25 Mart 2014 Salı

Gürcan Berk: Ayaklarıma Müteşekkirim

“Arnavutuz biz, dikkafalıyız. Kuyruğumuzu keser, kasaba müdana etmeyiz.” Bu sözlerin sahibi Gürcan Berk ile İzmir’in ünlü amatör kulüplerinden Çayırlıbahçe’nin lokalinde sohbet ediyoruz. Gaziantepspor’u lig dördüncüsü, Eskişehirspor’u 2. Lig şampiyonu yaptıktan sonra çalıştıracak takım bulamamasını bu sözlerle açıklıyor. Futbol oynarken yine bu “kuyruğu dik tutma” tavrının bir sonucu olarak en verimli çağında içinde bulunduğu ortama kızıp Almanya’ya giden Berk’le öncelikle çocukluk yıllarını, Metin Oktay’la aynı mahallede birlikte büyüdükleri günleri konuşuyoruz:

“1936 İzmir doğumluyum. Doğduğum mahalleye Darağacı deniyordu, Alsancak Stadının yanındaydı. On beş yaşına kadar Metin Oktay’la beraber büyüdük. Sonra onlar başka yere taşındı. Çocukluğundan beri Metin’i en iyi tanıyan benim. Alsancak İlkokulunda beraber okuduk. Okulun tarihi binası hemen stadın yanındaydı. O okulu tribünü genişletmek için yıktılar. Türkiye kadar geçmişine saygısı olmayan bir toplum yoktur. Açık tribün bir ara sadece beş altı basamaktan oluşuyordu. Arkasında selvi ağaçları vardı, onun arkasında da Yahudi mezarlığı bulunuyordu. Sonra oraya Güzel Sanatlar Fakültesi yapıldı. Tribünün arkasındaki selvilerin arasında kütükler ve halkalar duruyordu. Orada Yunanlıları asmışlar. Stadyumdan sonraki mahallenin bugünkü ismi Umurbey ama o zaman Darağacı deniyordu. Yunanlılarla ilişkiler düzelince değiştirdiler adını.”

Top oynayarak ayakkabıları eskiyor diye babalarından dayak yiyen bir kuşağın mensubu olduğu için kendisinin başına da aynı şeyin gelip gelmediğini sorduğumuzda şöyle cevap veriyor: “Türkiye’de en şanslı futbolcu belki bendim. Babam Muharrem Berk Altay’da oynamış geçmişte. Ben 1948 senesinde ilkokulu bitirdiğimde bana futbol ayakkabısı ve bir top aldı. Hiç unutmuyorum top 5 lira, ayakkabılar 7,5 liraydı. Türkiye’de o yaştayken futbol ayakkabısı giyen yoktur. Babam sporu çok severdi, uzun mesafe koşardı, bisikletten hiç inmezdi. 1980’lerde yarışlar için Yunanistan’a gittiler. 3000 metrede birinci oldu, o zaman 82 yaşındaydı! Yani sporculuk aileden geliyor.”

“O zamanlar Şark Sanayi faaldi. Şu anda Alsancak Stadının biraz ilerisinde metruk duruyor. Bu fabrika Belçikalılara aitti, o günlerde üç vardiya halinde tam iki bin işçi çalışıyordu. Babam orada ustabaşıydı. Biz ve Metin Oktay’ın ailesi Şark Sanayi fabrikasının lojmanlarında oturuyorduk. Lojmanların yanında arsa vardı. Bugün arsa kalmadığı için futbolcu yetişmiyor. Biz o zamanlar taşlardan kale yapıyorduk. İkiye iki veya üçe üç maç yapardık. Top mu vardı? Hayır. Annelerimizin çoraplarını çalar, içine gazete doldurup iple sararak top yapardık. Bazen birkaç arkadaş fuar içindeki tenis kulübünden tenis toplarını çalıp gelir arsada oynardık. Bugün modern antrenman diye yapılan idmanlar var, üçe üç baskılı. Biz o zamanlar bilmeden onu yapıyormuşuz. Metin hep benim rakibim olurdu. Aşağı yukarı on beş yaşına kadar beraberdik. Burada Tepecik’ten Buca’ya doğru giderken Gürçeşme vardır, o zamanlar yeni kuruluyordu. Ailesi orada bir ev yapıp taşındı. O sıralarda Damlacık kulübüne girmişti. Sonra birer sene Yün Mensucat ve İzmirspor’da oynayıp gol kralı oldu ve Galatasaray’a gitti.”
 
Gürcan Berk (sağ başta oturan) ilk kulübü İzmir Demirspor ile bir maçta.
Kendisinin nasıl futbola başladığını şöyle anlatıyor: “İzmir’de şimdi spor salonunun olduğu yer eskiden Halk Sahasıydı. Altınordu ve Altay antrenmanlarını orada yapardı. Ben Namık Kemal Lisesinde okuyordum. Akşamüzeri okuldan çıkınca doğru sahaya giderdik. Çantaları kenara koyar, atılan şutlarda toplar dışarı kaçınca sahanın içine biz vururduk. Rahmetli Muzaffer Akıncı vardı, fötr şapkalı bir adamdı. Devlet Demiryolları mensubu ve İzmir Demirspor kulübünün başkanıydı. Bizim topa iyi vurduğumuzu görünce beni bir gün yanına çağırdı, ‘Seni Demirspor genç takımına alalım,’ dedi. Bu teklif hoşuma gitti tabii. Babamla konuştuk, o, ‘Git tabii oğlum,’ dedi. Böylece Demirspor genç takımında başladım. İkinci sene, 1955’te on dokuz yaşında A takıma geçtim. Orada da bir sene oynayıp Altay’a geçtim. Altay’da oynadığım sezon takımda Bayram Dinsel, sağ açık Gönen, rahmetli Coşkun Dağlıoğlu vardı. Coşkun’un mükemmel ayakları vardı ama o zamanlar onlar bugünküler gibi şöhretli futbolcular değildi, çevreleri kısıtlıydı. Kaleci Akın, stoper Kazım, sol haf Nejat vardı.”

