28 Şubat 2015 Cumartesi

Ali Soydan - Galatasaraylı Küçük Ali

Futbolla yoğun mesai içindeki bir ailenin ferdiydi. Gençliğinde futbol oynayan babası Arif Bey Galatasaray kulübünün divan kurulu üyesiydi. O yüzden oğulları da, babadan dayak yeme korkusu olmadan özgürce futbol oynamıştı. Küçük kardeşi Selim, Beşiktaş’ta parladıktan sonra Fenerbahçe’ye geçmiş ve asıl ününü burada yapmıştı. Onunla aynı yıllarda sahalarda top koşturan rakipleri ondan söz açıldığı vakit iki özelliğini vurguluyordu: birincisi sol ayağı iyi olan teknik bir futbolcu, ikincisi son derece beyefendi ve mütevazı bir insan olmasıydı. Nitekim telefonla ilk kez görüşüp maksadımızı açıkladığımızda, “Aman efendim, benim öyle yazılacak önemli bir futbol hayatım yok,” diyerek bu özelliğini ortaya koymuştu. Biraz dil dökerek sonunda Ali Soydan’ı görüşmeye ikna ettik. İşte onun anlatımıyla çocukluk yılları:


“10 Ocak 1933 İstanbul doğumluyum. Babam da Galatasaray kulübünde futbol oynamış ve idarecilik yapmış bir insandı. Hayvan ticaretiyle uğraşırdı. Sonradan dükkân açmıştı, Teşvikiye’de dükkânımız vardı. Bizim kuşağımız tenis toplarıyla oynayarak yetişti. Tenis toplarıyla mektepte top oynardık. Ben Şişli Terakki’de okuyordum. Orada top oynamak yasaktı ama dinlemezdik. Ufak bir saha vardı, orada teneffüslerde oynardık. Okul dışında mahallede de top oynardık. Teşvikiye’den Beşiktaş’a doğru giden caddede, şimdi İTÜ’nün garajı olarak kullanılan yer eskiden mezarlıktı. Fakat mezarlık kapatılmıştı, artık cenazeler gömülmüyordu. Taşların bazıları kalmış, bazıları dağılmıştı. Orada top oynadığımız boş bir alan vardı, kimi yeri daha geniş, kimi yeri daha dar. Taşlardan kale yapardık. Orada alıştık top oynamaya. İki takım kurmuştuk, birinin adı Hortlakspor’du. Aramızda para toplayıp top alırdık. Eski toplar şimdiki gibi değildi, yukarıdan bağlamalı filandı. Ufak yerde oynamanın faydası, çok güzel pas vermeyi öğreniyorsun. Bir de top bazen yamaçtan aşağı kaçardı. O zaman topu gidip kendin almak zorundasın, ceza olarak. O yüzden çok dikkatli oynardık. Tekniğimiz o sayede gelişmişti. Büyük sahaya geçtiğimiz zaman daha rahat oynuyorduk. Küçük sahada alıştığımız için ayağımızla istediğimiz yere atabiliyorduk topu. Küçük saha o melekeyi kazandırdı bize.” 
 
Genç takımlar arasında yapılan turnuvayı kazanan Galatasaray
gençleri kupayla beraber stüdyoya gidip bu hatıra fotoğrafını
çektirmişler. Ali Soydan ön sırada sağdan ikinci oyuncu.
Orta sırada sol baştaki takım elbiseli zat Mr. Lockhead. Sağ
baştaki beyefendi Selahattin Buda. Arka sırada sağ baştaki
oyuncu Günay Kayarlar.
                                                            (Günay Kayarlar albümü)
“Babam top oynamama kızmazdı. Bilakis beni daha dokuz-on yaşımdayken elimden tutarak Galatasaray kulübüne götürdü. Biz üç kardeştik. Benim büyüğüm sadece mahalle arasında top oynamıştı. Sonra bankacı oldu. Selim benden yedi buçuk yaş küçüktür. O da biliyorsunuz futbolcu oldu. Ben babamın teşvikiyle küçük yaşlarda Galatasaray genç takımına girdim. Kulübe ilk gittiğimde genç takımla eski futbolcu Selahattin Buda meşgul oluyordu. Daha sonra Lockhead isminde bir İngiliz antrenör geldi. Selahattin Bey ile birlikte çalıştırdılar takımı. O zaman Galatasaray genç takıma ehemmiyet veriyordu. Aslında o yıllarda her takım ehemmiyet vermeye başlamıştı genç takımlarına.”

Şeref Stadında yapılan bir Galatasaray-Beyoğluspor maçında.
“Genç takıma giderken bir yandan da Şişli Terakki Lisesinde okudum. İlk defa bizim zamanımızda okuma süresi on iki seneye yükseltildi. İstanbul vali muavini Galatasaray’da idareciydi. Mektebe telefon edip izin alıyordu benim için. Bizim de hoşumuza gidiyordu o gençlik yıllarında bu durum. Telefon geldiği zaman müdür ya da müdür muavini sınıfa gelir, ‘527 nolu Ali Soydan, izin veriyoruz ama bir daha olmasın lütfen,’ deyip takıma gönderirlerdi beni. O zaman Adana’ya gittik, İzmir’e gittik. Dostluk maçları yapılıyordu.  Yabancı takımlar gelirdi Avusturya’dan filan özel maçlar yapmak için. Sağ bek Sarı Naci, sol bek Fazıl Abi, Muzaffer Abi, sağ tarafta Muhtar Abi gibi takımın eskileriyle birlikte yabancı takımlara karşı oynadım. Ben çocuk gibiydim. Oynayıp yetişeyim diye 15-20 dakika sokuyorlardı oyuna.”

1952'de Adana'da yapılan Türkiye amatör futbol birinciliğinde şampiyon olan
Galatasaray takımı (soldan): Ali Soydan, Ali Beratlıgil, İsfendiyar,
Bülent Kayarlar, Suat, Bülent Varol, Coşkun, Turgay.
Ali Soydan Galatasaray A takımı formasını resmi maçlarda ilk kez 1951-52 sezonunda giymeye başlamış. A takıma nasıl girdiğini şöyle anlatıyor: “Ben genç takımdan sonra B takımına girdim. Bir Cumartesi günü Fenerbahçe ile eski tahta tribünlü statta bir maç yaptık. Ben de peş peşe iki tane gol atmıştım o maçta. Sol insayd (sol iç) oynuyordum ama sağ tarafa kaçarak atmıştım golleri. Fener’de sağ bek oynayan Donanma Kamil vardı, o da oynuyordu o maçta. Bizim yöneticiler o akşam toplanmışlar, ertesi günkü A takım maçında beni oynatmaya karar vermişler. Bana kararı bildirdiler, heyecanlanma, her şey yolunda gidecek filan dediler. Genç takımda sol insayd oynuyordum, A takımda sol açık da oynadım. Gündüz Abi’nin futbolculuğunun son zamanlarıydı. Onunla birlikte, ayrıca Muzaffer Abi ve Naci Abi ile birlikte oynadım. Hiç unutmam, bir Emniyet maçında ben sol açık oynuyordum, Gündüz Abi santrfordu. Sağ açıkta İsfendiyar oynuyordu. Deniz tarafındaki kaleye sağ taraftan bir korner atacaktık. Gündüz Abi yanıma geldi, ‘Merak etme, dikkat et, beni takip et,’ dedi. Benim ayaklarım titriyordu tabii. Korner atıldı. Oyuncular kafaya çıktılar. Gündüz Abi kafa vurmadı gelen topa, eğdi kafasını. Ben bir vole vurdum topa, havaya dikildi top. Geldi okşadı beni, ‘Bir dahaki sefere, hiç merak etme,’ dedi."

