24 Ocak 2013 Perşembe

Türkiye Kupası Notları 2


Türkiye Kupasının beşinci kez düzenlendiği 1966-67 sezonunda ilk dikkat çekici olay dördüncü turda Fenerbahçe'nin kolayca elemeyi hesapladığı Altınordu karşısında zorlanmasıydı. Maçın normal süresi ve uzatmada gol olmayınca kura atışı yapıldı. Fenerbahçeli oyuncular kurayı kazanınca finali kazanmış gibi sevindiler. Bu sezonun en ilginç olayı Beşiktaş'ın iki sezon önce elendiği Trabzon İdmanocağı ile bir kez daha eşleşmesiydi. Ancak bu kez Beşiktaş dokuz kişi kalan rakibini 2-0 yenerek çeyrek finale çıktı.


                                                                                      (Milliyet)

                                        (Milliyet)
İki maç üzerinden oynanan çeyrek finaller sürpriz sonuçlarla başladı. Fenerbahçe deplasmanda ikinci Lig ekibi Samsunspor'a 2-1 yenildi. Asıl sürpriz iki hafta sonra yaşandı. Fenerbahçe sahasında Samsunspor'la 0-0 berabere kalıp kupaya veda ederken rakibi yarı finale yükseldi. Bir diğer İkinci Lig ekibi Bandırmaspor da ilk maçta 1-0 yendiği PTT ile Ankara'da 0-0 berabere kalarak tur atladı. Yurt dışındaki kupa organizasyonlarında sıkça görülen bir olay Türkiye'de ilk kez yaşanmış ve iki İkinci Lig takımı birden yarı finale yükselmişti.


                                                                                      (Milliyet)

Yarı finalin diğer takımlarının belirlenmesi İstanbul ve İzmir kulüplerinin mücadelesine sahne oldu.
Göztepe İzmir'de 4-1 yendiği Beşiktaş'la rövanşta 2-2 berabere kaldı. İstanbul'daki ilk maçta Galatasaray'la 0-0 berabere kalan Altay rakibini İzmir'de 2-1 yenerek yarı finale yükseldi.
Böylece 'Anadolu ihtilalinin' ilk provası gerçekleşmiş ve kupanın ilk defa İstanbul dışına çıkması daha
yarı finalde kesinleşmişti.


                                                                               (Yeni Asır)

Yarı finalde Altay Bandırmaspor'u, Göztepe Samsunspor'u eleyince ortaya bir İzmir finali çıktı. İki takım 25 Haziran 1967 tarihinde Alsancak Stadında karşı karşıya geldi. O günlerde İzmir takımları arasındaki en çetin rekabeti yaşayan bu iki takım şimdi ilk kez Türkiye Kupası finali gibi üst düzey bir maçta karşılaşıyordu. Göztepe Fevzi ve Halil'le 2-0 öne geçmesine rağmen galibiyeti koruyamadı. Altay iki dakika arayla Aydın 
Yelken ve Aytekin'in attığı gollerle beraberliği yakaladı. Normal süre 2-2 bitip uzatmada da gol olmayınca 
Türkiye Kupasının sahibini ilk kez kura belirledi. Yazı tura atışını kazanan Altay, böylece Galatasaray'dan 
sonra ve İstanbul dışından kupayı kazanan ilk takım oldu.


                                                         (Yeni Asır)

Türkiye Kupası 1967-68 sezonunda büyük sürprizlere sahne olmadı ve yarı finale bir önceki
sezonun şampiyonu Altay, Galatasaray, Eskişehirspor ve Fenerbahçe kaldı. Önceki sezon çeyrek
finalde karşılaşan Altay ile Galatasaray bu kez yarı finalde eşleşti. İstanbul'daki ilk maçı 2-1 
Galatasaray kazandı. İzmir'de yapılan rövanşta Altay Feridun'un ilk yarıda attığı golle 1-0 öne geçti.
Maçın normal süresi de böyle tamamlandı. Aslında bugünkü uygulamaya göre Altay'ın bu sonuçla
finale kalması gerekiyordu. Fakat o zamanki uygulamaya göre maç yarım saat uzatmaya gitti. 
Mustafa Denizli 115. dakikada ikinci golü atarak Altay'ın finale çıkmasını sağladı. Böylece Altay 
Türkiye Kupasının altıncı sezonunda üçüncü kez finale yükselme başarısını göstermişti.


                                                                                   (Tercüman)


Yarı finalin öbür ayağında karşılaşan iki takım ilk maçı Eskişehir'de yaptı. Konuk Fenerbahçe ev
sahibini 2-0 yendi. İstanbul'daki rövanştaysa Eskişehirspor maçı uzun süre 1-0 önde götürdü. İkinci
golü atmak için bastırırken 90. dakikada Ercan Aktuna attığı golle Fenerbahçe'yi finale taşıdı.

Bu sezonda final iki maç üzerinden oynandı. İstanbul'daki ilk maçı Fenerbahçe 2-0, bir hafta sonra İzmir'de yapılan rövanşı Altay 1-0 kazandı. Böylece o sezon altın yılını yaşayan Fenerbahçe, lig şampiyonluğu ve 
Balkan Kupasından sonra ilk kez kazandığı Türkiye Kupasını da müzesine götürdü.


                                                                                (Tercüman)

                                                                                   (Yeni Asır)

Türkiye Kupası Notlarının birinci bölümü: http://dinyakoskrampon.blogspot.com/2012/05/turkiye-kupas-50-yasnda-kupa-notlar-1.html

22 Ocak 2013 Salı

Nevzat Güzelırmak - Göztepe'nin "İngiliz"i

Çayırlıbahçe… İzmir’in bu güzide amatör kulübünü hafızası güçlü sporseverler 1980 yılında Türkiye İkinci Ligine yükselen basketbol takımıyla hatırlayacaktır. 1952 yılında kurulan kulübün Türk futbol tarihine Nevzat Güzelırmak gibi bir ismi kazandırması da gurur duyabileceği bir başka olaydır. Bu büyük ustayla sohbet etmek için Orhan Berent’le birlikte Kahramanlar semtindeki kulüp lokalinin yolunu tuttuk. Nevzat Hoca iki saat boyunca sorularımızı yanıtlayıp anılarını anlattı.


Çocukluk yıllarını ve futbola nasıl başladığını onun sözleriyle aktarıyoruz:
“1 Ocak 1942’de Kahramanlar semtinde doğdum. Ailemin kökeni Balkanlara dayanıyor, annem Üsküplü, babam Kumanovalı; Balkan Savaşı zamanında İzmir’e gelmişler. O zamanlar annem dört, babam sekiz yaşındaymış. Annemin babasını Yunan işgali zamanında Menemen’de Yunan askerleri öldürmüş. Babamı beş yaşındayken kaybettim. Annem büyük fedakârlıklara katlanarak beni büyüttü. Burası Fuarın 26 Ağustos kapısına kadar yangından kalma boş araziydi. Buradan Halk Sahasını da, Alsancak Stadını da görürdük. Hiç yerleşim yoktu o zamanlar. Burada sonradan işçi evleri yapıldı. Eskiden İzmir’in tamamı Girit’ten, Batı Trakya’dan, Makedonya’dan gelmiş insanlardan oluşuyordu.

