21 Mart 2016 Pazartesi

Burhan Cevrem - İzmirspor Duayeni

Futbolumuzun henüz ulusal düzeyde bir lig organizasyonuna kavuşmadığı 1950'lerde, İzmir Ligi renkli bir rekabete sahne oluyordu. İstanbul'da şampiyonluğu tekeline alan üç takımın aksine İzmir'de beş kulüp - Altay, Altınordu, Göztepe, İzmirspor ve Karşıyaka - zirve yarışına katılıyordu. Hatta zaman zaman Yün Mensucat ve Demirspor gibi takımlar da bu yarışa ortak oluyor, aldıkları sonuçlarla şampiyonluğun kaderinde rol oynuyorlardı. Bu yoğun rekabet içinde, Eşrefpaşa semtinin takımı olan İzmirspor 1954-55 ve 1955-56 şampiyonluklarını kazanmayı başardı. Santrfor, sol iç ve sol haf mevkilerinde oynayan Burhan Cevrem bu başarılarda pay sahibi oldu. Futbolu bıraktıktan sonra da uzun yıllar boyunca İzmirspor camiası içinde yer alan Burhan Cevrem'in eşi de bir dönem kulüp yönetiminde yer almıştı. Burhan Cevrem İzmirspor ve futbolla ilişkisinin başladığı günleri şöyle anlatıyor:  


  
"1927'de İzmir'de doğdum. Ailemin kökeni Girit'e dayanıyor. Eşrefpaşa'da doğup büyüdüm. İzmirspor'un lokal takımları vardı. O takımlardan biri olan Hatayspor'da 15 yaşında oynamaya başladım. Babam fırıncıydı, ekmeğin 6 kuruş olduğu devirlerde fırıncılık yapardı. Üç erkek, bir kız kardeştik. Bir kardeşim kaleciydi, Aydınspor'da oynadı. Şimdi rahmetli oldu. 1946 Kasım'da askere gittim. Tam 35 ay askerlik yaptım. Hatta Balıkesir'de askerken benim lokal takımımı getirdim oraya. 1947'de askerden izinli geldim. O gün de İzmirspor'un bir hazırlık maçı vardı, devre arasıymış. Sen oynayacaksın dediler. 4-1 yendik, iki golü ben attım. İşin tuhafı da hakem Bedri Kaya vardı yüzbaşı, bizim rahmetli Tarık (Gençay) abiye 'Bunu niye oynatmıyorsunuz?' dedi. Asker olduğumu öğrenince hemen Balıkesir'e bir telefon, ben İzmir Kayagücü'ne geldim."

Askeri bir takım olduğu için ismi sık sık Karagücü olarak yazılan Kayagücü, askerliğini yapan iyi futbolcuları kadrosuna alarak iddialı bir hale gelmiş ve 1946-47 sezonunda İzmir ligi şampiyonu olmuştu. Burhan Cevrem bu takıma katılışını ve bazı oyuncularını anlatıyor: "Kayagücü'nü kuran Ragıp Gümüşpala, Cemal Gürsel'in yardımcısıydı. Beni makamına çağırdı, hemen İzmir'e gittim. Kayagücü İzmir şampiyonu oldu. Bilhassa İzmir'de ne kadar iyi futbolcu varsa, hemen onları aldı. O zamanki oyuncuları arasında Karşıyakalı Çamur Nebil vardı, sonra Pala Halit, Altaylı Bayram Dinsel, İstanbulsporlu Toros, Gemlikli Mehmet vardı. İzmirspor'un gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Tarık Gençay'dı. O benden bir yaş büyüktü, 1926'lıydı. Kayagücü'nde birlikte oynadık.Fakat bir müddet sonra Kayagücü lağvedildi, tekrar Balıkesir'e döndüm."

Söz Tarık Gençay'dan açılınca Burhan abi kendi hayat hikâyesine ara verip büyük saygı duyduğu bu futbolcuyu anlatıyor: "Askerdeyken bir gün onu garnizon kapısına çağırdılar. Bana sen de gel dedi. Gittik kapıya, baktık Galatasaray idare heyeti. Tarık'ın terhisine 15-20 gün vardı. İdareciler 1.500 lira transfer ücreti, 300 lira aylık teklif ettiler. 1.500 lira o zaman çok büyük paraydı, Alsancak'ta üç-dört tane daire alınırdı. Kabul etmedi. Tarık Gençay 1951'de milli takımla İsveç ve Almanya'ya gitti. Berlin'de 2-1 yendiğimiz maçta kadrodaydı, Mısır'a gitti kadrodaydı, Roma'ya gitti kadrodaydı. Fakat hiçbirinde oynatmadılar. Niye oynatmadılar? Ulvi Yenal federasyon başkanıydı. 'Galatasaray'a imzayı at, hemen milli takımda oyna,' dediler. 'Ben İzmirspor'dan başka takımda oynamam,' diye cevap verdi. Irak'ı İzmir'de 7-0 yendik, o maçta oynadı, üç tane gol attı."


İzmirspor'un 1950'de Galatasaray'la yapılan özel maçtaki kadrosu Alsancak Stadında. Ayaktakiler (soldan): Suphi, Halim,
Necdet Elmasoğlu, Fikret, Emin Terzioğlu, Tarık Gençay. Oturanlar: Hüsamettin Günkut, Nurettin Terzi, Rahmi,
Burhan Cevrem, ?.