Ali Soydan (sağ başta), Candemir Berkman
ve Güngör Okay ile birlikte.
Ali Soydan için Galatasaray’daki ilk yıllarında önemli bir olay genç milli takıma seçilmesiydi. 1954’te Almanya’da dünya dördüncüsü olan takımın önemli oyuncularından biriydi: “Önce İstanbul genç karmasına seçildim. Ardından genç milli takıma girdim. Almanya’ya gittik. Adalet’te oynayan Küçük Erol, sol bek Nihat, Şeref Has, İzmirli Orhan, kaleci Varol, Altaylı Coşkun o zaman takımdaydı. Metin vardı. Cihat Arman antrenörümüzdü. O turnuvada dördüncü olduk. Metin Galatasaray’a gelmeden önce Gündüz Abi ve yöneticiler bizlere onu alalım mı almayalım mı diye sordular. Biz onunla genç milli takımda beraber oynadığımız için fikrimizi aldılar. Biz de yüzde yüz alınması lazım, çok iyi futbolcu dedik.”

Genç milli takım 1954'te Almanya düzenlenen şampiyonaya gitmeden önce. Ayaktakiler (soldan): Ahmet Deniz,
Aydın Milli, Necdet Elmasoğlu, Tayyar Cavcav, Nihat Çapalar, Erol Topoyan, Ali Soydan, Metin Oktay,
Varol Ürkmez, Erdoğan Gürhan. Oturanlar: Yıldırak Daş, Ergun Ercins, Güngör Tetik, Coşkun Dağlıoğlu,
Şeref Has, Yüksel Alkan, Orhan Erkmen, Güngör Salman.
Galatasaray A takımına Ali Beratlıgil ile aynı sezonda girince otomatikman Küçük Ali denilmiş Ali Soydan’a: “Ali Beratlıgil benden biraz daha büyüktü yaşça. Kamil Altan’la ve Ali’yle iyi arkadaştık. Metin’den önce o santrfor oynardı. Metin geldikten sonra Bursa’ya Merinos’la maç yapmaya gitmiştik. Ali henüz santrfor oynamaya devam ediyordu. Bir pozisyonda Metin bizim sahadan topu alıyor, santrayı geçiyor, çalım atıyor. On sekize yaklaştığında Ali orada, pas istiyor. Hiç oralı olmuyor Metin, bir vuruyor topa. Kaleci ellerini kaldırmasına rağmen üstten geçiyor top ve gol oluyor. Bir-iki-üç, Ali biraz kırılır gibi oldu ama Metin golleri atıyordu. Belki pas vermesi daha doğru olurdu ama çok kendine itimadı olan, aynı şekilde kafaya çok iyi çıkan bir oyuncuydu ve çok da efendi bir adamdı Metin. Ali’yi de idare heyeti harcamadı, onu geriye çektiler. Metin ondan sonra aldı, bir daha da bırakmadı. Bize anlattığına göre İzmir’deyken Vahap Özaltay ile çalışıyormuş. Vahap mesela sol tarafa geçip ona sürekli top ortalıyormuş ve gelen topa bekletmeden vole vurması üzerine çalıştırıyormuş. Sağdan sola, soldan sağa, öyle hazırlamış kendini Metin. Sezgisi ve vuruşları çok iyiydi. Gol olmasa da yüzde yüz kaleyi tutardı.”

Üç yakın arkadaş (soldan): Kamil Altan,
Ali Beratlıgil, Ali Soydan.
Galatasaray birinci takımında henüz dördüncü sezonunu geçirirken o zamanlar futbolcuların korkulu rüyası olan dış menisküs sakatlığı yaşamış Ali Soydan: “1954-55 sezonunda Galatasaray şampiyon olduğunda ben yarım sezon kadar oynadım, sonra sakatlandım. Menisküs oldum. Şeref Stadında bir hazırlık maçı oynuyorduk. Arkadan bir çelme taktılar bana, sağ tarafıma düştüm. Yerde bir taş varmış. O taş sağ dizime battı. Nasıl canım yandı ama anlatamam. Adaleler daha sıcak olduğu için maçın sonuna kadar oynadım. İşte o zaman sakatlanmıştım. Kıkırdaklar yırtılmıştı. Bir iç menisküs, bir de dış menisküs sakatlığı vardı. Ben dış menisküsten sakatlanmıştım, o daha fenaydı. Rahmetli Reha Abi (Eken) ameliyat olmak için İtalya’ya giden ilk oyuncuydu. Lakava diye bir doktor ameliyat etmişti onu. Beni de sağ olsunlar, kulüp oraya gönderdi. Fakat ben şanssızdım, ameliyat olmama rağmen tam düzelemedim. Devamlı sakatlık yaşadım. Menisküs ameliyatını burada da yapıyorlardı ama çok ağır geçiyordu. Üç ay- dört ay hiç topa ayağını vuramıyordun, hatta sezonu kapatıyordun. Sakatlanan yeri görebilmek için dizi olduğu gibi açıyorlardı. Oradaysa Lakava yalnız o ameliyatı yapıyordu ve ufak bir kısmı açıyordu. Ben İtalya’ya gittiğimde o da ameliyat için Rusya’ya gitmiş. On gün bekledim. Sonra geldi, beni ameliyat etti. Yara kapanana kadar orada istirahat ettim. Roma’da Lazio kulübünün bir masörü vardı, ona teslim etti beni. Benim işim bitti, ben vazifemi yaptım dedi ve masöre teslim etti.”

Bir Galatasaray-Beşiktaş maçında Eşref'le mücadelede.
Arkada Vedii Tosuncuk görülüyor.
“Roma’da kaldığım süre boyunca orada okuyan Türk çocukların pansiyonunda kaldım. Ayağım açıldığı zaman çocuklar ağlamıştı. Hiç adale kalmamış, bacağım incelmişti. Çocuklar bana tercümanlık da yaptılar. Masör hiç merak etmeyin, bu ayağı yirmi günde eski haline getiririm demiş. Nitekim adaleler oluşmaya başladığı zaman masaja gelen futbolculara bacağımı gösterip ‘Bakın, bakın,’ diyordu. Sonra doktor bana, ‘Hemen oynamayacaksın, lastik ayakkabı katiyen giyme, çamurlu sahaya çıkma, lastik ayakkabı giyip kapalı salonda antrenman yapma,’ diye nasihatler verdi.”

“İstanbul’a döndüm. O zaman oyuncu kıt tabii. Necmi Abi – Torik Necmi sol bek oynardı, ben yokken sol açık oynatmışlar. Ben dönünce, ‘Derhal hazırlan’ dediler. Yapmayın etmeyin dedimse de dinletemedim, oynamaya mecbur kaldım. Hiç unutmuyorum bir Fener maçı oynamıştık. Birinci maçta 3-1 yenmiştik. İkinci devredeki maçta kadroya aldılar beni. Yeşilköy’de Deniz Park otelinde kampa girmiştik. Antrenman filan yapıyorduk, Gündüz Abi çalıştırıyordu o zaman bizi. Lastik ayakkabıyla çalışıyorduk. Sahanın bir kısmı çamurluydu. Gece yağmur yağmış, su yok ama zemin yumuşamış iyice. Oraya top atıldı. Çok iyi hissediyordum kendimi. Oraya bir top atıldı. Koştum gittim, topu istop ederken hafif döndüm hakim olmak için, bir ağrı girdi ayağıma. Eyvah dedim ama hemen çıkamadım tabii. Bir müddet sonra Gündüz Abi’den müsaade istedim. Odaya gittim, ayağım davul gibi şişmiş. Ertesi gün Cumartesi’ydi, maç Pazar günüydü. Cumartesi günü kalkınca kampı terk ettim, eve geldim. Gündüz Abi bir idareciyle eve geldi. Babamla konuştular, sonra benle konuştular. ‘Merak etme, bir şey olmaz,’ dediler. ‘Çıkayım ama bir şey yapamam,’ dedim.  Babam beni aldı karşısına, ‘Bak Galatasaray kulübü sana dünya kadar masraf etti,’ diye konuştu. Bir aydan fazla kalmıştım Roma’da. Babam da beni dinlemedi. Sonunda çıktım sahaya ama koşmamın imkânı yoktu. O maçta da 2-0 mağlup olduk. Ondan sonra benim ayağım bir daha eskisi gibi olmadı.”

