30 Aralık 2014 Salı

Osman Göktan - Fenerbahçe'nin Kupa Koleksiyoncusu

Şayet bir futbolcunun başarı kriterlerinden biri takımıyla birlikte kazandığı şampiyonluklarsa (ki herkesin kabul edeceği gibi önemli bir kriterdir), onun ismi Fenerbahçe tarihinin en başarılı futbolcuları arasında yer almaktadır. Başarının bir diğer kriteri istikrarsa, bu alanda da ön sıralarda bulunmaktadır. Lefter, Can, Ogün, Ziya gibi oynadıkları mevkiler ve attıkları gollerle daha popüler olan oyuncularla birlikte santrhaf Osman Göktan Fenerbahçe tarihinin başarı basamaklarında ilk sıralarda yer alan futbolculardan biridir. Her zaman olduğu gibi araya fazla girmeden sözü onu bırakıyoruz:

“Kasım 1933’te Trabzon’da doğmuşum ama nüfusa 1934 doğumlu olarak kaydedilmişim. Orta ikiye kadar Trabzon’da okudum. Mahalle arasında, sokaklarda top oynardık. Beşiktaşlı Nazmi Bilge benim mahalle arkadaşımdı. O devirde de ben defans oynardım, Nazmi forvet oynardı. O atardı, ben attırmazdım, herkesi yenerdik. Nazmi’yle çok uzun seneler beraber oynadık. Babam ayakkabı imalatı yapıp satardı. Top oynamama kızardı ki haklıydı. Kendi ayakkabılarımızla oynardık, o yüzden iki ayda bir ayakkabılar yıpranırdı. Beş kardeştik biz, en küçüğü de bendim. O kadar çocuğun geçimini sağlamak zordu elbette. Bir de bizim zamanımızda futbol oynayana avare derlerdi. Top oynayacağına okuyup adam ol denirdi. Fakat ben futbolun yanında ortaokulda voleybol da oynamıştım.”



“Orta ikiyi bitirince, aşağı yukarı on iki yaşında İstanbul’a geldim. Annem vefat etmişti. Ağabeyim burada çalışıyordu, evliydi. Yaz tatilinde ziyarete geldim. Tatil bitince Trabzon’a dönecektim. Ağabeyim bırakmadı, ‘Artık annemiz de yok, ne işin var, bizimle kalırsın,’ dedi. Babam Trabzon’da ikinci evliliğini yapmıştı. Kısmet işte, geliş o geliş. Orta üçü Kasımpaşa’da okudum. İstanbul’a gelince yine sokak aralarında oynadık. Ağabeyimin evinin yanında küçük bir bahçe vardı, her dakika orada top oynardık. Ağabeyim top oynamama o kadar karışmazdı.”

“Ortaokuldan sonra Beyoğlu Atatürk Lisesinde okudum. Liseden 1954’te mezun oldum. O zamanlar okulu bitirmek için olgunluk imtihanına girilirdi. Dışarıdan başka hocalar gelirdi imtihana. Müdürümüz hocalara, ‘Kaptanımızdır, çok üzmeyin,’ deyip çıkardı. Liseler arası Türkiye şampiyonu olmuştuk o zaman. Finali de Dolmabahçe Stadında Kuleli Askeri Lisesiyle oynamıştık. O zaman Dolmabahçe’de oynamak olaydı. Hafta arası bir Çarşamba günü finali oynamıştık. Bizim okulun takımında Galatasaraylı Günay Kayarlar da vardı.”

Beyoğlu Atatürk Lisesi takımı Şeref Stadında. Osman Göktan ayakta
sağdan ikinci. Sol baştaki oyuncu Günay Kayarlar.

“Lise yıllarında Tünelspor diye bir amatör takımda oynadım. Lise son sınıftayken Kasımpaşa’da oynadım. Fakat o zaman çok genç olduğum için fazla oynayamadım. 1954-55 sezonunda oradaydım. Ben oradayken Seracettin de oradaydı. Daha sonra onunla Fenerbahçe’de beraber oynadık. Rahmetli sol haf Necdet Çoruh da Kasımpaşa’dan Fenerbahçe’ye gelmişti.”

Kasımpaşa 6 Kasım 1954'te oynadığı Beşiktaş maçından önce. Ayaktakiler: Kayhan, kaleci Sedat, Güngör, Ahmet, Sedat,
Osman, Seracettin, Ali. Oturanlar: Tayyar, Zühtü, Necdet. Bu kadrodan Osman Göktan, Seracettin Kırklar ve Necdet Çoruh
daha sonra Fenerbahçe'de bir araya geldi. Güngör Tetik (Arap Güngör) Adalet ve İstanbulspor'da oynadı. Ahmet Deniz
1953'te dünya üçüncüsü olan genç milli takım kadrosunda yer aldı. Kaleci Sedat Günertem daha sonra Galatasaray ve
Beyoğluspor'da oynadı. Zühtü Merter Galatasaray, Ankaragücü ve Gençlerbirliği'nde forma giydi.  

“Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine girdim. Aynı zamanda Emniyet takımında oynamaya başladım. Emniyet’te de hep santrhaf oynardım. Sağ bekte Erdoğan Demirören oynardı. Kulübün başkanı Rıza Nemli idi. Kulübün her şeyi, patronuydu. Bir de Enis Sine diye bir avukat vardı, onun yardımcısıydı. Bütün Emniyet takımı o ikisinden sorulurdu, ben başka yönetici hatırlamıyorum. Kulüp daha önce emniyet teşkilatının takımıymış ama benim oynadığım yıllarda emniyetle hiçbir bağı kalmamıştı. Son senemde, 1957-58 sezonunda Emniyet kulübü küme düştü.”

Sarı-beyaz formalı Emniyet takımı kazandığı nadir maçlardan biri olan 26 Eylül 1957 tarihindeki Beykoz maçından önce.
Osman Göktan ayakta sağ başta. Sağdan üçüncü oyuncu, bir dönem Galatasaray'da oynayan Hikmet Öziş.

“Bülent Eken o zaman Beyoğluspor’u çalıştırıyordu. Bir gün bana geldi, ‘Biz Danimarka’ya bir aylık seyahate gidiyoruz. Seni takviye götürmek istiyorum, gelir misin?’ diye sordu. ‘Gelirim tabii,’ diye cevap verdim. O seyahatte birçok yerde maçlar yaptık. Devamlı da oynadım. Döndüğümüz zaman Bülent Abi çağırdı beni. ‘Senden memnunum, Beyoğluspor’a almak istiyorum,’ dedi. Ben de küçük takımlarda oynamaktan bıkmıştım, ha bire yeniliyorduk. On maçın yedisini kaybederdik. ‘Ben şansımı başka yerde denemek istiyorum,’ dedim."

Beyoğluspor 1958'de Danimarka turnesindeki bir maçta. Ayaktakiler (soldan): Avram, Kaplan, Turgut, Osman,
Kartal, Levent, Diamandi. Oturanlar: Aleko, Miho, Ali Soydan, Tuncay.

“Daha önce zaman zaman Doktor Reşat Dermanver’e tedaviye giderdim. Muayenehanesi Beyoğlu’ndaydı. ‘Seni bizim takıma alacağım, kimseye söz verme,’ derdi hep. Hakikaten seyahat dönüşü beni çağırdı. ‘Seni istiyorlar, hadi kulübe gidiyoruz,’ dedi. Beş dakikada bitti işimiz. Ne vereceksin, ne alacaksın pazarlığı edemezdik ki o zamanlar. Ne verirlerse tamam derdik. Böylece 1958’de Fenerbahçe’ye girdim ve 1967’ye kadar aşağı yukarı on sene oynadım. Fenerbahçe’ye ilk geldiğimde Naci santrhaftı, ben sağ bek oynadım. Naci gittikten sonra tamamen santrhaf oynadım.”