Babamın ailesi memlekette hayvancılıkla uğraşırmış. Babam annemle evlendikten sonra celeplik yapmaya başlamış. Sık sık vapurla İstanbul’a gidip gelirmiş. Halam Çengelköy’de otururdu. Babam ölmeden on beş – yirmi gün evvel yine oraya gittiğinde bana bir lastik top getirmişti. Lastik top deyince bugünkü ince plastik toplar anlaşılmasın, bayağı kalın kauçuktan yapılmış bir toptu. Kolay kolay patlayacak cinsten değildi. Sanki babamın içine doğmuş da, ‘Oğlum ben gidiyorum, sen bunla istikbalini kazanacaksın,’ der gibi onu hediye olarak getirmiş bana. Ben senelerce o topla yattım kalktım, mahalle arasında arkadaşlarımla o topla oynadım. Bir de burada bir tenis kulübü vardı. Çocukken biz orada top toplardık. Eski Türkiye şampiyonu tenisçi Ziya Kıpkızıl vardı, o bizim büyüğümüz, abimizdi. O zaman Esin Özgener, basketçi Turhan Tezol kulübün müdavimleriydi. Topların üstündeki tüyler aşındığı zaman bize verirlerdi. Ben bütün gün o yumruk kadar toplarla oynardım. O zamanlar futbol antrenmanlarında sürekli şut çekilen bir duvar olurdu. Teniste de aynı şekilde bir duvar vardı, raketle sürekli idman yapılırdı. Rahmetli Metin Oktay Yün Mensucat’ta oynarken sürekli duvara şut çekerdi. O isabetli sağ ve sol şutlarını o idmanlara borçluydu.” 

Nevzat Güzelırmak Çayırlıbahçe takımında (ayakta sağdan ikinci).
                                                                          (Çayırlıbahçe Spor Kulübü arşivi)

Küçük Nevzat’ın futbola olan sevgisini Yeni Asır gazetesinin, jübilesini yaptığı 1976 Ağustos ayında altı bölüm halinde yayınladığı yazı dizisinden aktaralım: “1953’lerdeydi. Fuar’da, Macar pavyonunda film gösterileri yapılıyor, folklor ve çeşitli propagandalarının yanında futbol maçlarını da gösteriyorlardı. Macarlar o günlerde futbolun en büyüğüydü. Propagandada, Londra’da İngiltere’yi 6-3 yendikleri ve Budapeşte’de 7-1 bozguna uğrattıkları maçların filmleri yer alıyordu. Her akşam yemeğinden sonra anacığımı üzme pahasına soluğu Macar pavyonunda alıyordum. Bugün bile Puşkaş’ların, Bozsik’lerin, Hidegkuti’lerin hareketleri, maçı anlatan spikerin cümleleri ezberimdedir.”

Nasıl lisanslı bir futbolcu olduğuysa aynı yazı dizisinde şöyle anlatılmış: “Ortaokulun ikinci sınıfına devam ederken Kahramanlar’da herkes onun büyük bir futbolcu olacağına inanmıştı. Semtin büyüklerinden Mahmut Lüleciler bir sonbahar günü minik futbolcuyu alıp fotoğrafçıya götürdü. Oradan da o güne dek lisanssız formasını giydiği Gençlerbirliği (şimdiki Çayırlıbahçe) kulübüne götürüp fiş doldurttu.”

                                            (Yeni Asır)

1957’de lisanslı futbolcu olan bu doğuştan yetenekli çocuğun büyük bir takım tarafından keşfedilmesi fazla uzun sürmedi. Daha aradan bir yıl geçmemişti ki, şimdi yerinde kapalı yüzme havuzunun bulunduğu Halk Sahasında Göztepe B takımının Çayırlıbahçe’yle yaptığı hazırlık maçında talihi dönüverdi.
“Abbas Göçmen – o da bizim taraflıdır –  futbola karşı olağanüstü sevgisi vardı ve devamlı takımın içindeydi. Göztepe genç takımını çalıştırmış ama hayatında eşofman giymiş insan değil. Fakat grup olarak futbol oynayan çocuklara baktığı zaman cımbızla çeker gibi oradaki iyi oyuncuları bulurdu. Beni de takip ediyormuş. Göztepe sahasında amatör maçlar oynanırdı; Havagücü, Karagücü, Bucaspor, Bornova, Kadifekale gibi takımlarla maç yapardık. O gün Halk Sahasında Göztepe ile oynadığımız maçta iki gol attım. Çıkarken saha kenarında demir parmaklıklar vardı. Onun da boyu ufaktı. Ben çocukken sarışın olduğum için beni, ‘Sarı, gel bakayım buraya,’ diye çağırdı. ‘Sen Göztepe’yi sever misin?’ diye sordu. Ben Göztepe’yle birlikte bütün takımları takip ediyordum aslında. Alsancak Stadına sürekli gider, duvardan atlardık, ağaçtan maç seyrederdik; kale arkasındaki Devlet Demiryollarının bulunduğu kısımdan çıkar seyrederdik, yani büyük sevgimiz vardı futbola karşı. ‘Severim,’ diye cevap verdim. ‘O zaman yarın malzemelerini al, Göztepe sahasına gel,’ dedi. Ertesi gün bütün mahalle arkadaşlarımla birlikte sahaya gittik. O zamanlar takımda Güler ve Gürsel Aksel kardeşler, Fikri Abi, Yücel, Tuncer, Rahmi, Hakkı Abi gibi oyuncular vardı. Abbas Abi beni görünce, ‘Çabuk soyun, oyuna gir,’ diye seslendi. Onlar tam maça başlamak üzereyken Abbas Abi, ‘Durun, durun, bir çocuk geliyor,’ dedi. İsmimi yine hatırlamamıştı. Yıllar sonra rahmetli Gürsel Abi sahaya o ilk girişimi sık sık anlatırdı. ‘Karşıdan bir baktım, sapsarı bir oğlan, siyah bir şort giymiş geliyor.’ Bizim Çayırlıbahçe’nin de forma rengi sarı-kırmızıydı. ‘Seni o formayla koşarken görünce birden kanım ısındı,’ diye anlatırdı rahmetli. Onunla beraber on üç sene oynadık, on iki sene de kamplarda aynı odayı paylaştık. Nur içinde yatsın, ağabeyim yoktu ama onlar benim için birer ağabeydi. Gürsel ve Güler’in dışında Sedat Abi, Mustafa Orçinos gibi çok değerli insanlar vardı. Şevket Filibeli o dönemde kulüp başkanıydı.”