Hayat dergisi 1959 yılında İstanbul Liginde
yer alan on takımın en centilmen futbolcusunu
seçmişti. Beyoğluspor'un en centilmen
futbolcusu olarak Ali Soydan seçildi.
“Masör Yorgo Tagar bana sürekli masaj ve parafin tedavisi yapıyordu. O zaman dizimdeki şişlik iniyordu. Haftada iki gün antrenman vardı, bir Salı bir de Perşembe günleri. Diğer günler istirahat ediyordum. Böyle beni her maça hazırlıyorlardı ama oynamaya başlayınca, on beş – yirmi dakika sonra diz yine şişiyordu. Sahalarda felaketti o zaman, çamur deryasıydı. Ayakkabılara çiviler batardı. Her şey kötüydü. Bu şartlarda Galatasaray kulübünden ayrılmak için müsaade istedim. Bülent Abi (Eken) Beyoğluspor’da antrenörlük yapıyordu. Beni oraya aldı. İki sezon Beyoğluspor’da oynadım. O zaman takımda Sofyanidis vardı sağaçık, daha sonra AEK’e gitti. İyi oyuncuydu.”

Şeref Stadında yapılan bir Beyoğluspor idmanı. Ali Soydan sol başta.
En arkada görülen oyuncu Aleko Sofyanidis.
İki sezon Beyoğluspor forması giydikten sonra 1959-60 sezonunda ezeli rakip Fenerbahçe’ye transfer olmuş Ali Soydan. “Büyük Fikret alınmamı tavsiye etmiş sanıyorum. Şeref Has ile genç milli takımdan arkadaştık. Fenerbahçe’de yabancılık yaşamadım. Avni Kalkavan da sevdiğim bir arkadaşımdı. Kaleci Şükrü, Basri, Naci, Yüksel, Mikro Mustafa, Lefter, Can gibi ünlü isimler vardı o zaman takımda. Sezon başındaki hazırlık maçlarında yer aldım. Fena da oynamıyordum. Fakat lig maçlarında fazla oynama şansı bulamadım. İkinci devre başlarken bir para sorunu çıktı ortaya. Beni alırken belli bir miktar verileceği söylenmişti fakat onu vermediler. Ben de ondan sonra antrenmanları bıraktım. Yani aslında yarım sezon oynadım Fenerbahçe’de.”

Fenerbahçeli takım arkadaşlarıyla beraber (soldan): Necdet Çoruh, Avni
Kalkavan, Ali Soydan, Niyazi Tamakan, (Mikro) Mustafa Güven.
Ali Soydan’ın Fenerbahçe’den sonraki durağı o zaman büyük bir hamle yapan Karagümrük kulübü olmuş. 1960-61 sezonundan itibaren kırmızı-siyahlı formayı giymiş. Tarık Kutver, Aydın Yelken, Orhan Erkmen, Nihat Çapalar, Doğan Sel, Recep Adanır gibi isimlerle birlikte top koşturmuş. Karagümrük’te üç sezon geçirmiş. Kulübün birinci ligden düştüğü 1962-63 sezonu onun da son sezonu olmuş. “Fakat Karagümrük son kulübüm değil. Futbol ve dükkân yüzünden askere epey geç gittim. Askerliğimi Konya’da yaptım. O yüzden son kulübüm Konya’daki bir kulüptür, orada hiç oynamadım aslında ama antrenmanlara çıkıyordum.”

Karagümrük 1960-61. Ayaktakiler: Ali Soydan, Gökçen, Tuncay, Doğan, Nedim, Özcan.
Oturanlar: Kadri Kartal, Tarık, Nihat, Sümer, Bilgin.
Yazının başında Ali Soydan’ın centilmenliğinden bahsetmiştik. Onun bu konuda anlattığı bir anısıyla yazıya noktayı koyalım: “Selim Fenerbahçe’de oynarken ben Karagümrük’te oynuyordum. Bütün Fenerbahçeli oyuncuları tanıyordum. O zaman arkadaşlıklar daha iyiydi, çok daha başkaydı. Dolmabahçe’de oynuyorduk. Bir top atıldı ileri doğru. Basri’yle kafaya çıktık. O yere düştü. Bir düdük çaldı, hakem benim faul yaptığıma karar verdi. Hakem koşarak yanımıza geldi, beni ihraç etti. Ben o güne dek hiç oyundan atılmamıştım. Basri yerden kalktı, hakeme itiraz etti. ‘Ne yapıyorsun? Çocuk bir şey yapmadı,’ dedi. Selim geldi yanımıza, ‘Ne oldu?’ diye. Onlar benden çok üzüldüler. Oyundan ihraç edilen oyuncu ceza heyetine sevk edilmese bile bir hafta otomatikman oynamazdı. O zaman Orhan Şeref Apak federasyon başkanıydı, beni affetti.”



Tayyar Cavcav, Ergun Ercins ve Ali Soydan Beyoğlu
Hasnun Galip Sokaktaki kulüp binası önünde.

Bir Galatasaray-Adalet maçı. Ali Soydan 11
numaralı oyuncu. Tam ortada Fenerbahçe'den
Adalet'e gelen Erol Keskin görülüyor.




21 Şubat 2015 Cumartesi

Orhan Erkmen - Yıldız Kralı Bir Sağ Haf

Futbol tarihimizin sessiz tanıkları vardır. Bunlar genç yaşta üst düzey takımlarda oynamış, hatta bir kısmı milli formayı da giymiştir. Lakin futbolcuların bugünkü gibi çok yüksek paralar kazanamadığı devirlerde geleceklerini güvence altına almak için sessiz sedasız sahneden çekilip hayat mücadelesine atılmışlardır. Karşıyaka’da parlayan, genç milli takımla dünya şampiyonasına katılan Orhan Erkmen de bu sessiz tanıklardan biri. Karşıyaka’dan önce Fenerbahçe’ye transfer oldu, ardından yıldızları kadrosunda toplayan Karagümrük’e geçti ve genç yaşta futbolu bırakarak iş hayatına atıldı. Uzun süre İstanbul’da çalıştıktan sonra İzmir’e dönen Orhan Erkmen, kendisiyle görüştüğümüz Karşıyaka kulübünde futbolculuk günlerini anlattı.


“18 Şubat 1933 Rodos doğumluyum. Beş yaşındayken İzmir’e geldik. Evimiz Alaybey’deydi. Çocukluğum burada geçti. Asım liglerinde top oynamaya başladım. Benim kulübüm Üçok’tu. Asım ligleri Karşıyaka, Alaybey, Bostanlı gibi semtlerden özellikle gençlerin oynadığı mahalle takımlarının yer aldığı bir ligdi. Karşıyaka kulübünün doğal oyuncu kaynağıydı bu lig. Burada yapılan maçlarda sivrilen gençler takıma alınırdı." 