1959'da ilk kez düzenlenen Milli Ligin finalinde Galatasaray'ı yenip şampiyon olan Fenerbahçe takımı.
Yani İstanbul liginin son sezonu ve Milli ligin ilk sezonunda geldim Fenerbahçe’ye (1958-59). Önce İstanbul liginde şampiyon olduk. Sonra Milli lig başlayınca iki grup yaptılar. Biz Galatasaray ile finale kaldık. İlk maçta 1-0 yenildik. O sezon tek mağlubiyetimiz odur. Bir de ağlar yırtıldı. Ağ yırtılmaz gerçi, o zamanlar sürekli sökmezlerdi ağları. Yağmuru yiyince çürümüş. Rahmetli Metin de toplara iyi vururdu.” 
“İkinci maçı dört gün sonra oynadık. Menajerimiz Fikret (Kırcan) Abi idi, Molnar da hocaydı. Birinci maçta ben sağ bek oynamıştım. Kaptan Naci santrhaf oynamıştı. Çok iyi santrhaftı ama Metin ona biraz ters gelirdi. İyi oynayamazdı Metin’le. İkinci maçta Fikret Abi’ye, ‘Metin’e karşı beni oynatın, ben onunla çok iyi oynarım,’ dedim. Emniyet’ten yeni gelmişim, çalım yesem umurumda değil. Fikret Abi, ‘Tamam, sen hazırlan ama kimseye bir şey söyleme,’ dedi. İkinci maçta hakikaten Naci’yi sağ haf oynattı, beni santrhafa koydu. Sağ beke Seracettin’i aldı. O gün takım olarak çok iyi oynadık ve 4-0 kazanıp ilk Milli Lig şampiyonu olduk. Ben iyi tutardım Metin’i. Rahmetli çok büyük futbolcuydu ama ağırdı. Ben daha süratliydim. Havaya iyi çıkardı ve toplara çok iyi kafa vururdu. Ben de iyi çıkardım havaya. Belki şans da yardım etti. Tabii her şeyde olduğu gibi futbolda da şansın rolü var. O gün bayağı iyi oynadım.”

4-0 kazanılan Galatasaray maçından sonra atılan şampiyonluk turunda kaptan Naci Erdem başta görülüyor.
Onun hemen arkasından Özcan Arkoç ve Osman Göktan geliyor.
Burada araya girip sahaya çıkacak kadroyu Fikret Kırcan'ın mı yoksa antrenör olarak Molnar’ın mı yaptığını soruyoruz:
“Kadroyu Molnar yapıyordu tabii ama Fikret Abi onu etkilerdi. Takımı sırf Molnar’a bırakmazlardı çünkü o maç çok mühim bir maçtı. Artık sezonun sonu, şampiyonun belli olacağı maçtı. Ama taktiği filan tabii Molnar belirlerdi. Enteresandır, Molnar Fener’e üç kere geldi ve üçünde de şampiyon yaptı.  
Ben de beş şampiyonluk yaşadım. Onca süre zarfında oynamadığım bir maç hatırlıyorum. Eskiden Cumartesi-Pazar üst üste oynardık. Bir Ankara deplasmanında birinci maçı oynadık. O maçta sakatlandım. O zaman oyuncu değiştirme yoktu. Sakatlanan sol açığa gider çizginin yakınında dolaşırdı. İkinci maçta oynayamadım. Toplam olarak yaklaşık üç yüz elli maç oynadım.”

Fenerbahçe 1961-62. Ayaktakiler: Kadri Aytaç, Can Bartu, Avni Kalkavan, Şeref Has, Osman Göktan, Basri Dirimlili.
Oturanlar: Naci Erdem, Şükrü Ersoy, ? , Ergun Öztuna, Lefter K.Andonyadis.

“1967’de jübile yaptım. Faruk (Ilgaz) Abi o zaman belediye başkanıydı. Bana kupayı o vermişti. Bir Romen takımıyla maç yapmıştık jübilede. Futbolu bıraktığımda teknik direktörlük yapmayı düşünmedim. Teknik direktör olsam büyük takımlardan birini çalıştırma şansım sıfırdı. O zaman oğlum Alman Lisesinde, kızım Nişantaşı Kız Lisesinde okuyordu. Onları bırakıp Anadolu şehirlerinde hocalık yapmak lazımdı. Onlar burada sefil olacaktı. Onları düşünerek hocalık yapmayı istemedim. Bıraktığım senelerde teklif de gelmişti, hatta iki sene daha futbol oynamam için teklif bile yapıldı.”


“Futboldan sonra ilk başlarda film işletmeciliği yaptım. Yerli filmlerin sinemalara dağıtımını organize ediyordum. Sonra Kasımpaşa’dan bir arkadaşımın isteğiyle bir elektronik firmasında genel müdür muavinliği yaptım ve oradan emekli oldum. 1985-87 arasında iki sene Fenerbahçe’de yöneticilik yaptım. İki sene de yüksek divan kurulu başkan yardımcılığı yaptım. Yönetimdeyken de bir birincilik bir ikincilik yaşadım. Divan kurulunda da aynı şekilde bir birincilik bir ikincilik gördük.”

Osman Göktan, A, B ve ordu takımları olmak üzere dokuz kez milli formayı
giydi. Fotoğraf 18 Haziran 1961'de Moskova'da oynanan, Sovyetler Birliği'nin
Türkiye'yi 1-0 yendiği maça ait.
Yazının başında Osman Göktan’ın birçok şampiyonluğa ortak olduğunu belirtmiştik. Bunların tarihlerini vererek yazımızı noktalayalım. Daha Fenerbahçe’ye geldiği ilk sezonda yani 1958-59’da İstanbul profesyonel liginin son şampiyonu ve Milli Ligin ilk şampiyonu olan kadronun üyesiydi. Lig şampiyonluğu sevincini 1960-61, 1963-64 ve 1964-65 sezonlarında da yaşadı. 1965-66 sezonunda son kez forma giydi ve 1967’de jübilesini yaptı.

1959'da  Nice ile oynanan şampiyon kulüpler
kupası maçı öncesi İzmirli şarkıcı
Dario Moreno ile.
Bir kamp hatırası (soldan): Niyazi Tamakan, Hüseyin Yazıcı, Can Bartu, Naci Erdem, Avni Kalkavan,
Şükrü Ersoy, Osman Göktan, Seracettin Kırklar.







25 Aralık 2014 Perşembe

Seyfi Talay - Büyük Kaleci, Büyük İnsan


Türkiye ordu milli takımı 27 Mart 1955 günü Roma Olimpiyat Stadında ordulararası dünya şampiyonasının finali niteliğindeki maçta İtalya ile karşılaşıyordu. Daha önce Ankara’da oynanan maçta Kopa ve Fontaine gibi dünya yıldızlarının yer aldığı Fransa ordu milli takımını yenen Türkiye, İtalya’da düzenlenen dörtlü finale kalmıştı. Antrenör Vahap Özaltay idaresinde Galatasaraylı Kadri Aytaç, Saim Tayşengil, Rober Eryol, Ali Beratlıgil; Fenerbahçeli Burhan Sargın, Nedim Günar; Beşiktaşlı Ali İhsan Karayiğit gibi yıldızlardan oluşan kadro adeta A milli takım gibiydi. Dünya şampiyonu olabilmek için İtalya’yla oynanan son maçı mutlaka kazanmaları gerekiyordu. İlk golü millilerimiz atmasına karşın Olimpiyat Stadını dolduran seyircilerin desteğiyle İtalya 2-1 öne geçmişti. Fakat ikinci yarıda Canavar Burhan’ın iki dakika arayla attığı iki gol durumu 3-2 lehimize çevirdi. Maçın bitmesine on altı dakika kalmış, artık İtalyanlar sürekli bastırıyordu. İşte o dakikalarda sahneye İzmirspor’un genç kalecisi Seyfi Talay çıktı ve mutlak denecek golleri kurtardı. Maç bu sonuçla bitince Türkiye 1955 yılı dünya ordular futbol şampiyonu oldu.


Yurda dönen milli takım Ankara’da büyük bir halk kitlesi tarafından omuzlarda karşılandı. Şampiyonadan sonra sadece bizim gazetelerde değil İtalyan basınında da milli takımımızı öven yazılar yer aldı. Bu yazıları aktaran 29 Mart 1955 tarihli Yeni Asır gazetesinde Seyfi Talay için İtalyan basınının şu satırları yazdığı ifade ediliyordu: “Üstün evsafa malik Türk takımına şampiyonluğu kaleci Seyfi Talay kazandırdı. İtalya’da belki üstün kaleciler vardır. Fakat hiçbirisi Türk kalecisi Seyfi kadar fedakâr ve cesur değildir.”