60'ların başındaki Göztepe takımı. (Soldan): Seracettin, Sedat, Sümer, Halil,
Ali, Nevzat. (Oturanlar): Çağlayan, Abdürrahim, Kamil, Gürsel, Fevzi.
                                                                                                (Halil Kiraz arşivi)
Genç Nevzat bir yandan Göztepe’de futbolunu geliştirirken bir yandan da İzmir’deki okullar arasında en kuvvetli futbol takımına sahip Namık Kemal Lisesinde okuyordu. “Ayhan’la (Elmastaşoğlu) birlikte Alsancak İlkokulunda okuduk. Sonra Namık Kemal Lisesine girdim. Oradayken genç milli takıma seçilmiştim. Lise takımında benden başka Yavru Ayhan, kaleci Ali ve Ertan vardı. Biz dört kişi sonra A milli olduk. O dönemde Namık Kemal takımını kimsenin yenme şansı yoktu.” 

                                                                      (Yeni Asır)
“Göztepe’de rahmetli Ruhi Karaduman vardı, eski oyuncumuz. Benim sırtıma ilk formayı Emin Çandarlı’yla beraber veren büyüğümüzdür. Emin Abi sol açık oynardı. Elit bir sporcuydu. Gerçek değerini bulamayan ağabeylerimizden biridir. Ruhi Abi her yerde, ‘Bu çocuk futbolcu olur,’ diye konuşuyormuş. Bunu bana sonradan Gürsel Abi anlatmıştı. ‘Bir genç milli takıma gidip geldin, zaten iyi futbolcu olacaktın ama oradan döndüğünde müthiş gelişmiştin, çok farklı döndün, kendine güvenin gelmişti,’ derdi Gürsel Abi.”
Nevzat Güzelırmak’ın Göztepe A takımında ilk kez görev aldığı 1960-61 sezonunda antrenör Andrea Kutik’ti. “Macar antrenör Kutik Beşiktaş’tan sonra bize geldi. Fakat yaşlıydı o dönemde. Adnan Süvari ilk geldiğinde hem onun yardımcısı hem tercümanı gibi görev yaptı ama bu dönem çok kısa sürdü. Kutik bir sezon çalıştırdı bizi. Göztepe’nin yavaş yavaş meydana geldiği dönemdi. Adnan Abi geldiğinde ben, Gürsel ve Çağlayan oynuyorduk. Ondan sonra süratle Nihat, Ali, Fevzi, Halil geldi. O takım yavaş yavaş basamakları çıkarak, özellikle biz vatani görevimizi yaptıktan sonraki dönemde tam kadro oluştu. Genç milli takımda beraber oynadığımız Çağlayan’ı ben yöneticilere tavsiye etmiştim, Konya’dan getirdiler. O sene genç milli takıma İzmir’den bir tek ben gitmiştim. Sonra Fevzi geldi. 62 senesinde Ali, Halil, Nihat oynamaya başladı. 64’ten sonra B. Mehmet, K. Mehmet, Ertan takıma girdi. Göztepe kendi kaliteli oyuncularını muhafaza ederken, 64-66 arası Gürsel Abi, ben, Çağlayan, Ali, Halil beşimiz de askere gittik. Bir tek Gürsel Abi yedek subay öğretmen olduğu için oynuyordu, bizimse oynama şansımız yoktu. O dönemde takım büyük sıkıntı yaşadı. O zaman Beşiktaş’tan stoper Sabahattin Abi geldi. O müdafaa olarak bizi ayakta tuttu. Ondan sonra Hüseyin, sonra da Ali İhsan geldi. İstanbul’dan gelen bu üç oyuncu Göztepe’ye büyük hizmetler yaptılar. Yabancı oyuncu olarak bir tek Danimarkalı Nielsen geldi, o da çok büyük hizmet yaptı.”

Ordu milli takımında takım arkadaşı Ali Artuner ve
Galatasaraylı Muzaffer Sipahi ile.       (Yeni Asır)
Göztepe’deki ilk yıllarında en iyi oyun sergilediği maçlardan biri 1964 Şubat ayında Alsancak’ta Beşiktaş’ı 3-2 yendikleri maçtı. “O maçta en iyi oyunlarımdan birini oynamıştım. Suat Mamat Beşiktaş’ın sağ kulvarında oynuyordu. Ben de sol kulvarda oynuyorum. Adnan Abi maçtan önce soyunma odasında enteresan bir söz söyledi. ‘Bugün Nevzat Suat’tan daha iyi oynarsa biz kazanacağız, Suat daha iyi oynarsa Beşiktaş kazanacak,’ diye konuştu. O zamana dek öyle iddialı bir cümle kullanmamıştı Adnan Abi. Maç 3-2 bitti ama böyle bir maç olmaz. Ben Özcan’a bir de gol attım.”

                                                                                                                 (Yeni Asır)
Göztepe’de başarılı futbolunu sürdürünce genç milli takımın ardından ümit ve A milli takım formalarını da giydi: “İstanbul, Ankara ve İzmir arasında ümitler karması maçları yapılırdı. O sene biz şampiyon olduk. Ayhan Elmastaşoğlu, Güven Önüt – kuvvetli olduğu zaman yapamayacağı hiçbir şey yoktu – gibi oyuncuların yer aldığı iyi bir kadromuz vardı. Sandro Puppo ümit milli takımına seçti beni. İngiltere’ye gittik. Özcan Arkoç, Ogün Altıparmak – henüz Karşıyaka’daydı, Candan Dumanlı, Nedim Doğan, Selim Soydan, Tugay Özçeri, Erkan Yanardağ, Talat Özkarslı gibi isimler vardı kadroda. Demek iyi oynamışız ki Bobby Moore arkamdan koşmuş, formasını çıkardı bana verdi, forma değiştirdik. Sonra Macaristan kadrosuna çağırdılar beni. A milli formayla oynadığım ilk maç oydu.”

Genç milli takım formasıyla.
(Çayırlıbahçe Spor Kulübü arşivi)
Söz Macaristan maçından açılınca ilginç bir anısını anlatıyor: “Çocukken Beşiktaş’ı tutardım, sebebi de şu. Annem babam Balkan kökenli. Balkan Savaşlarında Beşiktaşlı futbolcular cepheye savaşmaya gitmiş. Aslında Fenerli de gitmiş, Galatasaraylı da ama o anda dağarcığıma giren bilgi bu. Beşiktaş İzmir’e maç yapmaya geldiği zaman ağacın tepesinden, duvarlardan, nereden denk gelirse stada giriyorum. Recep Adanır’ı çok beğenirdim ben, evde fotoğrafı vardı. Metin Oktay Palermo’ya gidince Galatasaray, 1962 senesinde o sırada Kasımpaşa’da oynayan Recep Abi’yi transfer etti. Süper bir form tuttu o sezon. Macaristan’la oynamaya gidiyorduk. Uçakta Recep Abi’yle yan yana düştük. Ona bu olayı anlattım. ‘İnşallah sana da ileride seni beğenen bir futbolcuyla yan yana oynama şansı doğar,’ dedi. Çok enteresan, dünyada az rastlanan bir olaydır, çocukluk kahramanımla milli takımda yan yana oynadım. Yıllar sonra ben Bursaspor’u çalıştırırken Galatasaray’la oynadığımız bir maçımızda gözlemci olarak görev yapacaktı. Isınma koridorunda karşılaştım kendisiyle, soyunma odasına götürdüm. Nejat Biyediç, Beyhan gibi oyuncular var kadroda. Bizim çocuklara, ‘Bakın bu büyüğümüzün posteri benim çocukluğumda odamın duvarını süslerdi, isterseniz bugün kötü oynayın bakalım,’ diye espri yaptım.  Bizim çocuklar hakikaten güzel oynadılar o gün, yanlış hatırlamıyorsam Galatasaray’ı 2-1 yenmiştik.”