Asım Liginde yer alan Üçok takımı. Orhan Erkmen sol başta oturan oyuncu.
"Karşıyaka Lisesinde okumaya başlayınca okul takımına girdim. Karşıyaka Lisesi takımıyla 1952'de Asım Ligi şampiyonu olduk. Bu takımın birçok oyuncusu Karşıyaka takımına girdi. Ben de 1952-53 sezonundan itibaren Karşıyaka birinci takımına alındım.  1954’te henüz Karşıyaka Lisesinde talebeyken genç milli takıma seçildim ve Almanya’da yapılan dünya kupasına katıldım.”


1954’te Almanya’da düzenlenen dünya şampiyonasına katılan genç milli takımda geleceğin yıldızları forma giyiyordu. Beşiktaşlı Varol, Adaletli Nihat ve Erol Topoyan, Galatasaraylı Tayyar Cavcav ve Küçük Ali (Soydan), Altaylı Coşkun, gelecekte Fenerbahçe’de parlayacak olan Beyoğlusporlu Şeref ve yine Galatasaray’da parlayacak olan Eskişehir Şekersporlu Ergun ile Yün Mensucatlı Metin Oktay bu takımda yer alıyordu. Orhan Erkmen de Karşıyaka’dan arkadaşı Erdoğan Gürhan ile birlikte bu kadroya girmişti. Grubunu birinci bitiren takım yarı finalde ev sahibi Batı Almanya’ya, üçüncülük maçında Arjantin’e yenilerek dünya dördüncülüğünü kazanmıştı.

1954 Dünya gençler şampiyonasından dönen Orhan Erkmen Karşıyaka
Lisesi 4-A sınıfındaki arkadaşları tarafından çiçekle karşılanmış.
“Karşıyaka Lisesini bitirdikten sonra o zamanki adıyla İzmir Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okuluna girdim. Bu okul daha sonra İktisadi İdari Bilimler Fakültesi haline geldi. 1956’ya kadar Karşıyaka’da oynadım. Dört sezon Karşıyaka formasıyla İzmir mahalli liginde mücadele ettim. Bu arada birkaç kez İzmir karmasına seçildim. 1956 yazında Fenerbahçe’ye gittim. Fenerbahçe’nin İzmir’de kaleci Hüsnü diye bir temsilcisi vardı. Yaşça Cihat’tan daha büyüktü. O burada futbolcu seçer, kulübe tavsiye ederdi. Tahir Abi bizim başkandı. Bir gün Fenerbahçe’nin menajeri Ahmet Erol ve Hüsnü’yle beraber eve geldiler. ‘Orhan hadi kalk İstanbul’a gidiyoruz,’ dediler. Valide bunu duyunca başladı ağlamaya, ‘Ben sensiz ne yaparım,’ diye. Babamı on yaşımdayken kaybetmiştim. İki kardeştik biz, Atilla benden küçüktü. O da Karşıyaka’da kalecilik yaptı. Valide ikimizi de düşkündü. Gelenlere ‘siz şimdi gidin ben bir hafta onu oyalarım,’ dedim. Sonunda annem ikna oldu.”

Karşıyaka'nın 1954-55 kadrosu. Ayaktakiler: Baba Cevat, Mete, Erdoğan, Orhan, Özcan, Nusret.
Oturanlar: Arnavut Kemal, Şele Yılmaz, Puşkaş Ergun, Gökhan, Nedret.
Aslında o sezon Orhan Erkmen’i gözüne ilk kestiren İstanbul kulübü Fenerbahçe değil Galatasaray’mış. Bu konuda şunları söylüyor: “Genç milli takımla dünya şampiyonasında başarılı olunca A milli takım aday kadrosuna çağrılmıştım. Fransa’yla maç yapılacaktı. Aday kadroya katılmak üzere İstanbul’a gittim. O sırada Galatasaray beni istemişti, hatta hazırlık maçını Galatasaray eşofmanıyla izlerken çekilmiş resimlerim gazetelerde çıktı. Galatasaray'da idmana da çıktım fakat Karşıyaka kulübü beni vermedi.”

                            (Milliyet)
Böylece Orhan Erkmen 1956-57 sezonunda Puşkaş Ergun ile birlikte Fenerbahçeli olmuştu. Bu transferden eline geçeni sorduğumuzda şöyle anlatıyor: “Fener’e gideceğim zaman Tahir Abi kulüple 9.000 liraya anlaştı. 6.000 lirasını Karşıyaka aldı, 3.000 lirasını ben aldım. O 6.000 lira Karşıyaka kulübünün altı aylık bütçesiydi o zaman. Bir de hasılatı Karşıyaka’ya kalmak üzere İzmir’de bir maç yapılmıştı.”

Can Bartu, Orhan Erkmen, Ergun Öztuna

Fenerbahçe’de iki sezon geçiren Orhan Erkmen, ilk sezonunda Lefter’li, Can’lı, Naci’li, Basri’li, kaleci Şükrü’lü kadroyla İstanbul Profesyonel Liginde şampiyonluk yaşamış. Galatasaray’la nefes nefese geçen şampiyonluk yarışı ezeli rakibe karşı son maçta elde edilen 3-0’lık galibiyetle neticelenmiş. İlk geldiği zaman kulübün Moda’da tuttuğu eve yerleşmiş. Şükrü ve Basri’yle birlikte beş sene bu evde oturmuş.

1956-57 İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonu Fenerbahçe. Ayaktakiler: Turhan, Nedim Günar, Niyazi, Şirzat, Lefter, Şeref,
Basri, Avni, Can Bartu, Necdet. Oturanlar: Ergun, Selahattin, Orhan, Şükrü Ersoy, Seracettin, Naci.
1956 yazında Fenerbahçe’ye yeni geldiği sırada takımla birlikte Fransa, Hollanda ve Almanya’ya yapılan Avrupa turnesine katılmış. “Paris’te gece maçı yapmıştık. Plastik topla oynadık maçı. Öyle zor ki o topla oynamak. Vuruyorsun uçuyor, yavaş vuruyorsun gitmiyor. Plastik top, çimen saha ve gece maçı, bunların hiçbirine alışık değildik.” Turneye katılacak takımın fotoğrafında yöneticileri görüp sorduğumuzda Fenerbahçe’de oynadığı sırada başkanlığı DP milletvekili Agah Erozan’ın yaptığını ama daha çok Ankara’da bulunduğu için işleri Büyük Fikret’in yönettiğini söylüyor.


1957-58 sezonunda da Fenerbahçe formasıyla mücadele etmiş Orhan Erkmen ama takım bu kez Galatasaray’ın ardında ligi ikinci sırada bitirmiş. O sezon unutamadığı maçlardan biri 30 Mart 1958’de Ankara’da Galatasaray ile oynadıkları Başvekil Kupası. O maçı şöyle hatırlıyor: “Maç 1-1 berabere sona erince uzatmaya gidilmedi. Tekrar oynansın diyenler oldu ama sonunda kupanın ortadan ikiye kesilmesine karar verildi. Başbakan Adnan Menderes kupayı takım kaptanları Turgay ve Naci’ye verdi.”

Başvekil Kupası maçından sonra Fenerbahçe ve Galatasaraylı futbolcular başbakan Adnan Menderes ile.
1958-59 sezonunda İstanbul’un yükselişe geçen bir takımında, Karagümrük’te bulmuş kendini Orhan Erkmen: “Karagümrük 1958’de İstanbul Profesyonel Ligine terfi etmişti. O zaman büyük bir transfer hamlesine kalkıştılar. Kadri’yle aynı sezon Karagümrük’e geldik. Başkan İbrahim Sevin İzmirliydi. Burada mensucat fabrikası vardı fakat kendisi İstanbul’da yaşıyordu zira büyük müşterileri hep İstanbul’daydı. Orada da işyeri vardı. Fahri Somer de o zaman kulübün umumi kaptanıydı. Kadri Aytaç o zaman 57.000 lira almıştı ki Türkiye’de rekordu o zaman. Ben de 37.000 lira aldım. O parayla Suadiye’de oturduğum evi almıştım. Suadiye plajına çok yakındı ev. Buraya döneceğim zaman o evi sattım, parasıyla burada iki tane ev aldım. Yani Karagümrük’ten iyi para kazandık o zaman.”