Kendisinin daha sonra neler yaptığını şöyle anlatıyor Burhan abi: "İzmirspor 1949'da İzmir şampiyonu oldu. Ben o zaman daha askerdim. Ankara'da yapılan Türkiye birinciliğine katıldı. Bir yazıyla beni Ankara'ya gönderdiler. İlk maçta sakatlandım. Üç maç oynayacağıma bir maç oynadım. Ankaragücü karşısında 3-0 galipken 4-3 yenildik. Askerliğim bitince İzmir'e döndüm. Bir sezon İzmirspor'da oynadım. Sonra bir sene (1950-51) Nazilli Sümerspor'da oynadım. Sümerbank'ta çalışıyor gibi gözüküyorduk, oradan maaş alıyorduk. Daha sonra Beşiktaş ve Galatasaray'da oynayan kaleci Bülent Gürbüz de o takımdaydı. Sonra Ankaragücü'ne gittim. Ankaragücü'yle İzmir'de bir maç yapmıştık. Ben bir gol attım, bir de Tarık penaltıdan attı. Ankaragücü idarecileri beni o maçta beğenmiş. Bayağı iyi bir takımdı." Takımda kimler vardı diye sorduğumuzda Burhan abi Ankaragücü'nün 1951-52 kadrosunu sayıyor: "Kaleci Semih, sağ bek Necdet, sol bek İsmet, sağ haf Hasan, santrhaf Şevket, sol haf Hüseyin, sağ açık Seyfi, sağ iç Ercüment, santrfor ben, sol iç kaptan Fikret, sol açık kel Kenan. O sırada beni Fenerbahçe istiyordu. Gidecektim fakat o sırada rahmetli babam felç oldu, İzmir'e dönmek zorunda kaldım."

"1952'de İzmir'e dönünce Göztepe'de oynadım ve orada gol kralı oldum. Hatta ilk maç İzmirspor'la idi. O maçı 5-1 Göztepe kazandı, ben dört gol attım. İkinci devrede oynanan maçı 1-0 kazandık, o golü de ben attım. Göztepe'de bir sezon oynayabildim zira dediler ki, 'Ya Eşrefpaşa'yı terk et, ya da İzmirspor'a gel.' Göztepe'den 300 lira aylık aldığım zaman genel müdürler alamıyordu o parayı. İzmirspor'a döndüğüm zaman 40 lira aylıkla oynadım. Arkadaşım Nedim vardı, Göztepe'den aldığım paraya inanamadı, benimle beraber geldi. Ruhi Karaduman de kulübün müdürüydü. O parayı verdi bana, arkadaşım şaşırdı." O zamana göre iyi para kazansa da, o günlerin bütün futbolcuları gibi hayatını sürdürmek için başka işlerle uğraşmış Burhan abi: "Ben esas geçimimi futboldan değil, nakliyecilikten sağladım. BMC fabrikasının nakliye işlerini yapardım."




"Şu yırtık fotoğraf Göztepe-İzmirspor maçında çekilmiş. Gazetede bu fotoğrafın altında 'İzmirsporlu Burhan İzmirspor'u dağıtırken' yazmıştı. Kaleci Emin (Terzioğlu) benim teyzemin oğluydu. En sağda rahmetli Doğan Emültay görülüyor. Onun arkasında Göztepeli Nezihi. Benim arkamda İzmirsporlu Galaga Mustafa var."

1952-53 sezonundaki Göztepe kadrosunu soruyoruz: "O zamanki Göztepe takımını sayayım sana. Kalede Sadi, sağ bek Semih, sol bek Ruhi, sağ haf Sedat, santrhaf Seracettin, sol haf Mehmet, sağ açık Nezihi, sağ iç Kaya, santrfor ben, sol iç Emcet, sol açık Özdemir. Ben Göztepe'deyken, Güzelyalı'daki sahada tribün yoktu, soyunma odası yoktu. İdmanlarda çizginin yanında soyunurduk." Hafızasının kuvvetinden cesaret alarak sorduğumuzda Burhan Cevrem  1947'de oynadığı İzmirspor kadrosunu da bir çırpıda sayıveriyor: "1947 takımında kaleci Sabri, sağ bek Salih, sol bek Ahmet, sağ haf Şener, santrhaf Durmuş, sol haf Sabri, sağ açık Orhan, sağ iç Şener, santrfor ben, sol iç Lütfü, sol açık Hüsamettin. Soruyorum gençlere, İzmirspor bir ay evvel Uşak'la maç yaptı, takımı say diyorum, öyle bakakalıyorlar bana. Bütün arkadaşlarımın telefonunu ezbere bilirim."

