil. Ankara’da bir PTT maçına çıktık. ‘Atom forvet’ denilen Şenol, Birol, Ali İhsan, Aydın, Ogün alınmıştı. Fakat Ogün ayağı kırık olduğu için oynayamıyordu. Lefter Abi’yi o maçta oynatmadılar. Beni de sağ bek oynatmışlardı. PTT o gün bizi 2-0 yendi. O yıllarda oyuncu değiştirme olmamasına rağmen bütün stat Lefter, Lefter diye inliyordu. Maçtan sonra otelde duşumu yaptım, gazete okuyordum. Lefter Abi ile aynı odadaydık. Menajer Ahmet Erol geldi, onun yatağının kenarına oturdu. Ertesi gün Hacettepe maçımız vardı. Lefter Abi başladı, ‘Kaleye şunu ver, sağ beke şunu ver, sol beke şunu ver,’ diye takım yapmaya. Ne Şenol var, ne Birol var; yeni transferlerin hiçbirisi yok. Eski takımı yaptı. Ahmet Abi itiraz edecek oldu, Lefter oynamam dedi. Fakat Ahmet Abi sonunda Şenol ile Birol’u kesemeyiz dedi. Zira gazeteler onlar transfer olduğu zaman aylarca yazmıştı. O ikisi ve Lefter Abi oynadı, Hacettepe’ye dört gol attık. Lefter Abi sahanın yıldızıydı o gün. Frikikten bir de gol attı.”

Genç milli takım. Ayaktakiler: Yılmaz, Tuncay, Ceyhun, Cumali, Müfit.
Oturanlar: Nedim Doğan, Doğan, Candan Tarhan, İsmail, Abdullah, Nuri. 
“İlk senem çok güzel geçmişti Fenerbahçe’de. Sakat olmadığım takdirde her maçta oynamıştım. İkinci senemde Şenol-Birol geldi. Takım iyi gitmedi. O zaman Kokotoviç’in işine nihayet verdiler. Onun yerine Büyük Fikret tam yetkili olarak teknik direktörlüğe getirildi. O da beni hiç sevmezmiş. Gelir gelmez beni takımdan kesti. On altı kişilik kadrodayım ama hiç oynatmıyor. Macaristan’a MTK maçına gittik. Doktor Reşat Dermanver geldi yanıma¸ ‘Tamam oynuyorsun,’ dedi. Kadro okundu, ben yokum. Sorduğumda, ‘Fikret değiştirmiş,’ dedi. Averajlar eşit olunca İtalya’da üçüncü maç oynandı. Oraya da götürüldüğüm halde oynatmadı. Döndüğümüzde Dolmabahçe’de Karşıyaka ile lig maçı vardı. On beş kişilik kadrodayım. Bütün ağabeyler geliyorlar, ‘Hadi oynayacaksın,’ diye beni teşvik ediyorlar. Takım bir okundu, tribünden genç takımdaki Güray’ı getirdiler, ben yokum takımda. Soyunma odasında Büyük Fikret’in yanına gidip başladım bağırmaya, ‘Benim şahsiyetimle oynuyorsun!’ diye. Bütün yöneticiler odadan dışarı çıktılar. ‘Alay mı ediyorsun benimle, İtalya’ya niye götürdün?’ diye bağırdım. O da dışarı çıktı, başladım hüngür hüngür ağlamaya. Bütün oyuncular geldi, beni sakinleştirmeye çalıştı. ‘Bırakıyorum artık futbolu, lanet olsun,’ dedim, giyindim gittim.”

Macaristan'ın MTK takımıyla tarafsız saha olarak Roma'da
oynanacak üçüncü maç öncesi şehir gezisinde (soldan)
Ali İhsan Okçuoğlu, Tuncay Becedek, Birol Pekel, Aydın Yelken.

“On, on beş gün antrenmanlara gitmedim. Florya’da oturan dayımın yanına gittim. Orada top oynayıp kendi kendime idman yaptım. Ormanda kros yaptım. Takımın kötü gidişi devam ediyordu. Bir gün eve bek Özcan geldi. ‘Büyük Fikret’in işine nihayet verdiler, Halit Deringör teknik direktör oldu, seni bekliyor,’ dedi. Hemen onun yanına gittim. İdmana çıkmadan önce onunla konuştuk. ‘Sana yapılanların hepsini biliyorum, bundan sonra seni her maçta oynatacağım, beni mahcup etme,’ dedi. Teşekkür ettim.  Ondan sonra devamlı oynadım. Takım toparlandı ve şampiyonlukta iddialı hale geldi. Son hafta İzmir’e gittik. Cumartesi İzmirspor’la oynadık. Ertesi gün Altay’la şampiyonluk maçı oynayacaktık. Cumartesi günkü maçta anormal koşmuşum demek ki, sabah kalktığımda kasıklarım ağrıyordu, yürüyemiyordum. Merdivenleri inemiyordum. Sonuçta şampiyonluk maçında oynayamadım, o içimde ukde kalmıştır.”