Altay 1956-57 kadrosu. Ayaktakiler: Coşkun, Hüseyin Kum, Kazım, Bayram Dinsel, Mustafa, Kaya Köstepen.
Oturanlar: Nejat, Gönen, Akın Barhan, Doğan Akı, Gürcan Berk.
Gürcan Berk 1956-57 sezonunda Altay formasıyla İzmir Ligi maçlarının yanı sıra o yıl ilk kez düzenlenen Federasyon Kupası maçlarında yer aldı. Bu maçlar sırasında İstanbullu idarecilerin dikkatini çekti. Bunun sonucunda 1957-58 sezonunda Beşiktaşlı oldu: “Yirmi bir yaşında Beşiktaş’a geldim. Sene 1957’ydi. Burada Rüştü Erdelhun diye bir gümrük müdürü vardı. O sırada ismim yayılmaya başlamıştı. Rüştü Bey beni çağırdı, ‘Gürcan seni Beşiktaş’a alacağız,’ dedi. ‘Olur,’ dedim. O zamanki başkan Abdullah Kozanoğlu geldi, beni alıp İstanbul’a götürdü. Beşiktaş’ta iki sezonda doksan dokuz maç oynadım. İlk sezonun sonunda İzmir’e tatile gelmiştim. O zaman Altay’da Remondini vardı. Beşiktaş antrenör arıyordu. Kulüp adına ben konuştum onunla. Böylece Beşiktaş’la anlaştı. 58 sezonu transfer ayında Altay’dan Kaya, Gönen ve Faik’i istedi. Üçü geldiler, denemeye çıktılar fakat Gönen gelmekten vazgeçti. Kaya santrfor oynuyordu. Bir gol attı, o da İstanbul’da Real Madrid’e karşıydı. İdareciler onu bırakmak istediler. Şişli’de bir evde beraber kalıyorduk. ‘Bence haf oyna, topa ve rakibe karşı oynamak daha kolaydır,’ dedim. Nitekim Kaya hafa geçti, on sene oynadı.”
Beşiktaş 1957-58 kadrosu. Ayaktakiler: Nazmi Bilge, Gürcan Berk, Sofyanidis, Kaya, Kamil, Recep Adanır.
Oturanlar: Münir, Ahmet Özacar, Varol, Özcan, Ahmet Berman.
1957-58 sezonunda düzenlenen Federasyon Kupasını da bir önceki sezon olduğu gibi Beşiktaş aldı ve böylece Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasına katılmaya hak kazandı. Ne var ki daha ilk turda karşısına o yılların en güçlü ekibi Real Madrid çıktı. İşte o maçla ilgili hatırladıkları: “Çok gurur duyduğum bir maç var, Beşiktaş’ta oynadığım Real Madrid maçı. O zamanki Real Madrid takımının seviyesi bugün bile yok! Di Stefano, Puşkaş, Gento, Kopa, hepsi aynı takımdaydı. Bernabeu Stadında tribünler hemen sahanın kenarındaydı, bizde olduğu gibi pist filan yoktu. Tribünler uğulduyordu. Saha çimdi, tabii biz çim saha görmemişiz, neredeyse koyun gibi otlayacağımız gelmişti. Oyuncular topa mermi gibi vuruyordu. Sağ bek Kamil Üzülme vardı, ona, ‘Abi bunlar bizi öldürecek galiba,’ dedim. ‘Korkma, bunlarda bir b.. yok,’ diye karşılık verdi bana. Neticede 2-0 yenildik.”

Beşiktaşlılar Divanyolu'ndaki Piyer Loti otelinde kampta.
Ayaktakiler: Varol, Bahattin, Gürcan, Hayrullah, Kamil,
Celal. Oturanlar: Faik, Ahmet Berman.
Rövanş maçı son derece zıt koşullarda yapılmıştı. Yağmurlu bir gün olduğu için o zamanki adıyla Mithatpaşa Stadının toprak zemini balçık çamur olmuştu. 1-1 berabere biten maçın sonucunda Real Madrid bir üst tura çıktı. Söz sahanın o günkü halinden açılınca Gürcan Berk geçmişle günümüzü kıyaslıyor: “O günkü çamur sahalarda Beşiktaş’ta iki senede doksan dokuz maç oynamışım. Bugün elli maç oynayanlar yorgunuz diyor. Ayakkabıları plastik, çim plastik, top plastik. Biz kösele topla oynuyorduk, kafa vurduğumuz zaman beynimiz sallanıyordu. Toprak sahada ızgaralı ayakkabılarla oynuyorduk, bir süre sonra çiviler ayağımıza batardı. Malzemeci onları haftaymda tekrar çakardı.”

İstanbul'daki Real Madrid maçı. Varol, Gürcan ve Puşkaş.
                                                                                                               (Hayat)  
Gürcan Berk’in Beşiktaş’taki günleri uzun sürmedi. İkinci sezonun başlarında yöneticileriyle yaşadığı ihtilaf sonucu sene sonunda takımdan ayrıldı. Neden öyle olduğunu ondan dinleyelim: “Real Madrid maçından dönünce Karagümrük’le oynadık ve yenildik. O zaman Kadri Aytaç Karagümrük’te oynuyordu. Ahmet ve Münir ile birlikte şike yaptığımız gerekçesiyle kadro dışı bırakıldık. Günler geçti, temize çıktık ve oynamaya başladık ama o ilk hafta Şeref Stadında Eşref Bilgiç idmana dahi almadı beni. Bunun üzerine Hakkı Yeten’in yanına gittim. ‘Hâlâ şike yaptığımıza inanıyor musun Hakkı Abi?’ diye sordum. ‘Bizde o intibayı bıraktın,’ diye cevap verdi. Bunun üzerine onu tersledim. Bu olaydan sonra aramızda soğukluk kaldı. Yönetim beni 50 bin liraya satışa çıkardı. O zaman Lefter Fenerbahçe’den o parayı alıyordu. Alıcı çıkmadığı takdirde 20 bin liraya kulübümde kalacaktım. Yönetim de o parayı kimsenin vermeyeceğini düşünmüş olmalı. Yöneticilerden Faruk Sağnak’a rastladım, ‘Pazartesi kulübe gel görüşelim,’ dedi. Biraz sonra birkaç laf taşıyıcı arkamdan yetişti, ‘Gürcan Abi, Hakkı Yeten senin için kalırsa ben ona neler yapacağım diye konuştu,’ dediler. O zaman daha yirmi iki yaşında gencecik bir insandım, beni yönlendirecek kimse yoktu. Beşiktaşlı yöneticiler nerede kaldığımı bile bilmiyordu. Ben panikledim ve 20 bin liraya Fenerbahçe’ye gittim.”