Nevzat Güzelırmak, Faruk Karadoğan ve Talat Özkarslı ile
birlikte 25. kez milli olduğu için Devlet Bakanı Kamil Ocak'tan
15 Kasım 1967'de Ankara'da oynanan Çekoslovakya
maçından önce gümüş madalya alıyor. (Yeni Asır)
“İzmir’de milli takımlarda oynayıp da madalya alan ilk sporcuyum – 25 kez milli olduğum için gümüş madalya aldım. 26 yaşında bir rahatsızlık geçirdim ve sekiz ay boyunca oynayamadım. Bu yüzden daha fazla milli olma fırsatını kaçırdım. Bu da enteresan bir olaydır. Tekrar oynamaya başladığım sırada Coşkun Abi (Özarı) milli takım antrenörüydü. İzmir’de Galatasaray’la maçımız vardı. O takip ediyormuş beni, tekrar milli takıma kazandırayım diye düşünmüş. Fakat maçtan önce bunu bana söylediler, sanki biz on – on beş yaşında çocuğuz, elim ayağım kesildi. Sahada sıfır verim ve çok kötü bir oyun sergiledim. Söylemeseler belki beğenilecektim. O yüzden 26 yaşından sonra milli takımda oynayamadım.”

                                      (Milliyet)

                                    (Yeni Asır)
Nevzat Güzelırmak milli takım forması altında 1966 yılında Sovyetler Birliği’ni Moskova’da 2-0 yendiğimiz maçta unutulmaz bir oyun sergiler. “Turgay Şeren’in elli birinci maçıydı Moskova’daki maç. Ondan önce Lefter elli kez milli olmuştu. Benim kanaatime göre Lefter Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusudur. Turgay Abi’nin ellinci maçı Ankara’da Batı Almanya’ya 2-0 yenildiğimiz maçtı. O da Türkiye’de kaleci deyince akla gelen insanların başındadır. Jübilesine  Göztepe’den benimle birlikte Ali ve Fevzi’yi çağırmıştı. Batı Almanya maçından sonra Moskova’ya gittik. Maça yine Turgay Abi’yle başladık. Ben Ogün’e derinlemesine bir pas attım. Ogün süratli bir oyuncuydu, sağ kulvarda oynuyordu. Topu çizgiye kadar taşıyıp geri çıkardı ve Fevzi golü attı. Sonra Turgay Abi sakatlandım diyerek çıktı, yerine bizim Ali geçti kaleye. İkinci devrenin başıydı; isimleri hiç unutmuyorum, Sabo diye bir oyuncuları vardı. Önümde bir hareket etti, yirmi pas civarı, ceza sahasının üstünde fevkalade bir şut çekti. Top doksana doğru gidiyordu, Ali o topu çıkardı. O şut gol olsa maçın seyri değişirdi. Büyük bir seyirci kitlesi önünde oynayan Sovyetler moral kazanırdı. İkinci golü bizim Faruk Karadoğan sol kulvardan sağ iç koridoruna doğru çok uzun bir orta yaptı. Ayhan gelen topa bir çaktı, tam aksi köşeden doksana giden süper bir gol oldu. Mithatpaşa stadının soyunma odasında bir havuz vardı. Maçtan sonra oyuncular sıcak suya girsin diye yapılmış ama o havuza bir kere bile girmek nasip olmamıştı. O havuz hep dururdu öyle. Ama adamlar öyle mi? Moskova Lenin Stadında bir baktık sıcak su havuzu dolu, şortlarla atlayan atlayana, nasıl olsa 2-0 kazanmışız maçı. Bir dönem 1966’daki dünya kupasını kendi arabamızla seyretmeye gitmiştik. O sene Sovyetler Birliği dünya dördüncüsü olmuştu. Hiç unutmuyorum Lev Yaşin, o da rahmetli oldu, dünyanın en büyük kalecilerinden biriydi. Sonradan ayağını kesmişlerdi, tahminim yüksek şekeri vardı. Yaşin maçtan sonra kravatını takmış, giyinmiş kuşanmış, o dev gibi yapısıyla bizim soyunma odasına girdi. Biz hala havuzun içindeyiz. Bize Türkçe, ‘Tebrik ederim Türkler,’ dedi ve bizi alkışladı. O büyük centilmence davranışı hayatım boyunca unutmam.”
                                                                          (Yeni Asır)

   
Moskova'daki milli maçtan sonra Milliyet'te çıkan
Bedri Koraman karikatürü.

Milli takımın ardından Göztepe’nin bazı unutulmaz maçlarından bahsediyoruz. Bunların başında elbette Atletico Madrid maçı geliyor: “Atletico Madrid maçının evveliyatı var. Brezilyalı antrenörleri İzmir’de oynadığımız Anvers maçına gelip izlemiş. Belçika’daki ilk maçı kazanmıştık. O akşam rahmetli Mazhar Zorlu’nun Bergama restoranında kokteyl vardı. Necmi Tanyolaç, Halit Kıvanç gibi İstanbul’un bütün üstatları maça geldi, daha doğrusu Göztepe onların İzmir’e gelmesini sağladı. Adam Madrid’e dönünce bütün gördüklerini anlatmış. Orada 2-0 mağlup olduk. Döndük, Efes otelinde kamptayız. Onlar tur atlamayı garanti gördüler herhalde, özel uçakla ve eşleriyle birlikte geldiler. Efes’in salonuna girerlerken her taraf insan seli, ‘Göztepe’ sesleriyle yıkılıyor ortalık; adamlar bembeyaz oldular. ‘Biz bunları yarın eleyeceğiz,’ dedim. Atletico Madrid maçı deyince ilk akla gelen isim bizim Halil. Olmayacak bir noktadan penaltı golünü attı, olmayacak bir mesafeden de üçüncü golü attı. Hepimiz güzel oynadık ama hafızalarda kalan bizim Halil oldu.”