Karagümrük başkanı İbrahim Sevin'in Orhan Erkmen'le yaptığı transfer
görüşmesi Milliyet'ten Sami Önemli'nin objektifine yakalanmış. Doğma
büyüme Karagümrüklü Fenerbahçe kaptanı Naci Erdem de görüşmede.
Daha önce Adalet’te birlikte çalışan antrenör Halil Yazıcı ve umumi kaptan Fahri Somer, orada kurdukları yıldızlara dayalı sistemi Karagümrük’te de uygulamışlardı. Galatasaray’dan Kadri Aytaç, Fenerbahçe’den Orhan Erkmen ve Turhan Bayraktutan, Beşiktaş’tan Fahrettin Cansever, Adalet’ten Gökçen Dinçer, Ankara Güneşspor’dan Zekai Selli gibi tecrübeli isimlerin yanı sıra Tarık Kutver ve Aydın Yelken gibi ilk büyük takım tecrübesini yaşayan gençlerle herkesin merakını çeken bir ekip ortaya çıkmıştı. Nitekim Karagümrük 1958-59 sezonunu (ki Profesyonel İstanbul Liginin son sezonuydu) Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ardından üçüncü bitirdi. Burada en dikkat çekici sonuç Beşiktaş’ı 2-0 yenmesiydi. Bu maçı Orhan Erkmen şöyle hatırlıyor: “Beşiktaş’ı yenip lig üçüncüsü olduğumuz maçtan önce ben grip olmuştum. Kadri’nin de koltuğunun altında çıban çıkmış, ameliyat olmuştu. İkimiz de o halde maça çıktık ve üçer yıldız aldık.”

1958-59 İstanbul Profesyonel Ligi üçüncüsü Karagümrük takımı. Ayaktakiler: Kadri Aytaç, Gökçen Dinçer, Orhan Erkmen,
Turhan Bayraktutan, Zekai Selli, Tarık Kutver. Oturanlar: Kadri Kartal, Aydın Yelken, Sümer Yüzer,
Fahrettin Cansever, Gazanfer Utkan.
1958-59 sezonu aynı zamanda Orhan Erkmen’in futbolunun zirvesine çıktığı dönem olmuş. Milliyet gazetesinin düzenlediği yarışmada en çok puanı toplayarak ligin yıldız kralı seçilmiş. Milli Lig başladıktan sonra Akşam gazetesinin yaptığı mevkilerinin en iyi oyuncuları tasnifinde de sağ haflar arasında birinciliği almış. Bu vesileyle oynadığı mevkileri sorduğumuz zaman şöyle cevap veriyor: “Asıl mevkim sağ haftı ama iki ayaklı olduğum için sol açık bile oynadım. Yeri geldi, sağ bek ve sol bek de oynadım. Fakat en çok oynadığım mevki sağ haftı.”




 Yerel liglerin sona ermesinin hemen ardından başlayan Milli Ligin ilk sezonunda grubunu orta sıralarda bitirmiş Karagümrük (Ligin Şubat’ta başlaması nedeniyle takımlar iki gruba ayrılmıştı). 1959-60 sezonundaysa dikkat çekici sonuçlar almaya devam etmiş. Fenerbahçe’yi ligin ilk yarısında 2-0 yenerken ikinci yarıdaki maçta 3-3 berabere kalmış. Galatasaray’ı 1-0 yenmiş. Milli Ligdeki yolculuğu beş sezon süren Karagümrük 1962-63 sezonunda küme düşerken Orhan Erkmen de futbola nokta koymuş.

Bir Karagümrük idmanında Kadri Aytaç ile birlikte.
“1963’e kadar Karagümrük’te oynadıktan sonra futbolu bıraktım. Yedek subaylığımı yaptım. Tuzla’da öğrenciydim. Kurada Urfa Akçale seyyar jandarma görevini çektim. Kurayı çekince bütün Urfalılar etrafımı sardı memleketine gitmek için. Okul komutanı hasta Fenerbahçeliydi. Beni spor subayı olarak okulda bırakacak dedim. Böylece Tuzla’da tamamladım yedek subaylığımı. Evim Suadiye’de, Bağdat Caddesi’ndeydi. Servisle okula gidip geliyordum. Daha sonra Pirelli şirketine girdim müfettiş olarak ve yirmi beş sene İstanbul’da çalıştım. Daha sonra İzmir’e depo yaptılar, o zaman buraya geldim.”

Orhan Erkmen 1956'da oynanan bir Altay-Karşıyaka maçında Akın Barhan'ın
koruduğu Altay kalesine gol atıyor. Arkada Kamuran onları izliyor.
Arka planda Alsancak Stadının o yıllardaki anıtsal giriş kapısı görülüyor.

Karşıyakalı futbolcular sahilde bir gezintide. Soldan dördüncü kaptan Lemi Yerli.
1955'te Fransa maçı için toplanan A milli aday kadrosu bir hazırlık maçında. Ayaktakiler: Beton Mustafa, Yüksel,
Orhan, Altaylı Coşkun, Ekerbiçer, Turgay. Oturanlar: Karşıyakalı Sabahattin, Lefter, Nazmi, Naci, Recep Adanır.
Fenerbahçeli Basri, Naci ve Doktor Reşat Dermanver ile.
Karagümrük Fenerbahçe'yi 2-0 yendiği maça çıkarken.

İzmir’e döndükten sonra tekrar Karşıyaka’ya yerleşen Orhan Erkmen ilk kulübüyle de bağlarını koparmamış. Hemen her gün arkadaşlarıyla Karşıyaka kulübünde buluşup eski günleri yad ediyorlar.

   


15 Şubat 2015 Pazar

Doğan Akı - Altay'a Dönen Yiğit

İzmir’de parlayan Aydınlı futbolcular kuşağının temsilcilerinden biri de Doğan Akı. İzmir Liginin son yıllarında Altay’da oynadıktan sonra Milli Ligin ilk yıllarını Beşiktaş’ta geçirdi. İlk kez lig şampiyonluğu kazanan Beşiktaş kadrosunda yer alarak tarihe geçti. İki sezon Beşiktaş, dört sezon İzmirspor ve bir sezon Karşıyaka forması giymesine rağmen futbol camiasında Altaylı Doğan olarak biliniyor. Nitekim futbolu burada bıraktıktan sonra antrenörlük hayatına da yine Altay’da başladı. İşte Doğan Akı’nın hayat hikâyesi:


“1936’da Nazilli’de doğdum. Dedem Nazilli’nin en eski sakinlerindendi. Ben ayrılırken nüfus 17 bindi, şimdi 200 bin oldu. Aydın’dan büyüktür Nazilli ama aralarındaki mesafe yakın olduğu için il olamadı. Şimdi Nazilli şehir stadının bulunduğu çok büyük bir arazimiz vardı, içinden çay geçerdi. Dedem usulen 10 paraya Beden Terbiyesi’ne hibe etmiş o araziyi. Bizim evimiz de stadyumun arkasındaydı. Duvarlar yüksek değildi, atlayıp içeriye giriyorduk. Akşama kadar on tane takım gelirdi, hep maç yapardık. Yalınayak oynardık, ayaklarıma dikenler batardı. Yedi yaşından itibaren sahalardan ayrılmadım. Top oynadığım için başım dertten kurtulmadı. İlkokul son sınıfa geçerken yaz tatiline girdik. Top oynarken öğretmenim gördü – ki seneler sonra Altay’ı Nazilli’ye getirmem için mektup yazmıştı. O eski kocaman kapı anahtarları vardır ya, kulağımı onun deliğine sokup kıvırdı. Eve kadar belki bir kilometre mesafe vardı, o vaziyette eve götürdü beni top oynadım diye. Yıllar sonra öğretmenime iyilik yapayım diye istikbalimle oynadım.”