Fenerbahçe'nin 1959'da Nice ile oynadığı Şampiyon Kulüpler Kupası maçının kadrosu. Antrenör Molnar, Avni,
Özcan Arkoç, Şeref, Basri, Osman, Naci. Oturanlar: Lefter, Gürcan, Mustafa, Can Bartu, Yüksel.
B milli takım 14 Mayıs 1961'de Bükreş'te 2-0 kazandığı Romanya maçına çıkarken. Başta Feriköylü Münacettin Barut var.
Ardından Galatasaraylı Candemir Berkman, İzmirsporlu Gürcan Berk, Fenerbahçeli Yüksel Gündüz,
Feriköylü İsmet Yurtsü ve Beşiktaşlı Kaya Köstepen geliyor.
Böylece Gürcan Berk 1959-60’ta Fenerbahçeli oldu. Fakat yeni takımındaki macerası bir sezon sürdü. Bunun sebebini de şöyle açıklıyor: “Ankara’da Güneşspor kulübünün başkanı Avni Bulduk özel maçlar organize ederdi, henüz Milli Lig kurulmamıştı. Ankara’da böyle bir Beşiktaş-Fenerbahçe maçı yapıyorduk. Lefter sol içti, ben Beşiktaş’ta sağ haf oynuyordum. Ben bir pozisyonda sert girince küfür etti, biraz tartıştık. Soyunma odasına giderken Naci bizi yatıştırdı. Fenerbahçe’ye geldiğim zaman benimle üç ay konuşmadı. Altay’ı 5-0 yendiğimiz bir maçta ben ona üç gol attırdım. Nehar Tüblek benim için dört yıldızlı orgeneral diye bir eleştiri yazmış. Hafta içinde idmandan sonra duş yapıyorduk. Lefter, ‘Burada bir orgeneral varmış, kimmiş o?’ deyince aramızda bir soğukluk oldu. Sezon sonunda Faruk Ilgaz ve genel kaptan Niyazi Sel beni çağırdılar, ‘Seni bırakmak istiyoruz,’ dediler. ‘Suçum ne?’ diye sorunca, ‘Gece hayatın var,’ diye cevap verdi Faruk Bey. O zaman Tenis Eskrim Dağcılık kulübüne üyeydim. ‘Böyle bir kulübe üye olmayıp Kasımpaşa batakhanelerinde mi gezmeliydim?’ dedim. ‘Bir yere gitmiyorum,’ diye ayrıldım yanlarından.”
Fenerbahçeli futbolcular rövanş maçı için gittikleri Nice'te İzmirli şarkıcı
Dario Moreno'nun verdiği yemekte.


“İzmir’e geldim. İzmirsporlular görüştü benimle. O zaman iyi bir takımdı İzmirspor. Ben de henüz evlenmemiştim. Annemin babamın yanında kalayım diye tekliflerini kabul ettim. 1960-61 sezonunda İzmirsporlu oldum. O zamanın parasıyla 26 bin lira aldım. O zaman Hatay Caddesi tarafında arsaların metrekaresi 2,5 liraydı. O parayla arsa alsam bir sürü dairem olurdu ama ben 1961 senesinde evlendim. Eşimle Beşiktaş’ta oynarken tanışmıştık. Evleri Akaretler’de, Beşiktaş kulübünün yanındaydı. O sırada A milli takıma aldılar beni. Almanya’ya gittik. O zaman Lefter’le aramız düzeldi. Antrenmanlarda eş olmuştuk. Fenerbahçe’de kalsaydım herhalde altı yedi sezon oynardım.”

İzmirspor'da ayakta sağdan ikinci.
“İzmirspor’da dört sezon oynadım. 1964-65 sezonunda tekrar Altay’a geldim. Başkan Rıdvan Burçetin ile 20 bin liraya anlaşmıştık ama bir 5 bin lira aldım, üstünün ödemesinde aksamalar başladı. Takımdaki diğer oyuncular da maaş alamıyordu. Ankara’da bir özel maça gitmiştik. Önder ile aynı odada kalıyorduk. Ona, ‘Ben Almanya’ya gideceğim,’ dedim. Eşim Alman Lisesi mezunuydu. Almanya’ya maça gittiğimizde Hannover’de kamp yapmıştık. Orada tanıştığım Türk öğrenciler vardı. Milli takıma ilgi göstermişlerdi, onlardan yardım alırım diye düşündüm. Böylece Önder ile beraber oraya gittik. Önder Stuttgart’a gitti, ben Hannover’e gittim. Bizim talebeler beni bir antrenmana götürdüler. Çift kale oynadık, beni beğendiler ve almak istediler. Karı koca çalışıyorduk. Üç sene boyunca keyfine çeşitli amatör takımlarda oynadım.”

                                           (Yeni Asır)
“1967’de tatile gelmiştik. İzmirspor sahasına gitmiştim. Kulübün eski oyuncularından Tarık Gençay’la sohbet ediyorduk. O sırada yanımıza Naci Erdem geldi. 2. Ligde oynayan Edirnespor’a antrenör olmuş. Beni oraya almak istedi. 50 bin lira transfer parası verileceğini söyledi. O zamanlar iyi paraydı bu. Böylece Edirnesporlu oldum. İki sene bu takımda oynadıktan sonra futbolu bıraktım. Ardından kursa gidip antrenör oldum.”

Edirnespor'da Naci Erdem'le.
                                                                   (Fotospor)
Antrenörlük mesleğine Altay genç takımında başlayan Gürcan Berk daha sonra İzmirspor’u çalıştırdı. Sabri Kiraz’ın A milli takımı çalıştırdığı dönem iki maç yardımcılığını yaptı. Ardından ümit milli takım teknik direktörlüğüne getirildi. Fakat kendi ifadesiyle o dönem çok az maç yapıldığı için takımın başında hiç sahaya çıkma fırsatı bulamadı. 1980-81 sezonu ortasında görev aldığı Gaziantepspor’u lig dördüncüsü yapınca ertesi sezon Sakaryaspor talip oldu. Gerisini ondan dinleyelim:  “1981’de oraya gittim. Takım lige yeni çıkmıştı. Fenerbahçe’nin gözden çıkardığı ne kadar oyuncu varsa hepsini almışlar. Tuna, Zafer, kaleci Fuat, Yenal, Coşkun oraya gelmişti. Oğuz Çetin o sırada genç takımda oynuyordu, henüz on sekiz – on dokuz yaşındaydı. Üçüncü maçta onu A takıma aldım. O kadar kurt futbolcunun içinde öyle bir genci oynatmaya herkes cesaret edemezdi.” 

