26 Şubat 2013 Salı

Avram Papanastasiu - Beyoğluspor


Avram Papanastasiu 10 Nisan 1938’de İstanbul’un Langa semtinde dünyaya gözlerini açtı. Onun doğduğu günlerde nüfusu henüz bir milyonu bulmayan İstanbul’da, Rum toplumu yaklaşık iki yüz bin kişilik nüfusuyla önemli bir yer tutuyordu. Bugün Yenikapı ile Laleli arasına sıkışmış apartmanlarının Doğu Avrupalı turistlere yönelik birer tekstil mağazasına döndüğü Langa semti, o zamanlar Rum ve Türk nüfusun iç içe yaşadığı iki katlı, avlulu evlerden ve maruluyla ünlü bostanlardan oluşuyordu. Mahallenin çocukları okuldan arta kalan bütün zamanlarını, İstanbul’daki bütün yaşıtları gibi arsalarda, sokaklarda futbol oynayarak geçiriyordu.

Langa’nın arsalarından yetişerek ellili ve altmışlı yılların güçlü takımlarından Beyoğluspor’un yıldızı olan Avram Papanastasiu o günleri şöyle anlatıyor: “Üç çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm. Babamın Yenikapı’da bakkal dükkanı vardı, ben on yaşımdayken babamı kaybettik. Cumartesi geceleri uyku tutmazdı gözümü, ertesi sabah top oynayacağım diye. Daha gün doğarken herkesin evine gider, çocukları toplardım. Hava kararana kadar top oynardık. O zamanların Yenikapı’sında çok bostan ve arsa vardı. Pazartesi günleri okula gidince hep ceza alırdım çünkü Pazar günleri kiliseye gitmeyenlerin isimleri yazılırdı. Buna rağmen ben uslanmaz, her Pazar kiliseye gitmeyip top oynamaya devam ederdim.”

Genç Avram (ayakta, sağ başta) Beyoğluspor'daki ilk yılında.
“Langa, Aksaray’dan Yenikapı’ya doğru inerken sol tarafta kalır. O zaman mahallede bir kilise, bir ilkokul vardı. Kilisenin evleri vardı, kiraya verilirdi. Langa kulübü de o evlerden birinin odasını kiralamış. Bu kulüpte futbola başladım. Arman adlı Ermeni bir mahalle arkadaşımla birlikte diğer gençler arasında sivrilmiştik. Langa’dan bir Rum idareci beni Beyoğluspor’a tavsiye etti. Bir gün Beyoğluspor beni görmek için Langa kulübüyle Şeref Stadında özel bir maç yaptı. Ben o gün sol bek oynadım ve beğenildim. Bunun üzerine 1956 senesinde, yani on sekiz yaşında Beyoğlusporlu oldum. Çok koşan biri olduğum için Langa’da zaman zaman santrfor oynuyordum ve çok gol atardım. O zaman tekniğim fazla gelişmemişti ama çok mücadeleci, sert, cesur ve süratliydim. O devirde piyasanın en süratli futbolcusuydum diyebilirim.”

Beyoğluspor 1958 yılındaki kadrosuyla. Avram, Tuncay, Hayri, Mehmet, Turgut,
Diamandi. (Oturanlar) Miho, Kaplan, Sofyanidis, Aleko, Dimitrioğlu.
“İlk sene takıma giremedim. Ben devamlı antrenmanlara çıkıyordum ama bir türlü takıma giremiyordum. Bir ara vazgeçtim. İdareciler beni çağırıp nedenini sordu. ‘Ben oynamak istiyorum, siz oynatmıyorsunuz,’ dedim. Bir yönetici bana nasihat etti. ‘Bir merdivenin üstüne çıkmak için alt basamağından başlamak gerekir. Basamakları ağır ağır çıkacaksın. Biz seni Langa’dan oynatmak için aldık.’ Bir de 50 lira verdi bana.”
“O zaman zaten maç oynanırken oyuncu değiştirmek yasaktı. Beyoğluspor’da eskiden beri oynayan kurtlar vardı, hep onlar oynuyordu. Oynayabilecek isimler tahtaya yazılıyordu. Stada gidiyoruz ama orada bulunanların içinden bir takım okunuyor, takıma giremeyen tribüne çıkıyordu. Bir sezon öyle geçti. Talihim Fenerbahçe genç takımıyla yaptığımız bir maçta döndü. O maçtan önce Bülent  Abi (Eken), ‘Seni santrfor oynatacağım,’ dedi. Ben Langa’da sol bek oynuyordum. Çok süratliydim, deli doluydum. O maçta iki kafa golü attım, çok da iyi oynadım. Aksaray’dan bir sürü arkadaşım gelmişti maça. ‘Ulan gâvur oğlu, çok iyi top oynadın, helal olsun!’ diye bağırıyorlardı. O maçtan sonra takıma girdim ve 1972 senesine kadar bir daha çıkmadım.”

Avram, Nevzat, Güngör, Corci Maruli, Sedat, Deveci -
Kemal, Aristo Maruli, Ergun, Kartal, Alpay.