Yazının güncellenmiş halini okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayın: 

21 Aralık 2014 Pazar

İsmet Orhunbilge - Büyük Kaptan

1963 yılının Eylül ayında, İzmir’in Güzelyalı semtindeki Göztepe Stadının toprak zeminli atletizm pistinde bir grup genç atlet idman yapıyordu. Pistte toplu olarak koşup ısınan gençlerin içinde bir tanesi güçlü fiziğiyle diğerleri arasında öne çıkıyordu. Bu delikanlının sporla haşır neşir olduğu belliydi. Genç atletler idmanlarını tamamladıktan sonra çıkmak üzere saha kenarına yöneldiler. O sırada, “Delikanlı, bir dakika bakar mısın!” diye bir ses duyuldu. Seslenen elli yaşlarında bir adamdı. Genç kendisine seslenen adamın yanına gitti. “Birazdan maçımız var, sen de oynamak ister misin?” diye sordu orta yaşlı adam. Top oynamayı zaten çok seven genç hiç düşünmeden, “Olur,” diye kabul etti bu teklifi. Maç başladıktan biraz sonra saha kenarından seyreden orta yaşlı adam yanılmadığını anlamıştı, futbolcu kumaşı vardı bu delikanlıda. Böylece henüz lise öğrencisiyken Altınordu takımına katılan gencin adı İsmet Orhunbilge, saha kenarında onu izleyerek maçta oynatan orta yaşlı adamsa Türk futbolunun büyük isimlerinden, Altınordu kulübünün simgesi Sait Altınordu idi.


İsmet Orhunbilge 1945 senesinde İzmir’in Tepecik semtinde doğdu. Nüfus cüzdanındaki resmi doğum günüyse 1 Ocak 1946 tarihini taşıyordu. Altınordu’nun unutulmaz futbolcularından Hikmet Orhunbilge iki yaş büyük ağabeyiydi. Baba Ahmet Bey seyyar satıcılık yaparak iki oğlu ve bir kızını okutup adam etmek için var gücüyle çabalıyordu. Fakat oğulları “haylaz” çıkmıştı. Akılları fikirleri hep top oynamaktaydı. Bütün günü Kemer tren istasyonunun karşısındaki Langar sahasında top oynayarak geçiriyorlar, zemini zımpara gibi toprak olan bu sahada taşlardan kale yaparak sabahtan akşama kadar maç yapıyorlardı.

Futboldan hiç anlamayan babaları okulu asıp top oynamalarına elbette çok kızıyordu. Fakat bir noktadan sonra artık pes etmiş, futbol oynamalarına karışmamıştı. O anı Hikmet Orhunbilge şöyle anlatıyor: “Bir gün İsmet’le ikimiz Boğaziçi sahasına maç yapmaya gitmiştik. Maç esnasında bir baktım babam geliyor. Elinde kocaman bir kazma sapı vardı. İsmet’e ‘Eyvah yandık’ dedim. Başladı elimiz ayağımız titremeye. Babam ağaçların altına oturdu, bizi izlemeye başladı. Maç bitince titreye titreye yanına gittik. Yüzümüze baktı baktı, sonra, ‘Ulan top oynamamanız için o kadar uğraştım faydası olmadı, hadi oynayın serbest bırakıyorum sizi,’ dedi. Biz sevinçten havalara uçtuk. Ondan sonra hangi mahalle maçına gitsek peşimizden o da gelirdi. Elinde torbayla ekmek, peynir, helva filan bizi beslemeye çalışırdı. Allahtan topçu olduk. Olmasak ne bir sanatımız vardı, ne okuma. Vasıfsız birer insan olacaktık.”


Lakin futbol oynamayı çok sevmesine rağmen küçük İsmet’in lisanslı olarak uğraştığı ilk spor dalı atletizm oldu. Kapılar semtindeki 27 Mayıs Ortaokulunda okurken komple bir sporcu olmaya yatkın fiziği ve yeteneği fark edilerek okulun atletizm takımına alındı. Bu sıralarda 1.65 ile yüksek atlamada yıldızlar Türkiye rekorunu kırdığında henüz on beş yaşındaydı. İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken de spor yapmaya devam etti. İzmir’in spordaki başarılarıyla öne çıkan bu tarihi lisesinde futbol ve voleybolun yanı sıra atletizm takımında da yer aldı. Bir yandan da o yıllarda atletizm dahil birçok amatör branşa büyük önem veren Karantina Spor Kulübünde lisanslı olarak yarışmalara katıldı. İsmet’in atletik yetenekleri onun yüksek atlama, üç adım atlama, cirit atma, uzun atlama gibi bu sporun teknik branşlarının birkaçında birden yarışmasına olanak sağlıyordu.



Bu doğuştan gelen yeteneğini çok geçmeden yeni bir Türkiye rekoruyla süsledi. 1962 yılının Eylül ayında Yunanistan’ın başkenti Atina’da düzenlenen Balkan gençler atletizm şampiyonasında 1.77’lik derecesiyle Türkiye rekoru kırarak altın madalya aldı. Kısa bir süre sonra cirit atma rekorunu da eline geçirdi. Bir Avrupa ülkesinde yaşasaydı muhtemelen dünya çapında bir atlet olur, olimpiyat ve dünya şampiyonalarında kürsüye çıkabilirdi. Türkiye’de atletizme devam etse amatör branşların gördüğü üvey evlat muamelesi yüzünden muhtemelen birkaç yıl içinde sporu bırakıp geçim derdine düşerdi. Sait Altınordu’nun onu yukarıda bahsettiğimiz maçta oynatması kaderini değiştirdi. Genç takıma alındıktan sonra çabucak Altınordu A takımına yükseldi. Ağabeyi Hikmet onun bu hızlı yükselişini şöyle anlatıyor: “O Altınordu’ya girdiği sırada ben askerdeydim. Takımda İsmet diye bir isim duyuyorum ama kardeşim olduğunu hiç tahmin etmiyorum. Bir gün izin alıp maça gelmiştim. ‘Kim bu İsmet?’ diye sordum. ‘Kim olacak, senin kardeşin,’ dediler.”

Atatürk Lisesi futbol takımı. İsmet Orhunbilge ayakta soldan ikinci.

Santrhaf mevkiinde oynayan İsmet, ilk kez 1963-64 sezonunda yer aldığı Altınordu’da o sene fazla oynamadı ama ertesi sezondan itibaren takımın değişmez unsurlarından biri oldu. 1965 yılında genç milli takıma seçilerek yedi maçta forma giydi. Bu konuda ilginç bir not, Avrupa Gençler Şampiyonasında Hollanda ile yapılan maçta Cruyff’a karşı oynamasıydı. 1967’de amatör milli takımda yer aldı. Böylece futbol ve atletizm olmak üzere iki farklı branşta milli olma başarısına ulaşan nadir sporcuların arasına katıldı. Atletik yeteneklerinin avantajını futbolda iyi kullanıyordu. Ondan kolay kolay kafa topu alabilen oyuncu yoktu. Bunu ancak Metin Oktay gibi çok üstün yetenekli santrforlar zaman zaman başarabiliyordu.

1961'de çekilen bu fotoğrafın arkasına şu satırları yazmış: "Resimde görülen
çıtanın yüksekliği 1.65 m'dir. Bu irtifayı geçerken görülüyorum. Bu atlayıştan
sonra birinci oldum ve 9. madalyayı aldım."
İsmet sahadayken müthiş bir kazanma hırsıyla oynuyordu. Rakip ceza alanında gereksiz çalım yapıp topu kaptıran bir arkadaşı oldu mu bütün sahayı hışımla geçip onun yanına gelerek azarlardı. Hikmet Orhunbilge de gerek idmanlarda gerek maçlarda sürekli tartıştıklarını hatırlayarak bu konuda şunları söylüyor: “Gol yediğimiz zaman, ‘Yahu İsmet o gol yenir mi?’ diye konuşurdum. Ben gol kaçırdığım takdirde o da bana, ‘Bu gol kaçar mı?’ diye çıkışırdı.” Öfkesi sadece saha içiyle de kalmıyordu. Atatürk Stadında Altınordu’nun mağlup oynadığı bir maç sırasında seyircilerden bir grup aleyhinde tezahürat yapınca oyunu bırakıp tel örgülere tırmanarak o gruba çıkışmıştı. Fakat öfkesi anlıktı, maç esnasında bağırıp çıkıştığı takım arkadaşlarının gönlünü maçtan sonra özür dileyerek almayı asla ihmal etmezdi. Kazanma hırsını yazları Langar sahasında kendi aralarında yaptıkları maçlarda bile ortaya koyuyordu. Hikmet’le karşılıklı birer takım oluşturarak yaptıkları maçlar genellikle sonuna kadar sürmeyip sert kavgalarla nihayet bulur,  fakat biraz sonra semt kahvesinde içilen çaylar eşliğinde bu kavgalar kahkahalar eşliğinde anlatılırdı.