Göztepe’nin iki kez Türkiye Kupasını kazanmasına karşılık neden lig şampiyonu olamadığını sorduğumuzda şunları söylüyor: “Burada yönetimin acemiliği söz konusu, teknik adam istediği kadar iyi olsun. Adnan Abi büyük antrenördü ama demek ki onun da eksikliği varmış. Gelelim futbolculara, onların da hiçbiri bir şampiyonluk yaşamamış ki. Ayrıca bizim dışımızda dört tane İzmir takımı vardı, bunların üç tanesi kesin küme düşmeme mücadelesi içinde olurdu. Sahaya çıktığımız zaman karşımızda oynayan kişiler arkadaşlarımız. Yalvarma yakarma hep oluyordu. Biz her maça yenmek için çıkıyoruz ama böyle olduğu zaman elimiz kolumuz bağlanıyordu. Yine bir İzmir takımıyla oynuyoruz, rakibimizin durumu kritik. Bir şut çektim, top kaleye doğru gidiyor. Gol olacak diye neredeyse kalbim duracaktı. Top üst direğe vurup auta çıktı da rahat bir nefes aldım. Sahada oynamayan insan bu psikolojiyi bilemez.”

                                                   (Yeni Asır)
O yıllarda herkesin dilinde dolaşan “İngiliz” lakabını nasıl aldığını şöyle anlatıyor: “Çok sevip saydığım Göztepeli yöneticilerden David Franko vardı. Bir maçta uzun bir top atmışım, tribünde ayağa kalkmış, ‘Hey yavrum, aynı İngiliz gibi!’ diye bağırmış. Rahmetli Abbas Göçmen de bana ‘Macar’ derdi ama ‘İngiliz’ lakabı yürüdü gitti.”
İzmir futbolunun geçmişteki parlak günlerini sorduğumuzda ilginç bir duruma dikkat çekiyor: “İzmir’den beş takım vardı Birinci Ligde. İstanbul takımları geldiği zaman öyle elini kolunu sallayarak çıkamazdı buradan. İstanbul medyasını eskiden İzmir’e çekerdik. Şükrü Gülesin, İslam Çupi, Necmi Tanyolaç, Namık Sevik gibi isimler Göztepe’nin maçlarını takip ederdi. Biz getirtiyorduk onları İzmir’e. Şimdi İstanbul İzmir’den kurtulduğu için rahat. O zaman böyle rahat değillerdi.”
                               (Yeni Asır)
Yetmişli yılların ortalarında Göztepe’nin şaşaalı günleri geride kalmış, efsane kadronun birçok oyuncusu futbolu bırakmış ya da takımdan ayrılmıştır. Nevzat Güzelırmak bu kadronun son temsilcisi, son büyük kaptan olarak 1974-75 sezonuna kadar futbol oynamayı sürdürür ve olgunluk döneminde de büyük takımların canını yakmayı sürdürür. “Son senemde burada Atatürk Stadında Beşiktaş’ı 2-0 yendik. Metin Türel Beşiktaş’ın antrenörüydü, bana sonradan anlatmıştı. O zaman Beşiktaş’ta Kahraman diye bir oyuncu vardı. Ona, ‘Nevzat’a yakın markaj uygula,’demiş. O da hocasına, ‘Nevzat Abi 34-35 yaşında oldu, markaj altına alıp ne yapacağız,’ diye karşılık vermiş. Kahraman bu uyarıyı yeterince ciddiye almayınca ben de salladım pasları, böylece Beşiktaş’ı 2-0 yendik.”


1974-75 sezonu Göztepe’nin gelecekte yaşayacağı çöküşün habercisi gibidir. Takım ligde kalmayı İzmir’de Samsunspor’la 1-1 berabere kaldığı son maçta sağlayabilir. Nevzat Güzelırmak o maçın devre arasında artık futbolu bırakma zamanının geldiğine karar verir. Ardından teknik direktörlük günleri gelir: “O zamanki statüde 25 kez milli takımda oynayanlar C kursunu atlayıp otomatik olarak B kursundan başlıyordu. Ordu milli takımından hocam olan Doğan Andaç’a ‘ben hakkımı kullanmayıp en başından başlamak istiyorum’ dedim. Nitekim C kursundan başladım ve başarılı oldum. Bana, Sanlı’ya ve Eskişehirsporlu Nihat’a genç ve amatör milli takım çalıştırıcılığını teklif ettiler. O zaman Metin Türel A milli takımı çalıştırıyordu. Sanlı pek sıcak bakmadı. Ben Candan Dumanlı’yla birlikte genç milli takımda görev yaptım. Üç dönem, A kursunu bitirinceye kadar bu böyle sürdü. Ondan sonra yirmi üç sene süren antrenörlük hayatımız başladı. İlk çalıştırdığım takım İkinci Ligdeki Antalyaspor’du. O sezon Kocaelispor şampiyon oldu, çok kaliteli bir takımı vardı. Güvenç Kurtar o zaman oynuyordu, biz ikinci bitirdik. Bursaspor ve Kayserispor’u üç dönem, Denizlispor’u iki dönem çalıştırdım. Bolu’da iki sene hizmet verdim. Sarıyer’i çalıştırdım. Sonra dışarıda çalışmaktan yorulunca İzmir’e döndüm. Göztepe’de, Altay’da, Karşıyaka’da birer senelik hizmetim oldu. En son 1997-98 sezonunda Kuşadası’nı çalıştırdım.”

                                                                       (Yeni Asır)
Kuşadası’nı çalıştırdığı sırada Türk futboluna büyük bir yıldızı kazandırmayı başarır Nevzat Hoca: “Menajerlik yapan bir tanıdığımın daveti üzerine kulüp ve belediye başkanı Engin Berberoğlu ile Almanya’ya gittik. Münih Türkgücü takımının antrenmanı vardı. Bir çocuk dikkatimi çekti, kim bu diye sordum. Adı İlhan Mansız dediler. Altı ay Gençlerbirliği’nde oynamış, beğenilmeyince Almanya’ya geri dönmüş.  Ertesi gün kaldığımız otele çağırdık konuşmaya. Babasıyla beraber geldi görüşmeye. Başkan babasıyla konuştu, anlaştı. İlhan bildiğiniz gibi ondan sonra hızla yükseldi.”
Fakat ilk keşfettiği yıldız İlhan Mansız değildir: “Boluspor’a teknik direktör olduktan sonra Rıdvan ve Sercan’ı Muğla’dan transfer ettik. Rıdvan geldiğinde 48 kiloydu. Seminerlerde karşılaştığımız zaman bana, ‘Hocam sen o halimle bana nasıl şans verdin?’ diye sorardı.”


1992'de Sarıyer'e teknik direktör olarak imza atıyor. Yanında
dönemin kulüp ve belediye başkanı İhsan Yalçın var.
                                                                                       (Milliyet)

 Nevzat Güzelırmak futbolu bıraktıktan bir yıl sonra,8 Ağustos
1976'da Altay'la yapılan jübile maçıyla oyunculuğa veda etti.
                                                                                        (Yeni Asır)
Nevzat Hoca’yla konuşurken zaman su gibi akıp geçmişti. Sohbetten sonra bize kulüp lokalindeki fotoğrafları gösterdi. Bayram Dinsel, Özer Yurteri gibi milli takım forması giymiş büyük oyuncuların yanı sıra saf futbol aşkıyla amatör takımların formasını terletmiş pek çok insanın fotoğrafları asılıydı duvarlarda. Çocukluğunun geçtiği semtten, ilk kez formasını giydiği kulübünden ve arkadaşlarından kopmayan bu vefakâr ustayla vedalaşıp Alsancak sokaklarına çıktık. Doğma büyüme Alsancaklı olan Orhan Berent için kuşkusuz bu buluşma daha özel bir anlam ifade ediyordu. Bense gazetelerin spor sayfalarında resimlerini gördüğüm, radyoda maçlarını dinlediğim çocukluğumun kahramanlarından birini görmenin bahtiyarlığını yaşıyordum.

