18 Haziran 2014 Çarşamba

Candemir Berkman - Demir Canlı Futbolcu

Eskiler adı kişiliğini yansıtan insanlara “ismiyle müsemma” derlermiş. İşte oynadığı sert futbolla devrinin ünlü forvetlerini yıldıran Candemir Berkman da ismiyle müsemma olanlardan; zira gözünü budaktan sakınmadan oynadığı için defalarca sakatlanmış ve ameliyat olmuş. Bir yıl öncesine kadar hâlâ ameliyatlarla boğuşmasına rağmen büyük bir azimle yaşam mücadelesine devam etmiş. O zamanlar rakipleri kendisi hakkında ne düşünüyordu bilmiyoruz ama sohbetimiz sırasında biz karşımızda Kadıköy ve İstanbul’un eski günlerini özlemle hatırlayan gerçek bir İstanbul beyefendisi gördük. Candemir Berkman Kadıköy’deki çocukluk günlerini ve futbola nasıl başladığını şöyle anlatıyor:

“1934 Beylerbeyi doğumluyum. Sekiz dokuz yaşındayken Kadıköy’e taşındık. Kuşdili çayırında on iki on üç yaşlarında top oynamaya başladım. İngilizlerin tenis kortları filan vardı orada. Büyükler top oynamaya gelene kadar idare ederdik. Kuşdili ve Bayramyeri’nde oynamak bir keyifti. Altıyol’da şimdi elektrik santralı olan yer eskiden bayram yeriydi. Orada da top oynanırdı. Evimiz askerlik şubesinin karşısındaydı. Kadıköy muhteşem medeni bir yerdi. Herkesin vapurda bir yeri vardı, oraya başkası oturmazdı. Vapur iskeleye yanaştığı zaman taksiciler kendi müşterisini beklerdi, başka kimseyi almazdı.”

                              (Candemir Berkman arşivi)

“İlkokulu bitirdikten sonra Kuleli askeri lisesi orta kısmı imtihanına girdim ve kazandım. Fakat ilkokula küçük yaşta gitmiştim. Kuleli’ye müracaat ettiğimde on bir yaşındaydım. Yaşım için ufak dediler ve yapamaz diye uyardılar. Bunun üzerine orta tahsilimi bitirince 1950’de deniz kuvvetlerine girdim ve 1956’da ayrıldım. Gölcük’te görev yapıyordum. Denizgücü’nde top oynamaya başladım. Ordudayken yalnız futbol oynamadım. Boks, güreş, atletizm de yaptım. O günkü şartlarda fiziğim buna müsaitti. Güçlü bir yapım vardı. Aynı zamanda inatçı bir kişiliğe sahiptim. İstiklal Caddesinde yürürken biri beni geçse tahammül edemezdim. Yetişip onu geçer, ondan sonra rahatlardım.”

“Fenerbahçe kulübü 1953-54 sezonunda beni görmek istedi. Fenerbahçe Stadında üç veya dört maça çıktım. O zaman santrfor oynuyordum. Fakat o yıl deniz kuvvetlerinden ayrılamadım. 1954-55 sezonunda Beşiktaş beni istedi. Fakat yine görevimi bırakamadım. 1955-56 senesinde deniz kuvvetlerinden ayrılma imkânı buldum. O sırada beni Adalet takımı istedi. Aynı esnada Galatasaray’dan da teklif geldi. 1956 Ocak veya Şubat ayında Galatasaray’da ilk amatör lisansım çıktı. 1956 yazında profesyonel oldum. Galatasaray’ın kurulmuş bir kadrosu olduğundan oynamak için altı yedi ay beklemem icap etmişti. 1957’de takımla beraber Rusya turnesine gittim ve A takımda ilk kez orada oynadım. O zaman hocamız Gündüz Kılıç’tı. 1957-58 sezonu başında Gündüz Abi ayrıldı. Galatasaray’da oynamaya başlamam bir tesadüftür. Oynama umudumu kaybederek biraz boş vermiş bir hayat yaşıyordum. Gündüz Abi ayrılınca George Dick diye bir İngiliz antrenör geldi. Beni genç takımda antrenmana çıkarıyorlardı. Selahattin Buda diye bir antrenörümüz vardı. Bir gün sabah antrenmanına geldik. George Dick İstanbul’a geleli iki gün olmuştu. Daha eşofmanlarını giymemişti. A takımın idmanını kontrol ediyordu.”

