26 Kasım 2014 Çarşamba

Fikret Kırcan - Büyük İnsan Küçük Fikret

Mardin mutasarrıfı Yusuf Ziya Bey, 25 Aralık 1920 günü Kadıköy’de dünyaya gelen dördüncü çocuğuna, yakın arkadaşı Tevfik Fikret’e duyduğu hayranlıktan ötürü Ali Fikret adını koymuştu. Fikret henüz dört yaşındayken babasını kaybetti. Bu olayı şöyle hatırlıyordu: “Midyat’ta bir akşamüstü babamı sedye içerisinde eve getirdiklerini hatırlıyorum. Meğer sekte-i kalbden vefat etmiş.” Aile bu olaydan sonra İstanbul’a gelip Kadıköy Feneryolu’na yerleşti.

Annesi Fikret’i 1927 yılında Madamın Fransız Mektebi adı verilen özel okula yazdırdı. İlk sportif başarısını bu sıralarda kazandı ve 23 Nisan’da ilkokullar arası yapılan yarışmalarda 100 metre birincisi oldu. Fransız Mektebi dört yıl sonra kapanınca 6’ncı İlkmektebe devam edip burayı bitirdi. Futbolla ilk haşır neşir olduğu yerler Feneryolu’ndaki evlerinin arkasındaki bahçe ve yanındaki büyük arsaydı. Mahalle arkadaşlarıyla Feneryolu takımını kurmuşlar, formalarını da kendi biriktirdikleri harçlıklarla almışlardı.


Bir gün gene meşhur sahaları arsada bir mahalle maçı yaparken topları bitişik bahçeye kaçmıştı. Çocukların bağırması üzerine o bahçeye bakan evin penceresi açıldı ve birisi “Ne istiyorsunuz?” diye sordu. Soruyu soran Fenerbahçe’nin ünlü futbolcusu Fikret Arıcan’dı. Çocuklar topun bahçeye kaçtığını söyleyince “hangi takımdansınız?” diye sordu. “Fenerbahçeliyiz” cevabını alınca “Hah şimdi oldu, girin alın topunuzu!” diye izin verdi. Bir gün gelecek, penceredeki yıldızla yerdeki çocuk aynı kulübün elemanı olacaklar ve ikisini kolay ayırmak için penceredekine “Büyük Fikret”, yerdekine de “Küçük Fikret” denecekti.

Fikret bir yandan mahalle takımında diğer yandan Kadıköy Erkek Ortaokulu takımında futbol oynuyordu. İşte o sıralarda, 1933 yılında hayatının akışını değiştiren olay gerçekleşti. Onunla aynı mahallede oturan, Fenerbahçe genç takımı kalecisi Necdet Erdem ve sol iç Şeref, Fikret’in takımıyla bir maç yapmayı kararlaştırmıştı. Maç Fenerbahçe gençlerinin 2-0 galibiyetiyle biterken Fikret kendisini büyük heyecana boğan şu soruyla karşılaşıyordu: “Fenerbahçe’ye gelir misin?” Kendisi bu teklifi büyük bir sevinçle kabul etse de annesinin karşı çıkması yüzünden Fenerbahçe’ye kavuşması ancak birkaç ay sonra gerçekleşti.

                                       (Milliyet)
Böylece Fikret Kırcan henüz on dört yaşındayken Fenerbahçe tarihinin en önemli isimlerinden olan Galip Kulaksızoğlu’nun kurduğu genç takıma girmişti. Fenerbahçe’nin birinci nesil futbolcularından ve bir dönem başkanlığını yapan Galip Bey’e duyduğu hayranlığı Fikret şöyle anlatıyordu: “O zamanlar Fenerbahçe’de birçok genç takım kurmuş, her birini eski şöhretlere vererek hazırlatmıştı. Kulübün yıldönümlerinde, spor bayramlarında, resmigeçitlere 12 takımın katıldığı çok görülen hallerdendi. Futboldan çok iyi anlayan Galip Bey… hepimize parlak bir istikbal temin etmiştir.”

Küçük Fikret’in de yer aldığı Fenerbahçe genç takımı 1935 yılında İstanbul şampiyonluğunu kazanırken onun da yıldızı iyice parlıyordu. Bunun sonucunda 1936 yılında yani daha on altı yaşındayken kendini birinci takımda buluverdi. Perşembe günkü idman bitip sahadan çıkarlarken kulübün efsane ismi Zeki Rıza Bey onu yanına çağırıp, “Pazar günü Ankara’nın Çankaya takımına karşı sağ açık oynayacaksın,” diyerek onun yeni bir heyecana boğulmasına yol açıyordu. Gencecik sağ açık herkesin beğendiği bir oyun sergilerken Fenerbahçe Çankaya takımını 5-0 yenmişti. Lakin Zeki Rıza Bey, “İyi oynuyor ama ezdirmeyelim,” diyerek onun biraz daha pişmesini istedi.

Fikret Kırcan için nadir
anlardan biri. Topa
kafayla vuruyor.
                      (Milliyet)
Böylece Fikret genç takıma döndü ama kısa süre sonra bütün arkadaşlarıyla birlikte B takımına yükseldi. O sene düzenlenen B takımlar şampiyonasının final maçı için Fenerbahçe ile Galatasaray karşı karşıya geldiler. Maçın favorisi Gündüz, Eşfak, Haşim, Bülent gibi oyunculara sahip Galatasaray’dı. Büyük bir seyirci kitlesi önünde oynanan maçın normal süresi golsüz bitti. Uzatmaların ilk dakikalarında gerilerden açılan topla buluşan Fikret karşısındaki beki çalımladıktan sonra biraz ileriye çıkmış olan kaleciyi görünce topun hafifçe dibine dokundu. Böylece kalecinin üstünden ağları bulan golle Fenerbahçe şampiyonluğu kazanmıştı.

Bu arada ortaokulu bitiren Fikret Haydarpaşa Lisesine girmişti. Okulun futbol takımında Eşfak Aykaç, Sabri Kiraz, Halit Deringör, Müjdat Yetkiner gibi geleceğin yıldızları yer alıyordu. Fikret de okul takımının değişmez yıldızı oldu. Aynı sıralarda birinci takımda da daha fazla yer almaya başladı. Taksim Stadında o dönemin güçlü ekiplerinden Macaristan’ın MTK Hungaria takımını 3-2 yenen Fenerbahçe on birinde yabancı bir takıma karşı ilk maçını oynadı.