“Nazilli’nin iki tane esas takımı vardı, biri Menderes, diğeri Sümerbank fabrikasının takımı Sümerspor. Ben on beş yaşındayken siyah-beyaz formalı Menderes takımında oynuyordum. Sümerspor İzmir’den filan oyuncu getirirdi. O zaman çalışanların saat ücreti 33 kuruştu. Futbolculara 66 kuruş ödenirdi. Onlar çalışmazdı, hepsi orada yatardı. Dışarıdan yerli olan bir ben vardım. On altı yaşında Sümerspor’a geçtim. Elime ayda 90 lira net para geçiyordu.”

“Sekiz ay İstanbul’da okumuşluğum var. Cihat Arman Beşiktaş’tayken idmanlara çıktım. Üçer tane penaltı attık, siz gidin biz sizi çağıracağız dediler. Varol’u ilk orada gördüm. Genç milli takımla dünya şampiyonasından gelmiş, omuzlara aldılar. Sonra trenle Nazilli’ye döndüm. Garda indiğimde, ‘Altay şehrimizde’ diye ilanlar asılmış. Çarşamba gelmiştim, Pazar günü maç vardı. Sekiz ay idman yapmamıştım. O maçta Bayram Dinsel’i tuttum ve adım attırmadım. Biz 3-0 galip durumdaydık, hakem üç penaltı verdi ayıp olmasın diye. Maç 3-3 bitti. Benim adresimi aldılar. O maçtan bir hafta sonra, gece saat 12 civarı postacı babamın ismini bağırıyor, ‘Ali Bey!’ diye. Kapıya çıktık. Yıldırım telgraf gelmiş, altında Bayram Dinsel imzası var. ‘İlk vasıtayla İzmir’e gel, milli takımla antrenman maçı oynamaya gidiyoruz’ yazıyor.”

“Sabaha kadar heyecandan uyumadım. O zaman karayolları bugünkü gibi iyi durumda değildi. Motorlu tren çalışıyordu İzmir’e ve dört saat sürüyordu. 25 kuruş bilet ücreti vardı. Beni İzmir’de Tariş ikinci müdürü karşıladı. Gittik, Tariş’te öğle yemeği yedik, sonra deniz kenarındaki Altay lokaline geldik. Orada belki yüz tane futbolcu vardı. O senelerde otuz üç kişilik pırpır tayyareler vardı. Baktım dördüncü, beşinci sırada benim ismim var, memnun oldum tabii. Bayram’dan başka kimseyi tanımıyordum. Kafile başkanı Hakkı Gürüz’dü. İzmir futbol ajanı Sezai Karabilgin vardı. Bir kadro yaptılar, diğerleri gitti.”
 
“İstanbul’a gittik. Tepebaşı’nda Büyük Londra Otelinde kaldık. Maça çıktık. O zaman Fransa maçı oynanacaktı. Altay’la o maçın provasını yaptılar. Altay temiz oynuyor, kaliteli takım diye bizi çağırmışlar. Ben o maçta Beşiktaş’ın sol açığı Coşkun Taş’a karşı sağ bek oynadım. Biz 1-0 galip oynuyorduk. Milli takımın morali bozulmasın diye bizden altı-yedi oyuncu değiştirdiler. Biz son yedi dakikada iki gol yedik, maçı 2-1 kaybettik. Daha sonra milli takım Fransa’ya 1-0 mağlup oldu. Maçın oynandığı tarih Haziran’ın 25 veya 26’sıydı. Döndükten sonra Altay yöneticileri Çankaya semtinde bir otelde beni üç-dört gün misafir ettiler. Bayram’la notere gittik, eski belediyenin karşısında. Güler ve Gürsel’de Göztepe için imza atmaya gelmişler, o zaman tanımıyorum onları tabii. O gün hepimiz mukavele imzaladık. Böylece 1954 senesinde Altaylı oldum.”

Doğan Akı'nın ilk yılında (1954) Altay takımı. Soldan: Bayram Dinsel, Akın, Cemil, Kaya, Doğan, Mustafa,
Yağlı Orhan, kaleci Erdoğan, Gönen, Nejat, Coşkun, Erdoğan Cömert.
Doğan Akı’ya Altay’daki ilk döneminde kimlerin yönetici olduğunu, kimlerin takımı çalıştırdığını sorduğumuzda şunları anlatıyor: “1954’te Altay’a geldiğimdi başkan Hüseyin Barbaros’tu, sonra Hayri Yorgancıoğlu oldu. Sonra Mazhar Zorlu, Erdoğan Tözge başkanlık yaptı. Birçoğuyla hem antrenör, hem futbolcu olarak çalıştım. Ben geldikten bir sene sonra, on dokuz yaşında takım kaptanlığına getirildim. Benden çok büyükler vardı ama yönetim kurulu öyle uygun görmüş. Rahmetli Ali Barçın menajerdi. Kararı bana zarfın içinde o getirmişti. 1956’dan 1958’e kadar İzmir’den yalnız ben milli takıma gittim. Ben Altay’a ilk geldiğimde takımı Bayram çalıştırıyordu. Ertesi sene Hayri Yorgancıoğlu İtalya’dan Remondini’yi getirdi. Sonra milli takımı çalıştırdı Remondini ve beni de takıma çağırdı. Palermoluydu kendisi, giderken Metin Oktay’ı da Palermo’ya götürdü.”

Altay 50'li yıllarda İstanbul'da bir maçta. Ayaktakiler: Coşkun, Mustafa, Yağlı Orhan, Bayram Dinsel, Kazım, Erdoğan.
Oturanlar: Doğan, Akın, Kaya, Cemil, Nejat.
Bu yıllarda efsanevi Macar takımına karşı İzmir karması formasıyla oynama şansını sakatlığı yüzünden kaçırmış: “1956’da Macarlar İzmir’e gelip İzmir karmasıyla iki maç yapmıştı. Ben Perşembe günkü çift kale idmanında sakatlandım. Son anda çıktım takımdan. Czibor’a karşı Mustafa Orçinos oynadı o maçta. İlk maçta bizi 11-1 yendiler. Orçinos iyi bir futbolcuydu ama o tarihte artık yaşı ilerlemişti. Csibor da çok hareketli bir futbolcuydu. Bizden gol atana saat hediye edilecekti. Gönen bir şut çekti, birisinin ayağına çarpıp gol oldu. Gönen’e saat verdiler. Adamlar İstanbul’dan Bandırma vapuruyla İzmir’e geldiler. Denizde çok fırtına vardı, yolculuk boyunca rezil olmuşlar. Sonra burada iki maç yaptık. İkisinde de yendiler. Bir maç da Ankara’da yapıp en son İstanbul’da milli takımla oynadılar.”