Altmışlı yılların sonunda Bakırköy Zuhuratbaba sahasında bir yazlık takım. Ayaktakiler: Türker (İstanbulspor), Gökmen (Galatasaray), Müjdat (Feriköy), Tuncay (Bursaspor), Yasin (Galatasaray). Oturanlar: Yüksel (Karagümrük), Yılmaz (Kırıkkalespor), Oktay (Davutpaşa), Ersel (Bursaspor), Vedat (Bursaspor), Necati (Davutpaşa).

“İstanbul’a döndükten sonra bir antrenmanda dizimden sakatlandım. Reşat Dermanver beni sevmezdi, sebebi de sakatlandığım zaman tedavi için Galatasaray’ın masörü Yorgo Tagar’a gitmemdi. Oradan fatura getirirdim. Bu yönetim toplantılarında mevzu oluyormuş. Kulübün doktoru Reşat Dermanver’e para veriyoruz, başka doktora gidiyor diye konuşmalar olmuş. Bir gün sakatlandığım zaman Dermanver’e gittim. ‘Baba şu ayağıma bir bak,’ deyince, ‘Yorgo’ya git,’ diye karşılık verdi. İşte o dizimden sakatlandığım zaman, ‘Tuncay menisküs oldu, artık top oynayamaz,’ demiş. Bütün futbolcuların mukavelesini 25.000 liraya iki sene daha uzattılar. Bana ayda 500 liradan iki senede 12.000 lira teklif ettiler. Ben itiraz edince ilk maçı oyna 25.000 lira senin dediler. Ben de o zaman çocukluk ettim, sinirlendim. ‘Beni ayırdınız, artık kalmam bu takımda,’ dedim.”

Fenerbahçe 1962. Ayaktakiler: Özcan, Lefter, Semih, Şeref, Avni, Basri, Hazım.
Oturanlar: Selim, Puşkaş Ergun, Mikro Mustafa, Tuncay.

Burada tekrar kısaca araya girelim ve Tuncay Becedek’in 1964-65’ten itibaren dört sezon boyunca İzmirspor forması giydiğini belirtelim:

“O sırada Metin Oktay’ı tekrar İzmirspor’a almak için Nazır Sipahi diye bir yönetici gelmişti İstanbul’a. Çantasında 300.000 lira para vardı. Metin’in kayınpederi göndermiş o parayı. O sırada bizim Ali İhsan Okçuoğlu görmüş onu. ‘Bizde Tuncay var, kaçırma onu,’ diyor. Adam beni buldu. Ben de o arada nişanlanacaktım, paraya ihtiyacım vardı. Bindim uçağa, onunla İzmir’e gittim. O arada Beşiktaşlılar benim ayrılacağımı duymuş. Spayiç beni istiyormuş. Sedat Kesen ile Beşiktaş’ın amigosu bizim muhite beni aramaya gelmişler. Göztepeliler duymuş. Nevzat A milli takımdan arkadaşımdı, birlikte Habeşistan’a gitmiştik. O gelmiş İstanbul’a, transfer komitesine beni sormuş. Hatta Altaylılar beni arıyormuş. İzmirsporlu idareciler bir hafta beni bir yerde tuttular. Kulüpte para yok, o sırada Eşrefpaşa’da para topluyorlarmış. 7.500 lira toplamışlar. Ben imzayı attım, geldim İstanbul’a. Ondan sonra bomba patladı. 35.000 liraya anlaştık fakat o parayı ancak dört senede alabildim. İki senem bitti, iki sene de maaşla uzattılar.”

İzmirspor Ali Sami Yen'de sahaya çıkıyor. Önde kaptan
Tuncay, arkada Cemil Gümüşdere ve Turgay Meto.