Antrenör George Dick eşi ve çocuğuyla birlikte. Yanında Ertan Adatepe.
Arka sırada Candemir Berkman, İsmail Kurt, Mete Basmacı ve
Ergun Ercins görülüyor. (Bu fotoğrafla birlikte yazıda kaynağı
belirtilmeyen bütün fotoğraflar Erol Natan'ın Facebook'taki Galatasaray
Tarihi sayfasından alınmıştır.)
“Ben genç takımdaki maçımı oynadıktan sonra duş almış, çıkmış kurulanıyordum. Sahaya geldim, A takımı idmanını seyretmeye başladım. O zaman rahmetli Doğan Koloğlu, Dick’in yardımcısı olarak göreve başlamıştı. Onu evvelden tanıyordum zaten. Şans ki, A takımın çift kale yapması icap ediyor, bir kişi eksik kaldılar. Doğan Koloğlu, ‘Candemir’i gönderin,’ diyor. Selahattin Buda, ‘O adam yaramaz çünkü kendini koyuverdi,’ diye karşılık vermiş. Doğan ısrarcı olmuş. Beni sol haf oynattılar idman maçında. Maçtan sonra George Dick benim A takımla idmanlara başlamamı istedi. Günlerden Pazartesi veya Salı idi. Cumartesi günü Kasımpaşa maçımız vardı, 8-1 kazandık. O maçta sol haf oynadım. Sonraki maçımız Fenerbahçe’yleydi. 1-1 berabere kaldık. Hafta arasında milli takımlar açıklandı. Beni B milli takıma seçtiler.”

Candemir Berkman Galatasaray'daki ilk yıllarında Enver
Özdemir ve kaleci Sedat Günertem ile.
“Ondan sonra takımda yerim sabitlendi. Fakat mevkimde bir değişiklik oldu. Coşkun Özarı sağ haf oynardı. George Dick takımı gençleştirmeye gitmişti. Ben sağ haf oynamaya başladım. O sene şampiyon olduk. Ertesi sezon bir Fener maçında sakatlandım ve menisküs ameliyatı olmak için İtalya’ya gittim. 1959 Şubat ayında ameliyat oldum. O zaman takımdaki yerimi biraz kaybeder gibi oldum. Yalnız çabuk bir zamanda iyileştim. Kendime iyi baktım, gıdama ve istirahata dikkat ettim. Büyük bir efor sarf ettim. Aşağı yukarı kırkıncı günde tekrar takıma girdim. Sol haf olarak başlamıştım ama Galatasaray’a geldiğim zaman hazırlık maçlarında çeşitli denemelere tabi olmuştum. Santrfor da oynattıkları da oluyordu. Sol haftan sağ hafa geçtikten sonra o mevkide milli takımda oynadım. Ondan sonra sağ beke geçtim. Ama hücum etmeyi de seven bir adamdım. Gelgelelim o zamanki şartlarda gitme diye kenardan uyarı gelirdi. O zamanlar WM sistemi oynanırdı ama bizim takım bunların haricinde futbol oynamıştır. İyi bir takımımız vardı. 1957-58’de İstanbul şampiyonu olduk. 1961-62’de Milli Lig şampiyonu olduk. Dört defa Türkiye Kupasını kazandık. Antrenörlüğüm sırasında yine şampiyonluk yaşadık. Bu kadar şampiyonluğu bugünkü futbolcular yaşasa ihya olurlardı.”