  







13 Ocak 2013 Pazar

Mehmet Aydın - Göztepe'nin Büyük Mehmet'i


1942’de, yani dünyayı kasıp kavuran savaşın kapımızın dibine dayandığı günlerde dünyaya gözünü açar Mehmet Aydın. Günümüzde İstanbul ve İzmir sosyetesinin gözde yazlık mekânı haline gelen, ancak o günlerde küçücük bir köy olan Alaçatı’da doğup büyür. Hayat şartları onu ailesiyle birlikte Tire’ye sürükler ve futbol tarihimize Göztepeli Büyük Mehmet olarak geçeceği sürecin ilk adımlarını burada atar.


“3 Ağustos 1942’de Alaçatı’da doğdum. Babam erken öldü, ben on dört yaşındaydım. Beş kardeşin dördüncüsüydüm. Babam Molla Kurt hoca olarak anılırdı. Tarlamız yoktu, dökük bir evimiz vardı. Alaçatı’da tütün yapıyorduk, tütün tarlalarında gündelikçi olarak çalışıyorduk. Ellili yıllarda Alaçatı şimdiki gibi değildi, sabahleyin Çeşme’den kalkan bir otobüs oraya ve Ilıca’ya uğrar, dört saatte İzmir’e varırdı. Kapitalimiz olmadığı, babamız da çok yaşlı olduğu için seneden seneye bakkal parası, berber parası öderdik.”

Bir Göztepe - Beşiktaş maçında Küçük Ahmet topa kafa
vurmuş. Büyük Mehmet onu izliyor.
“1953’de, 11 yaşında ilkokulu bitirdiğim zaman dayılarımız Tire’deydi, ailece onların yanına göç ettik. O zamanlar Çeşme olsun, Alaçatı olsun ekonomik bakımdan çok fakirdi. Nur içinde yatsın, dayım bize çok destek oldu. Tire’deyken fırınlarda çok çalıştım, bir yandan da Tire Ortaokulunda okumaya devam ettim.”
“O zamanlar İzmir’de kazalar arası maçlar oynanıyordu. Tire, Ödemiş, Bayındır, Bergama, Çeşme, Menemen gibi takımlar iki grup halinde oynuyor; grup birincileri şampiyonluk maçı yapıyordu. O zamanlar Tire’yle Ödemiş’ten başka hiçbirinin şansı yoktu. 1956 yılında Tire’nin genç takımında oynamaya başladım. Bu arada Altınordu’nun muhteşem oyuncusu Sait Altınordu Tire Gençlik kulübünün A takımına antrenör oldu. Genç takımdan benimle birlikte üç dört kişiyi A takımına aldı. Tabii hemen takımda oynama şansımız olmadı, bir yıl kadar bekledik. O zamanlar genç milli takım seçmeleri bölgesel olarak yapılıyordu. İzmir genç karmasına seçildim. İzmir şehrinin takımları dışında kazalardan seçilmek kolay olmuyordu. Genç karmanın ilk on birinde oynamaya başladım. Ayfer Elmastaşoğlu, Ali Artuner, Halil Kiraz, Bülent Buda’yla birlikte aynı dönemde oynadık. 1960’ta Antalya’da genç milli takım seçmeleri mahiyetinde Türkiye şampiyonası yapıldı. O sene İzmir’den bir tek Bülent Buda seçilmişti. Bu arada, ‘Tire’de bir esmer çocuk var, beş numara oynuyor,’ söylentileri piyasaya yayılmış. Türkiye Şampiyonasına gidinceye kadar İzmir’de birçok maçta oynayınca göze batmışım. 1961 senesine girdiğimizde İzmirspor’a gitmek üzereydim. Halil, kaleci Ali genç karmadan arkadaşlarımdı. Onlar Göztepe genç takımında oynuyorlardı o zaman. Bize gel diyorlardı. Gel demelerine rağmen kulüp beni denemeye aldı. Denemeden sonra bir yöneticimiz, ‘Şu andan itibaren Göztepelisin’ deyince dünyalar benim oldu. 1961 senesinin Mayıs ayında Göztepe kulübüne girdim.”

(Soldan) Ertan Öznur, Hüseyin Yazıcı, Gürsel Aksel,
Mehmet Aydın, Ali Artuner bir kamp sırasında.
Rahmetli Seracettin Kırklar Abi, Çolak Ayhan Abi, Hakkı Abi, Sümer Abi hep o zamanın Göztepeli oyuncularıydı. Üçkuyular’da kulübün bir evi vardı, bana orada bir oda verdiler. Bize bir lokanta gösterdiler, buradan yiyip içeceksiniz dediler. Seracettin Abi’yle aynı evde kalmak bile bizim için bir şerefti. O zaman büyüklere 500 lira, bize 250 lira aylık veriyorlardı. 500 lirası peşin 12.500 lira da transfer parası verdiler. Onlar ne derse biz kabul etmek mecburiyetindeyiz, yapı olarak karakterimiz bu; zaten o para bile hayalimize gelmezdi. Bu arada aynı yıl Adnan Süvari antrenör oldu. Parasal hiçbir sorunu olmayan, tamamen futbolu sevdiği için antrenörlük yapan bir insandı. Onun aklında yepyeni bir Göztepe yaratma düşüncesi varmış. Sezon açıldı, ağabeylerimiz de açılışa katıldı. Adnan Süvari eski oyuncuları zaman içinde bir bir eledi.” 