"Göztepe'den döndükten sonra futbolu bırakana kadar hep İzmirspor'da oynadım. Altay'la bir final maçı oynadık. Maç 3'teydi, sabah 9'da saha doldu. Bizden evvel Karşıyaka - İzmir Demirspor maçı vardı. Kalabalıktan dolayı bizi sahanın içinden soyunma odasına alacaklardı. Ben heyecandan dalmışım, sahanın içine doğru gidiyorum. O maçı 2-1 kaybettik. Tarık abi temdit penaltısını kaçırdı. Gerçi atsaydı yine Altay şampiyon olacaktı, beraberlik onlara yarıyordu. Benim rahmetli annem bile futboldan anlamadığı halde gelmişti o maça. Alsancak stadı şimdiki halinde değildi, daha küçüktü o zaman. Seyirciyle dolduğu zaman bile ancak 8-10 bin kişi alıyordu. Fenerbahçe gelmişti İzmir'e. O zamanki Fener forveti K. Fikret, Mehmet Ali, Feridun, Lefter, Burhan'dan oluşuyordu. Bizi burada 2-0 yendiler. Bir ara bir pozisyon oldu. Bizim Tarık abi ile Feridun beraber depar attılar. Türkiye'de Tarık abiye yetişecek adam yoktu. Bastı topa, geri pası verecekmiş gibi 'Seyfi' dedi. Feridun kaleciye doğru fırladı. Tarık abi döndü bana, 'Yahu bunda akıl da yokmuş,' dedi. Çok muzip adamdı. Takım mağlup durumdaysa santrhaftan santrfora geçerdi. Mesela bir maçta2-0 mağlubuz, son 15 dakika santrfora geçip üç gol atıyordu."

İzmirspor'un sahası "Talebe Çayırı"nda sezon açılış idmanı. Sol başta Burhan Cevrem, yanında Nurettin Terzi,
bir adım geride Cahit Ellier ve sağ başta Kamuran Soykıray görülüyor.

Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası gibi turnuvaların henüz başlamadığı yıllarda, Türk kulüpleri yabancı takımlarla özel maçlarda karşılaşıyordu. Bir tür milli maç havasında yapılan bu karşılaşmalar için her kulüp diğer takımlardan bir veya iki oyuncuyu takviye olarak kadrosuna alıyordu. Burhan abi de çeşitli İzmir takımlarıyla böyle maçlar oynamış: "1950'lerde Altay ve Göztepe'yle Yunanistan'a, Altınordu'yla Suriye'ye özel maçlar yapmaya gittim. Suriye seyahatine İzmirspor'dan benimle Memduh'u götürdüler. Seksen sekiz saat trenle gittik. Çarşamba günü bindik Basmane'den akşam saat 9'da, Pazar sabahı Halep'e vardık. Saat 3'te maçımız vardı. Hiç dinlenemeden çıktık, beş tane yedik. Ertesi gün bir maçımız daha vardı, bu sefer 1-0 galip geldik. Otobüsle Şam'a geçtik. İlk maçı  berabere bitirdik. 3-2 mağlubuz, maçın bitmesine 1 dakika filan vardı. Ben sol ayağımla bir vurdum doksana, 3-3 bitti. Son maçımızı da kazanıp tekrar trenle döndük. O zaman kara trenler vardı. Bazı yerlerde o kadar yavaşlıyor ki yürümek daha iyi. Adana'yı geçtikten sonra rampa bir yere geldik, arkadan bir lokomotif itiyor. İnip yürüsen daha hızlı gidersin." 

Takviyeli Altınordu takımı Halep'te ordu takımıyla maçtan önce (soldan sağa): Muhtar İber, Selahattin, Mehmet, Macit, ? ,
Arif Dökel, Burhan Cevrem, Fehmi Özırmak, Nebil, Nazmi, Kemal. Oturan: Memduh Gezer.
                                                                       (İzmir BŞB, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi, Fehmi Özırmak bağışı)

Futbolu milli lig başlamadan önce, 1956-57 sezonunda bırakan Burhan Cevrem, başta İzmirspor olmak üzere çeşitli kulüplerde antrenörlük yapmış. "Futbolu bıraktıktan sonra dört sene genç takımı çalıştırdım. Talebelere bir şey öğretme hastalığı vardı bende. O yüzden futbolu erken bırakıp antrenörlüğe başladım. Top oynamak başka, seçmek başka. Adam seçmek bir sanattır. Bir ara İzmirspor'a 18 tane adam getirdim, 18'ini de oynattım. Sami (Özok) abiye sorarlardı, 'Burhan'ın getirdiği adamı niye denemiyorsun?' diye, o da 'Burhan'ın getirdiği adamı denemeye gerek görmem,' derdi. Ödemiş'te iki takımı çalıştırdım. İkisi de şampiyon oldu. Isparta'ya, Antalya'ya gittim, onlar da şampiyon oldu. 79 tane gol attık, bir tane de kendi kalemize gol attık. Torbalılı bir arkadaşımın ricası üzerine Torbalı'ya gittim. Düşmek üzere olan takım Türkiye dördüncüsü oldu."

İzmirspor genç takımıyla idmanda.
                                                                                                            (Yeni Asır)
"Rıdvan'la Sercan'ı ilk fark edenlerden biri benim. Muğla'nın Çanakkale'yle maçı vardı. Bir gittik Muğla'ya, ortalık jandarma dolu. Meğer Muğlalıları Çanakkale'de dövmüşler. Biz Rıdvan ile Sercan'a transfer teklifi yaptık. Onlar bir milyon istedi. Bizde para yok. Biz 750.000 verdik. Düşünelim dediler. Üç gün sonra dört tane futbolcu sattık. Muğlaspor Ankara'da Türkiye şampiyonasına katılıyordu. Biz de Erol Kaynak'la Cebeci Stadına gittik. Muğla külüstür bir dolmuşla gelmişti, yolda görmüştük. Neyse maç oynandı, Erol Kaynak, 'Biz onları İzmir'de hallederiz,' derken, 14 plakalı bir araç yanaştı. Onları arabaya koydukları gibi hemen Bolu'ya götürdüler.  Beşiktaşlı Güven'i Aydın'dan ben getirmiştim. İlk antrenmana çıktığı zaman Tarık abi bana döndü, 'Yahu bunu cambazhaneden mi aldın?' diye takıldı. İsmail Demiriz'i de Çiğli'den, amatör takımdan aldım."