Candemir Berkman futbola nasıl başladığını, Galatasaray’da A takıma nasıl girdiğini bu şekilde anlattıktan sonra o dönemin futbolcularının yaşam koşullarından, Galatasaray kulübü özelinde Türk futbolunun içinde bulunduğu durumdan ayrıntılı şekilde bahsediyor:

“İdmanlarımız bazen Mecidiyeköy’de olurdu. Bazen Lisenin Grand Cour denen sahasında yapılırdı. Şeref Stadında idman yapardık. Kâğıthane’de levazım okulu vardı, orada idman yapardık. Kulübün sezon başında yirmi tane topu vardı. On beş gün sonra bütün toplar patlar, üç tane topa kalırdık. Üç topla otuz kişi nasıl antrenman yapsın? Bugün görüyoruz, top tribüne gittiğinde seyirciler topu aldığı zaman kimsenin sesi çıkmıyor. Bugün bir futbolcu bir yıl için aldığı parayla ömrünü kurtarabiliyor. Oysa benim jenerasyonumdaki çoğu arkadaşım çok kötü şartlarda yaşıyorlar bugün. O zamanlar bazen idmana gidecek parayı zor bulduğumuz olurdu. Mesela Mecidiyeköy’de idman sabah sekiz buçukta başlayacaksa Kadıköy’den altıyı beş geçe kalkan ilk vapura binerdim. Karaköy’den Tünel’e çıkardım. Orada Mecidiyeköy tramvayı vardı; birinci mevki beş kuruş, ikinci mevki üç kuruştu. İdmandan sonra topluca kulübe dönerdik. O zamanki Amerikan arabalarına altı-yedi kişi rahat sığıyordu. Birkaç arkadaş taksi tutup kulübe giderdik.”

Sözleşme yenilerken Rüçhan Adlı onu izliyor.
“Biz acı bir dönem geçirdik. Oynadığımız saha saha değildi, top top değildi; ayakkabı, forma, eşofman, duş, antrenman sahası hepsi öyleydi. Maaşımız maaş değildi. Hiçbir şeyimiz yoktu. Biz yokluğun içinde bir jenerasyonduk. Fener’i 5-0 yendiğimiz maçın 40. dakikasında sağ ayağım kırıldı. O zaman oyuncu değiştirmek yok. Rahmetli Ali Uras ağabeyimiz geldi, Novocain diye bir ağrı kesici iğne yaptı. Ayakkabının üstünden bandaj yapıldı. Sonra yine iki tane Novocain. Bacağım tahta bacak gibi olmuştu. Onunla oynamaya çalışıyordum. İki çift Dinyakos ayakkabım vardı. Birini sağlam kalsın diye sadece Fener ve Beşiktaş maçlarında giyerdim. Galatasaray takımında ilk Adidas giyen benim. Avrupa’ya gittiğim zaman kendi paramla almıştım. Ankara’ya gittiğimiz zaman sevinirdik çünkü 19 Mayıs Stadı çimendi ama orada oynamayı sevmezdik. En sevdiğimiz saha İzmir Alsancak Stadıydı çünkü su tutmazdı.”
 