“1966’da ilk iki senem bittiğinde Baba Hakkı İzmir’e geldi. Altay beni istedi. Göztepe 30.000 lira para, beş tane futbolcu teklif etti. Adnan Süvari, ‘Bana bir tek Tuncay’ı alın, başka transfer istemem, şampiyonluğa oynarım,’ demiş. İzmirspor’dan ümit milli takıma, A milli takıma çağrılmıştım. İki senem bittiğinde beni bırakın da bari istikbalimi kurtarayım,’ dedim.  Altınordu başkanı Candoğan Sakaoğlu 200.000 liralık çek teklif etti kulübe. Karşıyaka o sırada Danıştay kararıyla tekrar 1. Lige dönmüştü. Başkan Pertev Molay para dolu çantayla geldi. Çantayı açtı, içinde 750.000 lira para varmış. ‘Bırakın şu çocuğu da istikbalini kurtarsın,’ dedi.  Fakat İzmirsporlu yöneticiler beni bırakmadı.”

İzmirspor bugün Hatay Caddesinde spor salonu ve düğün salonu olan sahasında altmışlı yıllardaki bir kadrosuyla.
Ayaktakiler: Bülent Buda, Tuncay, Tanzer, İrfan, Zeki, Doğan Akı.
Oturanlar: Ergün Acuner, Özgür, Cenap, Sezen, Turgay Meto.

“O sırada askere gittim. Birliğim Bornova’daydı. Ümit milli takıma seçilmiştim. Acemi askerim diye izin vermediler. Kurmay başkanı Selahattin Cambazoğlu bunu duymuş, çarşı iznine bile çıkmamam için talimat vermişti. Kayınpederim geldi eşim hasta diye dilekçe imzalattı. Nöbetçi subayı da hasta İzmirsporluymuş. Onun verdiği izinle dışarı çıktım. Spor yazarları turnuvası maçları başlamıştı. İzmir’e gidince o maçlarda oynadım. Selahattin Cambazoğlu da sporu seven bir adam. Maça gelmiş, benim onun birliğinde asker olduğumu söylemişler. Pazartesi günü hemen tabura gelmiş. Dağıtımda gönderildiğimi söylüyorlar. Oraya gidiyor, yok diyorlar. O gün de eşimin rahatsızlığının devam etmesi gerekçesiyle tekrar nöbetçi subayından Pazartesi akşamına kadar izin almıştım. Salı sabahı hemen viziteye çıktım. Doktor olarak görev yapan bir arkadaşım vardı. Üç gün rapor aldım. Arkadaşım kantinden dışarı çıkma diye tembihledi. Kurmay başkanı bana izin verildiği için günlerdir bütün komutanları azarlıyormuş. Sonunda karşısına çıktım. ‘Neredesin sen?’ diye bağırdı. Ben durumu izah edip izin kâğıtlarımı gösterdim. ‘Manisa’daki ordu milli takımı kampına çağırmışlar seni. Kurtuluyorum senden, git defol,’ dedi. Manisa’ya gidince Doğan Andaç’tan müsaade istedim. Bana beş gün izin verdi.”

Ordu milli takımı İzmir Alsancak Stadında: Ali Rıza (Altay), Necdet (Altay), Tuncay (İz.Spor), Zeki (Vefa), Ziya (FB),
Sezen (İz.Spor), Yalçın (Ankara DS), Ayfer (Altay), Ali (FB), Hamdi (Samsun), Rıdvan (Feriköy).

“Askerliğim boyunca İzmirspor’da oynamaya devam ettim. Bir sene ikinci lige düştü. 1967-68 sezonunda ikinci ligde şampiyon olup tekrar birinci lige çıktık. Askerliğim sonunda ordular arası dünya şampiyonası için Irak’a gittik. Ben eşime bölgeden satışımı istemesi için vekâlet vermiştim. O satışımı istedi. Irak’tan Ankara’ya geldik. Havaalanında beni Sabri Kiraz ile Bursaspor başkanı Salih Kiracıbaşı karşıladı. Sabri Hoca, ‘Arnavut seni Bursa’ya götürüyorum,’ dedi. Arkadaşlarımla vedalaştım ve arabayla Bursa’ya gittik. Eşime haber verdim, o da Bursa’ya geldi. Transfer dönemi açılana kadar bir hafta bir otelde kaldık. İzmirspor beni 350.000 liraya satışa çıkardı. O sezon Muzaffer Sipahi Ankara Demirspor’dan Galatasaray’a 350.000 liraya gelmişti. Gazetelerde sezonun en pahalı iki sporcusu diye manşetler atıldı. O paranın 200 küsur bin lirasını kulüp aldı. Ayrıca vergiler kesildi. Bana sonunda 60.000 lira para kaldı. O parayı da peşin alamadım. Zaten Bursaspor kulübü o kadar parayı zorlukla denkleştirmişti. Sonuçta bir müteahhidin elindeki bitmemiş daireyi aldık, yoksa para filan alamayacaktım.”