İsmet Orhunbilge sağ başta. Yanındakiler Fikret,
kardeşi Hikmet ve Akın.
Kulübüne, yaşadığı şehre, dostlarına duyduğu sevgiyi maddi olanakların üstünde tutan bir kişiliği vardı. Metin Oktay onun ölümünün ardından kaleme aldığı yazıda Galatasaray’da oynadığı yıllarda İsmet’i transfer etmek için Gündüz Kılıç’la birlikte İzmir’e geldiklerini, fakat önerdikleri 500 bin lira transfer ücretini onun terbiyeli bir dille reddettiğini yazmıştı. Dikkat çeken bir başka özelliği liderlik vasfıydı. Altınordu’da oynamaya başladıktan birkaç sezon sonra, kendisinden yaşça büyük ve tecrübeli futbolcular olmasına rağmen takım kaptanlığına getirilmişti. İsmet genç yaşta kendisine verilen bu sorumluluğu kariyerinin sonuna kadar büyük bir olgunlukla taşımış ve camiada “Büyük Kaptan” olarak tanınmıştı.

Altınordu bir sezon için 2. ligde mücadele ettikten sonra 1966-67 sezonunda tekrar 1. lige yükselmişti. Bu fotoğraftaki
kadro o sezona ait. Ayaktakiler (soldan): Şiyatski, Sedat, Erkan, Nehir, İsmet, Mümin.
Oturanlar: Hüseyin, Muzaffer, Cenap, Melih, Zadel.
Altınordu kulübüne 1973-74 sezonuna kadar hizmet ettikten sonra kardeşi Hikmet ve bir grup Altınordulu arkadaşıyla birlikte o sırada amatör kümeye düşmüş olan Tepecik semtinin takımı Ülküspor’da forma giydi. Zorlu eleme maçlarından sonra bu köklü İzmir takımını tekrar 3. Lige çıkardılar. Kulüp maddi imkânsızlıklarla boğuştuğu için transfer parası almak bir yana deplasmanlara ceplerinden para vererek gidiyorlardı.Maddiyata önem vermediği gibi zor durumdaki arkadaşlarının ve çevresinin yardımına koşan özverili bir kişiliği vardı. Bir zamanlar Altınordu boks takımında yer alan dönemin İzmir belediye başkanı İhsan Alyanak’ın makam odasına çat kapı girip, futboldan para kazanamadığı için geçim sıkıntısı çeken bazı arkadaşlarının sorgusuz sınavsız iş bulmasını sağlaması bunun en bariz örneğiydi. Takım arkadaşı Ningür Yalçıntaş’ın ifadesiyle, “Yaşıyor olsaydı Tepecik’te işsiz adam kalmazdı.”  Tez canlılığının yanı sıra delişmenlik de kişiliğinin bir diğer öne çıkan özelliğiydi. Bir gün Çeşmealtı’nda ziyaret ettiği babasıyla beraber sandalla denize açılmışlardı. Aralarında bir tartışma çıkınca İsmet üstündeki takım elbiseyle gözünü kırpmadan denize atlayıp yüzerek karaya çıkmıştı. Babası eve döndüğü zaman herkes kavga edeceklerini zannederken hiçbir şey olmamış gibi gülerek kucaklaşmışlardı.

Karşıyaka'ya maça giden bir grup Altınordulu. Sol başta Zeki,
en arkadaki takım elbiseli Ningür, ortada İsmet, yanında
Beytullah Baliç ve Rafet.

Ülküspor yılları. İsmet ayakta sol başta. Hikmet oturanlardan soldan ikinci. 
İsmet Orhunbilge futbol oynamayı bıraktıktan sonra iş hayatına atıldı ve konfeksiyon ticaretiyle uğraşmaya başladı. Fakat futboldan kopması mümkün değildi. Üç İzmir takımının 2. Ligde şampiyonluk mücadelesi verdiği 1980-81 sezonunda Altınordu’nun genel kaptanı olarak her maçta sahanın içindeydi. Ne yazık ki o sezon, onun sona erişini gördüğü son sezon oldu. 24 Aralık 1981 günü işleri için gittiği Muğla’dan İzmir’e dönerken karşıdan gelen arabayla çarpıştı. Bu olayın trajik yanı Muğla Üniversitesinde asistanlık yapan öbür araçtaki sürücünün İzmir Atatürk Lisesinden arkadaşı olmasıydı. İsmet Orhunbilge hayatını kaybettiğinde henüz otuz beş yaşındaydı. İsmi Altınordu kulübünün onun adına düzenlediği turnuvada yaşatılıyor, anısı sevenlerinin kalbinde yaşıyor.

İsmet Orhunbilge U11 Liginin tanıtımından bir kare. Arka sırada ortadaki
ceketli genç, İsmet'in oğlu Hakan Orhunbilge.

İsmet, Sait Altınordu için düzenlenen
jübilede kulüp tarihinin bu en büyük
ismiyle bir arada.

Gode Cengiz ve İsmet. İkisi de
hayata çok erken veda ettiler.

Paylaştıkları fotoğraf, anı ve bilgilerle bu yazının oluşmasında büyük yardımları bulunan Hikmet Orhunbilge, Ningür Yalçıntaş ve özellikle merhum İsmet'in oğlu Hakan Orhunbilge'ye teşekkür ederim - Fethi Aytuna.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Önder Sapanlı - Futbolcu, Gazeteci, Devlet Memuru

Günümüz şartlarında üst düzey bir kulüpte oynayan bir futbolcu düşünün ki, bir yandan eğitimine devam ederken diğer yandan bir işte çalışsın ve aynı zamanda gazetelere spor muhabirliği yapsın. Bugün bize son derece absürt gelen bu durum, profesyonelliğin henüz kağıt üstünde kaldığı 1950’ler ve 60’ların Türkiye’sinde olağan sayılacak bir gelişmeydi. İzmir’in çeşitli kulüplerinin yanı sıra bir sezon da Beşiktaş forması giyen Önder Sapanlı, geçinmek için başka işlerde çalışan bu futbolcu neslinin temsilcilerinden biriydi. Ailesi, çocukluk ve gençlik yıllarıyla ilgili aşağıda anlattıkları aynı zamanda İzmir’in bir döneminin kesiti gibiydi:


“20 Temmuz 1938’de İzmir’de dünyaya geldim. Halil Rıfat Paşa semtinde doğup büyüdüm. Benden küçük iki erkek kardeşim var. Annem ve babam Priştine kökenlidir. Oradan muhacir olarak İzmir’e gelmişler. Priştine’de aileleri komşuymuş. Babamlar 1912’de önce Turgutlu’ya gelmişler. O zaman sekiz yaşındaymış. On sene bir Rum berberin yanında çalışmış. O yüzden çok güzel Rumca konuşurdu. 1922’de Yunanlılar Turgutlu’dan kaçarken büyük bir yangın çıkmış. Buradaki Rumlar adalara, Yunanistan’a kaçmışlar. Babaannem, babama İzmir’e gidip Rumların boşalttığı evlerden birine yerleşmesini söylemiş. Böylece 1922’de İzmir’e gelmiş babam. Annemin ailesi de 1924’te buraya gelmiş. 1935’te burada evlenmişler. Babamın Kemeraltı’nda, Beyler Sokağında berber dükkânı vardı. İzmir’in en eski berberlerindendi.”

“Ben Bayramyeri’ndeki Halit Bey İlkokulunda okudum. Ardından Ticaret Lisesinin orta kısmına girdim. Okul Heykel’in arkasında, Efes Otelinin karşısındaydı. Lise ve akademiyi de aynı yerde bitirdim. Girdiğimde Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okuluydu adı. Daha sonra İTİA oldu. Top oynamaya mahallede başladık. Babam da sporu sevdiği için top oynamama kızmazdı. Hiçbir zaman ‘Top oynama dememiştir bana. Sadece ‘derslerini ihmal etme,’ diye tembihlerdi. Şimdi Hatay’da yerine apartmanların yapıldığı İzmirspor sahası vardı. Çocukluğumda İzmirspor’un lokal takımları vardı. Akınspor, Eşrefpaşa, Kalespor gibi yedi-sekiz tane takımdı bunlar. Mahallede oynarken beni görmüşler, ‘Sen gel Akınspor’da oyna,’ dediler. Böylece Akınspor’da oynadım, Eşrefpaşa takımında oynadım. Bunlar gayri federe takımlardı.”