Üç Fenerbahçeli Haydarpaşa Lisesi formasıyla: (soldan)
Müjdat Yetkiner, Fikret Kırcan, Halit Deringör.
                                                                      (Halit Deringör)
İlk kez 1935-36 sezonunda tanıştığı birinci takım formasına öğrencilerin kulüplerde oynamasını yasaklayan kanunun çıkması üzerine bir müddet uzak kaldı. Haydarpaşa Lisesini bitirerek 1939-40 sezonundan itibaren düzenli olarak forma giymeye başladı. Sağ açık mevkiinin değişmez oyuncusu olarak verdiği paslar, yaptığı ortalar, çektiği frikik ve kornerlerle takımının birçok golünün hazırlayıcısı olmuştu. Onun çizgiden top sürüşünü seyretmek seyirciler için büyük keyifti. Onun büyük katkılarıyla Fenerbahçe 1940 Milli Küme şampiyonluğunu kazandı.

Fikret Kırcan’ın unutamadığı maçlardan biri Nazilerin ilhak ettiği Avusturya’nın Admira takımıyla yaptıkları maçtı. 1942 Mayıs’ında İstanbul’u ziyaret eden Admira, Galatasaray ve Beşiktaş’ı yendikten sonra Fenerbahçe’yle karşılaştı. O gün ilk kez birinci takım formasını giyen üç genç vardı: kalede Sabri Kiraz, santrforda Müjdat (Müzdat) Yetkiner, sol açıkta Halit Deringör. Herkes Fenerbahçe’nin bu “zayıf” kadrosuyla yenilmesini beklerken Fikret’in yaptığı ortaların golle sonuçlanmasıyla maçı 2-1 kazandılar. Maç sonunda sahaya dolan halk Fenerbahçeli futbolcuları omuzlarda taşıdı.

                                                                                  (Milliyet)

Yaşı büyüdükçe futbolu da büyüyen Küçük Fikret, 1943 Milli Küme şampiyonluğunun ardından Fenerbahçe ile 1943-44 İstanbul Ligi şampiyonluğunu da yaşadı. Beşiktaş’ın İstanbul şampiyonluğuna ambargo koyduğu 1940’larda bu şampiyonluk çok değerliydi. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle on bir yıl boyunca maç yapamayan Türkiye, 23 Nisan 1948’de Atina’da Yunanistan’la oynarken Fikret de ilk kez milli formayı giydi. Kaderin garip bir cilvesi, bu maçta milli takımın ilk golünü kaydederken her zaman kullandığı sağ ayağı yerine sol ayağıyla şut çekmişti. Bu maçtan birkaç ay sonra düzenlenen Londra Olimpiyatlarına katılan futbol takımı kadrosunda yer aldı.

1946 Milli Küme şampiyonu Fenerbahçe, başbakan Şükrü Saraçoğlu ile.
Fikret Kırcan sol başta oturan oyuncu.
                                                                                                 (Hayat Spor)
O devirlerde otuz yaşına gelen futbolcular için “artık yaşlandı, futbolu bırakması lazım” kanaati yaygınken Fikret’in futbolu yaşıyla birlikte giderek olgunlaştı. Fenerbahçe artık profesyonel hale gelen İstanbul liginin 1952-53 sezonunu “Küçük Şeytanlar” adı verilen tecrübesiz gençlerle namağlup tamamlayarak kazanırken takımın kaptanı Küçük Fikret’ti. O sezon için, “Kendimi en iyi hissettiğim devre,” diyordu. Nitekim 1953 Mayıs’ında Bern’de İsviçre’yi 2-1 yenen milli takımın kaptanı oydu. Türkiye 5 Haziran 1953’te İstanbul’da Yugoslavya ile 2-2 berabere kalırken kaptan Fikret de frikikten şahane bir gol atıyordu.

Yugoslavya maçının kadrosu.
                                                                                                                                                   (Burhan Sargın)
Futbolculuk yaşamının son dönemlerinde en unutulmaz maçı 19 Mayıs 1955’te Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanan Atatürk Kupası maçıydı. Beşiktaş 3-0 öne geçtikten sonra Fikret ‘in yaptığı ortalara Canavar Burhan’ın attığı gollerle durum 3-3 olmuştu. Lakin Beşiktaş bir gol daha atıp durumu 4-3 yaptı. Maçın bitmesine artık çok az vakit kalmıştı. Fikret’in son dakikalarda uzaktan savurduğu vole Beşiktaş ağlarını bulunca maç 4-4 sona erdi.

1953'te Fenerbahçe'nin İngiltere turnesinde
Luton Town ile yapılan maçtan önce.
                                                        (Yeni Asır)
Futbolumuz artık her ne kadar profesyonel statüye kavuşsa da futbolcular henüz ciddi düzeyde para kazanamıyor, o yüzden başka işlerde çalışmak zorunda kalıyordu. 1954-55 ve 1955-56 sezonlarında daha az forma giyerek kendini daha çok gümrük komisyonculuğu işine verdi. 1956 sezonu sonunda futbolu bırakırken Fenerbahçe’nin Haziran ayında çıktığı Sovyetler Birliği turnesine götürüldü. Leningrad’da Zenith’le yapılan maçta forma giydi. Sadece ilk yarıda oynadığı bu maçta ilk golün pasını verip ikinci golü attı ve Fenerbahçe maçı 2-1 kazandı. Fenerbahçe formasını son kez 7 Ekim 1956’da İstanbul’da yapılan Dinamo Moskova maçında giydi. Böylece aralıksız yirmi iki yıl Fenerbahçe’de oynayarak bir rekora imza attı.

1952-53 sezonu şampiyonu Fenerbahçe kaptanı Fikret Kırcan ayakta sağdan üçüncü futbolcu.
                                                                                                                                                                             (Burhan Sargın)
Sahalarımızın en efendi futbolcularından biriydi Küçük Fikret. Fenerbahçe Stadında karlı bir havada oynanan Beykoz maçında yerden çektiği şut yan ağları yırtıp içeri girmiş, hakem Şazi Tezcan yanılıp gol kararı vermişti. Hatta Beykozlu kaleci ve futbolcular bile topun dışarıdan girdiğini fark edememişti. Fakat Fikret hemen hakemin yanına koşarak topun dışarıdan girdiğini söylemişti.1

Futbolu bıraktıktan sonra da kulübüyle ilişkisini kesmedi. 1959’da Milli Ligin ilk şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe’nin umumi kaptanı olarak, kupayı kaldıran futbolcuların yanındaydı. 1968-69 sezonunda büyük bir kriz yaşayan Fenerbahçe’de Molnar’ın görevini bırakması üzerine geçici bir süre teknik direktörlüğü üstlendi.