İzmirspor'un eski futbolcuları kendi aralarında yaptıkları bir maçta. Ayakta sağ başta Mustafa Özkula, yanında Doğan Emültay,
Cahit Ellier ve Yaşar Tunçses (Sarı Yaşar). Oturanlardan sağdan üçüncü Ali Fındık, yanında Burhan Cevrem.
Sol başta oturan futbolu bıraktıktan sonra hakemlik yapan merhum Aykut Akkor.

Duvarda asılı İsmet İnönü'yle birlikte çekilmiş fotoğrafın dikkatimizi çektiğini gören Burhan abi, bunun hikâyesini anlatıyor: "1959 senesinde Isparta'ya gittim. Hem Sümerbank'ta çalışıyordum, hem de Sümerspor kulübüne antrenörlük yapıyordum. Bir gün İsmet İnönü geldi Isparta'ya. Gençlik kulübünün idarecileriyle de samimiydim. O kulübün başkanı hasta CHP'liydi. Kulübün büyük bir salonu vardı. İnönü oraya geldi. Ben de görmeye gittim. O zamanlar bir şoförü, bir de koruması vardı İnönü'nün, o kadar. Fethi Çelikbaş'la beraber gelmişti. Ben orada İnönü'yle yemek yedim diye ertesi gün Sümerbank'ta işime son verdiler, onun üzerine İzmir'e döndüm. Ödemiş Gölcük'teydim. On gün sonra geldiler. Müdür dayanamamış, gidin bulun, alın Isparta'ya gelin demiş. Yirmi gün sonra da ihtilal oldu. 27 Mayıs ihtilalinde ben Isparta'daydım."


Asıl adı Yurdagül olan fakat bütün camianın Gül abla dediği eşi eski gazeteleri getirerek bir haberi gösterirken Burhan abi açıklıyor: "Benim hanım dört sene İzmirspor idare heyetindeydi. Kadınlar kurulu başkanlığı yaptı. Türkiye'de ilk defa umumi kaptan olarak sahaya çıktı. Elli üç senelik evliyiz. 1969 yılında günübirlik Adana'ya, Ceyhan'a bile maçlara gittik." Sözü Gül abla alıp bir anısını anlatıyor: "İzmirspor'un İstanbul'da Karagümrük'le maçı vardı. Biz de küçük bir grup olarak takımla beraber gittik maça. İzmir'de birçok takımda antrenörlük yapan Halil Bıçakçı o sırada Vefa kulübünde görev yapıyordu. Biz Vefa stadına geldik. Rahmetli Halil bana aşçıbaşı derdi. 'Aman aşçıbaşı, ne olur bir tek ricam var, hiç ses çıkarma,' dedi. Tamam dedim. Meğer Karagümrük seyircisi çok fanatikmiş, daha bilmiyoruz. Biz gittik, normal bir tribüne oturduk. Karagümrük antrenörü Metin Türel bizi görmüş. Bir görevli göndermiş, bizi alıp şeref tribününe götürdü. Neyse biz bir gol attık. Ben farkında değilim ama ani bir reaksiyon göstermişim o zaman. Sonra biz iki gol yedik. İkinci golden sonra bir baktım bütün tribün dönmüş bana küfrediyor."

                                                                                                                (Yeni Asır)

Ayrılmak üzereyken Burhan abi sözü bugünlere getiriyor. Bir zamanlar birinci ligde dördüncülüğü kazanan İzmirspor'un günümüzde bulunduğu yere üzüldüğünü belirterek kulübün bu duruma gelmesinin sebebini vefasızlık olarak açıklıyor. Sonra bir televizyon programından yola çıkarak tekrar eski günlere dönüyor: "Geçenlerde bir İzmir kanalında bir spor programı vardı. Bir gazeteci 'Damlacık kulübünden İzmirspor'a gelen Metin Oktay'ın heykelini dikelim,' dedi. Bir kere Metin İzmirspor'a Damlacık'tan değil, Yün Mensucat takımından geldi. Sonra İzmirspor'da tam bir sezonu da tamamlamadı. Altı, bilemedin yedi ay oynadı. Biz İzmir şampiyonu olduk. Türkiye şampiyonasında Karagümrük'le çok önemli bir maçımız vardı. Takım açıklandı, biz yokuz. Sahaya bir baktım, Metin Oktay yok. O maça çıkmadı. Sonra geldiler, beni tribünden aldılar, iyi kötü oynadım. Sonra Oya Sarı ile evlendi. Oya'nın babası Ziya Sarı çok zengindi. O zamanlar Metin karısına transfer için noterden vekalet vermiş. Galatasaray bir Rusya turnesine çıktı. O sıralarda Metin Oktay İzmirspor'a gelecek diye söylentiler çıktı. Hatta o gelecek diye ben, Oya Sarı, Ziya Sarı, bir de trafik kazasında ölen umumi kaptan Nazır Sipahi - babası İlyas da bizde başkanlık yapmıştı - gittik Çiğli havaalanına bekledik. Metin gelmeyince Oya ondan boşandı. Söz heykelden açılmışken, rahmetli Tarık abi esprili bir insandı. Bir gün ona 'Tarık abi, senin heykelini dikelim,' dedim. 'Ne o, yüzüme tüküremediler, heykelime mi tükürecekler?' diye cevap vermişti. Elimde olsa Eşrefpaşa'nın her sokağına, Hatay'ın her sokağına Tarık Gençay'ın ismini verirdim."