Art arda gelen farklı mağlubiyetlerden sonra yenilenmiş kadrosuyla23 Ekim 1965'te Ankara'da oynanan maçta Romanya'yı
2-1 yenen milli takım oyuncularından bir grup maçtan sonra: (soldan) Tuncay Becedek, Onursal Uraz, Yaşar Mumcu,
Fehmi Sağınoğlu, Nedim Doğan, Sabahattin Kuruoğlu, Ogün Altıparmak, Nihat Akbay (arkada), Şeref Has.
“Bir süre sonra yönetim değişti. Vedat’ın babası Rahmi Okyar yönetime seçildi. Vedat’ı Bursa’dan Sabri Hoca’nın gönderdiğini düşündüğünden onu hiç sevmezdi. Dolayısıyla Sabri Hoca’nın ve benim Bursaspor’da işimiz bitti. İstanbul’da Beşiktaş ile maç yapıyorduk. Rahmi Okyar idareyi eline almıştı. Sabri Hoca beni kenara çekti, ‘Tuncay bu benim son maçım olacak, seni de büyük problemler bekliyor, Allah kolaylık versin,’ dedi. Nitekim takımı Rahmi Okyar yaptı ve beni oynatmadı. Bursa’ya dönünce sebebini sordum, ‘Çok yaşlısınız,’ dedi. Halbuki yirmi sekiz yaşındaydım. Ertesi sezonun açılışında süresiz kadro dışı bıraktı. Bir süre sonra taraftar gruplarının baskısıyla Rahmi Okyar beni kadroya almaya mecbur kaldı. İzmir’de Altay’la oynadık, 1-0 yenilmemize rağmen sahanın en iyisi bendim. Ertesi hafta Galatasaray maçında beni on altıya almadı. O maçta da mağlup olduk. Sonraki hafta Ankara’da Gençlerbirliği maçının kadrosuna aldı. Fakat bana öyle görev verdi ki, hem Mesut’a ve Necati’ye uzun toplar atacağım, hem oyunu çevireceğim, hem de sonradan Eskişehirspor’a giden Burhan’ı tutacağım. Seksen dakika iyi oynadım, o dakikada bir hatalı pas verdim, hemen beni çıkarıp Taner’i soktu. Üç-dört dakika sonra Taner, Burhan’ı kaçırınca o da gidip golü attı. Sonra ilk yönetim kurulu toplantısında istifa etti Rahmi Okyar.”

Bursaspor. Ayaktakiler: Müfit, İsmail, Haluk, Osman, Tuncay, Cemal.
Oturanlar: Mesut, Ersel, Canan, Osman, Stefanoviç.

“Sonra Kaloperoviç antrenörümüz oldu. Sezon açılışında Yeşil türbede merasim yapılıp dua ediliyordu. Hiç tanışmadığımız halde bana geldi ‘Sırpça biliyor?’ diye sordu, ‘Hayır,’ dedim. Sonra Fransızca bilip bilmediğimi sordu. İçimden beni tercüman mı yapacak diye geçiriyorum. Sonra tercümanı vasıtasıyla izah etti. Galatasaray’da Metin’i yardımcım yaptım, ben gittim o kaldı. Burada da seni yardımcım yapacağım, hocalık sana kalır, Bursa’da herkes seni seviyor,’ dedi. ‘Ben top oynamak istiyorum, çok seviyorum top oynamayı,’ cevabını verdim. Sezon öncesi Vefa ile bir hazırlık maçı yapmıştık. Vefa’nın hocası olan Tasiç, Galatasaray’a Kaloperoviç’in yardımcısı olarak gelmiş, sonra Vefa’ya geçmişti. İlk yarıda Vefa 2-0 galipti. Hoca ikinci yarıda beni oyuna soktu, maçı 5-2 kazandık. Akşam yemekte Tasiç Kaloperoviç’e, ‘İkinci yarı oyuna soktuğun 17 numaralı oyuncu çok iyi futbolcu, ona bir beş kilo verdir, seni bütün sezon götürsün,’ demiş. Bana ertesi gün tercüman Hasan söylemişti. Antrenmana çıkacağımız zaman hoca beni kaplıcaya gönderip terlememi istedi. Akşam da bir kilometre kros yapmamı istedi. Bana bir rejim listesi verdi. Ben de çok hırslıydım. On günde beş kilo verdim.”