                                                                                  (Fotospor)
Güzel futbolu yanında en bilinen özelliği giyimine kuşamına, dış görünüşüne, özellikle saçlarına çok dikkat etmesiydi. Saçları bozulmasın diye toplara kafa vurmadığı herkesin bildiği bir husustu. Yakışıklığıyla özellikle birçok kadın seyirciyi maçlara çektiği rivayet edilirdi. Giyimi kuşamı nasıl tertemizse futbolu da öyle temiz oynuyordu. Onca yıllık futbol hayatında ne bir tekme attığı, ne bir faul yaptığı görülmüştü. “Fikret Kırcan futbolunu da kendisi gibi yakışıklı kılmıştı. Zarifti. Karşısındaki beki çalımla yere indirip çizgiye doğru ilerlerken, neredeyse dönüp ondan özür dileyecek incelikteydi.”2

Fikret Kırcan (ortada) son yıllarında takım arkadaşları
Şükrü Ersoy (solda) ve Burhan Sargın (sağda) ile.
                                                                     (Burhan Sargın)

Futbolumuzun başı sağ olsun, huzur içinde yatsın.
    

Fikret Kırcan ile hayattayken görüşmem sağlık sorunları nedeniyle mümkün olmamıştı. Bu yazıda kaynağını belirtmediğim bilgilerin tamamını duayen gazeteci Halit Kıvanç'ın Ağustos 1956'da Milliyet gazetesinde tefrika halinde yayınlanan "Büyük Futbolcu Küçük Fikret" başlıklı röportajından derledim. Kendisinin izniyle yayınlıyorum. Sevgili Halit Kıvanç'a bu vesileyle futbol tarihimiz adına bir kez daha teşekkür ediyorum.

(1) Cem Atabeyoğlu, Türk Futbolunda Unutulmayan 200 Ünlü, s. 71.

(2) Ülkü Tamer, Yaşamak Hatırlamaktır, s. 104. 



23 Kasım 2014 Pazar

Şakir Kuruş: Böyle Bir Futbol Sevgisi Olur mu?

Futbolla lig maçlarını ve tuttuğu takımı takip etmek dışında derin bir ilgisi olmayan geniş kitleler onu pek bilmez ama 1950’lerden 2000’lere kadar kuşaklar boyunca pek çok futbolcunun ortak hafızasında Şakir Kuruş ismi silinmez biçimde yer etmiştir. 53 yaşına kadar bilfiil futbol oynayan bu futbol aşığı insan, silâhaltına alınan binlerce futbolcunun hocalığını ve takım arkadaşlığını yapmıştır. Bir zamanlar Türkiye amatör birinciliğine ambargo koyan Denizgücü takımının yaratıcısı olan Şakir Hoca ile İzmir’de yaşadığı evinde görüştük.


Futbola başladığı günleri kendisinden dinleyelim: “1935’te Çorum’da Cemilbey nahiyesinde doğdum. Babam öğretmendi. Evvela köy öğretmenliğinden başlamış. Babam aslen Selaniklidir. İstanbul’a gelmiş, liseyi bitirmiş. Köyden önce İskilip’e oradan Çorum’a tayin oldu. Ortaokulu bitirene kadar Çorum’da kaldım. Çocukluğumuzda sabahtan akşama kadar kendi yaptığımız bez toplarla hep maç yapardık. 1947-48 yılında Çorum Ortaokulu’na girdim. Futbolun yanında çok iyi voleybol da oynuyordum. Minyatür kale maç yaparken lisenin beden eğitimi öğretmeni beni görmüş. Daha 13 yaşındayken lise takımına alındım. Bir okul maçında sağ bek oynadım. O maçta beni seyreden Çorum’un Güneşspor kulübü idarecileri bir kol saati karşılığında beni takıma aldılar.” 

Güneşspor.

1952 yılına kadar Güneşspor takımında sağ bek olarak oynayan Şakir Kuruş okumak üzere İstanbul’a gitmeden önce son maçını Çorumspor karmasında oynamış: “Çorum karmasında Samsun’a karşı oynadım. Bizim takımda yedek subaylığını yapan Fenerbahçeli Selahattin Torkal, Göztepeli Semavi, Ankara Demirsporlu Hakkı gibi isimler de vardı.”

Çorum Karması formasıyla.
1952’de Çorum’dan ayrılıp İstanbul’a gelmiş Şakir Kuruş:  “İstanbul Kasımpaşa’ya deniz astsubay okuluna geldim. Altı ay okuduktan sonra Yavuz gemisine ders görmeye gittik. Altı ay gemide kaldık. 186 metre uzunluğunda, 84 metre genişliğinde, 23.500 ton ağırlığında bir gemiydi. Oradan ikmal merkezine gidip staj yaptık. Beni levazımcı olarak ayırdılar. Sonra bir sene Kasımpaşa’da ikmal sınıf okulunda okudum. Okulu birincilikle bitirdim. Birinci bitirenler öğretmenlik yapma hakkı kazanıyordu. Böyle olunca gemiye gitmedim, iki sene öğretmenlik yaptım. Oradan Kasımpaşa deniz hastanesine tayin oldum. Dokuz sene orada görev yaptım.”

Denizgücü kaptanı Şakir Kuruş ve Trabzon İdman Ocağı kaptanı
Ahmet Suat Özyazıcı, Türkiye amatör futbol birinciliğinde
karşılaştıkları maçtan önce.
Denizgücü ile birlikteliği de İstanbul’a gelir gelmez başlamış Şakir Hoca’nın: “1952’de İstanbul Denizgücü takımı için yeni gelen öğrenciler arasından oyuncu seçtiler. Seçilen dört öğrenci arasında ben de vardım. Yavuz gemisine staja gidince 1953’te Gölcük Denizgücü’nde oynadım. İstanbul’a dönünce 1963’e kadar, yani on sene aralıksız İstanbul Denizgücü takımında oynadım. Bazen günde üç tane maç yapardım. Kasımpaşa’dan Gölcük’e gidip maç yapıyorduk. Yazın Adalar’da maçlar yapılır, orada oynuyordum, geliyordum bir de lig maçı oynuyordum.” Sporla ilişkisi sadece futbolla sınırlı kalmamış, birçok branşta faal sporcu olarak yer almış: “Spor subayı olduğum için basketbol, voleybol, atletizmle uğraştım. Yelken ajanlığı yaptım. Voleybolda antrenörlük yaptım. Kros müsabakası olurdu, ‘takım çıkar’ diye emir gelirdi. Futbolcuları alıp koyuyorduk minibüse, 20 kilometre koşuya götürüyorduk.” 