Alsancak Stadında Fenerbahçeli Nedim Doğan
ile bir orta saha mücadelesinde.
“Göztepe’ye geldiğim sırada asker oldum, bahriyeli olarak Kasımpaşa’da görev yaptım ve Denizgücü’nde oynadım. Bu arada Fevzi’yi almışlar. Aynı yıl Çağlayan gelmiş. Zaten Halil, Nihat, Nevzat, kaleci Ali genç takımdan gelen oyuncular. İzmir Demirspor’dan Ertan alındı. Denizgücü oyuncusu olduğum için İzmir’e sık sık gelme ve Göztepe’nin idmanlarına çıkma imkânı buluyordum. Fakat o zamanın genelkurmay başkanı takımlarında oynamayı yasaklamıştı. 1964 yılında terhis oldum. Pazartesi günü terhis oldum, o hafta sonu İstanbul’da Galatasaray ve İstanbulspor’la maçımız vardı, beni hemen takıma koydu Adnan Hoca. Önce sağ bek oynattı beni Adnan Hoca. Santrhaf mevkiine Beşiktaş’tan Sabahattin Kuruoğlu’nu transfer etmişlerdi.”
“Ben sağ bekte oynarken sağ kanatta fırtına gibi gidip geliyordum. Sabahattin Abi ikinci sezonunda, bir Ankaragücü maçında sakatlanıp menüsküs oldu. O zaman oyuncu değiştirmek yok, maç içinde beni santrhafa aldı hoca, Halil’i sağ beke koydu. Sabahattin Abi keşke sakatlanmasaydı, orada daha popüler olacaktım. O maçı o şekilde bitirdik. Ertesi hafta Beşiktaş’la İzmir’de maçımız vardı; takım okundu, ben yine santrhaftım. Herhalde çok başarılı olmuştum ki, o sezonu öyle bitirdim. Ertesi sezon sağ beke Küçük Mehmet’i transfer ettiler.”

Denizgücü takımında iki Göztepeli: Mehmet Aydın (sağdan
üçüncü) ve Nevzat Güzelırmak (sağdan dördüncü).
“Sabahattin Kuruoğlu Avusturya’da menüsküs ameliyatı oldu. Tedavisi uzun sürmüştü, ameliyattan sonra iki ay oynayamadı.  İyileştim dediği anda maalesef takıma giremedi, Adnan Abi takımı bozmadı. Ama nur içinde yatsın, güzel Sabahattin Abimiz beş yıl arkamızda yedek bekledi, bir gün dedikodu yapmadı. Takım fotoğrafı çekilirken koşa koşa gelir, ‘Siz oynuyorsunuz unutulmazsınız, biz bu resimlerde görünmek zorundayız,’ diye takılırdı; öyle kibar bir adamdı rahmetli.”

Mehmet Aydın (üstte soldan dördüncü) ve Sabahattin Kuruoğlu'nun
(üstte sağdan ikinci) bulunduğu Göztepe kadrosu Göztepe sahasında.
“Yeni sezon için Antalya’ya hazırlık maçlarına gidiyorduk. Ben sağ bek oynamak istiyordum yine. Otobüste en arkada oturuyordum. Ahmet Cücen arka tarafa gelmişti. ‘Ahmet Abi, Adnan Abi’ye söyle, ben sağ bek oynamak istiyorum, santrhaf oynatacaksa beni oynatmasın,’ dedim. ‘Mehmet bak sana bir şey söyleyeyim, sakın ısrar etme, o kadroyu kafasında oluşturdu, kaybedersin,’ diye cevap verdi. Ahmet Abi bunu bana söylemese belki sağ bekte daha popüler olacaktım, belki de silinip gidecektim. Bu takım yalnız futbol yönünden değil, karakter yönünden de birbirine çok uyumluydu. Nitekim Hayat mecmuası ‘Türkiye’nin en güzel futbol oynayan takımı’ diye boşuna yazmamış. Nereye gidersek gidelim tıklım tıklım dolu tribünler önünde oynuyorduk.”

Türk milli takımı 1966 yılında Danimarka maçı için uçağa biniyor. (Aşağıdan
itibaren) Abdullah Çevrim, Metin Oktay, Mehmet Aydın, Fehmi Sağınoğlu,
Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Fevzi Zemzem, Onursal Uraz, Nevzat Güzelırmak,
Ali Artuner, Ayfer Elmastaşoğlu, Nedim Doğan.
Alaçatı'da doğup büyüyen küçük Mehmet, artık herkesin tanıdığı Büyük Mehmet'tir. “Alaçatı’da hâlâ çocukluk arkadaşlarım var, arada bir görüşürüm. 1967'deki meşhur Atletico Madrid maçından evvel Turtes otelde kamp yapıyorduk. Otel şimdi Çeşme yakınında İş Bankası kamp tesislerinin bulunduğu yerdeydi. Adnan Süvari’den izin alıp Alaçatı'ya gittim, eski belediye binasının önünde herkes beni görmek için toplanmıştı. Yaşlılar Molla Kurt hocanın oğlu gelmiş, gençler Göztepeli Büyük Mehmet gelmiş diyordu.”

Adnan Süvari yönetimindeki milli takım Ali Sami Yen
Stadında bir idmandan önce.
Mehmet Aydın Göztepe’de uzun yıllar hocalığını yapan Adnan Süvari’den söz açılınca şunları anlatıyor:
“ Adnan Süvari bizi o kadar çalıştırdı, bir kere olsun ‘eşek’ kelimesini bile kullanmadı. Bizi önce onore etti. ‘Siz üstün vasıflı insanlarsınız, kabiliyetli insanlarsınız, neden herkes sizin gibi topa vuramıyor? Demek ki ayaklarınızda hüner var,’ derdi. ‘Benim sporcum seyahatte tek tip elbise giyecek ve uçakla seyahat edecek,’ derdi. ‘Görmediğin yere top atma, ulaşamayacağın yere eforunu sarf etme. Ben size bekçi, polis değilim; ne zaman yatacağınızı ne zaman kalkacağınızı siz bileceksiniz. Ben sizi kontrol etmem, siz profesyonel sporcusunuz,’ derdi. Efes otelinde bir kamp sırasında kahvaltı yaparken bir resmimiz çıkmış. Mali gücü bizden daha zayıf bir takımla oynuyoruz, onlar gazeteye baktığı zaman biz onları daha maça çıkmadan yeniyoruz zaten. Çok büyük bir liderdi, hiçbir gün ‘Şu adamı tutun,’ dememiştir bize; Toshack hariç. Bir tek Cardiff City maçında Özer’i üzerine koydu. ‘Biz onları düşünmeyiz, onlar bizi düşünsün,’ felsefesine sahipti. Biz onlara mutlaka tedbir alırız ama onlar bizi daha fazla düşünsün der ve hep hücuma yönelik oynatırdı.”

Büyük Mehmet (soldan ikinci) takım arkadaşlarıyla bir törende.
Göztepe tarihinin en parlak günlerinin aktörlerinden birini karşımızda bulmuşken kendisi açısından en unutulmaz olan maçları soruyoruz. “Yaklaşık beş yüze yakın maç oynadım Göztepe’de. Bunun otuz bir tanesi Avrupa kupalarındaydı. Marsilya’yı burada 2-0 yenmiştik. Hücuma yönelik oynadıklarından rövanşta bize daha çok görev düşüyordu. Çok iyi hava hakimiyetim vardı, eşape topları (rakibin üstünden atılan yüksek pasları) süratle kesiyordum. O gün çok başarılı bir maç çıkardığıma inanıyorum. Bunu maçtan sonra Adnan Süvari de bana söylemişti. Unutamadığım maçlardan biri de Belçika’nın Antwerp takımıyla yaptığımız maçtı. Orada 2-1 kazanmıştık. Türkiye’de çok iyi bir oyunla 0-0 berabere kalarak onları eledik.”