                                               Vefa'da oynarken kendisini sakatlayan Ali İhsan Okçuoğlu'nun ziyareti.                                                                                     (Milliyet)
“Benim oynadığım dönemde Galatasaray’ın seyircisi üç direğin arasındaydı. Yani bir kapalı tribünün üçte biriydi, yarı yarıya bile değildi. Ancak derbi maçında filan yarı yarıya ayrılırdı tribünler. O azınlıkta olan seyirciyi biz bugünkü taraftar yaptık. O devirde doğanların isimlerinin çoğu Turgay ve Metin’dir. Ben futboldan para kazandım diyemem ama bugün Candemir isem Galatasaraylı Candemir olduğum içindir. Gündüz Abi bana futbolla ilgili hiçbir şey öğretmemiştir ama Galatasaray’ın ne olduğunu, sportmenliğin ne olduğunu öğretmiştir. Biz her gün sabahleyin kulübe gitmeye mecburduk. Mutlaka Gündüz Abi’nin odasına girerdik. ‘Günaydın baba,’ der, öpüşürdük. ‘Nasılsın, iyiyim,’ şeklinde kısa bir hal hatır sorma olurdu. Belki uzun seneler kimse bunu fark etmemiştir ama ben fark etmiştim. Öpüşmemiz önceki akşamdan kaldık mı diye bir alkol muayenesi gibiydi. Görünmemiz, bir gün evvelki elbiseyle mi gittik oraya. Eğer öyleyse akşam başka bir yerdeydin demekti. Pantolonun ütülü mü, ayakkabın boyalı mı, gömleğinin yakası temiz mi – Gündüz Abi bunlara bakardı. Gündüz Abi Galatasaray kulübünü elinde tutardı, o kadar da gücü vardı. Otoriter miydi? Çok. Ama öyle sesini yükselterek filan değil, bir laf atardı, yerin dibine girerdin.”

Mecidiyeköy'ün eski zamanları. Arkada likör fabrikasının
bahçesi görülüyor.
“Şunu her zaman iddia ederim: bugünün en kötü antrenörü bizim devrimizde olsaydı hiç abartmıyorum, Türkiye’den en az yirmi-otuz futbolcu Avrupa’ya transfer olurdu. O kadar kaliteli futbolcular vardı ama kondisyonumuz azdı. O zaman televizyon yoktu, gazeteler spora en fazla bir sayfa ayırırdı. Hatta bazı gazetelerde yarım sayfa olurdu. Resimlerimizi bile görmemiş olanlar çoktur. O zaman çoğunlukla adam markajı yapılırdı. Bir gün Karagümrük’le oynuyorduk. O yıllarda sağ bek oynuyordum. Gündüz Abi sağ içe koydu beni. Devamlı hücum ediyordum. Bülent Eken Karagümrük antrenörüydü. Sol bek Doğan’a Suat Mamat’ın sağ iç oynayacağını düşünerek 8 numarayı tutması talimatını vermiş. Oysa Suat o gün 4 numara mevkiinde oynuyordu. Doğan devamlı Suat’ın üstüne oynadığından kimse beni tutmuyordu. Bunun üzerine Bülent Abi Doğan’a ‘Candemir’i tutsana!’ diye bağırmaya başladı. O zaman televizyon olmadığı için yeni oyuncular rakibini tanımıyordu. Rakibini tanıması için en azından bir defa maçta görmesi lazım. Gerçi ben de maça çıktığım zaman sağımı solumu görmezdim. Soyunma odasına geldiğim zaman kimseyle konuşmazdım.”

Candemir Berkman ilk kez B milli takımda oynadıktan sonra on bir kez A milli formayı giydi: 
“A milli olarak ilk oynadığım maç zannediyorum Ankara’daki Güney Kore maçıydı. Adamların süratinden, çabukluğundan takım olarak şaşkına dönmüştük. Bir topu aldığın zaman etrafında üç tane adam oluyordu. Ama kazandık maçı tabii.”

Bu maçtan sonra oynadığı milli maçlarda rakipler İtalya, Sovyetler Birliği, Polonya gibi zorlu rakipler olmuş:
“Ben dikkafalıydım, burnumdan kıl aldırmazdım. Orhan Şeref Apak’ın federasyon başkanlığı sırasında Polonya’ya maça gittik. Antrenörümüz taktiği anlattı. ‘Bitti mi?’ diye sordum, ‘Bitti,’ dedi. ‘Ben oynamak istemiyorum,’ dedim. ‘Neden?’ diye sordu. ‘Bu hususi bir maç. Avrupalılar nasıl oynuyorlar, biz bu maçı bunu görmek için oynuyoruz ama siz bize 1-9-1 oynatıyorsunuz,’ dedim. Apak, ‘Çıkın dışarı,’ dedi. Yarım saat sonra tekrar içeri çağırdılar, takım yine aynı. Fakat o zaman katenaçyo oynuyor bütün takımlar, o dizilişe geçtik. Daha futbola yakın bir sistem. Katenaçyo da savunma ağırlıklıydı ama bütün dünya öyle oynuyordu o zaman.”