İstanbul Denizgücü takımında kaleci Sabri Dino ve yanında Şakir Kuruş.
1952’de, yani astsubay okuluna yeni girdiği sırada genç milli takım aday kadrosuna çağrılmış Şakir Kuruş. Ne var ki bu çağrı sınav dönemine rastladığı için okulundan izin alıp aday kadroya katılamamış. Genç milli takım formasını giyememiş ama 1957-63 arasında ordu milli takımında oynayıp dünya şampiyonalarına katılmış. Daha sonra da antrenör olarak ordu milli takımındaki mesaisi devam etmiş. “1968’de Belçika’da dünya şampiyonu olduk. Orada Beşiktaşlı Yusuf hayatının en mükemmel futbolunu oynamıştı. Zaten ertesi gün Anderlecht’ten transfer teklifi aldı.” İstanbul’da birçok ünlü futbolcuya karşı da oynamış. Bunlardan özellikle Lefter’in çalımlarını unutamamış: “Çalım atmayı Lefter Abi’den öğrendim. 1957’de Denizgücü Fenerbahçe ile oynamıştı. Bana bir çalım attı, taca çıktım! Topu bu ayağından öbürüne aktarır, sen bu taraftan gidiyor zannederek yatarsın o tarafa, bu ayağıyla vurur topu alır buradan gider.”

Ordu milli takımı.
1963 yılında İzmir’e tayin olunca İzmir Denizgücü takımını önce ayağa kaldırıp sonra üst üste on dokuz yıl İzmir amatör şampiyonu ve sürekli Türkiye birinciliğine oynayan iddialı bir ekip haline getirmiş. “İzmir Denizgücü 3. amatör kümede mücadele ediyordu. Bana hem antrenörlük hem takım kaptanlığı görevi verildi. 1965’te 1. Amatör kümeye çıktık. 1966’da İzmir şampiyonluğunu kazandık. Ardından 1966-67 sezonunda Türkiye amatör futbol şampiyonu olduk. Ertesi sezon aynı başarıyı tekrarladık. İzmirspor’u da yenerek Başbakanlık Kupasını kazandık. O sırada Denizgücü’nde oynarken aynı zamanda Doğan Emültay’la birlikte İzmirspor’u çalıştırıyordum. Birisi Türkiye Amatör şampiyonu diğeri de 2. Lig şampiyonu olarak 1968’de Başbakanlık Kupasında oynadılar. Dünyada bunun örneği yoktur. Uzatmalarda 2-0 yendik İzmirspor’u.”


Beş yıl sonra bir kez daha Türkiye birinciliğini kazanmış Denizgücü ve o zamanki 2. Lig şampiyonu Kayserispor ile bu kez Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası maçına çıkmış: “1973’te 2. Lig şampiyonu Kayserispor’u yenip kupayı aldık. 120 dakika 0-0 bitti. Maç penaltılara kalmıştı. Son penaltıyı ben attım ayaklarım titreyerek. Sabri Kiraz, ‘Nasıl penaltı attın, ben ömrümde öyle penaltı görmedim,’ dedi. Birisi üflese top duracak gibiydi, çizgiyi geçti geçmedi. Ben yeminliydim penaltı atmamaya. Ata ata artık atacak oyuncu kalmadı. Ben yedinci penaltıyı attım. Onlar altı tane attı, bir tane kaçırdı. Ben yedinciyi gol yaptım.”

Türkiye Kupasında oynanan Denizgücü-Beşiktaş maçı.
Şakir Kuruş otuz beş sene boyunca futbol oynamış. Bu süre zarfında binlerce oyuncuya hocalık yapmış: “Otuz beş senede elimden aşağı yukarı on bin futbolcu geçmiştir. Bir tanesi de nankör çıkmadı. Bayramlarda, kandillerde bir sürü mesaj gelir, arayanlar olur.” Bu futbolculardan biri de henüz on beş yaşındaki Mustafa Denizli imiş: “O zamanlar Türkiye amatör şampiyonasına katılan takımlar istediği kulüpten iki tane amatör oyuncu takviye alabiliyordu. Mustafa Denizli’yi on beş yaşında Çeşme’den alıp Denizgücü’nde oynatmıştım. Bunu Mustafa da söyler nitekim, ‘Şakir Hoca beni oynatmasa Altay’da oynayamazdım,’ diye.”

On beş yaşındaki Mustafa Denizli (soldan altıncı) Denizgücü takımında. Şakir Kuruş sol baştaki oyuncu.
İzmir Denizgücü’nde görev yaparken kaptanlığını ve hocalığını yaptığı birçok futbolcu daha sonra Türkiye’nin üst düzey takımlarına gitmiş. Evin duvarına çerçeveyle asılmış bir fotoğrafa bakarken oyuncuların gittiği takımları teker teker sayıyor: “1968 yılının şu takımı olduğu gibi 1. Ligde oynadı. Mazlum Galatasaray’a, Ali Demirspor’a, Güngör Göztepe’ye, Cudi Göztepe’ye, Orhan Gençlerbirliği’ne, Mustafa Eskişehirspor’a gitti. Diğerleri yine Hacettepe, Eskişehirspor, Galatasaray’a transfer oldu.”


Şakir Kuruş 1987 senesinde askerlikten emekli olurken aynı zamanda bir jübile yaparak futbol oynamaya veda etmiş. Bu iki olay evliliğiyle birleşince ortaya ilginç bir sahne çıkmış. Gelin ve damat nikah masasından sonra futbol sahasına gelmişler. Jübile vesilesiyle bir de kitap çıkarmış. “Futbolda 35 Yıl” adını taşıyan bu kitabın basılmasında Metin Oktay’ın büyük katkısı olmuş. “Jübile kitabımı düğünde şeker dağıtır gibi dağıttım, bütün futbolculara ücretsiz gönderdim.”

Nikahtan sonra jübile.
Emekli olduktan sonra da futboldan kopamamış Şakir Kuruş: “On sekiz sene federasyonda görev yaptım. Balıkesir’den Antalya’ya kadar uzanan bir bölgede gençleri tarayıp buluyorduk.” 2008’e kadar federasyonun bölge sorumluluğunu yaptıktan sonra bir süre de kadın milli futbol takımını çalıştırmış.