8 Mart 2016 Salı

Erol Keskin - Doğuştan Fenerbahçeli

2014 Haziran ayında, Brezilya'da başlayacak Dünya Kupası öncesinde, ülkemizin futbol kamuoyunda yeni kuşakların pek tanımadığı iki isim sık sık gündeme geldi. Bunun sebebi özel bir bankanın, 1950'de yine Brezilya'da düzenlenen kupaya katılmaya hak kazandığı halde yüksek seyahat masrafları yüzünden gidemeyen milli takımımızdan hayatta kalan iki futbolcuyu bir kupa maçına götürmesiydi. O takımdan hayatta kalan iki isim - Bülent Eken ve Erol Keskin - oyuncu olarak hak ettikleri halde gidemedikleri Brezilya'ya altmış dört yıl sonra izleyici olarak gittiler. Bu yaşayan efsanelerden Erol Keskin ile seyahatten döndükten kısa bir süre sonra görüşüp hatıralarını dinledik. Özellikle çocukluk günlerine dair anlattıkları, İstanbul'un ne kadar anormal bir hızda büyüyüp değiştiğini bize bir kez daha hatırlattı:



"1927'de İstanbul Feneryolu'nda doğdum.  Ailemin köşkü vardı, orada büyüdüm. Köşk Feneryolu tren istasyonuna çok yakın bir yerdeydi. Top oynamaya Feneryolu çayırında başladım. Onun dışında Kızıltoprak çayırı, Göztepe çayırı, Erenköy'de istasyonun altındaki top sahası vardı. Ben ailenin tek çocuğuydum. Babam yüksek ziraat mühendisiydi, Paris'te okumuştu. Türk Tütün Limited'in kurucusuydu. Otuz iki odalı bir köşkte oturuyorduk. Halamla evlerimiz bitişikti. Köşkün arazisi bir hayli büyüktü, on altı dönüme yakındı. Tren yolundan şimdiki minibüs caddesinin yakınına kadar uzanıyordu. Evin arka tarafında sebze meyve yetiştirirdik. Bahçıvanımız vardı. Dışarıdan binde bir alışveriş yapardık. Bizde her zaman iki at bulunurdu. Annem, babam da binerdi, halam da binerdi. Kayışdağı'na kadar giderlerdi. O zamanlar herkes ata binerdi. Fakat ben ata binmekten korkardım, o yüzden binmezdim."

            "Bu bizim evin ön kapısı. Tütün eksperi, yüksek
             ziraat mühendisi Feyzi bey köşkün önünde."
"İlkokulu Göztepe'deki Taşmektep'te okudum, Erenköy Kız Lisesine yakın bir yerdeydi. Arabacı Reşat efendi vardı, tek atın çektiği bir arabası vardı onun, o götürür getirirdi beni okula. Erenköy Kız Lisesinde okuyan kızları da yoldan alır götürürdü. O zamanlar İstanbul'un o bölgeleri çok tenhaydı. Otomobil filan yoktu. İstanbul'a gideceğimiz zaman da trene binerdik. İstasyon zaten evimize çok yakındı, tren geleceği vakit çıkardık evden. O senelerde kara trenler çalışıyordu. Vapurda da kalabalık olmazdı. Her gün işe gidip gelen insanların vapurda oturduğu yer belliydi. Onların yerine başkası oturmazdı."

Burada araya girip dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyoruz. Erol bey, "İstanbul'a gideceğimiz zaman trene binerdik," diyor. Onun bu sözlerini duyunca, Anadolu yakasında oturanların 1970'lerin sonuna kadar "İstanbul'a gitmekten" bahsettiğini hatırladık. Aynı durum Bakırköy, Yeşilköy gibi semtler için de geçerliydi. Hatta Bakırköy istasyonunda "İstanbul yönü" levhası bugün bile durmaktadır.

Parantezi kapadıktan sonra Erol Keskin'in futbola başladığı günler üzerinde duralım. Ünlü spor tarihçimiz Cem Atabeyoğlu, Öz Fenerbahçe dergisinde kendisi hakkında yazdığı makalede futbola başlama yaşını şöyle tespit etmiş: "Futbola Feneryolu çayırında başlamış ve 1939 senesinde, henüz 12 yaşında iken Fenerbahçe'ye intisap etmiştir." Nitekim Erol bey de bunu doğruluyor: "Bize çok yakın Şevket Soley diye bir ağabeyimiz vardı, babamın dostuydu. Onun vesilesiyle Fenerbahçe kulübüne girdim. Daha ortaokul talebesiyken girmiştim kulübe. Genç takımda başladım, kısa zamanda birinci takıma intisap ettim. Ben birinci takıma geçtiğim zaman Büyük Fikret vardı. Küçük Fikret, Naci Bastoncu, Boncuk Ömer, Cihat vardı. Onların hepsi benden büyüktü, ben takımın en küçüğüydüm. Fenerbahçeli Küçük Fikret de Feneryolu'nda otururdu. Benden yaklaşık yedi yaş büyüktü. Seyahatlere annem izin vermezdi ama babam verirdi. Kulüpten gelirlerdi seyahat için, babam izin verirdi, öyle giderdim."