“İzmir’in meşhur Tanık ailesi vardır. Onlar aynı zamanda Kültürspor kulübünün sahibiydiler. Yarım gün ticaret Lisesinde okuyordum. Öğleden sonra Tanıkların Fevzipaşa Bulvarında, Hisar Camisine yakın yerdeki dükkânına gidiyordum. Radyo, telefon satan bir dükkânları vardı. 1955 senesinde Kültürspor takımında lisanslı olarak oynamaya başladım.  O zaman dükkânda çalıştığım için 12 buçuk lira haftalık alıyordum. Yani ayda 50 lira yapıyordu. 50 lira da kulüpten alıyordum. Ayda 100 lira o zaman için iyi paraydı. Para kazanmaya başladıktan sonra babamdan 1 kuruş harçlık almadım. Kültürspor Kahramanlar semtindeydi. Fuar’da Göl Gazinosunun karşısında lokali vardı. Renkleri sarı-lacivertti. İdmanları yakındaki Halk Sahasında yapardık. Bazen akşamları Fuar’ın içinde koşardık. Hocamız Karşıyakalı Nazmi Abi’ydi. Başa oynayan bir takım değildi. İzmir mahalli liginde orta sıraların üstüne çıkamazdı ama netice itibarıyla iyi bir takımdı. Oradan yetiştik sayılır.”

1955'te Kültürspor formasıyla.
                                       (Yeni Asır)
“1956-57 senesinde Kültürspor’da oynarken Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü her profesyonel takıma en az üç lokal takım kurma mecburiyeti getirdi. Rahmetli Cemal Tanık bana hep, ‘More Sari,’ derdi. Bir gün, ‘More Sari, sana vereceğim bir takım forma, sen mahallenden, okuldan arkadaşlarından bir takım kur,’ dedi. Ben de Kültürpark diye bir takım kurdum. Biz Ogün Altıparmak ile sınıf arkadaşıydık. O çok iyi yüzerdi, o zaman futbolla alakası yoktu. Çamdibi’nde bir maç bağladık. Ogün’e, ‘Yarın maç yapacağız, sen de gelir misin?’ diye sordum. ‘Olur,’ dedi ama daha hayatında futbol ayakkabısı giymemiş. Benim yedek ayakkabılarımı verdim. Sağ açıkta oynadı. O gün bayağı koştu, çalıştı. Ben bunu Tanıklara anlattım. Ogün bir bisiklet istemişti, Tanıklar onu almadı. Bisiklet alsalardı Kültürspor’a gelecekti. Orası olmayınca Karşıyaka’ya gitti.”

İzmir genç karmasında oturanlardan soldan ikinci.
                                                                                    (Yeni Asır)
“İzmir genç karmasını Sait Altınordu çalıştırırdı. Ali Barçın da çok emek harcamıştı. Beden Terbiyesi bölge müdürlüğünde daktilo memuruydu ama bütün branşlarda hakemlik lisansı vardı. Her gün iki üç branşta maç idare ederdi. Hentbol, basketbol, voleybol, futbol, okul maçları, hepsini idare ederdi. Çok çalışkan bir insandı. Lise 1’deyken sınıfta kalmıştım. Okulu bırakmaya niyetlendim, en kötü ihtimal şoförlük yaparım yine hayatımı kazanırım diyordum. O zaman bir yandan da genç karmada oynuyordum. Barçın Abi okulu bırakacağımı duymuş. O zaman engel imtihanları vardı. Eylül döneminde ikmal imtihanlarına giriliyordu. Oradan kalanlara da birkaç gün sonra engel imtihanları yapılırdı. Benim bu şekilde iki dersim vardı. Barçın Abi beni çağırdı. ‘Okumazsan hiçbir şey olamazsın,’ dedi. Gidip hocalarımla konuştu nurlar içinde yatsın. Sonunda o derslerden geçtim ve okula devam ettim. Rahmetli devreye girmeseydi, belki okumayacaktım. Beden Terbiyesinde çalışırken zannediyorum onu başka bir yere tayin etmişlerdi, o da ayrıldı. Kemeraltı’nda 3. Beyler Sokağı vardır, orada eski güreşçilerden Muharrem Candaş’ın spor mağazası vardı. İki sene o mağazada tezgâhtar olarak çalıştı Ali Barçın. Evde çoluk çocuk var tabii. Orada spor malzemeleriyle ilgili bilgisini arttırdı. Aynı sokakta ufacık bir dükkân açtı. Fakat çok geniş muhiti vardı. Herkese çok tatlı dille konuşurdu. Bütün okullar spor malzemelerini ondan almaya başladı ve sonunda Barçın Spor firması meydana çıktı.”

Ali Barçın (solda) Altay yöneticisiyken
İstanbulspor başkanı Ali Sohtorik ile.
                                             (Ege Ekspres)
“1957’de daha Ticaret Lisesinde okurken Ülküspor’dan transfer teklifi aldım. Kulübün ikinci başkanı okulda müdür muaviniydi. Muhasebe hocamız kardeşi, fizik hocamız hanımıydı. Hocamın teklifini kabul ettim. Bu şekilde Ülküspor’da oynadım ve liseyi bitirdim. Ardından akademiye girdim. Ülküspor’da oynarken Sami Özok bu kulübe menajer olmuştu. İyi bir takım kurdular. Futbolcuları başka kulüpler kaçırmasın diye Temmuz ortasında İstanbul’a götürdüler bizi. Sirkeci’de bir otelde kamp yaptık. Fenerbahçe sezon açıyordu. Can Bartu ilk defa Fenerbahçe takımında oynayacaktı. O zamanki stadın derme çatma haliyle Fenerbahçe ile hazırlık maçı yaptık. Can Bartu sol iç oynuyordu. Ben de onun karşısında sağ haf oynadım.”

Ülküspor 1957'de Fenerbahçe Stadında. Önder Sapanlı ayakta soldan dördüncü.
1955-59 arasında Kültürspor ve Ülküspor gibi İzmir’in iddialı olmayan takımlarında oynayan Önder Sapanlı, 1959-60 sezonundan itibaren Göztepe’de forma giymeye başlamış. Yeni takımına geçtiği sırada amatör milli takıma seçilmiş. Antrenörlüğünü “Voleci Şeref” lakabıyla ünlenen Şeref Görkey’in yaptığı amatör milli takımla 1959 senesinde Beyrut’ta yapılan Akdeniz Oyunlarına altı İzmirli oyuncuyla birlikte katılmış. O tarihte Beşiktaş forması giyen Beton Mustafa ve Selim Soydan ile Trabzon İdman Ocağı oyuncusu Ahmet Suat Özyazıcı da takımda yer almış. Göztepe’ye geçişinin hikâyesiniyse şöyle anlatıyor:

“1959’da Ülküspor olarak Bursa’da Milli Lige çıkmak için yapılan terfi tenzil maçlarına katıldık. Başımızda Türk futbolunun profesörlerinden dediğim Sami Özok vardı. Cumartesi sabahı kapım çalındı. Sami Abi zamanında babamın dükkânında çıraklık yapmış. Ailemizi çok iyi bilirdi, evlerimiz yakındı. ‘Önder kalk, İzmir’e gidiyoruz,’ dedi. O zamanlar İstanbul gazeteleri İzmir’de basılmıyordu. Göztepe idarecisi Zeki Çırpıcı’nın telefon numarası 7080 olan bir taksisi vardı. İki taksi İstanbul’a giderdi. Arka koltuğa ve bagaja İstanbul gazetelerini alır, sabah 6.30-7.00 gibi Bursa’da olur, ondan sonra da İzmir’e gelirdi. Bu her gün tekrarlanırdı. Sami Abi Bursa’da akşam çay bahçesinde Fenerbahçe’nin yöneticilerinden Rüştü Dağlaroğlu ile konuşuyormuş. Rüştü Bey, ‘Ben yarın Önder’i alacağım, Fenerbahçe’ye götüreceğim,’ demiş. Sami Abi de beni İzmirspor’da oynatmayı kafasına koymuş. Sabah kapıyı çalıp kalk İzmir’e gidiyoruz dedi. Sabah 6.30’da bindik gazeteleri getiren arabaya, İzmir’e gittik.”