8 Ekim 1961'de İstanbul İnönü Stadında Türkiye ve Romanya B milli takımları arasında oynanan maçın kadrosu:
Özcan Arkoç, Sabahattin Kuruoğlu, Erdoğan Gökçen, Candemir Berkman, Kaya Köstepen, Doğan Akı, Aydın Yelken,
Cengiz Karakayalı, Birol Pekel, Tarık Kutver, Münir Altay. Maçı Türkiye 1-0 kazanmış.
Candemir Berkman 1956’da geldiği Galatasaray’dan istemeyerek de olsa 1965’te ayrılmak zorunda kaldı:
“O zamanki şartlarda otuz yaşını geçen futbolcuya yaşlı diyorlardı. 1965’te Galatasaray’dan ayrılıp Vefa kulübüne geçtim. O sırada hem Beşiktaş hem Fenerbahçe beni kadrosuna almak istiyordu. Fakat Galatasaray bunlara gitmeme izin vermedi ve yalnız Vefa’ya gidebileceğimi belirtti. Böylece üç sezon Vefa’da oynadım. Vefa’ya Ergun Ercins ve Ahmet Berman’la birlikte geldik. Fenerbahçe’den de İsmail Kurt gelmişti. Kalede Metin Türel vardı. Hilmi takımdaydı. İlk lig maçımızı Galatasaray’la oynayıp 2-1 kazandık. Sonra Fenerbahçe’yi yendik. Bir müddet lig lideriydik. Antrenörümüz Molnar’dı. Fakat bizde adam fazla iyi oldu mu kafasını kopartırlar. Onun da kafasını koparttılar. Ondan sonra kümede zor kaldık.”

                                                                                (Fotospor)
“Molnar ayrıldıktan sonra futbolcular beni bir ağabey olarak kabul etmişti. Bana inanmışlardı. Hem futbol oynuyordum hem takımı idare ediyordum. Oynadığım sezonlar boyunca hep kümede kalmak için mücadele ettik. Tabii kulübün parası da yoktu. Vefa’da cebimden para harcadığım zamanlar olmuştur. Benim işim vardı, yazıhaneden iyi kötü bir para geliyordu ama para sıkıntısı çeken arkadaşlarımız oluyordu. Daha sonra Simtel sponsor olduğu zaman Simtel’in temsilcisi olarak Vefa kulübünün yönetiminin başındaydım. Fakat bu dönem bir buçuk iki sene sürdü. Kulüpte bazı isimler biz kendi başımızın çaresine bakarız deyince bu dönem sona erdi. Artık zaman değişmişti. Hele Simtel ayrıldıktan sonra kulübün durumu daha da kötüye gitti. Bir yerden sabit bir gelirin yoksa artık başarılı olmanın imkânı yok.”

Vefa 1967-68 sezonu sonunda Göztepe'yi 1-0 yenerek kümede kalınca
oyuncular hocalarını omuzlarına almış.     (Fotospor)
“Bu arada 1964’te İzmir’de düzenlenen antrenörlük kursunu bitirmiştim. Vefa’da 1967-68 sezonunda altı ay antrenörlük yaptım. O sezon düşmemek için mücadele ediyorduk ve kümede kalmayı başardık. Sezon bitiminde bu kez Galatasaray kulübü beni antrenörlük yapmam için çağırdı. O sezon Yugoslavya’dan gelen Toma Kaloperoviç’in yardımcısı olarak göreve başladım. Bir yılın sonunda Kaloperoviç’le didişmeye başladık. Gençlere önem veren, yaşlılardan kurtulmak isteyen biriydi. Hatta Metin’den bile kurtulmak için çaba gösteriyordu. Ayrılmak mecburiyetinde kaldım ve Kütahyaspor’a antrenör oldum. O sezon Türkiye Kupasında yarı finale yükseldik.”