Fenerbahçe genç takımı Şeref Stadında. Erol Keskin alt sırada sağdan ikinci.

Okul hayatı konusunda da şunları anlatıyor Erol bey: "Ortaokuldan sonra harp senelerinde bir sene Haydarpaşa Lisesinde okudum. Ardından kulüp beni Boğaziçi Lisesine gönderdi. Feneryolu ile Arnavutköy'ün arası uzak olduğu için yatılı olarak okudum. Mehmet Ali ile Selahattin Torkal da orada okuyordu. Tanıdık şoförler Cumartesi öğleyin gelip beni alırdı. Kabataş'tan arabalı vapurla geçerdik. Pazartesi sabahları da okula bırakırlardı. Liseyi bitirdikten sonra bir sene hukuk fakültesine gittim. Fakat zor bir okuldu, futbolla birlikte yürütmek zordu. Baktım olacak gibi değil, bıraktım." Söz Boğaziçi Lisesinden açılmışken, bu okulun başta Fenerbahçe olmak üzere birçok kulüpten genç futbolcuyu bünyesinde toplayarak şampiyonluklar kazandığını belirtelim. Nitekim Erol Keskin de 1944-45 sezonunda okul takımıyla İstanbul ve Türkiye şampiyonluğu yaşamış. 

Şampiyon Boğaziçi Lisesi futbol takımı. Soldan 2. Erol Keskin, 5. Beşiktaşlı
Yavuz, 6. Fenerbahçeli Küçük Halil, 7. Selahattin Torkal, 10. Samim Var.
                                                                                      (Aylık Spor Ansiklopedisi)
Erol Keskin'i Fenerbahçe ve milli takımın değişmez sağ içi olarak bilsek de kendisi ilk mevkisinin farklı olduğunu söylüyor: "Sağ açık olarak oynamaya başladım, fakat Fikret de sağ açık oynadığı için Molnar beni sağ içe aldı. Ondan sonra sağ iç oynadım." Kırklı yılların ünlü spor dergisi Kırmızı-Beyaz'da hem bu konuda hem birinci takımdaki ilk maçı konusunda ayrıntılı bilgi veriliyor: "Beş sene kadar genç ve ikinci takımların sağaçık mevkiinde yer aldıktan sonra 26 Mart 1944 günü Milli Küme müsabakasında Harbiye'ye karşı birinci takımda ilk maçını oynamıştır. Erol 17 yaşında iken birinci takımda oynadığı bu maçtan sonra, birçok maçlarda sağaçık mevkiinde Fikret ağabeyine vekâlet etmiştir. Nihayet 1947 senesi Şubat ayında Hungaria takımına karşı ilk defa sağiç mevkiinde yer almış ve bu mevkide yerleşmiştir. Şimdi bu mevkiin en göz dolduran elemanıdır ve dört defa milli takımda sağiç oynamıştır." (Kırmızı Beyaz, sayı 57) 

Fenerbahçe'nin 1947'de İran'a yaptığı seyahatten bir hatıra.
Ayaktakiler: Erol Keskin, Cihat Arman, Ahmet Erol, Suphi Ural.
Oturanlar: Lefter Küçükandonyadis, Selahattin Torkal, Erdal Kocaçimen.

Cem Atabeyoğlu da Fenerbahçe'nin 1947-48 şampiyonluğu dolayısıyla hazırlanan albümde bu konuda şöyle diyordu: "Sağiç Erol'un en büyük hususiyeti Küçük Fikret'le yaptığı deplasmanlardır. Bu mevkiindeki en muvaffakiyetli oyunu da Sparta'ya karşı oynadığı şahane oyundur." Merhum spor tarihçimiz, sağ açık Erol'un meziyetleri konusundaysa şunları yazmış: "Çelimsiz vücuduna rağmen karşısındaki en güçlü kuvvetli bir müdafiiden dahi kolaylıkla sıyrılmasını bilir. Bilhassa ayağına gelen topları durdurtup beklemeden ortalaması, diğer for arkadaşları için büyük avantaj teşkil eder. Topun üzerinden atlayarak yaptığı çalımlar ve en müşkül anlarda rahatça orta yapabilmesi en büyük hususiyetleridir. Sağ ayağından çıkan şutlar isabetli ve kuvvetlidir. Sol ayağının zayıf olması kendisinin aleyhine kaydedeceğimiz yegâne fena puandır. Ortalara kayarak top sürmesi yüzünden sık sık gol pozisyonlarına girer."