1959'da Ülküsporlu Önder, o sırada
Kültürspor forması giyen Bülent Esel
ile maça çıkmak için yağmurun
dinmesini bekliyor.
                                      (Ege Ekspres)
“Daha sonra Beşiktaş’a giden Güven Önüt o zaman Aydın’daki bir takımda oynuyordu. Onu denemek için Aydın’da yapılan maçta İzmirspor’da oynadım. Ertesi hafta başka birisini denemek için Balıkesir’e gidildi. Bu arada rahmetli Ruhi Karaduman ağabeyimiz vardı. İki sene Ülküspor’da antrenörlüğümü yapmıştı. Ruhi Abi ısrarla Göztepe’ye gelmemi istiyordu. Rahmetli Reşat Selamioğlu babamın dükkânına gitmiş, ‘Ahmet Bey, oğlunu başka kulübe verme, biz Göztepe’ye istiyoruz onu,’ demiş. Akşam babam eve gelince, ‘Oğlum bırak İzmirspor’u, Göztepe’ye git. En nezih kulüplerden biri orası,’ dedi. Ben de babamı kıramadığım için Ruhi Abi’ye gidip Göztepe’ye oynayacağımı söyledim. Benim geldiğim sene Nevzat da gelmişti. O zaman Ahmet Cücen bizi aldı, Seferihisar yakınında bir yere götürdü. O zaman orada hiç ev filan yoktu. İki gün boyunca bir çardakta kaldık. İki gün sonra Ruhi Abi arabayla geldi bizi doğru bölgeye götürdü. O zaman daha amatördük. Göztepe adına fiş doldurduk. Böylece Nevzat ile birlikte Göztepeli olduk.”


Yukarıdaki fotoğrafta Önder Sapanlı idmandan sonra eşofmanlarını çıkarmış, çalıştığı gazete adına antrenörü Ruhi Karaduman ile röportaj yaparken görülüyor. Hocası için şunları anlatıyor: "Ruhi Abi ile ben Kültürspor'da oynarken karşılıklı oynamıştık. O da sol bek oynardı. İyi bir futbolcuydu. Göztepe muhitinde sevilen, sayılan bir insandı. Avrupa'da antrenörlük kursuna giden ilk kişilerden biriydi Türkiye'de. Yanlış hatırlamıyorsam 1955'te kursa gitmişti."

“Ben Göztepe’de başlangıçta sol haf oynuyordum. Bahri sol bek oynuyordu. Sene ortasında santrhaf oynayan Mustafa Abi futbolu bıraktı. Bahri sol hafa geçti, ben sol beke geçtim, Nevzat sol haf olarak önüme geldi. Göztepe’de oynarken hem okulda okuyordum, hem de NATO’nun Şirinyer karargâhında kütüphane memuru olarak çalışıyordum. Bir yandan da Sabah Postası gazetesinde spor muhabirliği yapıyordum. Bizim kuşak futboldan doğru dürüst para kazanmıyordu zaten. Göztepe’ye geldiğimde 7.000 lira transfer parası almıştım. 500 lira da maaş alıyordum. Üç sefer 7.000 lira aldım. Göztepe’de üç sene boyunca neredeyse oynamadığım maç yoktu. Cuma gününden diyelim ki Altınordu ile beraber Ankara’ya giderdik. Cumartesi mesela biz Şekerhilal’le, Altınordu Gençlerbirliği ile oynardı. Ertesi gün rakipler değişirdi. Pazartesi günü motorlu trenle İzmir’e dönerdik. Salı günü antrenman olurdu. Bazen Çarşamba günü Türkiye Kupası maçı olurdu. Perşembe yine antrenman olurdu. O zaman maçlarda oyuncu değiştirme de yoktu.”

Göztepe 1960'ta İstanbul'da. Ayaktakiler: Sümer, Ayhan, kaleci Erdoğan,
Önder, Hakkı. Oturanlar: Abdürrahim, Tuncer, Ali, Sedat.
“Benim Hakkı Usta diye bir akrabam vardı, bana güzel futbol ayakkabıları yapardı. Fakat o zaman Alsancak Stadının zemini topraktı, hatta kömür tozu serpilmişti. Maç bitiminde kramponların çivileri ayaklarımıza batardı. Ayakkabıları çıkardığımız zaman kan akardı. O zaman tetanos olma tehlikesi filan hiç aklımıza gelmezdi. Toprak sahada düştüğün zaman bacağın sıyrılır, bir hafta yarası geçmezdi. Yıkanman icap eder, yıkanamazsın. O zamanlar futbol oynamak bir azaptı. Mithatpaşa’da çamurlu havalarda oynadığımız zaman, maçtan sonra baldırlarım ağrırdı. Ayağımızı çamurdan zor çıkarırdık. İzmir’de oynadığım yıllarda beni zorlayan Altay’ın Kasabalı bir sağ açığı vardı. Adı Gönen’di, şimdi o da rahmetli oldu. Birinci devre maçında Altay bizi yenmişti. Gönen’le karşı karşıya oynuyorduk. Mağlubuz diye ağlamıştım ben. İkinci devre maçında biz onları yendik, bu sefer Gönen ağladı. Oyunculuk bu şekildeydi o zamanlar, forma aşkıyla oynardık.”

Bir Göztepe - Feriköy maçı. Santrhaf Cavit ile Önder'in
arasında Feriköylü İsmet görülüyor.
Önder Sapanlı 1961-62 sezonunda, sadece tek bir sezon Beşiktaş’ta oynamış. Bu transferi ve Beşiktaş’ta yaşadığı hayal kırıklığını şöyle anlatıyor: “Antrenör Kutik Beşiktaş’tan Göztepe’ye gelmişti. Sezon sonunda ayrılırken, ‘Önder ben seneye yine Beşiktaş’a antrenör olacağım, seni oraya götüreceğim,’ dedi. Böylece Beşiktaş’a gittim. Takımda hem sağ hem sol bek oynadım. Beşiktaş’a gittiğimde daha amatördüm. Orada profesyonel oldum. Sözleşmeye göre 25.000 lira alacaktım. 5.000 lira peşin kalanını 31-61 gün vadeli senetle vermeyi teklif ettiler. O zaman alınan paralar federasyon garantisi altında değildi. Ben senetleri İzmir’de iş hayatındaki arkadaşlarıma ciro etmiştim banka vasıtasıyla tahsil etsinler diye. İki senet de ödenmedi. Sonunda Mayıs ayı geldiğinde rahmetli Hakkı Yeten’e gidip İzmir’e dönmek istediğimi söyledim. Eski senetleri alıp bana 5.000 lira para ve altı ay sonraya yeni bir senet verdiler. Vadesi geldiğinde ben İzmir’e dönmüştüm. O da ödenmeyince icrada görevli bir arkadaşıma gittim. ‘Merak etme alırız, zaten bu hafta Beşiktaş buraya geliyor,’ dedi.  Hasılattan 5.000 lirayı o şekilde aldı. Yani 25.000 liraya anlaşmışken bölük pörçük 15.000 lira alabildim.”


“Beşiktaş’tan dönünce Altınordu’da oynadım. 1963-65 yıllarında yedek subaylığımı yaptım. Yedek subay öğretmen olarak Sivas’ın bir köyünde öğretmenlik yaptım. İki kardeş aynı okulda öğretmenlik yaptık, zaten bizden başka öğretmen de yoktu okulda. Dönüşte 1965-66 sezonunda Ülküspor’da oynadım. Rahmetli Adnan Süvari bizle antrenmanlara çık dedi. Fakat o zaman Göztepe’nin efsane takımı oluşmuştu. O takıma girmek meseleydi. 1965’te İzmir’de açılan antrenör kursuna katıldım. C ve B kurslarını bitirdim. B kursunu bitirdiğim zaman Adnan Abi Göztepe’de iyi bir genç ve minik takım kurmak istediğini söyledi, bana çalışma teklif etti. Böylece 1967’de Göztepe minik ve genç takım antrenörlüğüne başladım.”

Önder Sapanlı, Güven Önüt, Birol Pekel, Ahmet Özacar (Küçük Ahmet).
“Adnan Abi’nin zamanında minik ve genç takımları üç sefer Avrupa’da turnuvalara götürdük. İlk sene, 1969’da sadece genç takım gitmişti. 1970 ve 71’de minikler de katıldı. Almanya ve İtalya’ya gittik. Bu seyahatlerden birine Barçın Abi de geldi. Türkiye’de o zaman Adidas gibi ayakkabılar yoktu. Dönüşte otobüsün koridorunu oradan aldığı ayakkabılarla doldurmuştu. O zaman haftada iki gün antrenman yapılıyordu. Öğleyin daireden çıkıyordum, saat 1’den 3’e kadar minik takımı, 3’ten 5’e kadar genç takımı çalıştırıyordum. Yedi sene bu şekilde devam ettim. Türk futbol piyasasına oralardan birçok futbolcu yetişti. O zamanlar Türkiye’de fazla antrenör yoktu. Antrenörler derneğinde kayıt numaram 125’ti. Şimdi on binleri geçti. Bana takımlardan çok teklif gelirdi fakat eşim öğretmendi. Ben de devlet memuruydum, o yüzden hiçbirisine gitmedim.”