İzmir Karması formasıyla.
Doğan Akı Altay'la İzmir Liginde 1956-57 ve 1957-58 yıllarında şampiyonluk yaşadıktan sonra 1959'da Beşiktaş’a transfer olmasına rağmen Altay’ın itirazı yüzünden bu transfer hemen gerçekleşmemiş: “5 Temmuz'da San Sebastian’da İspanya’yla yapılan milli maçta oynamıştım. Dönüşte havaalanı yolu üzerinde Ömür restoranını geçince Gazi Akınal’ın fabrikasına götürdüler sabaha karşı 5’te. Orada idareciler vardı. 45 bin liraya anlaştık. O dönem için iyi paraydı. Kadri Aytaç Galatasaray’dan Karagümrük’e geçerken 55 bin lira almıştı. Hatta o parayla Taksim’den bir daire almıştı. Ben Altay’la yaptığım mukavelenin iki senelik olduğunu sanıyordum, meğer Bayram Dinsel üç senelik yapmış. O zaman on sekiz yaşın tecrübesizliğiyle beni alsınlar diye neredeyse üzerine para verecektim tabii. O yüzden ben hiç okumadan imzalamıştım sözleşmeyi.”

                                          (Yeni Asır)

Bunun üzerine bir de altı ay ceza alarak sarsılmış Doğan Akı: “Nazilli’deki ilkokul öğretmenim bana mektup yazmıştı. Şimdi hatırlamadığım bir kuruluş için takımı oraya götürmemi rica ediyordu. Ben kendi paramla bir araba tuttum. Altay’ın yazlığa gitmeyen oyuncularından bir takım yaptık. Maçı Aydın’da kurslara giden namzet bir hakem yönetiyordu. Bana gıcıktı herhalde, maç sırasında onunla dövüşüp karakolluk olduk. Orada barıştırdılar. Meğer Aydın bölge başkanı Sami Candaş Nazilli’deki hadiseli maçtan dolayı beni ceza kuruluna vermiş. Halbuki benden ne bir ifade aldılar, ne bir yazı geldi. Ben o meseleyi kapandı zannediyordum. Cuma günü Akşam gazetesinde Beşiktaş Doğan’ı oynatırsa hükmen mağlup sayılacak diye bir haber çıktı. Sami Özok’un demeci vardı. O sene Beşiktaş yeni kurulmuştu. Sabahattin, Necmi, Arif yeni gelmişti. Ben gittim. En ünlü yeni oyuncu bendim. Bir sene önce Kaya ile Faik, ondan bir sene önce de Gürcan gitmişti Altay’dan. O zaman kulüp başkanı Nuri Togay Çanakkale milletvekiliydi. Bu hadise olunca beni Ankara’ya götürdü. Ceza kurulunda hadiseyi anlattım. Ebedi boykot yiyecekmişim, altı ay ceza verdiler. Birinci yarıda oynamadım, yerime Tuncay oynadı. O sene takım şampiyon oldu.”

                                                                                (Yeni Asır)
1959-60 sezonunda Beşiktaş’ta şampiyonluk yaşayan Doğan Akı İstanbul günlerini şöyle anlatıyor: “Önce kulüpten çıkar Taşlık gazinosunda yemek yerdik, oradan yürüyerek Dolmabahçe’ye inerdik. Baba Hakkı beni severdi. Cezalı olduğum halde beni de takımdan ayırmazdı. Stada gelince ben tribüne çıkardım. Altmış bin liraya bir taksi almıştım. Gececi günde 100 lira, gündüzcü de 100 lira veriyordu bana. O zaman astsubay arkadaşlarım vardı. Yeni okuldan mezun olmuşlardı. 185 lira aylık alıyorlardı, ben günde 200 lira kazanıyordum. İdmana bazen gidiyorum, bazen gitmiyorum. Gidecek fazla bir yer yok, başladım Suat’ın (Mamat) kahvesinde okey oynamaya. Ertesi sezon oynadım ama bir türlü İstanbul’a alışamadım. Etiler’de kulüp bir ev tutmuştu bekârlar için. Zaten bir tek bizim bina vardı orada. Gözün alabildiğine çayırlıktı. Hayvanlar otlardı. Ben sonra Osmanbey’de bir ev tutmuştum. İstanbul’un nüfusu o zaman taş çatlasa bir milyondu. İzmir’de o kadar para kazanamasam dahi İstanbul’a göre çok daha güzel geliyordu bana. Sonunda Altay’a döndüm.”

Beşiktaş'ın 1959-60 kadrosu. Ayaktakiler: Güven, Kaya, Ayhan, Ahmet, Sabahattin, Şenol.
Oturanlar: Nazmi, Münir, Doğan, Necmi, Birol.
Beşiktaş’tayken katıldıkları Amerika turnesini şöyle anlatıyor: “1960’ta Amerika’ya turnuvaya gittik. Ahmet Ertegün ve kardeşi Nasuhi Ertegün ile bir grup zengin plakçı futbolun Amerika’da tanınması için bir turnuva düzenlemişler. İki grup halinde düzenlendi. Mayıs’ta gittik bir haftalığına, şiddetli yağmurlar yağınca bir buçuk ay kaldık. Bir ay New York’ta, on beş gün Montreal’de kaldık. Almanya’dan Karlsruhe, Brezilya’dan Santos, İskoçya’dan Kilmarnock gibi takımlar vardı. Çeşitli eyaletleri dolaşıp maç yaptık. Trenle Kanada’da Montreal’e geçip bir maç da orada oynadık. Maçlarımız ilgi uyandırdı, bayağı seyirci çekti.” 

Milli takımın Romanya seyahati. Yukarıdan itibaren: Can Bartu, Ahmet
Berman, Beton Mustafa, İsmail Kurt, Doğan, Ergun, Metin Oktay, İhsan.
Yakın arkadaşı Varol’un Beşiktaş’tan Altay’a geçmesindeki rolünü de şu ilginç anısıyla hatırlatıyor: “Varol’u Altay’a ben gönderdim. Varol’la bir sene beraber oynadık Beşiktaş’ta. Sonra büyük bir hadise yaşadı, elini kesti. Samimi arkadaştık. Bir gün bana geldi, ‘Ben Karşıyaka’ya gidiyorum, biletimi gönderdiler,’ dedi. ‘Altay’a niye gitmiyorsun?’ dedim. ‘Keşke öyle bir şey olsaydı ama teklif gelmedi,’ diye cevap verdi. Bayram Abi o zaman Altay lokalini çalıştırıyordu. Ona telefon edip durumu izah ettim. Uçağın varış saatini bildirdim. ‘Karşıyakalılar muhakkak onu karşılamaya gelir. Ben uzaktan elimi sallarım, o zaman bana doğru bir depar atsın,’ dedi. Nitekim onun dediği gibi olmuş. Arabayı çalışır vaziyette bekletmişler. İşaret gelince Varol bir depar atmış, Karşıyakalılar arabalara gidene kadar Varol’u kaçırmışlar ve Altaylı yapmışlar.”

1961-62 sezonunda Altay’a dönmüş fakat burada bir sezon oynadıktan sonra İzmirspor’a geçmiş: “O sene Altay’da büyük bir hırsla oynayınca tekrar milli takıma çağırıldım. İstanbul’daki Romanya maçında oynadım. Sonra Mazhar Zorlu’ya kızdım, İzmirspor’a gittim. Dört sene orada oynadım. İzmirspor’da oynarken kritik sezonlar yaşadık. Bir sezon son maçta İstanbulspor’la berabere kalıp son anda ligde kaldık. Kaleciler Seyfi ve Faruk, Burhan, Tuncay Becedek, Gürcan Berk, Cengiz, Bursalı Orhan, Fenerbahçe’den gelen santrhaf Semih, Karşıyakalı santrfor Zeki, Turgay Meto, Raşit, Galatasaray’dan Cemil Gümüşdere, Cenap gibi iyi görünen bir takımımız vardı. Ama karma takım oldu mu muvaffak olamıyor. Bir sürü şöhretli oyuncu olmasına rağmen takım iyi oynamıyordu. Bir sezon tam dört tane antrenörle çalıştık: Tarık Gençay, Refik Vardarlıoğlu, Şükrü Gülesin, menajer Ali Barçın.”