Sezonun son maçında İstanbul'da Beykoz'la berabere kalarak şampiyonluğunu ilan eden Eskişehirspor.
Gürcan Berk ayakta ortada eşofmanlı.
Gürcan Berk’in o yıllardaki en dikkat çekici başarısı 2. Lige düşen Eskişehirspor’u 1983-84 sezonunda şampiyon yapıp tekrar 1. Lige çıkarmasıydı. Ardından Galatasaray’a gitmesi gündeme geldiyse de gerçekleşmedi: “Eskişehirspor şampiyonluğu kazandıktan sonra beklemedeydim. O sırada Galatasaray’ın başına Derwall getirilmişti. Bir gün Fenerbahçe Stadına Galatasaray’ın bir maçını seyretmeye gitmiştim. Tribünlerden inerken Ergun Gürsoy’la karşılaştık. Beni ertesi sabah 11’de işyerine çağırdı. Ertesi gün gittim, ‘Derwall’in yardımcısı olacaksın,’ dedi. ‘Gurur duyarım,’ diye karşılık verdim. Kulübe gittik. O zaman Ali Uras başkandı. Yanında Derwall, Alp Yalman, o zaman altyapı sorumlusu olan Yılmaz Gökdel vardı. Alp Yalman, ‘Ben Avrupa’ya gidiyorum, uçağı kaçırmamam lazım,’ deyip çıkınca toplantı dağıldı. Mustafa Denizli o zaman altyapıda çalışıyordu. Henüz diploması filan yoktu. O toplantıdan bir hafta sonra Mustafa getirildi yardımcılığa.” 
Gürcan Berk çeşitli takımları çalıştırdıktan sonra aktif futbol hayatını bıraktı ve bir müddet spor yazarlığı yaptı. Baş eğmeyen kişiliği yüzünden bir takımda uzun süre kalamadığından daha tanınmış bir futbolcu olma fırsatını yakalayamadı. Buna rağmen futbol oynamaktan dolayı pişman değil. Son sözleri şöyle oluyor: “Ayaklarım sayesinde çok güzel bir hayat yaşadım. Ayaklarıma müteşekkirim ben. Tanrı bana bu yeteneği vermiş, ben onların sayesinde bir yere geldim.”

Gürcan Berk'in nikah şahitliğini Naci Erdem yapmış.








15 Mart 2014 Cumartesi

Celal Soydan - Ankara futbolu, Hacettepe, Beşiktaş Anıları

Beşiktaş Kazan’da mekânın sahibi Celal Soydan’la sohbet ediyoruz. Futbolseverlerin, özellikle Beşiktaş taraftarlarının yakından tanıdığı bu mekânın bir duvarı Celal Soydan’ın forma giydiği kulüplerin fotoğraflarıyla kaplı. Sohbetimiz daldan dala atlıyor. Ankara’daki çocukluk ve gençlik yıllarını, Hacettepe kulübü, Beşiktaş’a geliş, Adalet, Demirspor ve Samsunspor günlerini, futbol dünyamızdan Tatar Rauf, Baba Hakkı, Şükrü Gülesin gibi renkli kişilikleri, askerliğini yaptığı sırada gerçekleşen 22 Şubat 1962 hareketini birer birer anlatıyor. Araya fazla girmeden sözü ona bırakıyoruz:

1937 doğumluyum. Baba toprağımız Erzurum. Ankara’da doğdum, Atatürk Bulvarında Kızılay’a yakın bir yerdeydi evimiz. Ankara’da Büyük Sinemanın hemen üstünde meşhur Piknik vardı. Orası futbol sahasıydı, ağabeylerimiz futbol oynardı,  biz de seyrederdik. O zaman Stadyum takımı vardı, orada idman yapardı. Cumhuriyet kurulduğu zaman İstanbul’dan bütün bürokratlar Ankara’ya geliyor. Onların çocukları üniversite okuyan, hep varlıklı çocuklardı. Onlar futbol oynardı. Eski tenis federasyonu başkanı Yıldırak Daş benim çok yakın arkadaşımdı. Alpay sol ayaklı çok iyi bir futbolcuydu, bizim mahallenin sol açığıydı. Biz çocukken Ankara’da Saracoğlu mahallesinde, içişleri bakanlığının o betonunda yalınayak tenis topuyla oynardık.  Top tekniği öyle bir gelişiyor ki, futbol topu çocuk oyuncağı oluyor o zaman.


Bizim mahallede iki tane Beşiktaşlıydık, çoğunluk Fenerbahçeli ve Galatasaraylıydı. Beşiktaşlı arkadaşımın babası diş hekimiydi.  O zaman çıkan mecmuaları alırdı ki bunların başında Kırmızı-Beyaz geliyordu. Ben de arkadaşımdan alır okurdum. Beşiktaş takımı Ankara’ya maça geldiği zaman Bulvar’da Belvü Palas’ta konaklardı. O zamanlar Kızılay’da otel filan yoktu. İlkokul bire veya ikiye gidiyordum. Beşiktaş Demirspor’la oynuyordu. Bilet-milet yok, demirlerin altından önce kafamı sonra vücudumu sokup içeri girdim. Baba Hakkı’yla Şükrü’yü seyrettim.

Çocukluğumda Ankara’da çok müteşebbistim. O zaman Tekel biranın içi 35 kuruş, şişesi 35 kuruş, toplam 70 kuruştu. Kalıp buz alır kırar, bira şişelerini içine koyardık. Bilyeli rulman alıp araba yapardık. Bütün mahallenin çocukları yüz şişe birayı arabaya koyar götürürdük. Polis Kolejinin olduğu yerde Subay Evleri ve Mızıka Okulu vardı. Okulun sahasında Amerikalılar beyzbol oynardı. Biz birayı 1 liraya satardık. Onlar içince şişeleri atardı, onları toplardık. Kendi getirdiklerini de atıyorlardı, böylece biz iki yüz boş şişe topluyorduk.  