1970-71 İzmir birincisi Göztepe genç takımı. Bu takımdan sağ başta oturan
İsmail Sütçü ve sol başta oturan Mustafa Dolma yetmişli yıllarda
Göztepe formasıyla oynadılar. 
Çok genç yaşta çalışmaya başlayan Önder Sapanlı’nın faal futbolculuk hayatı henüz yirmi sekiz yaşında sona ermiş. Antrenörlüğü de bıraktıktan sonra kendini tamamen çalıştığı işe vermiş:  “Devlet memurluğundan emekliyim. Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde ihraç mallarının standart kalite kontrolünü yapan bir teşkilat vardır. Ben pamuk, üzüm ve incir eksperiydim. İhracatçı malını ihraç etmeden önce bize başvururdu. Önce biz gidip fiziksel kontrolünü yapardık. Ardından numune alıp laboratuarımızda araştırma yapardık. Uygunsa belge verirdik. 1965 senesinde askerden gelince kontrolör olarak bu işte çalışmaya başladım. 1982’de müdür oldum. 2000 senesinde emekli oldum. Fakat emekli olduğum gün İhracatçı Birliklerinden arayıp bana iş teklif ettiler. Zamanında TSE için kuru incir, kuru kayısı ve kuru üzüm standartlarını ben yazmıştım. İzmir civarındaki firmaları dolaşarak incirdeki aflatoksin kontrolünü nasıl yapacaklarına dair tavsiyeler verdim. Bu görevimi de kısa süre önce bıraktım.”






26 Kasım 2014 Çarşamba

Fikret Kırcan - Büyük İnsan Küçük Fikret

Mardin mutasarrıfı Yusuf Ziya Bey, 25 Aralık 1920 günü Kadıköy’de dünyaya gelen dördüncü çocuğuna, yakın arkadaşı Tevfik Fikret’e duyduğu hayranlıktan ötürü Ali Fikret adını koymuştu. Fikret henüz dört yaşındayken babasını kaybetti. Bu olayı şöyle hatırlıyordu: “Midyat’ta bir akşamüstü babamı sedye içerisinde eve getirdiklerini hatırlıyorum. Meğer sekte-i kalbden vefat etmiş.” Aile bu olaydan sonra İstanbul’a gelip Kadıköy Feneryolu’na yerleşti.

Annesi Fikret’i 1927 yılında Madamın Fransız Mektebi adı verilen özel okula yazdırdı. İlk sportif başarısını bu sıralarda kazandı ve 23 Nisan’da ilkokullar arası yapılan yarışmalarda 100 metre birincisi oldu. Fransız Mektebi dört yıl sonra kapanınca 6’ncı İlkmektebe devam edip burayı bitirdi. Futbolla ilk haşır neşir olduğu yerler Feneryolu’ndaki evlerinin arkasındaki bahçe ve yanındaki büyük arsaydı. Mahalle arkadaşlarıyla Feneryolu takımını kurmuşlar, formalarını da kendi biriktirdikleri harçlıklarla almışlardı.


Bir gün gene meşhur sahaları arsada bir mahalle maçı yaparken topları bitişik bahçeye kaçmıştı. Çocukların bağırması üzerine o bahçeye bakan evin penceresi açıldı ve birisi “Ne istiyorsunuz?” diye sordu. Soruyu soran Fenerbahçe’nin ünlü futbolcusu Fikret Arıcan’dı. Çocuklar topun bahçeye kaçtığını söyleyince “hangi takımdansınız?” diye sordu. “Fenerbahçeliyiz” cevabını alınca “Hah şimdi oldu, girin alın topunuzu!” diye izin verdi. Bir gün gelecek, penceredeki yıldızla yerdeki çocuk aynı kulübün elemanı olacaklar ve ikisini kolay ayırmak için penceredekine “Büyük Fikret”, yerdekine de “Küçük Fikret” denecekti.

Fikret bir yandan mahalle takımında diğer yandan Kadıköy Erkek Ortaokulu takımında futbol oynuyordu. İşte o sıralarda, 1933 yılında hayatının akışını değiştiren olay gerçekleşti. Onunla aynı mahallede oturan, Fenerbahçe genç takımı kalecisi Necdet Erdem ve sol iç Şeref, Fikret’in takımıyla bir maç yapmayı kararlaştırmıştı. Maç Fenerbahçe gençlerinin 2-0 galibiyetiyle biterken Fikret kendisini büyük heyecana boğan şu soruyla karşılaşıyordu: “Fenerbahçe’ye gelir misin?” Kendisi bu teklifi büyük bir sevinçle kabul etse de annesinin karşı çıkması yüzünden Fenerbahçe’ye kavuşması ancak birkaç ay sonra gerçekleşti.

                                       (Milliyet)
Böylece Fikret Kırcan henüz on dört yaşındayken Fenerbahçe tarihinin en önemli isimlerinden olan Galip Kulaksızoğlu’nun kurduğu genç takıma girmişti. Fenerbahçe’nin birinci nesil futbolcularından ve bir dönem başkanlığını yapan Galip Bey’e duyduğu hayranlığı Fikret şöyle anlatıyordu: “O zamanlar Fenerbahçe’de birçok genç takım kurmuş, her birini eski şöhretlere vererek hazırlatmıştı. Kulübün yıldönümlerinde, spor bayramlarında, resmigeçitlere 12 takımın katıldığı çok görülen hallerdendi. Futboldan çok iyi anlayan Galip Bey… hepimize parlak bir istikbal temin etmiştir.”

Küçük Fikret’in de yer aldığı Fenerbahçe genç takımı 1935 yılında İstanbul şampiyonluğunu kazanırken onun da yıldızı iyice parlıyordu. Bunun sonucunda 1936 yılında yani daha on altı yaşındayken kendini birinci takımda buluverdi. Perşembe günkü idman bitip sahadan çıkarlarken kulübün efsane ismi Zeki Rıza Bey onu yanına çağırıp, “Pazar günü Ankara’nın Çankaya takımına karşı sağ açık oynayacaksın,” diyerek onun yeni bir heyecana boğulmasına yol açıyordu. Gencecik sağ açık herkesin beğendiği bir oyun sergilerken Fenerbahçe Çankaya takımını 5-0 yenmişti. Lakin Zeki Rıza Bey, “İyi oynuyor ama ezdirmeyelim,” diyerek onun biraz daha pişmesini istedi.

Fikret Kırcan için nadir
anlardan biri. Topa
kafayla vuruyor.
                      (Milliyet)
Böylece Fikret genç takıma döndü ama kısa süre sonra bütün arkadaşlarıyla birlikte B takımına yükseldi. O sene düzenlenen B takımlar şampiyonasının final maçı için Fenerbahçe ile Galatasaray karşı karşıya geldiler. Maçın favorisi Gündüz, Eşfak, Haşim, Bülent gibi oyunculara sahip Galatasaray’dı. Büyük bir seyirci kitlesi önünde oynanan maçın normal süresi golsüz bitti. Uzatmaların ilk dakikalarında gerilerden açılan topla buluşan Fikret karşısındaki beki çalımladıktan sonra biraz ileriye çıkmış olan kaleciyi görünce topun hafifçe dibine dokundu. Böylece kalecinin üstünden ağları bulan golle Fenerbahçe şampiyonluğu kazanmıştı.

Bu arada ortaokulu bitiren Fikret Haydarpaşa Lisesine girmişti. Okulun futbol takımında Eşfak Aykaç, Sabri Kiraz, Halit Deringör, Müjdat Yetkiner gibi geleceğin yıldızları yer alıyordu. Fikret de okul takımının değişmez yıldızı oldu. Aynı sıralarda birinci takımda da daha fazla yer almaya başladı. Taksim Stadında o dönemin güçlü ekiplerinden Macaristan’ın MTK Hungaria takımını 3-2 yenen Fenerbahçe on birinde yabancı bir takıma karşı ilk maçını oynadı.