“İmroz adasına kampa gittik. Orada Çanakkalespor’la hazırlık maçı yaptık. Bülent Abi Ayvalık’tan bir santrfor almıştı. İlk devre o oynadı. 1-0 önde kapadık devreyi. İkinci yarı beni aldı, maç 13-0 bitti. Kaç gol attım? Hadi tahmin et bakalım. 9 gol! Tutamıyorlardı beni. Fevkalade süratliydim, alıyordum götürüyordum. Kaptan Dimitrioğlu bana, ‘Oğlum kimseye verme topu,’ dedi. Kimse tutamıyordu beni, bir anda kaleciyle karşı karşıya kalıyorum, vuruyorum – gol. Belki üç-dört tane de kaçırdım.”

 Rodos seyahatinde.
Genç Avram’ın 1957-58 sezonundan itibaren formasını düzenli olarak giymeye başladığı Beyoğluspor, henüz Milli Ligin kurulmadığı o yıllarda, on takımlı İstanbul Liginde tutunmaya çalışan mütevazı bir ekipti. Bir sezon, ligde kaldıklarından dolayı bir Danimarka seyahatiyle ödüllendirilmişlerdi: “Başkanımız Napolyon kümede kalırsak bizi Danimarka seyahatine götürmeyi vaat etti. 1958 senesinde Danimarka’nın dört ayrı şehrinde birer maç yaptık, bütün Danimarka’yı gezdik. Emniyet’ten Osman (daha sonra Fenerbahçe’de oynayan Osman Göktan) ve Galatasaray kalecisi Bülent’i takviye olarak aldık. İlk maçımızı Danimarka’nın o zaman en güçlü takımı olan F.C. Kopenhag ile yaptık. Sorensen diye çok iyi bir oyuncuları vardı. Bir o gol atıyor, bir ben. Maçı 3-2 kaybettik.”

Danimarka seyahati sırasında antrenör Bülent Eken
ile birlikte bir deniz yolculuğunda.

1959’da Milli Ligin kurulmasıyla birlikte sekiz İstanbul takımı bu ligde yer almaya hak kazanır.  Bu lige katılamayan Beyoğluspor mücadelesine İstanbul Mahalli Liginde devam eder. 1962 Haziran’ında bu ligde şampiyon olarak Ankara ile İzmir liglerinin şampiyonları ve Milli Ligden düşen üç takımla birlikte Bursa’da yapılan baraj maçlarına katılır.
“Baraj maçlarına altı takım iştirak etmişti. Federasyon başkanı sırf bizi alabilmek için beş takımı Milli lige aldı. Gol atıyoruz, hakemler vermiyor. Top ağlara değiyor, geri geliyor, kaleci tutuyor, hakem devam diyor. Penaltı veriyor, gol atıyoruz, kaleci kımıldadı diye tekrarlatıyor, bu sefer kaçırıyoruz. Baraj maçları bitti, biz üzüntüden ağlayarak döndük İstanbul’a.”

                                               (Milliyet)
Federasyonların doğrudan siyasi otoriteye bağlı olduğu o dönemde bakanlar kurulu baraj maçlarında başarılı olamayan Vefa ve Demirspor’un itirazı üzerine ligin yirmi takımla oynanmasını kararlaştırır. Bunun üzerine Milli Ligin başlamasına günler kala federasyon toplanır ve Beyoğluspor’un da katılımıyla birlikte 1962-63 sezonunda ligin yirmi iki takımla oynanmasına karar verir. Avram Bey, baraj maçlarının en iyi futbol oynayan takımı Beyoğluspor’un sürekli yapılan haksızlıklar yüzünden beşinci olmasını zamanın federasyon başkanı Orhan Şeref Apak’ın içine sindiremediğini söylüyor. Muhtemelen bu yüzden bakanlar kurulunun ligi yirmi takıma çıkarma kararını federasyon bu şekilde genişletir.

Beyoğluspor  Bursa'daki baraj maçlarında: (Ayaktakiler) Kartal, Avram,
Sedat, Güngör, Günay, Aristo Maruli, Deveci. (Oturanlar) Gogo,
Corci Maruli, Alpay, Kemal.
Böylece 1962-63 sezonunda takım sayısı yirmi ikiye çıkınca Milli Lig on birer takımlı iki ayrı küme halinde oynanır. Beyoğluspor o sezonu ortalarda tamamlamayı başarır.
“Birinci Ligdeki ikinci sezonumuzda ilk yarı bitince Fenerbahçe’den kiralık olarak Naci Abi (Erdem) geldi. O santrhaf oynuyordu, ben o zaman yine santrfora geçtim. İşte santrfor oynadığım ilk maçta Galatasaray’a iki gol atmıştım. Genelde zaten öyle olur, bir defans adamını ileriye alırsan çok başarılı olur. O sezon küme düştük, Naci Abi Galatasaray’a gitti, ben tekrar santrhafa geçtim ve futbolu bırakana kadar bu mevkide oynadım.”