Ben sabah çıkıyordum, öğlen eve gitmiyordum, akşam gidip bir kere dayak yiyordum. Alpay’ın babası Devlet Demiryollarında hukuk müşaviriydi. Alpay’ın bir mavi futbol topu vardı. Futbol ayakkabıları vardı. Bir de Yıldırak Daş çok zengindi. İlhan Cavcav’ın kuzeni olan Tayyar Cavcav Yıldırak’ın dayısı olurdu. Tayyar İlhan’dan bir nesil büyüktür, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizdi. Cavcavların Kayaş’ta un fabrikaları vardı. Yıldırak’la Yenişehir istasyonundan trene binip Kayaş’a giderdik. Onlarda kalırdık. Tayyar Abi çok değerli bir insandı. İşte Alpay ve Yıldırak ayakkabıyla oynarken biz yalınayak oynuyorduk. Sonra lastik ayakkabı giymeye başladık. Sonra Atatürk Lisesi bizim sahamız oldu. Ankara’da ticaret lisesinde okudum. Eskiden 1. Ligde oynayan takımların nüvesi liselerdi. Haydarpaşa, Galatasaray, Boğaziçi, Vefa. Atatürk Lisesi Ankara karması gibiydi. Bizim Ticaret Lisesinde benim dışımda Yıldırak, bizden evvel Akgün Abi (Akgün Kaçmaz) gibi isimler vardı. 

Sonra İstatistik Genel Müdürlüğü bir takım kurdu. Federe olarak Ankara 4. Kümede başladık. Bizim mahallenin bütün çocukları orada oynuyordu. Hepimiz on dört ile on altı yaşlarındaydık. Ertesi sene 2. Kümede oynayan Kalespor’la birleştik. Bu takım Hisar’ın (Ankara Kalesi) takımıydı. Bir yıl da 2. Kümede oynadık. Hisar takımında çok renkli kişilikler vardı. Önce Hacettepe’de, sonra Fenerbahçe’de oynayan Akgün Kaçmaz vardı mesela. Zaten o Fenerbahçe’ye gelince Hacettepe’de onun yerinde ben oynadım. Burhan Abi (Burhan Sargın) İstanbul’a geldi mesela. Kalespor’dan 1. Kümede oynayan Hacettepe’ye transfer oldum. Üç sene arka arkaya şampiyon olduk. Kulüp Hacettepe semtinin takımıydı. Hacettepe İstanbul’daki Tophane gibi bitirimlerin semtiydi ama çok iyi insanlar vardı. Mesela Karagöz Kemal vardı, Veli Dayı vardı, Kabadayı Mehmet vardı.

Hacettepe takımında altı tane doktor adayı vardı, yani Tıp Fakültesini bitirmek üzerelerdi. Takım kaptanımız Alaaddin Yolaç vardı mesela, sonra Amerika’ya gitti röntgen mütehassısı oldu. Vacit Tanyeri vardı, o da Amerika’ya gitti döndü. Sonra Gençlerbirliği’nde oynadı. İki tane Nihat vardı, onlar da doktordu. Kaleci Korkut vardı, halen Amerika’da çocuk doktoru. Oğluma onun adını koyduk, bebekken onun da doktorluğunu yaptı. Korkut çok iyi kaleciydi. Bir ara Türkiye’ye döndü, tekrar Amerika’ya gitti.

Ayaktakiler: Kazım Türesin, Korkut, Doğan, Atilla, Nihat, Alaattin, Sedat.
Oturanlar: Kemal, Arnavut İlhan, Dodurgalı Hüseyin. Celal Soydan.

Hacettepe’deyken genç milli takımda iki devre oynadım. Genç milli takımda ilk antrenörüm Cihat Arman’dı. Cihat Abi çok mükemmel bir insandı. Daha sonra Sabri Kiraz antrenörlük yaptı. Gerek Cihat Abi’nin gerek Sabri Abi’nin futbolcuya yaklaşımları çok önemliydi. Genç milli takımla bir kez İtalya’ya, bir kez Macaristan’a gittik. Zaten ikinci gidişin dönüşünde Beşiktaş’a transfer oldum. İlk katıldığımız turnuvada Tayyar, Metin Oktay, Kasapoğlu vardı, ama üç gün sonra profesyonel oldukları için takımdan çıkardılar. Ankara takımı çok iyiydi, sekiz kişi gittik Ankara’dan. Molnar Budapeşte’de bize sekiz milimetrelik filmle Macar milli takımının çalışmalarını gösterdi. Normal idman bitiyor, yirmi tane monitör giriyordu sahaya. Her futbolcuyu özel yeteneği olan alanlarda çalıştırıyorlardı.


Hacettepe’de antrenörümüz bir ara Kova Osman’dı. Çok renkli bir kişiliği vardı. Herhalde Osman Abi ile Şükrü Abi (Gülesin) talk show yapsalardı Cem Yılmaz’ı sollarlardı. Osman Abi beni hep Galatasaray’a almak istiyordu. Galatasaray daha iyi imkânlar veriyordu ama ben çocukluğumdan beri tuttuğum Beşiktaş’ı tercih ettim. Ankara temsilcisi Ali Tozkonmaz vasıtasıyla Arap Sadri (Sadri Usuoğlu) döneminde Beşiktaş’a geldim. 5 bin lira transfer ücreti almıştım. O zaman iyi paraydı. Ben 500 lira maaş alıyordum, Nusret Abi 300 lira maaş alıyordu. Kambur Ahmet Ankara’da askerdi, Karagücü’nde oynuyordu. Askerlik bitince Beşiktaş’a geldi, 6 bin lira aldı.  Ben Beşiktaş’a geldiğimde Can Akbel’in babası Danyal Akbel başkandı ama kulüple hiç alakası yoktu. Kimse tanımazdı Beşiktaş’ın başkanını.  Arap Sadri genel sekreterdi, kulübü fiilen o yönetiyordu.

Beşiktaş’ta üç yıl, 1956-59 arası oynadım. Haf hattı benimle birlikte Gürcan Berk ve Özcan Esinduy’dan oluşuyordu. Gürcan sağ haf ben sol haf oynuyorduk. Özcan, Metin Erman ve Coşkun Taş birlikte dolaşırdı. Üniversitede okudukları için onlara talebe derdik. Kamil Abi (Kamil Üzülme) ‘talebeler’ diye kızdırırdı onları. Gençlerle büyüklerin kaynaşması genelde sorunlu olur ama bizde olmamıştı. İlk antrenörümüz Macar Meşaros’tu, o da çok iyi insandı. Beşiktaş’ta Kadırga’dan yetişen çok insan vardı. Eşref, Çengel Hüseyin, Altıparmak Sami, Muharrem hep Kadırgalıydı. O zamanın altyapısı mahalle sahalarıydı.