Şakir Kuruş'un müzeyi andıran evi.
Şakir Hoca’nın emekli olmasıyla birlikte Denizgücü de eski ihtişamlı günlerinden uzaklaşmış ve sonunda kapanmış. Adeta çocuğu gibi özdeşleştiği kulübünün kapanması onu çok üzmüş. Fakat onu üzen sadece Denizgücü’nün kapanması değil İzmir’deki futbol ortamının giderek kötüye gitmesi. Bu konuda şunları söylüyor: “Ben İzmir’e geleli elli iki sene oldu. Nüfus 200 bin iken oldu 3-4 milyon. Sahalar aynı, nerede oynayacak bu çocuklar? Atatürk Stadı yanındaki 4 numaralı sahaya kapalı salon yaptılar. 3 numaralı sahaya park yaptılar. Orası futbol sahası oraya niye yapıyorsun salonu. Zaten saha az, git başka yere yap. Futbolumuzun bir yerlere gelmesi isteniyorsa semt sahaları yapılması ve çocukların futbol oynamaya teşvik edilmesi lazım.”

Mersin İdman Yurdu ile yapılan bir maçtan önce iki takımın
kaptanları Kadri Aytaç ve Şakir Kuruş sahaya çıkıyor.
Onun futbolla dolu geçen yaşamını kendi sözleri özetliyor: “ Bir insan otuz beş sene bir kışlada yatar mı? Böyle bir aşk, böyle bir futbol sevgisi olur mu? Ömrüm sporla geçti.”
 
Sağdaki fotoğraf 1956'da Vefa Stadında çekilmiş. İstanbul Denizgücü'nün
sağ baştaki oyuncusunun oğlu (soldaki fotoğrafta) 1983'te İzmir
Denizgücü'nde Şakir Kuruş'la birlikte oynamış.








       

9 Kasım 2014 Pazar

Alpaslan Eratlı - Liberoların Kralı

“Onu ilk kez İstanbulspor takımındaki birinci maçında seyretmiştim. İncecik, dal gibi vücuduyla bu işin altından kalkamayacak bir hali vardı. Fakat yaptığı hareketlerle beni iyice sardı. O maçtan sonra yaptığım kritikte, ‘Bu çocuğa dikkat edin. Sahalarımıza büyük bir futbolcu geliyor’ diye yazmıştım. Bu sezon başında da gene bir kritiğimde Alpaslan’ı rahat stili, kendine olan büyük güveni ve olağanüstü top tekniği yüzünden ünlü yıldız Beckenbauer’e benzetmiştim."

Futbol tarihimizin simge isimlerinden biri olan Gündüz Kılıç 1975 Haziran’ında Hürriyet gazetesindeki köşesinde Alpaslan Eratlı için bu satırları yazmış. Stili Beckenbauer’a benzetilen usta oyuncu, Türkiye’de değil de Almanya gibi bir ülkede yaşasaydı herhalde bugün hâlâ bütün dünyanın tanıdığı bir futbolcu olurdu. Yetmişli yılların bu büyük yıldızıyla İstanbulspor, Fenerbahçe ve milli takım yıllarının yanı sıra öncesini de konuştuk. Cerrahpaşa ve Davutpaşa’da geçen ilk yılları bize şöyle anlattı:


“9 Kasım 1948 İstanbul, Cerrahpaşa doğumluyum. Her çocuk gibi ben de mahalle arasında top oynamaya başladım. Davutpaşa Ortaokulunun bahçesinde oynardık. Okulun bahçesi çok büyük değildi. Altışar kişilik maçlar yapardık. O zamanki eğilimin aksine ailemden top oynamama karşı bir tepki gelmedi. Babam denizyollarında çalışıyordu. Onu üniforma içinde gören herkes subay zannedermiş. ‘Bütün askerler bana selam veriyor, ben de onları bozmamak için selam veriyorum,’ derdi. İki kardeştik biz. Üç yaş ufak kardeşim Turgay da benim gibi futbolcu oldu.”

Alpaslan Eratlı'nın annesi ve babası.
“İlk kulübüm Cerrahpaşa idi. Davutpaşa Ortaokulu bahçesinde top oynarken beni görüp beğenmişler. Cerrahpaşa kulübüne girdiğim zaman herhalde on beş yaşındaydım. Bana lisans çıkardıkları zaman takımdakilerin hepsi askerliğini yapmıştı, yani en az 23-25 yaşlarındaydı. Cerrahpaşa’da bir sezon geçirdim ve amatör kümede oynadım. Hatta yazlık maçlarda bile oynadım. Ligler bittiği zaman mesela Beykoz’dan, Florya’dan, Fatih’ten çeşitli takımlar gelir, turnuva düzenlenirdi. Bahçelievler’de böyle bir turnuva olmuştu. Hatta o yaşta tuhaf bir şey ama benim o turnuvada gol kralı olmam dolayısıyla bir kupam bile vardır.”

                  Cerrahpaşa formasıyla Bakırköy Sümerspor sahasında.                        
                                                                                              (Şerif Çekiçler arşivi)
“Cerrahpaşa’dan sonra Davutpaşa takımında oynadım. Yalnız Davutpaşa’ya gitmeden önce Cankurtaran kulübüne geçmiştim. Bir maç oynadım, bir daha oynamadım. Beni sol açık oynatmak istediler. Ben forvete yakın orta saha oynuyordum. Hoca takım kaptanını o pozisyonda oynatınca, ‘Bir daha böyle yaparsanız gelmem,’ dedim. O, kaptanı orada oynatmakta ısrar edince bir daha gitmedim. O sezonu oynamadan boş geçirdikten sonra 3. Ligdeki Davutpaşa’ya geçtim.”

                             (Davutpaşa Spor Kulübü)
Alpaslan Eratlı Davutpaşa takımında bir sezon forma giydikten sonra 1968-69 sezonundan itibaren İstanbulspor’da oynamaya başlamış. Yalnız bu transferin enteresan bir hikâyesi var. Bunu şöyle anlatıyor: “Eski İstanbulspor santrforu İbrahim Toker Cerrahpaşalıydı. Beni o götürdü İstanbulspor’a. Aslında bunun hikâyesi de çok enteresan. Neredeyse Tekirdağspor’a gidiyordum. Onlara karşı oynadığım iki lig maçında da gol atmıştım. Bana transfer teklif ettiler. 30.000 lira vermeyi teklif ettiler ki, o zaman daha amatördüm. Çok iyi paraydı o zaman. Ben o sene Galatasaray Kimya Fakültesi gece bölümüne girmiştim. Okulun yıllığı 3.000 liraydı ve beş yıllık bir okuldu. Yani toplam okul parası 15.000 lira yapıyordu. Benim bu parayı bulmam lazım, ailemden bu parayı verecek kimse yok, memur çocuğuyduk. Ben o teklifi kabul ettim tabii.”