İzmirspor Hatay semtindeki "Talebe Çayırı" denilen eski sahasında bir idman maçında. Ayaktakiler: Bülent,
Tuncay, Tanzer, İrfan, Zeki, Doğan. Oturanlar: Ergün, Özgür, Cenap, Sezen, Turgay.
“İzmirspor’dan ayrılınca bir sene Karşıyaka’da oynadım. Karşıyaka Danıştay kararıyla 1. Lige çıktığı zaman (1966-67 sezonu) transfer oldum. Başkan Pertev Molay’dı. Menajer Sami Özok’la İzmirspor’dan beraber Karşıyaka’ya gittik. Fenerbahçe’den gelen antrenör Mihayloviç vardı başta. Sonra o bıraktı, İbrahim Tusder geldi. O sene bizde iyi bir takım vardı. Kaleci Mariç, Fenerbahçe’den Şenol, Puşkaş Ergun, Özer geldi. Erol Baş, sol açık Burhan, bayağı güzel bir takım vardı. Fakat İzmirspor’daki gibi buradaki takım da karmaydı. İlk maç Eskişehir’le İzmir’de oynadık. Sonra çok yenildik, dışarıda puan alamadık, küme düştük. Pertev Molay’ın İstanbul’da Eminönü’nde işyeri vardı. Şenol’la beraber gidip mukavelemizi feshettik. Şenol Beşiktaş’a döndü, ben Altay’a döndüm.”

Milli takım bir hazırlık maçından önce. Ayaktakiler: Can Bartu, Şeref Has, Doğan Akı, İhsan Baydar, Ergun Ercins,
Özcan Arkoç. Oturanlar: Hilmi Kiremitçi, Ahmet Berman, İsmail Kurt, Lefter K.Andonyadis, Basri Dirimlili.
“Tekrar Altay’a döndükten sonra iki sezon oynadım. 1970’te bıraktım, kursa gittim. B kursu mezunuydum, o yüzden A takımı çalıştıramıyordum o zaman. Yugoslavya’nın eski santrforu Bobek 1970’te Altay’a antrenör olmuştu. Ben de yardımcı antrenördüm. Altay’ın bir minibüsü vardı. Onunla haftanın üç günü Göztepe sahasına gidiyordum. Orada minik ve yıldız takımını çalıştırıyordum, öğleden sonra da A takımla idmana çıkıyordum. Bir gün Bobek’in kızını kaçırmışlar, çekti gitti. Ben futbolu bırakalı üç ay olmuştu, bütün oyuncular arkadaşımdı. Ayfer, Oğuz, Tanzer, B. Mustafa, K. Mustafa, Mithat, Hıdır – güzel bir takımımız vardı. Takım arkadaşım Gönen bir ara müteahhit oldu, inşaatlar yaptı. Sonra iflas etmişti. O iyi zamanında yönetim kurulu toplantısında benim ismim geçmiş. Ben de oyuncularla tur atıyorum. Alsancak Stadının girişindeki binanın birinci katından, camdan seslenip toplantıya çağırdı. Biz takımı sana vermek istiyoruz dediler. Ben de muvaffak olacağımı tahmin ediyorum deyince takım senin dediler.”

Basri Dirimlili bir milli maçtan sonra Pera Palas'ta pirim dağıtıyor.
Soldan: İhsan, Şeref, Doğan, İsmail, Basri, Ergun, Özcan.

“İlk maçımda Göztepe’yi 3-1 yenmiştik. İki sene çalıştırdım Altay’ı, İzmir’de bir tek maç kaybetmedik. İstanbul’da Fenerbahçe ile olaylı bir maç oynadık. O maçta ben antrenördüm. Osman Arpacıoğlu frikikten bir gol attı. Kavga çıktı maçta, canımızı zor kurtardık. Saha içine girdim. En az elli-altmış tane cop yedim. Bir gün Rıdvan Burçetin’le münakaşa ettik, ayrıldım. Bir gün sonra Mehmet Sadık Efe beni aradı, çalışmak istediğini söyledi. Böylece devre arasında Kocaelispor’a gittim. Benden önce Selahattin Torkal çalıştırıyormuş takımı. Orada altı ay geçirdim. Oradan 1973’te Ordu’ya, 1974’te Malatya’ya gittim. 1975-76 Konya, 1977 Balıkesir, tekrar Altay’a döndüm. Altay 1982’te ilk kez küme düştüğünde idarecilik yaptım. O zaman devre bitmişti, 9 puanı vardı takımın. Üç antrenör 9 puan toplamış, sezonun dördüncü antrenörü oldum. O kadar çok puan topladım,  fakat yetiştiremedim. Sonra çocuklar üniversiteyi bitirdiler, hayata atıldılar. Onlar küçükken gittiğim yerlere götürüyordum. Onlar büyüyüp okula başlayınca götüremez oldum tabii. Bir de Nazilli’deki arsaları satıp bir kâğıt fabrikası kurmuştum. Antrenörlüğü bitirmiş oldum. Yine gidip gelebileceğim yakın yerlerde, Soma’da, Ödemiş’te, Tire’de, Söke’de antrenörlük yaptım. On sekiz sene futbolculuk hayatım, on altı sene antrenörlük hayatım var.”


Söz antrenörlük yıllarından açılınca ilginç bir anısını anlatıyor: “Suat Mamat’la hiç unutamadığım bir anım vardır. Mersin’de B antrenör kursuna katılmıştık. Bir ay Mersin’de kaldık. Kurs bitince birlikte Adana üzerinden Ankara’ya geldik. Havaalanında bekliyoruz. O İstanbul’a gidecek, ben İzmir’e gideceğim, fakat paramız bitmiş. Bende 5 lira kalmış, Suat’ta hiç para yok. Ben paranın yarısını Suat’a verdim. Havaalanından şehre giden otobüsler 2,5 liraydı o zaman. O havaalanından Şişhane’ye gidecek o parayla, ben de İzmir’e inince Efes Oteline kadar gideceğim. Uçakların kalkmasına daha iki saat var, ne yemek yiyebiliyoruz, ne su içebiliyoruz. ‘Gel dolaşalım, bizi tanıyan birilerini buluruz,’ dedi Suat. Nitekim biraz sonra baktık, bir grup oturmuş, yemek yiyip kafaları çekiyordu. ‘Suat Bey! Suat Bey!’ diye bağırdılar. Şimdi tam hatırlamıyorum, Kayseri veya Mersin’i çalıştırdığı sırada onlar kulübün idarecisiymiş. ‘Aman Doğan, işi bitirdik, gel,’ dedi. Karnımızı bir güzel doyurduk, sonra uçaklara binip gittik.”

1967-68 sezonundaki Eskişehirspor maçında çift vuruştan gol atıyor.
                                                                                                          (Yeni Asır)

Futbolculuk hayatı Altay’da başlayıp çeşitli ara duraklardan sonra yine Altay’da biten Doğan Akı artık futbolun günlük stresinden uzak, sakin bir hayat sürüyor. İzmir’in Güzelyalı semtinde her gün eski arkadaşlarıyla buluşuyor. Altay camiasına olan bağlılığını şu sözleriyle ortaya koyuyor: “Milli lig öncesi dönemde İzmir’de iki buçuk sene kimsenin bizi yenemediği bir dönem vardır. İşte o dönemi bizim kuşağımız yaşadı. Kulübün gelmiş geçmiş en saygın, en verimli, her branşta para almadan hizmet edip Altay’ı ‘Büyük Altay’ yapan kuşağı bizleriz.”