Savunmada görev yapan futbolcuların günümüzdeki gibi hücuma çıkmadıkları bir dönemde Mehmet Aydın attığı kritik gollerle Göztepe’nin önemli galibiyetler almasında söz sahibi olmuştu. Bunların başında Türkiye Kupası tarihinin en unutulmaz maçlarından biri olan ve 1 Haziran 1969’da Alsancak Stadında oynanan Göztepe – Ankara Demirspor çeyrek final maçı gelir. Ankara’daki ilk maçı Demirspor 3-1 kazanmıştır. Rövanş maçının ilk yarısı da 1-0 konuk takımın üstünlüğüyle kapanır. Artık umutlar tükenmiş gibidir. Gerisini Büyük Mehmet’ten dinleyelim: “İkinci yarıya çıkmak üzereydik. Soyunma odalarından sahaya çıkan merdivenlerin başına gelince Gürsel Abi durup bize dönerek konuştu. ‘Daha tatile çıkmadık arkadaşlar, maç bitmedi, oynayacağımız daha bir devre var. Küçük Mehmet, Büyük Mehmet, Çağlayan siz üç kişi defans yapacaksınız; başınızın çaresine bakacaksınız. Biz geri kalan yedi kişi hücum yapacağız. Bize neden yardım etmiyorsunuz diye sakın tepki göstermeyin.’ Bu konuşma bize büyük moral verdi. İkinci yarı Demirspor kalesini ablukaya aldık. Arka arkaya gollerle 3-1 öne geçtik. Artık normal süre bitip uzatmaya geçilmek üzereydi. Bir korner atışı kullandık. Top Çağlayan’a geldi, çektiği şut kaleciden döndü. Göğüs hizasında gelen topu sıçrayıp şutlayarak golü attım.”

                                                                                                                (Yeni Asır)

Bu galibiyetin Göztepe tarihindeki yeri büyüktü; zira yarı finale yükselen Göztepe bu turda Bursaspor’u elemiş, ardından finalde Galatasaray’ı da yenerek 1968-69 sezonu Türkiye Kupasını kazanmıştı. Fakat bu güzel günler zamanla geride kaldı. Göztepe ertesi sezon da Türkiye Kupasını ve Cumhurbaşkanlığı Kupasını kazandıktan sonra düşüşe geçti. Büyük Mehmet’in anlattıklarından Göztepe’nin zirveye nasıl çıktığı ve sonra düşüşe nasıl geçtiği açık biçimde anlaşılıyor:
“Allah bu takımı yaratırken Adnan Süvari vesile oldu ama Ali gibi süper bir kaleci vermiş Allah. Hakiki bir sol bek – ofansif bir bek – vermiş Çağlayan gibi, hakiki bir sağ bek – ofansif bek - vermiş Küçük Mehmet gibi. İki tane tilki vermiş orta sahada Ertan gibi ve Nihat gibi. İki tane akıllı, süper bilgin vermiş Nevzat gibi, Gürsel gibi. İki tane çok iyi hücum oyuncusu vermiş Halil gibi, Fevzi gibi. Hasbelkader benim gibi çok çabuk dönen, çok iyi sıçrayan – durduğum yerde yetmiş beş santim sıçrıyordum – çok çabuk eşape topları kesen bir oyuncu vermiş. Yani Allah mevkilerine göre vermiş ve Adnan Süvari mevkilerine göre bulmuş. Müstesna bir insandı, müstesna arkadaşlarımdı ki hâlâ öyleyiz. Maalesef Gürsel Abi’yi çok vakitsiz kaybettik. Hüseyin’i kaybettik, kalp ameliyatı olmuştu İstanbul’da. Ali’yi erken kaybettik. Çağlayan da iki üç yıl önce aramızdan ayrıldı. Bence Özer, Fuji Mehmet, Güngör, Küçük Ali, Cudi de efsane takım oyuncularındandır. Fakat takımın esas özü hep 41-42-43 doğumluydu, bir tek Gürsel Abi 37 doğumluydu. Aynı yıllarda başlayıp aynı yıllarda bıraktık. Bizim güzel yöneticilerimiz, Zeki Çırpıcı ve arkadaşları bu takımı meydana getirmişti fakat maalesef onlar da bizimle beraber gittiler. O zaman maçlardan çok iyi hasılat elde edilmişti. Bir Ujpest maçından 500.000 lira, İstanbul’da Fenerbahçe’yi yendiğimiz bir maçtan – o zaman yenen takım hasılatın yüzde 60’ını alıyordu – 380.000 lira hasılat kazanıldı. Keşke o zaman bu paraları yatırıma dönüştürselerdi. Üçkuyular’dan Narlıdere’ye kadar birçok arsa alınabilirdi. Sonraki yöneticiler maalesef dirayetli olamadıklarından Göztepe günbegün geriye gitti.”

Tirespor formasıyla.
“Yetmişli yıllardan itibaren takımın bünyesi yavaş yavaş değişmeye başladı. Gürsel Abi futbolu bıraktı. O sırada Tirespor Üçüncü Ligden İkinci Lige yükselmişti. O zaman bana güzel bir teklif yaptılar. Memleketim olduğu için kabul ettim. 1973’te Tirespor’a geldim ve böylece on iki yıl sonra Tire’ye döndüm. Fevzi de aynı sezon İskenderun’a gitti. Tire’de iki yıl oynadım ve takım kaptanlığı yaptım. Zonguldakspor’un 41 puanla şampiyon olduğu yıl biz 39 puanla ikinci olduk.  Antrenörümüz Kadri Aytaç’tı. Ertesi yıl da üçüncü veya dördüncü olduk. Oynayacak durumda olduğum halde futbolu bıraktım. Mobilya sektöründe bulunan yakınlarım çok revaçta olan orman ürünleri işini bayi olmak koşuluyla yapmamı tavsiye etti. İzmir’den alıp satma değil, doğrudan fabrikadan alarak satmamı salık verdiler. O zaman iz bırakmışız demek ki, her gittiğim yerde – İstanbul Kartal’da, Gebze’de, İnegöl’de, Isparta’da görüştüğüm her firma bana hemen bayilik verdi.”

İş yerinin duvarını Göztepe anıları süslüyor.
“Allah bana düşünemeyeceğim kadar güzel bir hayat verdi. Göztepe’nin en parlak döneminin değişmez oyuncularından biri oldum. Yedi kez A milli takım formasını giydim. Moskova’da Sovyetler Birliği’ni 2-0 yendiğimiz maçta ben de kadrodaydım.  Fırın kasalarında yatarken günün birinde Metropol Otelde konaklayacağımı düşünemezdim. Göğsünde Türkiye arması olan lacivert ceket gri pantolonla Bolşoy balesine gidip, Lenin’in mozolesini ziyaret edip Lenin Stadında maça çıkacağım aklıma gelmezdi. Futbolu bırakıp iş hayatına atılırken de Göztepeli Büyük Mehmet olmanın itibarını yaşadım.”

Mehmet Aydın Tire'deki iş yerinde.