                                                                               (Fotospor)
Kütahya’dan sonra Antalyaspor ve Şekerspor’u çalıştıran Candemir Berkman 1975-76 sezonunda ilk kez 1. Ligde mücadele eden Balıkesirspor’da görev üstlendi:
“Balıkesirspor’a küme düşüren antrenörüm ben ama nasıl şartlarda çalıştığımızı kimse bilmez. Son haftaya girerken Beşiktaş, Göztepe, Ordu, Zonguldak – hepsinin düşme ihtimali vardı. Son maçımızı deplasmanda Adanaspor’la oynayacaktık. Kulüpte para olmadığından bizi Adana’ya götürecek otobüs bile ayarlanamadı. Ancak Cumartesi günü şehir içinde çalışan bir otobüs temin edildi de yola çıkabildik. Adana’ya vardığımızda gece üçtü. O saatte bir han bulup sabaha kadar uyumaya çalıştık. O şartlarda çıktığımız maçta ilk golü biz atmamıza rağmen yaratılan bir penaltı ve frikik sonucu yediğimiz gollerle çözüldük ve maçı 6-1 kaybederek küme düştük. Düşme potasındaki bütün rakiplerimiz son hafta puan aldı.”

“Balıkesir’den sonra iki buçuk yıl Zonguldakspor’da antrenörlük yaptım. Bir buçuk ay bir Kayseri maceram oldu. İki sene Hatayspor’da çalıştım. Diyarbakır ve Urfa’da görev yaptım. Biz Anadolu’ya açılan ilk antrenörleriz. Her ikinci lig takımı tecrübelerimizden istifade etmek için bizi almak istiyordu. Bizim lejyonerlik zamanımızdır o dönem. Bu tempoya 1978’e kadar dayanabildim.  Zamanla yöneticiler kendilerini bizden daha üstün görmeye başladılar. İşadamları ‘parayı veriyoruz, düdüğü biz çalarız’ zihniyetiyle hareket ettiler. Antrenörlük zamanında futboldan para kazandığımı söyleyemem çünkü ayrıldığım her kulüpte bir miktar maaşım kalmıştı. Futbolcuların parası ödenmediği için yöneticilerle çok kavga ettim. Yöneticiler takımlara müdahale etmek isteyince ben karşı çıkıyordum. Anadolu kulüplerinde ‘Ahmet’i çıkar, Mehmet’i koy’ diye takıma müdahale etmeye kalkan yöneticiler vardı. ‘Sen ne karışıyorsun?’ dediğimizde, ‘Paranı ben veriyorum’ diyebilen küstah tipler vardı. Biz Anadolu kulüplerinde misyonerlik yaptık. Kulüplerin bugüne ulaşmasında bizim payımız vardır. Ağır idmanlardan dolayı futbolcular da beni hazmedemiyordu. Takipçi bir antrenördüm. Fakat bugün aradan otuz sene geçmiş, her takımdan oyuncularım sık sık beni arar, hatırımı sorar. Bir araya geldiğimizde ‘o zaman hata etmişiz, sen bize doğru yolu göstermişsin,’ derler.”