Fenerbahçe'nin 1947-48 kadrosu. Ayaktakiler: Ahmet Erol, Hilmi Ardağ, Cihat Arman, Müjdat (Müzdat) Yetkiner,
Samim Var, Fikret Kırcan, Selahattin Torkal. Oturanlar: Murat Alyüz, Lefter Küçükandonyadis, Halit Deringör, Erol Keskin.
                                                                                                                                                                                                 (Hürriyet)

Fenerbahçe A takımına yükseldiği yıllarda devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu, aynı zamanda kulüp başkanlığını da sürdürüyordu. Onunla ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyor Erol Keskin: "Şükrü Saracoğlu başbakanken Ankara'ya gittiğimizde bizi muhakkak bakanlığa çağırırdı. Maroken koltuklara oturturdu bizi. Bana, 'Gel küçük sen şöyle yanıma,' derdi. Takımın en ufağı bendim o zaman, belki yirmi yaşında bile değildim. 'Anlat bakalım ne var ne yok,' deyince ben, 'Efendim, anlatacak bir şey yok, siz bana sorarsanız ben anlatırım,' diye cevap verirdim. Bir gün yine gittiğimizde, 'Bak Erol, bunu sana kimse söylemez ama ben söylüyorum. Bunu hiç unutma, bu çok önemli bir şeydir. Sen çok genç yaşta futbola başlamışsın. Herkes seviyor seni. Ben seni takip ettiğim için biliyorum, aman dikkat et; bu efendiliğini hiç bozma. Senin çok iyi bir ailenin çocuğu olduğunu biliyorum,' diye nasihat etmişti."

Erol Keskin Galatasaray santrhafı Doğan Koloğlu'yu geçmeye çalışıyor. Hemen arkalarında
Lefter ve Muzaffer Tokaç pozisyonu takip ediyor.


Erol Keskin'in Fenerbahçe kadrosunda sağlam bir yer edindiği yıllar, aynı zamanda milli takımın harp nedeniyle uzun bir ara verdiği maçlarına yeniden başladığı dönemdi. Nitekim o da Türk milli takımının on bir yıl aradan sonra, 23 Nisan 1948'de Atina'da yaptığı Yunanistan maçında sahada yer aldığında, henüz yirmi bir yaşındaydı. Genç Erol, futbol takımının üyesi olarak 1948 Londra olimpiyat oyunlarına da katıldı. Yazının girişinde de bahsettiğimiz gibi, 20 Kasım 1949'da Ankara'da Suriye'yi 7-0 yenerek Dünya Kupasına katılmaya hak kazanan milli takımın oyuncularından biriydi. O maçta beşinci golümüzü attığı gibi, iki golün de ortasını yapmıştı. Erol Keskin futbol tarihimizin en unutulmaz maçlarından biri olan, 17 Haziran 1951'de Berlin'de Batı Almanya'yı 2-1 yendiğimiz maçta da forma giydi. Onun milli takım kariyerindeki ilginç bir not, o tarihte henüz İstanbul ikinci kümesinde oynayan Adalet takımına transfer olduktan sonra Batı Almanya'ya İstanbul'da 2-0 yenildiğimiz maçta yer almasıydı.

Berlin'de 2-1 galip gelen takım (soldan itibaren): Erol Keskin, Hüseyin Saygun, Naci Özkaya, Müjdat Yetkiner, Eşref Özmenç, Lefter Küçükandonyadis, Faruk Sağnak, Ali İhsan Karayiğit, Turgay Şeren, Recep Adanır, Gündüz Kılıç.

Yeri gelmişken Erol beye, profesyonelliğin henüz resmiyet kazanmadığı bir devirde yaptığı transferlerle futbol tarihimizde önemli bir yer işgal eden Adalet kulübünü sorduğumuzda şunları söylüyor: "Futboldan neredeyse hiç para kazanmadık. Antrenman masrafı diye ayda 15 lira gibi bir para verirlerdi. Adalet kulübüne transfer olduğum zaman ilk defa para kazandım diyebilirim. O zaman da pek nakit para yoktu ama dokuma tezgâhı veriyorlardı. Adalet Mensucat fabrikası meşhur Süreyya Paşa'nındı. Balat'ta Haliç kenarında bir yerdeydi. Çok güzel battaniyeler dokunurdu. Fabrikanın ustaları vardı. Bir tane usta bulduk, tezgâhlara o bakıyordu. Benden başka Fenerbahçe'den Mehmet Ali geçmişti Adalet kulübüne. Sonra Selahattin ile Canavar Burhan da geldiler.  Çok iyi bir takımımız vardı. Önümüze çıkanı yeniyorduk. Müessese takımı olduğumuz için taraftarımız yoktu ama bizim futbolumuzu seyretmeye geliyordu insanlar bizim maçlara. Oscar müthiş topa vuran bir adamdı. Ömer çok iyi bir kaleciydi. Necmi gördüğüm en iyi futbolculardan biriydi. İki ayağını ve kafasını çok iyi kullanırdı."

Adalet futbol takımı 1955-56. Ayaktakiler: Fahri Güzey, Oscar Garro, Cahit Candan, Selahattin Torkal, Ayhan Hançer,
Turhan Bayraktutan. Oturanlar: Erol Topoyan, Ahmet Karlıklı, Salim Cavunt, Erol Keskin, Ömer Kandemir.