İstanbul’a geldiğimde on dokuz yaşındaydım. Önce bir müddet kulüpte, sonra Kumbaracı yokuşunda kaldım. Orada Fatin Rüştü Zorlu’nun apartmanı, Gençlerbirliği kurucularından ve eski bakanlardan Mümtaz Tarhan’ın apartmanı vardı.  Yeşilköy’de denize sıfır Deniz Park oteli vardı. Orada kampa girerdik. O zaman daha E-5 yoktu. Davutpaşa’nın oradan, şimdiki Merter’in arkasından dolaşır giderdik. Çobançeşme vardı. Tayyar Cavcav bir gün bana, ‘Ben Ankara’ya döneceğim, burada benim arazim var, 3 bin liraya sana vereyim,’ dedi. Ben almadım. O zamanın zihniyeti mülk edinmek değil, çalışan bir araç, dükkân vs. almaktı. Ben Tophane’deki Salı Pazarı gümrüğünde çalışan kamyon almıştım. O zamanlar şimdiki gümrük binaları yoktu. Akşamüstü Tophane’de Karabaş’ta oturan insanlar semaverini, böreğini filan alır, oradaki çimenlere yayılırdı. O binaları 1957 yılında Tophane-Kabataş yolunu açarken Menderes yaptırdı. Sonra Ankara’ya dönerken kamyonu sattım.

Şeref Stadında bir idman. En önde Özcan Esinduy ve Coşkun Taş koşuyor. Dördüncü sıradaki
Celal Soydan'ın yanında siyah eşofmanlı Kamil Üzülme var. Ali İhsan Karayiğit en arkada görülüyor.

1957’de Beşiktaş kulübünün kongresini kaybettiği zaman Arap Sadri’nin adamı diye bizi kadro dışı bıraktılar. O kongreyi milletvekili Nuri Togay kazandı. Gençlerbirliği’nde çok kısa bir dönem sol bek oynamıştı. O zaman da kulüpte aynı bugünkü kaos vardı. Yeni yönetim Ali İhsan, Eşref, Nusret gibi isimleri uzaklaştırdı. Takımın iskeleti bozuldu. Yeniden mukavele imzaladım ama pişman oldum çünkü Beşiktaş’taki ortam hiç iyi değildi. 1958’de Galatasaray’ı iki maçta 1-0 yenip Federasyon kupası şampiyonu olmuştuk. Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında temsil edecektik. Fakat Nazmi Bilge ile beni Real Madrid maçının kadrosuna almadılar. Bu olaylar beni futboldan soğutmuştu. Antrenörümüz Remondini sonra Galatasaray’a gitti. Nazmi’ye ve bana iki kere haber gönderdi.

Beşiktaş 1957-58 kadrosu. Ayaktakiler: Nazmi Bilge, Kamil Üzülme, Gürcan Berk, Coşkun Taş, Metin Erman, Recep Adanır, Leandro Remondini. Oturanlar: Ahmet Berman, Bahattin Baydar, Varol Ürkmez, Celal Soydan, Münir Altay.

Fakat ben Ankara’ya dönmek istiyordum. Tophaneli Arap Nasri’den mukaveleyi çözmek için para istedim. Sadri Abi bana sabırlı olmamı söyledi. O sırada Adalet takımına menajer olmuştu. Adalet’te oynayan Gungadin Ayhan vardı, onunla takas yaptım. Böylece Beşiktaş’tan Adalet’e gittim. 1959-60’ta yani bir sezon Adalet’te oynadım. Selahattin Torkal epey yaşlanmıştı, fazla oynamıyordu. Burhan Abi ile beraberdik. Küçük Erol vardı, çok iyi futbolcuydu. Adalet’te antrenörümüz eski Fenerbahçeli Küçük Halil’di (Halil Özyazıcı). O da kaliteli bir insandı. Adalet Mensucat fabrikası Balat’daydı. İdmana çıkmadan önce orada buluşur, oradan idman yapmak için Eyüp sahasına giderdik.

Adalet 1959-60 kadrosu. Ayaktakiler: Celal Soydan, Muhittin Kıpçak, Bülent, Tezer, Ömer Kandemir.
Oturanlar: Erol 3, Vural, Çetin Noyan, Yüksel,  Burhan Sargın.
Adalet’ten Ankara Demirspor’a gittim. O zaman çok iyi bir kadroya sahipti. İlk gittiğimde Fikri Elma, Selahattin’in kardeşi Celal Torkal, kaleci Pire Mehmet, Süreyya gibi isimler vardı. 1960-65 arası oynadım orada. Yalnız iki sezon askerdeydim. 22 Şubat olayları (22 Şubat 1962 hareketi) olduğu sırada ben Ankara’da askerdim. İhtilallerin yapıldığı tank taburunda görevliydim. O zaman 27 Mayıs harekâtından sonra profesyonel futbolcuların takımlarında oynaması yasaklanmıştı. Yedek subay okul komutanı Turgut Alpagut paşaydı. Hüsamettin Topuzoğlu vardı, o zaman binbaşıydı ve basketbol hakemliği yapıyordu. Beni Turgut Alpagut’la tanıştırdı. O da beni alıp Harp Okulu komutanı Talat Aydemir’e götürdü. Aydemir, Doğan Andaç’a telefon etti. Ondan sonra ben Doğan Andaç’la idmana çıkmaya başladım. Fakat 22 Şubat hareketi olunca, o idmanlar kesildi. 22 Şubat’ta tanklarla meclisin duvarına kadar dayandığımızı hatırlıyorum. Muhafız Alayı ile bizim birlik arasında gerilim vardı. İnönü büyük bir devlet adamıydı. Onun devreye girmesi sayesinde büyük bir facia önlendi, yoksa kan gövdeyi götürecekti.