“Akşam mahallede, kahvenin önünde sandalyede otururken İbrahim Abi geldi. ‘Ne yaptın?’ diye sordu. ‘Abi yarın hayırlısıyla Tekirdağ’dayım,’ dedim. ‘Sen orayı bırak, gel ben seni yarın İstanbulspor’a götüreyim,’ dedi. Ben anlaştığımızı söyleyince, ‘İbrahim Abi beni caydırdı dersin,’ karşılığını verdi. İki gün sonra Vefa Stadında kulübün futbolcu denemeleri varmış. Çıktım çift kaleye. Biraz sonra baktım birisi kenardan, ‘Gel gel,’ diye bağırıyor. Çıktım sahadan, velhasıl daha on dakika bile olmadan iş bitti, seçildim. Ayağıma iki-üç tane top gelince kenardan seyredenler herhalde bir şeyler gördüler ki ‘yeter çık’ dediler. Ertesi gün bana toplam okul masrafım olan 15.000 lirayı teklif ettiler. Hiç olmazsa 20.000 lira verin dedim ama İbrahim Abi, ‘Sen merak etme, aylık verirler, telafi edilir,’ dedi. Bahçelievler’de Talha Dinçel laboratuarı vardı. Beni 650 lira maaşla oranın kadrosuna aldılar. Böylece yine benim talep ettiğim miktara gelmiş oldu.”
Tekirdağ’a gitseydiniz bugün herkesin tanıdığı Alpaslan Eratlı olur muydunuz diye sorduğumuzda, “Bilemeyiz tabii,” diye cevap veriyor. “Tekirdağspor da o zaman Davutpaşa gibi 3. Ligde oynuyordu. Orada keşfedilmem çok zor olurdu. İbrahim Abi, ‘Gözden ırak olan gönülden de ırak olur,’ demişti. Belki 2. Ligde oynardım.”

İstanbulspor 1968-69. Ayaktakiler: Yıldırım, Mete, Celal, Bilge, B. Ahmet, Cemil.
Oturanlar: Türker, Bülent, K. Ahmet, Kasapoğlu, Alpaslan.

Okula devam edip etmediği şeklindeki sorumuza şöyle cevap veriyor: “Okulu üçüncü sınıfa kadar sürdürdüm. Yöneticimiz Nirun Şahingiray vardı, birbirimizi çok severdik. ‘Okula devam et, ilkokul dahil bugüne kadar yaptığın bütün masrafları vereceğim,’ dedi ama okulu bitiremedim.”

Alpaslan Eratlı 1968-69 sezonundan itibaren İstanbulspor forması giymeye başlamasına rağmen ilk sezonunda fazla oynamamıştı. Bunun sebebini şöyle açıklıyor:  “İstanbulspor’daki ilk sezonumda iki maç oynadım sonra beni oynatmadılar çünkü amatördüm ve kaçmamdan korkuyorlardı. Sezonun bitmesine yaklaşık bir ay vardı. Profesyonel olursan oynatırız diyorlardı. Ben de profesyonel oldum. Son dört-beş maçta oynadım o zaman. Hiç unutmam iki maç oynadım, uçağa bindirip Bursa’ya götürdüler beni. Hiç unutmam onu, pırpırlı bir uçaktı. Kalkmasıyla Gemlik üzerinden biraz sonra Bursa’ya varması bir olmuştu. Bursalı yöneticilerden biri İstanbul’a gelip beni götürmüştü. Cavit Çağlar ve Ali İhsan Sönmez yöneticiydi o zaman. Bana 100.000 lira teklif ettiler. Ama ben Nirun Abi’yi sevdiğim için kabul etmedim.”

İstanbulspor'a ilk geldiği günlerde Bilge Tarhan'la.
                                                                                              (Bilge Tarhan arşivi)
İki ayağını da iyi kullanabilen ender futbolculardandı Alpaslan Eratlı. Fakat onu bugün unutulmaz bir futbolcu yapan asıl özelliği sol ayağını çok iyi kullanabilmesiydi. Fenerbahçe’ye geldikten sonra da Türk futbolunun gördüğü en iyi liberolardan biri olmuştu. Bugün pek bilinmeyen bir özelliği de İstanbulspor da bir dönem santrfor olarak oynamasıydı: 

“Yalçın Abi sol bek oynadığı için ben İstanbulspor’da sağ bek olarak başladım. Milli takımda da sağ bek oynuyordum. Savunmanın her yerinde oynadım. Fenerbahçe’ye geldiğimde sol bek oynadım, sağ bek olmadığı zaman yine orada oynuyordum. Son dört sene de libero olarak oynadım. Oynamadığım yer yok ki. İstanbulspor’un 2. Lige düştüğü 1972-73 sezonunda da santrfor olarak oynadım takımda. Cemil o sezon Kasım ayındaki ara transferde Fenerbahçe’ye gitmişti. Ben o zaman santrfora geçtim. Birkaç maç oynadım, gol de attım. Hatta Trabzonspor’u Dolmabahçe’de 2-0 yendiğimiz maçta iki golü de ben atmıştım. İskenderun’da da iki gol attım. O sezon yedi-sekiz tane gol attım.”

Milli takımda iki İstanbulsporlu.
Unutulmaz gollerinden biri olarak İstanbulspor’un 1970-71 sezonunda Galatasaray’ı 3-0 yendiği maçın son dakikasında, takımının son sayısını kaydetmesini hatırlatıyoruz: “O golü hatırlıyorum. Yalçın Abi ortaladı ben de yükselip kafayla golü attım. Yani sol bek ortaladı, sağ bek golü attı. Azdır bunun örneği.” Aynı golü takım arkadaşı Bilge Tarhan şöyle anlatıyor: "Yalçın sol taraftan topu ortaladı. Ben tam topa kafa vurmak için yükselmiştim ki, arkamdan bir gölgenin hışımla gelip beni geçtiğini fark ettim. Alpaslan benden de fazla yükselerek kafayı vurup golü attı."