Adalet şampiyonlukta hiçbir zaman iddia sahibi olmasa da bünyesinde topladığı şöhretli isimlerle, seyircilerin maçlarını her zaman ilgiyle izlediği bir takımdı. Erol Keskin, Adalet formasıyla mücadele ederken, yaklaşık üç yıl aradan sonra tekrar milli takıma çağrıldı. Üstelik bu kez futbolun zirvesi olan organizasyon için seçilmişti; 1954'te İsviçre'de düzenlenen Dünya Kupasına katılan Türk milli takımının kadrosundaydı. İsviçre'de oynadığımız üç maçın hepsinde forma giyen Erol Keskin, böylece Lefter'le birlikte dünya sporunun en önemli iki organizasyonu olan olimpiyat oyunları ve dünya kupası finallerinde yer alarak tarihe geçti.


1948 Londra olimpiyatlarına hazırlanan milli takım aday kadrosu İnönü Stadının tören kapısı önünde. 
Ayaktakiler: Yavuz Üreten, Selahattin Torkal, Halit Deringör, Naci Özkaya, Fikret Kırcan, Gündüz Kılıç, Reha Eken, 
Erol Keskin, ?, ?. Oturanlar: Reşat Erte, Muzaffer Tokaç, Erdoğan Atlı, Samim Var, Galip Haktanır, ?, Bülent Eken.


Milli takım İsviçre'de uçaktan iniyor. Erol Keskin'in hemen arkasında
teknik direktör Sandro Puppo görülüyor.
"Sandro Puppo çok terbiyeli, efendi bir adamdı. Çok sakin bir kişiliği vardı."
Türkiye'nin Dünya Kupasında oynadığı ilk maç. 17 Haziran 1954'te, Bern'de F. Almanya'ya 4-1 yenilen kadro.
Turgay Şeren, Çetin Zeybek, Suat Mamat, Basri Dirimlili, Feridun Bugeker, Rıdvan Bolatlı, Burhan Sargın,
Rober Eryol, Mustafa Ertan, Lefter Küçükandonyadis, Erol Keskin. 

Erol beye bu blogun ismini söylediğimde yüzünde bir tebessüm beliriyor ve eski günlere gidiyor: "Dinyakos'a ayakkabı yaptırmaya gittiğimde çabuk bitirsin diye bir şişe rakı götürürdüm. 'Vre gene ne getirdin?' derdi. 'Ustacığım sen şunu afiyetle iç, bana da keyif olsun,' derdim. Küçücük bir dükkânda çalışırdı ama çok usta bir adamdı. Çok terbiyeli, beyefendi bir insandı. Her futbolcunun ayak numarası, kalıplar vardı onda. Son zamanlarda hiç gitmezdim; telefonla arayıp, 'Ayakkabılarım eskidi,' derdim. 'Vre çocuğum gelme, kalıp bende hazır, ne istersen yapayım,' diye cevap verirdi. Kulüpte Lambo lakaplı bir malzemecimiz vardı, ne çalışkan adamdı. Bütün ayakkabıları tek tek temizler, yağlar, tekrar hazır hale getirirdi. Belki üç jenerasyona hizmet etmişti. Herkes hürmet ederdi."

Eşiyle birlikte transfer görüşmesi yapmak üzere Adalet Mensucat fabrikasına
gelen Molnar (solda), Fenerbahçe'den talebeleri olan Erol Keskin ve
Selahattin Torkal tarafından karşılanmış.
                                                                                           (Günlük Spor gazetesi)

"Molnar iyi antrenördü. Ben şahsen her şeyi ondan öğrendim. Topa doğru dürüst kafa vurmasını bile ondan öğrendim. Cambaz gibi bir adamdı; topu alır, iki ayağıyla tık tık tık, oyuncak gibi oynardı. Ayağında sektirir, omzuna alır, sonra öbür omzuna aktarırdı. Yarım yamalak Türkçesiyle, 'Siz bunlara bakmayın, bu hokkabazlık tarafı işin,' derdi bize." 
Gülçin hanımla nikah masasında, sene 1951.

"Eşim meşhur karikatürist Ramiz Gökçe'nin kızıydı. Fenerbahçe plajında görmüştüm onu ilk kez. Görür görmez vuruldum. Uzun seneler flört ettik. 2010'da vefat etti."

Ankara'daki yedek subaylık günlerinden bir hatıra.

"Bir müddet Yedek Subay takımında oynadım fakat o takım fazla uzun sürmedi. Fenerbahçe'nin maçlarına gidip geliyordum."
Futbol tarihimizde müstesna bir yeri olan Erol Keskin, Fenerbahçe formasıyla iki İstanbul Ligi ve üç Milli Küme şampiyonluğu yaşadı. 1951-52 sezonunda henüz ikinci kümede mücadele eden Adalet'e geçti ve takımının birinci kümeye çıkmasında büyük pay sahibi oldu. Burada da 1955'te  efsanevi Atatürk Kupasını kazanmanın sevincini yaşadı (dev boyuttaki bu kupanın bugün nerede olduğu, spor tarihimizin bilinmezleri arasındadır). 1957-58 sezonu sonunda futbolu bıraktı. Futbolu bırakan birçok oyuncunun aksine, antrenörlük veya kulüp yöneticiliğiyle ilgilenmedi. Kuşağının birçok temsilcisi gibi sadece futbol oynamak ekonomik açıdan yeterli olmadığından iş hayatına atıldı ve ithalatla uğraştı.