Ankara Demirspor 1964-65 kadrosu. Ayaktakiler: Celal Soydan, Mithat, Atilla, Yalçın, Teoman Yamanlar, Fikri Elma.
Oturanlar: Doğan, Hakkı, Abdürrezzak, Hüsnü, Birol. 
Son olarak 1965-66 sezonunda Samsunspor’da oynadım. Samsunspor’un kuruluşunda benim de emeğim vardır. Demirel döneminde orman ve ulaştırma bakanlığı yapan Hüseyin Özalp Hacettepeli Miki Muzaffer (Muzaffer Gür) ile beni Samsun’a götürdü. Ben oynadım, Muzaffer Abi antrenördü. O Etibank’ta çalışıyordu, onun nakil işini yapamadılar. Sonra bir ara takımı ben çalıştırdım. Sonra Demirspor’da beraber oynadığımız Celal Torkal’ı götürdüm. O dönem bir Yolspor takımı vardı, hocası Sıtkı Karavin o takımda çok iyi futbolcular yetiştirdi. Onunla ‘hazırlık maçı’ yapalım diye öneride bulunduk fakat bizi konuşturmadılar,  katiyen dinlemediler. Aynı şehrin insanları birbirine cephe almışlardı. Samsunspor’un kuruluşunda Samsun Galatasaray ve Fener Gençlik takımları vardı. Yolspor katılmayı kabul etmedi diye onu aforoz ettiler. Kısır bir çekişme vardı. Bu spora yansıyor tabii. Yoksa Türkiye’de çok iyi futbolcular çıkardı. Anatomik yapı olarak, hırs olarak bilhassa Karadeniz çok uygundu. Ama başka bölgeler de uygun. Mesela geçen yıl Antakya’ya gittim. O bölgenin çocukları anatomik yapı olarak Kuzey Afrikalılara benziyor. Fizikleri çok mükemmel. Orada da iyi bir altyapı kurulabilir.

Beylerbeyi kaptanı, eski Karagümrüklü Gökçen Dinçer ile.
1968’de antrenör kursunu bitirdim. Bende 16 mm.lik Viktor marka sinema makinesi vardı. Federasyonun yurtdışından getirdiği eski dokümanter filmler vardı. Sahir Abi (Gürkan) o işi gayet iyi beceriyordu. Kendisinin de 8 mm.lik makinesi vardı. Bunlar yoktan var eden insanlardı. O zaman para filan yoktu. Kursu bitirdim ama Samsun’a gidip bıraktıktan sonra futboldan tamamen uzaklaştım, uzun süre ilgilenmedim. Orduspor başkanı Dayı Mustafa beni bir gün maça götürdü. Bir de Süleyman Abi başkan olunca beni yönetime aldı. Yoksa Beşiktaş’ta oynayanları bile tanımıyordum.

Eskiden İstanbul’da da küçük çocukları tarayıp bulan ve çok iyi yetiştiren ağabeyler vardı. İstanbulsporlu Ali Mortaş mesela böyle birisiydi. Türkiye’nin her yerinde böyle insanlar vardı. İşte Ankara’da Tatar Rauf bunlardan biriydi. Yine buradan İstanbul’a giden Sabri Abi (Kiraz) binlerce futbolcu yetiştirdi. Tertemiz bir insandı. Yarışmacı antrenör olamazdı belki ama gençliğe çok büyük hizmeti vardı. Onun heykelini dikmek lazım. Aslında liglerde de çok muvaffak oldu ama esas meziyeti oyuncu yetiştirmekti. Kaleci Özcan’ı bir ayda genç milli takıma soktu. Özcan Arkoç o zaman Vefa’daydı. Sabri Abi bu işe kendini adamıştı. Mesela biz Ankara’da - 1961-62 sezonuydu galiba - idman yapıyorduk, hava kararmış artık, ışıklandırma da yok. Bakıyordum Sabri Abi hâlâ orada idmanı seyrediyor. ‘Sabri Abi yenge eve almayacak,’ diye takılıyordum.

İşte Sabri Abi gibi bize emeği geçen bizim mahallemizin büyüğü Tatar Rauf oldu. Rauf Başer Romanya Tatarıydı. 1932 doğumluydu. Ailesiyle Edirne’ye gelmişler önce, sonra Ankara’ya geçmişler. Babası Ziraat Fakültesinde memurdu. Saracoğlu evlerinde oturuyorlardı. O evler buradaki Akaretler gibiydi. Rauf Başer çok iyi futbolcuydu, sol ayaklıydı. Gençlerbirliği’nde tahminimce 1950-54 yılları arasında sol bek oynadı. Sonra ayağı kırılınca futbolu bıraktı. Fenerbahçeli Ziya, kaleci Yavuz, Yaşar gibi oyuncuları bulan oydu. Yetenekli çocukları Yıldırım Beyazıt Lisesinde topluyordu.

Fenerbahçeli Şeref Has ile mücadelede.

Süleyman Abi bana yetki vermişti, Tatar Rauf’u Ankara’dan getirdim. Türkiye’yi beşe böldük. Onun her yerde tanıdığı vardı. Bize isimleri verdiler. Mesela Bergama’dan Zeki’yi, Maraş’tan Şifo Mehmet’i aldık. Onu Teoman Yamanlar tavsiye etmişti. Bolu’dan Şenol ve Recep, Vefa’dan Saffet, Salihli’den Halim, Ordu’dan kaleci Metin’i aldık. Aldıklarımızın hepsi aile terbiyesine sahip, düzgün çocuklardı. Aldığımız çocuklara şunları tembihliyorduk: “Lütfen kılık kıyafetinize, yemek yiyişinize dikkat edin. Çocuklar ülkenin cumhurbaşkanını, başbakanını tanımaz ama üç büyüklerde oynayan futbolcuları tanırlar.”  

Tatar Rauf çok büyük bir ekoldü. Bizim futbol piyasamızda herkes tanırdı onu. Bırakın futbol piyasasını, devlet adamlarına varıncaya kadar bütün Türkiye’de tanımayan yoktu onu. Yönetici olarak PAF takımıyla Gaziantep’e gitmiştim. Muammer Güler o zamanlar orada valiydi. Karşılaştığımızda, ‘Tatar Rauf nerelerde?’ diye sormuştu bana. Öyle renkli bir kişilikti Tatar Rauf. Adaylığını koysa kazanırdı. Nihat Kahveci’yi o kazandırdı Türk futboluna. Ben o zaman Beşiktaş yönetiminde değildim. Bana geldi, ‘Esenler’de çok iyi bir futbolcu buldum ama almıyorlar,’ dedi. Biz girdik devreye. Kime sorsan, ‘Nihat’ı biz getirdik,’ der ama Nihat’ı getiren Tatar Rauf’tur. Süleyman Abi o sıralar maçlara gitmiyordu. ‘Altyapının maçına gel, bir seyret şu çocuğu,’ dedim, gelmedi. En sonunda Cumhurbaşkanlığı Kupasında Nihat’a şans verdiler. İki tane gol attı. Ondan sonra tabii Süleyman Abi de bastırmaya başladı. Toshack’a da telkinde bulundu. Sonra bir baktık Toshack onu İspanya’ya götürdü. Nihat aslen Giresunludur, Gökdeniz’le aynı köydendir. Antalya’da bunun anketini yaptım, Türkiye’de futbol oynayanların yüzde yetmişi Karadeniz kökenlidir. Eskiden mesela bütün beden eğitimi hocaları Trabzonluydu. Orada eğitim kültürünün ayrı bir yeri var.