Galatasaray maçında Alpaslan'ın attığı üçüncü İstanbulspor golü.
                                                     (Cem Atabeyoğlu, İstanbulspor Yıllığı 1996)
A milli formayı ilk kez 17 Ekim 1970’te Köln’de Batı Almanya ile 1-1 berabere kaldığımız maçta giymiş Alpaslan Eratlı. Ondan önce de Bulgaristan’daki turnuvada dört kez ümit milli formayı giymiş. O yıllarda bilhassa yurtdışındaki maçlarda “Çanakkale geçilmez” savunmasıyla oynadığımızı hatırlayarak Köln’deki maçta da aynı taktikle oynayıp oynamadığımızı soruyoruz: “Köln’deki maçta çok iyi oynamıştık. Hiç ezilmedik. O zaman Alman milli takımında kimler yoktu ki: Mayer, Vogts, Beckenbauer, Overath, Müller, Grabowski. İlk maçım olduğu için onu çok iyi hatırlıyorum. Ezilmediğimiz gibi galibiyeti de kaçırdık. Almanlar penaltıdan atmıştı golü.” Halit Kıvanç o maçı radyodan anlatmıştı. Daha sonra kaleme aldığı anılarında Alpaslan’la ilgili olarak şunları yazmış: “Alpaslan, o gencecik, körpecik Alpaslan, sanki kırk yıllık milli idi. Oysa ilk kez giyiyordu A milli takım formasını. Öylesine soğukkanlı, öylesine güvenli, raket gibi sol ayağını bir uzatıyordu… Müller’i, Grabowski’si, topu bırakıp dönüyordu geri.”*

13 Aralık 1970'te İstanbul'da Arnavutluk'u 2-1 yendiğimiz maçın kadrosu: Ali Artuner, Ercan Aktuna, Muzaffer Sipahi,
Metin Kurt, Cemil Turan, Sanlı Sarıalioğlu, Ziya Şengül, Ender Konca, Alpaslan Eratlı, Kamuran Yavuz, Ergün Acuner.
Milli takımda başarılı futbolunu sürdürmesine karşın İstanbulspor 1971-72 sezonu sonunda 2. Lige düşünce Alpaslan Eratlı bir süre milli kadroya çağırılmamış: “İstanbulspor 1. Ligdeyken milli takıma seçilmiştim, takım 2. Lige düştü diye Napoli’de İtalya ile 0-0 berabere kaldığımız kadroya alınmadım mesela. Ondan önce milli takımda kaç tane maç oynamışım. Bu yanlış bir iş bence.”
30 Nisan 1975’te deplasmanda İsviçre ile oynadığımız maçta attığı unutulmaz golü hatırlatıyoruz: “Milli maçlarda fazla gol atamadım. Sadece İsviçre’ye ve ümit takımında Arnavutluk’a golüm var. Yalnız sol ayaklı değildim, sağ ayağımı da kullanıyordum. Mesela İsviçre’de 1-1 berabere kaldığımız maçta sağ bek oynuyordum ve golü sağ ayağımla atmıştım. Sol bekte yanlış hatırlamıyorsam Zekeriya oynamıştı.”

1 Aralık 1974'te İzmir'de oynanan İsviçre maçının kadrosu. Ayaktakiler: Ziya Şengül, Metin Kurt, Zekeriya Alp,
İsmail Arca, Mehmet Özgül, Yasin Özdenak. Oturanlar: Alpaslan Eratlı, Selçuk Yalçıntaş,
Engin Verel, Cemil Turan, Osman Arpacıoğlu.
2. Lige düşen İstanbulspor’da bir sezon daha oynadıktan sonra 1973-74 sezonundan itibaren Fenerbahçe forması giyen Alpaslan’ın transferi pek kolay olmamış: “Fenerbahçe’ye geleceğim sene sözleşmem bitmişti aslında ama o zaman kulüplerin sözleşmeyi iki yıl uzatma hakkı vardı. İstanbulspor başkanı Ali Sohtorik, ‘600.000 lirayı getirirsen gidersin,’ dedi. O beni Galatasaray’a vermek istiyordu. Emin Abi buldu beni, ‘Al şu 25.000 lirayı, git tatil yap, merak etme ben seni alacağım,’ dedi. Ben de, ‘Bu işin bir prosedürü var, o zaman satışımı isteyeyim,’ dedim. Ben satış isteyince, İstanbulspor beni 1 milyon liraya satışa koydu. O zaman Emin Cankurtaran, Mehmet Üstünkaya, Selahattin Beyazıt hepsi sanayiciydi ve birbirleriyle dosttu. Satışa Fenerbahçe’den başka kimse girmedi. Tek kulüp girince satış bedelinin yüzde 60’ını yatırdığı zaman oyuncuyu alıyordu. O yatırılan paranın da yüzde 60’ını kulüp, yüzde 40’ını oyuncu alıyordu. Böylece Fenerbahçeli oldum.”


Fenerbahçe’ye geldiği zaman bek olarak oynamaya devam etmiş. Üçüncü sezonundaysa en verimli olduğu pozisyona, liberoya geçmiş: “1973-74’te geldim Fenerbahçe’ye. Liberoda Ziya oynuyordu. O sene şampiyon olduk. 1974-75’te yine şampiyon olduk. O sene Ziya bıraktı, ben ondan sonra liberoya geçtim.” Fenerbahçe’ye ilk geldiğinde 250.000 lira almış Alpaslan Eratlı. Bu paranın o yıllarda iyi bir meblağ olup olmadığını soruyoruz: “İyi paraydı tabii. O zamanki gazetelere bak, o parayı alan kaç kişi var, o zaman durum anlaşılır. Emin Abi (Cankurtaran) imzayı attığımız gün verdi paranın tamamını. Yazıhanesi Karaköy’de Bankalar Caddesindeydi. O zaman kimsede araba yok. En büyük banknotlar 500 liralıktı. Para olduğu anlaşılmasın diye sanki alışverişten geliyormuşum gibi kesekâğıdına doldurmuştum paraları. O zaman maaşlar 1.000 liraydı galiba. Yalnız hazırlık maçlarından iyi para kazanmıştık, on üç tane maç yapmıştık bir ayda. Galatasaray ve Beşiktaş maçlarını kazandığımızda 2.000, diğer maçlardan 1.000 lira pirim alıyorduk. Hiç unutmam, Ağustos ayındaki o ilk maçlardan, spor yazarları turnuvasından 13.500 lira pirim almıştık.”

Fenerbahçe'de son sezonu olan 1982-83'te takımın kaptanıydı. Ayaktakiler: Selçuk Yula, Hasan, Nurettin, Müjdat,
Cem, Alpaslan. Oturanlar: Erdoğan Arıca, Arif, Bulgar Mehmet, Önder, Osman.
                                                                                                                                                                        (Koray Gürtaş arşivi)

Alpaslan Eratlı Fenerbahçe’ye gelir gelmez üst üste iki sezon şampiyonluk yaşamıştı. Özellikle 1974-75 sezonunda iyice olgunlaşan futboluyla takıma büyük katkı yapmış, şampiyonlukta büyük rol oynamıştı. Halit Kıvanç da anılarında bu duruma dikkat çekiyor: “Aynı mevsim Fenerbahçe lig şampiyonluğunu kazanırken de golcüsü geri adamlarından biriydi. Cemil’lerin, Osman’ların golü nasıl atacağını bekleyen on binler, Fenerbahçe-Giresunspor karşısında, galibiyeti Alpaslan’ın golüyle aldığını görmüşlerdi. Alpaslan, ünlü tenis raketi sol ayağıyla topu şöyle bir kepçelemiş ve ağlarla birlikte tribünleri de havalandırmıştı. Sarı-Lacivert renklere gönül verenler mutluydu. Fenerbahçe şampiyonluk turunu atmaya hak kazanmıştı.”**