                                                                                                                   (Akşam)
“Tabii uzun zaman oynayınca tek tük hatalarımız da oldu. Rahmetli Beşiktaş kalecisi Sabri Dino o zaman bizdeydi. Bir Göztepe maçı oynuyorduk, durum 2-2 berabereydi. Sabri bir aut atışında benle paslaştı. Ben on sekiz üstünde bekliyordum. Bana verdi topu, nasıl olduysa Sabri’ye geri vereceğim topu ters tarafa vurdum. Arkamda da Fevzi varmış, aldı topu, boş kaleye golü attı. O yüzden 3-2 yenildik. O maç hiç aklımdan çıkmaz. On sene defans oynadım. Her maçta takımın iyi oynayan iki üç elemanı varsa, biri mutlaka bendim. Ama gene de o olayı devamlı hatırlarım, arkadaşlarım da bana zaman zaman söylerdi. Futbolda böyle olaylar oluyor tabii.”


Beyoğluspor 1963-64 sezonunda güzel futbolunu sürdürmesine rağmen maç kazanamayınca yeni kurulmuş olan İkinci Lige düşer: “İkinci lige düşünce bizim kadro dağıldı ama o sezon biz Şeref Stadında Bursaspor’u 2-1 yendik, böylece Vefa şampiyon olup tekrar Birinci Lige çıktı (1964-65 sezonu). Sezonun ilk yarısında biz bir ara yedi puan öne geçmiş ve ilk devreyi lider bitirmiştik. Kim gelse yeniyorduk. Fakat o sırada Kıbrıs olayları patlak verdi. Bütün Türkiye karşımızdaydı. Maça çıkıyorduk, bütün seyirciler, ‘Makarios’un piçleri!’ diye bağırıyordu. İnanılmaz haksızlıklar yapılıyordu takıma. Biz liderlikten düştük, Vefa ile Bursaspor çekişiyordu. Biz son maçta Bursa’yı yenince Vefa Birinci Lige çıktı. Kıbrıs olayları patlak verdikten sonra birçok arkadaşımız İstanbul’u terk etti.”

                                                                    (Güngör Sürel arşivi)
Hemen her futbolcu gibi Avram Bey’in de en büyük arzusu milli formayı giymektir ama bu arzusu gerçekleşmez ne yazık ki: “Ben oynarken her takımda çok iyi futbolcular vardı. Milli olamadım ama ismim Ahmet, Mehmet olsa herhalde olurdum. Beyoğluspor oyuncuları arasında milli formayı giymek Sofyanidis ile Kasapoğlu’na nasip oldu. Zaten üç büyükler dışından bir oyuncunun milli olması çok zordu.”
On altı senelik profesyonel futbol hayatından sonra 1972’de futbol oynamayı bırakır: “Artık Üçüncü Ligde oynuyorduk. Zaten işimi kurmuştum, bir matbaam vardı. Anadolu’daki maçlara gitmekten bıkmıştım. Para yoktu, büyük sıkıntı çekiyorduk. O yüzden futbolu bıraktım, yoksa üç-dört sene daha oynayabilecek durumdaydım. Böylece 1956’dan 1972’ye kadar toplam on altı sene hizmet ettim Beyoğluspor’a. Bu sürenin aşağı yukarı sekiz on senesinde kaptanlık yaptım.”

Beyoğluspor Üçüncü Ligdeki yıllarında Vefa Stadında. Kaptan Avram
ayakta sol başta.
“Futbolu bıraktıktan sonra bir müddet kulüpte idarecilik yaptım, takım amatör kümedeyken biraz antrenöre yardımcı oldum. Ama baktım ki para bulamıyoruz onu da bıraktım. Bir zamanlar iki yüz bin Rum nüfus vardı, şimdi iki bin kişi kaldı. Kimden para alacaksın, Beyoğluspor kulübüne kim para verir?”

Bursa'daki baraj maçlarından önce
Tirilye'deki kampta.
Avram Papanastasiu iyi futbolculuğu yanında arkadaşları arasında muzipliğiyle de tanınırdı. Bu konuda bir anısını şöyle anlatıyor: “On altı sene boyunca Şeref Stadında antrenman yaptık. Sabah 8’de başlıyorduk çalışmaya. Bizden sonra 10’da Beşiktaş antrenman yapıyordu. Şeref Stadı o zaman mezbelelik bir yerdi. Orada bir görevli adam vardı. Duş için ocağı yakıp su ısıtırdı. Bir gün idmandan sonra yıkanmaya girdik. Adam, ‘Bugün biraz geç yaktım ocağı, su daha soğuk,’ dedi. Muzaffer işi olduğunu söyleyip beklemeden duşa girdi. Kafasını sabunladı. O sırada ben yukarı tırmandım ve işemeye başladım. Muzaffer sevinçle ‘Sıcak su geldi!’ diye bağırdı. Herkes gülünce durumu fark etti. Yıllar sonra Galatasaray hamamının göbek taşında karşılaştık. O Almanya’ya gitmişti. Orada birbirimizi görünce sarmaş dolaş olduk.”