Ön sıra soldan: Celal Soydan, Vedat Özdemir, Yüksel Herat, Metin Erman,
Kamil Üzülme, Bahattin Baydar. Arkadakiler: Ahmet Özacar, Gürcan Berk.
Türkiye’nin değerli bir kıymeti vardı Abbas Sakarya diye. Eski milli güreşçiydi. Budapeşte Spor Akademisin ilk mezunlarındandı. Oradan gelince burada ne iş veriyorlar biliyor musunuz? Halkalı Ziraat Mektebinde kütüphane memurluğu! O Beşiktaş’ta bizim kondisyonerimizdi. Bize çok büyük yararları oldu. Onun sayesinde Beşiktaşlı futbolcuların kondisyon sorunu yoktu. Ali İhsan Abi, Recep Abi gibi büyükler idmanlarda fazla çalışamıyordu ama bize çok büyük faydası oldu. Abbas Sakarya İstanbul Yüzme İhtisas kulübünü kurmuştu. Bütün hocalarını Macaristan’dan getirmişti. Gıdasına çok dikkat ederdi Abbas Sakarya, et yediğini görmemiştim. Bir gün Yüzme İhtisas’ta ziyaretine gittim. Yürüyüşe gitti dediler. Haftada üç gün Ortaköy’den Sarıyer’e gidip gelirdi. Doksan küsur yaşında öldü.

Eşref Abi gibi bir orta saha oyuncusu hayatımda görmedim. Ali İhsan Abi de öyleydi. Çok iyi bir santrhaftı. Kim gelirse gelsin geçemezdi onu. Milan’daki Baresi biraz ona benziyordu. Ben Beşiktaş’a gelmeden önce iki bek vardı. Sağ bek Kamil Üzülme ve sol bek Vedii Tosuncuk. İkisinin de kademesine Ali İhsan Abi giriyordu. Keşke o zamanlara ait görüntüler olsa da oynatılabilse.

Kasımpaşalı Tayyar ile.
Baba Hakkı’yla çok beraber olduğumuz için bende çok hikâyeleri var. Bize milli takımda iki kere kafile başkanlığı yaptı. Biz oynarken deplasmanlara da gelirdi. Eskileri tanımakta şanslıydık. Antrenör Meşaros zamanında bizde Çengel Hüseyin’le eski sol açık Eşref Bilgiç vardı. Onlar eski anılarını çok anlatırdı. Kırklı yıllarda İzmir’e Milli Küme maçları oynamaya gidiyorlar. Cumartesi günü ilk maç oynanırken Yani’nin ayağı sakatlanıyor. Akşam yemek yiyorlar. Baba Hakkı, ‘Size bir saat izin, gidin Kordon’da gezin gelin, sonra yatın,’ diyor. Herkes geliyor ama Çengel Hüseyin yok. ‘Nerede?’ diye soruyor. Şükrü Abi, ‘İddiaya girdik, 2,5 lira verdik, denize attı kendini,’ diyor. Halbuki onu denize itmişler. Çengel Hüseyin geliyor. Baba Hakkı, ‘Neredesin ulan?’ diyor. Rahmetli Hüseyin sinirlendiği zaman kekelerdi. O meramını anlatana kadar Baba Hakkı buna bir tane yapıştırıyor. Hüseyin nihayet denize itildiğini söylüyor. Ertesi gün Yani’nin ayağı şiştiği için ayakkabıya girmiyor. ‘Getirin ayakkabısını, Yani’yi de çağırın,’ diyor. Ayakkabının ortasını kesiyor. O şekilde giydirip bandajla tutturuyor. Yani fizik olarak Baba Hakkı’nın iki misli ama bir şey diyemiyor.


Klişe bir laf olacak ama şimdiki futbolcular çok şanslı. Bütün sezon boyunca aynı formalar, çoraplar kullanılırdı. O çoraplar yıkanır, bir de kazık gibi olurdu. Ertesi maç Ahmet’in çorabı Mehmet’e, onunki Ahmet’e giderdi. Biz ayakkabımızı eve götürür, yağlardık, kalıba koyardık. İdmanlarda eski ayakkabılarla oynardık, Dinyakos ayakkabımızı harcamazdık.

İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra 1950’li yıllarda Yugoslavya’da futbol ve basketbol 45 derecelik bir açıyla zirveye çıktı. 2000 yılına kadar, yani elli yıl boyunca düz bir çizgide kaldı. Bugün nasıl dünya futboluna Brezilya hakimse o zamanlar Yugoslavlar hakimdi. Avustralya milli takımının altı tane oyuncusu Yugoslavdı. Almanya’nın bölgesel liglerinde bile Yugoslavlar oynuyordu. Türkiye’de de çok Yugoslav oyuncu vardı. Türkiye’nin artık dışarıdan transfer yapmasına gerek yok. Avrupa’da gençlik artık futbol oynamak istemiyor. 1970’ten sonra Almanya’dan bir virtüöz çıkmıyor. Türkiye’de malzeme var ama yetiştiren yok. Avrupa’yı baz alırsak en çok genç nüfusa sahip ülke Türkiye. Bizim çocukluğumuzda altyapı mahallelerdi. Ben şimdi yetkili olsam İstanbul’da ve Türkiye’de ne kadar federe olmuş mahalle takımı varsa hepsini kapatırım. O körpecik yetenekli çocuklar ehliyetsiz kimselerin eline düşüyor ve orada zaten törpüleniyor. Aralarından tek tük çocuklar çıkıyor.  


 
 Oğlu Korkut ile Kazan'da.