“Kaloperoviç bana, ‘Kondisyon çok iyi ama teknik yok,’ demeye başladı. Anladım ki oynatmayı düşünmüyor ama yedek soyundurmaya başladı beni. Fenerbahçe maçına çıktık, 2-0 mağlubuz. Beni oyuna soktu, maç 2-2 oldu. Her maçta ikinci devre beni oyuna koymaya başladı. Samsun’da oynuyorduk. 4-0 mağlupken oyuna soktu. ‘Hocam ben Pele miyim?’ dedim. Nitekim bir gol daha yedik, 5-0 bitti. Sezon sonunda Kocaeli’den beni çağırdılar. Oraya gittim çünkü sürekli oynamak istiyordum. Bir sezon Kocaelispor’da oynadım. Orada takımın kümede kalmasına büyük katkım oldu. Libero oynuyordum. Son on dakikada ileri çıkıyordum. Bu şekilde beş tane gol attım.”

Kocaelispor 1971-72. Ayaktakiler: Mehmet Sadık Efe, kaleci Cezmi, Ahmet Becedek, Ahmet Kortay, Hayri Kara, Koçero
Mustafa, Kamuran Akşar, Tuncay Becedek, antrenör Ergun Ercins (sağdan ikinci). Orta sıra: İbrahim Yazıcıoğlu,
Mustafa Altıntaş (GS'lı Yusuf'un babası), Nuri Parlakay, Güngör. Oturanlar: Kaptan Mahir Danabay, İsmail Yıldızaç,
                            Boşnak Orhan, Orhan Akyüz, Engin Tunca, kaleci Metin Uzuner, Zeki Melen.          (Hakan Aksoy arşivi)

Böylece Tuncay Becedek’in faal futbolculuk hayatı 1971-72 sezonu sonunda bitmiş. Bunun ardından yine renkli bir sendikacılık dönemi başlamış:

“Kocaelispor’dan ayrılınca Kağıtspor’dan teklif aldım. Orada hocalık yaptım. Namağlup Türkiye ikincisi olduk. Sonra Gölcük’ü çalıştırdım. İzmit’te yedi sekiz tane amatör takımı çalıştırıp üst kümeye çıkardım. Sonra sendika faaliyetlerine başlayınca futbolla ilgimi kestim. SEKA kâğıt fabrikasına girdim. Selüloz-İş şube başkanı oldum. Genel başkan vekili oldum. SEKA’da sigorta sicil servisinde çalışıyordum, işçilere vizite kâğıdı veriyordum. Herkese yardım ediyordum. Sokakta sıkıntısı olana ‘Tuncay’a git, yardım eder,’ diyorlarmış. Sendikanın özel sektörle görüşmelerinde sorumlu bendim. Tire’ye, Denizli’ye, o şehirden bu şehre hep özel sektördeki şirketlerle yapılan görüşmelere katılıyordum. Bu uzun seyahatler sonucu sağlığım bozuldu. Sonunda emekliliğimi istedim.”

Kağıtspor'daki antrenörlük günleri (sol başta).
                                                                                            (Hakan Aksoy arşivi)


Bir toplu iş sözleşmesi imzalanırken dönemin bakanı İmren Aykut,
holding ve sendika başkanlarıyla birlikte.
“İstanbul’a dönünce Selim ve başka eski sporcularla birlikte Fenerbahçe altyapı oyuncu seçme komitesine girdim. Futbol Federasyonu İstanbul bölge müdürü oldum. Şenes Erzik’e çok yakındım, çok kıskandılar. Sonra asılsız haberler çıkarmışlar, aramızı bozdular. Kemal Zorlu Şenes Bey’e ters düşüp ayrıldı. Ardından Şenes Bey de beni işten çıkarttı. Kemal Bey’e ispiyonculuk yapıyor diye söylemişler. Benim odamdan Kemal Zorlu’yla sürekli yapılan telefon görüşmelerinin listesini çıkarmışlar. İşin aslı sonradan ortaya çıktı. Şeref Görkey sık sık benim yanıma gelir, defterini çıkarıp bir sürü yere telefon ederdi. Kemal Zorlu’yu da sık sık arıyormuş. Benim haberim yok. Bu yüzden işime son verildi.”

Tuncay Becedek federasyondaki görevi sonlandıktan sonra Fenerbahçeli eski futbolcuların kurduğu Fenerbahçe Futbol Vakfının başkanlığını üstlenmiş. Halen bu görevini sürdürüyor.