Üç Fenerbahçeli Haydarpaşa Lisesi formasıyla: (soldan)
Müjdat Yetkiner, Fikret Kırcan, Halit Deringör.
                                                                      (Halit Deringör)
İlk kez 1935-36 sezonunda tanıştığı birinci takım formasına öğrencilerin kulüplerde oynamasını yasaklayan kanunun çıkması üzerine bir müddet uzak kaldı. Haydarpaşa Lisesini bitirerek 1939-40 sezonundan itibaren düzenli olarak forma giymeye başladı. Sağ açık mevkiinin değişmez oyuncusu olarak verdiği paslar, yaptığı ortalar, çektiği frikik ve kornerlerle takımının birçok golünün hazırlayıcısı olmuştu. Onun çizgiden top sürüşünü seyretmek seyirciler için büyük keyifti. Onun büyük katkılarıyla Fenerbahçe 1940 Milli Küme şampiyonluğunu kazandı.

Fikret Kırcan’ın unutamadığı maçlardan biri Nazilerin ilhak ettiği Avusturya’nın Admira takımıyla yaptıkları maçtı. 1942 Mayıs’ında İstanbul’u ziyaret eden Admira, Galatasaray ve Beşiktaş’ı yendikten sonra Fenerbahçe’yle karşılaştı. O gün ilk kez birinci takım formasını giyen üç genç vardı: kalede Sabri Kiraz, santrforda Müjdat (Müzdat) Yetkiner, sol açıkta Halit Deringör. Herkes Fenerbahçe’nin bu “zayıf” kadrosuyla yenilmesini beklerken Fikret’in yaptığı ortaların golle sonuçlanmasıyla maçı 2-1 kazandılar. Maç sonunda sahaya dolan halk Fenerbahçeli futbolcuları omuzlarda taşıdı.

                                                                                  (Milliyet)

Yaşı büyüdükçe futbolu da büyüyen Küçük Fikret, 1943 Milli Küme şampiyonluğunun ardından Fenerbahçe ile 1943-44 İstanbul Ligi şampiyonluğunu da yaşadı. Beşiktaş’ın İstanbul şampiyonluğuna ambargo koyduğu 1940’larda bu şampiyonluk çok değerliydi. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle on bir yıl boyunca maç yapamayan Türkiye, 23 Nisan 1948’de Atina’da Yunanistan’la oynarken Fikret de ilk kez milli formayı giydi. Kaderin garip bir cilvesi, bu maçta milli takımın ilk golünü kaydederken her zaman kullandığı sağ ayağı yerine sol ayağıyla şut çekmişti. Bu maçtan birkaç ay sonra düzenlenen Londra Olimpiyatlarına katılan futbol takımı kadrosunda yer aldı.

1946 Milli Küme şampiyonu Fenerbahçe, başbakan Şükrü Saraçoğlu ile.
Fikret Kırcan sol başta oturan oyuncu.
                                                                                                 (Hayat Spor)
O devirlerde otuz yaşına gelen futbolcular için “artık yaşlandı, futbolu bırakması lazım” kanaati yaygınken Fikret’in futbolu yaşıyla birlikte giderek olgunlaştı. Fenerbahçe artık profesyonel hale gelen İstanbul liginin 1952-53 sezonunu “Küçük Şeytanlar” adı verilen tecrübesiz gençlerle namağlup tamamlayarak kazanırken takımın kaptanı Küçük Fikret’ti. O sezon için, “Kendimi en iyi hissettiğim devre,” diyordu. Nitekim 1953 Mayıs’ında Bern’de İsviçre’yi 2-1 yenen milli takımın kaptanı oydu. Türkiye 5 Haziran 1953’te İstanbul’da Yugoslavya ile 2-2 berabere kalırken kaptan Fikret de frikikten şahane bir gol atıyordu.

Yugoslavya maçının kadrosu.
                                                                                                                                                   (Burhan Sargın)
Futbolculuk yaşamının son dönemlerinde en unutulmaz maçı 19 Mayıs 1955’te Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanan Atatürk Kupası maçıydı. Beşiktaş 3-0 öne geçtikten sonra Fikret ‘in yaptığı ortalara Canavar Burhan’ın attığı gollerle durum 3-3 olmuştu. Lakin Beşiktaş bir gol daha atıp durumu 4-3 yaptı. Maçın bitmesine artık çok az vakit kalmıştı. Fikret’in son dakikalarda uzaktan savurduğu vole Beşiktaş ağlarını bulunca maç 4-4 sona erdi.

1953'te Fenerbahçe'nin İngiltere turnesinde
Luton Town ile yapılan maçtan önce.
                                                        (Yeni Asır)
Futbolumuz artık her ne kadar profesyonel statüye kavuşsa da futbolcular henüz ciddi düzeyde para kazanamıyor, o yüzden başka işlerde çalışmak zorunda kalıyordu. 1954-55 ve 1955-56 sezonlarında daha az forma giyerek kendini daha çok gümrük komisyonculuğu işine verdi. 1956 sezonu sonunda futbolu bırakırken Fenerbahçe’nin Haziran ayında çıktığı Sovyetler Birliği turnesine götürüldü. Leningrad’da Zenith’le yapılan maçta forma giydi. Sadece ilk yarıda oynadığı bu maçta ilk golün pasını verip ikinci golü attı ve Fenerbahçe maçı 2-1 kazandı. Fenerbahçe formasını son kez 7 Ekim 1956’da İstanbul’da yapılan Dinamo Moskova maçında giydi. Böylece aralıksız yirmi iki yıl Fenerbahçe’de oynayarak bir rekora imza attı.

1952-53 sezonu şampiyonu Fenerbahçe kaptanı Fikret Kırcan ayakta sağdan üçüncü futbolcu.
                                                                                                                                                                             (Burhan Sargın)
Sahalarımızın en efendi futbolcularından biriydi Küçük Fikret. Fenerbahçe Stadında karlı bir havada oynanan Beykoz maçında yerden çektiği şut yan ağları yırtıp içeri girmiş, hakem Şazi Tezcan yanılıp gol kararı vermişti. Hatta Beykozlu kaleci ve futbolcular bile topun dışarıdan girdiğini fark edememişti. Fakat Fikret hemen hakemin yanına koşarak topun dışarıdan girdiğini söylemişti.1

Futbolu bıraktıktan sonra da kulübüyle ilişkisini kesmedi. 1959’da Milli Ligin ilk şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe’nin umumi kaptanı olarak, kupayı kaldıran futbolcuların yanındaydı. 1968-69 sezonunda büyük bir kriz yaşayan Fenerbahçe’de Molnar’ın görevini bırakması üzerine geçici bir süre teknik direktörlüğü üstlendi.

                                                                                  (Fotospor)
Güzel futbolu yanında en bilinen özelliği giyimine kuşamına, dış görünüşüne, özellikle saçlarına çok dikkat etmesiydi. Saçları bozulmasın diye toplara kafa vurmadığı herkesin bildiği bir husustu. Yakışıklığıyla özellikle birçok kadın seyirciyi maçlara çektiği rivayet edilirdi. Giyimi kuşamı nasıl tertemizse futbolu da öyle temiz oynuyordu. Onca yıllık futbol hayatında ne bir tekme attığı, ne bir faul yaptığı görülmüştü. “Fikret Kırcan futbolunu da kendisi gibi yakışıklı kılmıştı. Zarifti. Karşısındaki beki çalımla yere indirip çizgiye doğru ilerlerken, neredeyse dönüp ondan özür dileyecek incelikteydi.”2

Fikret Kırcan (ortada) son yıllarında takım arkadaşları
Şükrü Ersoy (solda) ve Burhan Sargın (sağda) ile.
                                                                     (Burhan Sargın)

Futbolumuzun başı sağ olsun, huzur içinde yatsın.
    

Fikret Kırcan ile hayattayken görüşmem sağlık sorunları nedeniyle mümkün olmamıştı. Bu yazıda kaynağını belirtmediğim bilgilerin tamamını duayen gazeteci Halit Kıvanç'ın Ağustos 1956'da Milliyet gazetesinde tefrika halinde yayınlanan "Büyük Futbolcu Küçük Fikret" başlıklı röportajından derledim. Kendisinin izniyle yayınlıyorum. Sevgili Halit Kıvanç'a bu vesileyle futbol tarihimiz adına bir kez daha teşekkür ediyorum.

(1) Cem Atabeyoğlu, Türk Futbolunda Unutulmayan 200 Ünlü, s. 71.

(2) Ülkü Tamer, Yaşamak Hatırlamaktır, s. 104.