Birçok basın organı 1974-75 sezonunda onu yılın futbolcusu seçmişti. Nitekim Gündüz Kılıç da 9 Haziran 1975 tarihli Hürriyet gazetesindeki yazısının başlığını “Ligin baş kahramanı Alpaslan” şeklinde koymuştu. Onun için şunları yazıyordu Baba Gündüz:  “Geçtiğimiz ligin ilk yarısından sonra da yeteneklerini ve form grafiğini inceleyen bir yazımla onu Fenerbahçe’nin süper yıldızı olarak ilan etmiştim. Alpaslan’a beni mahcup etmediği için teşekkür ederim. Yalnız Fenerbahçe’nin değil, ligin de süper yıldızı oldu o.” Ardından onu büyüten özellikleri şöyle sıralıyordu: “Hiçbir oyuncuda olmayan hasletler onda var. Kafası ile vücudu arasındaki koordinasyon mükemmel. İntikal sureti olumlu. Kendine güveni tam. Kişisel top tekniği yüksek seviyede. Oyunu iyi anlıyor, sahayı enine boyuna görebiliyor. Pozisyon nosyonu noksansız. Taymingi çok iyi. Yaratıcılığı da var. Tam zamanında, tam yerinde olmasını da biliyor. Soğukkanlı ve sahadaki her şarta adapte olabiliyor.”


Frikikten çok sayıda golü vardı. Bunlardan en unutulmazı bir başbakanlık kupası maçında Trabzonspor’a yaklaşık kırk metreden attığı goldü. Gelgelelim maç penaltılara kalmış, o zaman penaltı atışını kaçırmıştı: “Çalıştığımız idman sahasının arkasında çalışmamız için ufak çim bir saha yapılmıştı elliye elli. Orada ayak tenisi filan da oynardık. İdmanlardan sonra orada baraj tahtasının üzerinden frikik çalışması yapardım. Futbol hayatımda iki penaltı kaçırdım. Birisi o maçtaydı, diğerini de cumhurbaşkanlığı kupasında Yasin’e atamamıştım. Trabzonspor maçındaki o frikik golünü hala hatırlıyorum. Şenol topu görememişti. Fakat on metreden penaltıyı kaçırdım. Hırslandın mı oluyor böyle şeyler. Kaçırdığım o iki penaltıda da topa vururken hırslanmıştım. Rahat olmak lazım halbuki.”


Futbol hayatı en üst seviyede devam ederken o uğursuz sakatlık geldi. Fenerbahçe’nin 1977 Eylül’ünde İngiltere’de Aston Villa ile yaptığı maçta çapraz bağları kopunca yaklaşık iki sezon futbol oynayamadı. Nasıl sakatlandığını ve sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Top havalanmıştı. Ben rakip oyuncuyla birlikte havalandım. Ayağımın üstüne ters bastım. Zaten o anda hissettim kötü bir şey olduğunu. Meğer çapraz bağlar kopmuş. Kırıktan daha kötü, kırık bir süre sonra kaynıyor. Arabanın amortisörünü düşün, o olmazsa gider mi araba? Bağların kopması da aynı durum. Sekiz ay boyunca topa ayağımı sürmedim. Sonra oynadım ama tam randıman verdiğim söylenemez. Rutubetli havalarda hâlâ bacağım ağrır. İlk ameliyatı burada oldum ama yanlış yapılmış, sakatlığım geçmedi. Almanya’da ikinci kez ameliyat oldum. Ameliyatımı Alman milli takımın da doktoru olan profesör yaptı. Doktoru Ali Şen ayarlamıştı. Doktor bana, ‘Ben bu ameliyatı top oynaman için değil, ileride rahatsız olmaman için yapıyorum,’ demişti. Hatta İzmir’deki Almanya maçına Profesör Hess de gelmişti. Orada ona, ‘Yakında oynayacağım,’ deyince adam çok şaşırmıştı. Ameliyattan sonra çok vücut geliştirme çalışması yaptım. Ameliyatı yapan doktorun kitabı vardı, onu aynen uyguladım. Fenerbahçe’de dört şampiyonluk yaşadım ama 77’den sonra ben doğru dürüst oynamadım aslında. Rausch giderken bana, ‘Senin yüzünden gidiyorum,’ demişti. Bir maç oynuyordum, üç maç oynayamıyordum. Ayağım davul gibi şişiyordu. Onu da düşünürsek toplam iki sezonum gitti.”

Kardeşi Turgay'la Dereağzı'nda bir idmanda.
Fenerbahçe’ye geldiğinde üst üste iki şampiyonluk kazandıran Didi’nin iyi bir teknik adam olup olmadığını sorduğumuzda dolaylı yoldan cevap veriyor: “Futbol oynadığımız yıllarda bize bir şey vermediler. Şimdiki gibi iyi gözlem yapılmazdı o zaman. Şimdi teknik adamlar oyuncuları adım atışından her aşamasına kadar biliyor, tanıyor. Ben bıraktıktan sonraki hocalardan Zeman takımı iyi çalıştırıyordu ama onu da gönderdiler. Gördüğüm en iyi antrenördü. Adam doğrusunu yaptırıyor ama karşısındakinin algılaması farklı. O durumda yapılacak hiçbir şey yok. 7-0’lık Benfica maçında o kadar fark Didi’nin yüzünden olmuştu. Göbekte oynatmadı beni, sol bekte oynattı. Ortadan gelen adam dört tane gol atmıştı. Zaten o maçtan sonra Didi’yi gönderdiler.”


Alpaslan Eratlı geçirdiği sakatlıktan sonra eski verimiyle oynayamadığını söylemesine rağmen 1982-83 sezonuna kadar futbol oynadı. Hatta o sezon eski günlerini aratmayan bir futbol sergileyerek Fenerbahçe’nin lig ve Türkiye Kupası şampiyonluğunda büyük pay sahibi oldu. 22 Haziran 1983 günü Trabzonspor’la yapılan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında resmi olarak son kez forma giydi. Ardından Fenerbahçe’nin milli takımda forma giyen şöhretlerle yaptığı jübile maçıyla futbol hayatını noktaladı.


*   Halit Kıvanç, Futbol Bir Aşk, s. 196.
** Futbol Bir Aşk, s. 251