“1992 yılından itibaren antrenörler derneğinin başkanı olarak Şenes Erzik döneminde dört sene futbol federasyonu yönetim kurulu üyeliği yaptım. Eğitim dairesine ben bakıyordum. Bir takım reformlar yaptık. Kaleci antrenörlüğü, sponsorluk gibi uygulamalar bizim zamanımızda başladı. Özerklik bizim zamanımızda olmuştur. Bakanların özel kalem müdürleri bizden çok talepte bulunurdu. Ben de, ‘Bakanımız kendisi arasın veya bana bir yazı yazsın ben de elimden geleni yaparım,’ diye cevaplardım. Dördüncü senenin sonunda ayrıldım. Galatasaraylı eski sporcular derneğinin kuruculuğunu ve başkanlığını yaptım. Profesyonel futbolcular derneğinde Turgay başkandı, ben ikinci başkandım. Türkiye Futbol Vakfı mütevelli heyetinde yer aldım.”

“Futboldan koptum derken federasyondan bir talep geldi; Gündüz Tekin Onay ‘gel bizle beraber ol,’ dedi. Dört sene Türkiye’deki bütün profesyonel takımların görüntüleri, antrenörlerinin ve tesislerinin kontrolünü yapan bir bölümün başkanı oldum. Türkiye’nin aşağı yukarı her bölgesini dolaştım, antrenörlerin durumunu inceledim. Her altyapının ve A takımların çim sahası olması mecburiyeti getirdik. Takımlara baskı yapınca iş kendiliğinden doğruya girdi. Şimdi her takımın antrenman tesisi ve stadı var. Bu benim devremdeki baskılı kontrolden dolayı bu hale geldi. Federasyonda görev yaparken altyapı eğitimiyle ilgili dosyalar hazırlamıştım. Milli Eğitim Bakanlığıyla temaslarımız oldu, fikirlerimizi onlar da kabul ettiler. Fakat ben federasyondan ayrılınca o dosyalar da öylece kaldı. Şimdi bakıyorum o dosyaların içinde olan bir takım şeyler gündemde.”

Bir Fenerbahçe - Vefa maçında. (Candemir Berkman arşivi)
Günümüzdeki spor ortamından söz açılınca Candemir Berkman büyük bir üzüntüyle konuşuyor:
“Bugünkü iğrenç tablolar geçmişte yaşanmazdı. Ben Galatasaray’da oynarken Kadıköy’de oturuyordum. Maçlar bittikten sonra karşıya geçmek için motorlara binerdik. Motorda Fenerli futbolcular olurdu. Galatasaraylı olarak benim dışımda Mete,  Cengiz ve Selçuk olurdu. Espriler olurdu tabii, kazananlar espri yapardı ama kaybedenler bir reaksiyon göstermezdi. Hepimiz arkadaştık, her günümüz beraber geçerdi. Aynı kahveye giderdik. Tribünlerde öyle toplu küfür filan olmazdı. Kendini bilmez birkaç kişi çıktığı zaman onları sustururlardı. Ayva filan atılırdı. Birisi küfür ettiğinde, ‘Aman, tribünde kadın, çocuk var,’ diye uyarırlardı. O zaman o kadar insancıl bir seyirci varken bir de şimdiki hale bakın. Bugün ben maçlara gitmiyorum.”

Candemir Berkman yazımızın başında belirttiğimiz gibi hâlâ futbol oynadığı zamanlardan kalma sıkıntılarla uğraşıyor ve geçmişin “bilançosunu” şöyle çıkarıyor: 
“Ben sert bir futbolcu olarak tanınırım. Fakat bunun acısını çok çektim. Dört defa sağ dizimden, bir defa sol dizimden ameliyat oldum. Bir defa ayağım, iki defa kolum kırıldı. On beş tane kaburgam çatladı. İki defa çarpışmadan dolayı hafıza kaybı yaşayıp hastanede yattım. Hâlâ bunların eziyetini çekiyorum. Yakın zamanda bir buçuk senem hastanelerde geçti.” 


Yaşadığı fiziki sıkıntılara rağmen futbol dünyasından kopamayan Candemir Berkman halihazırda Türkiye Futbol Vakfı başkanlığını sürdürüyor:
“Futbol oynadığım dönemde Karagümrük kulübünün yöneticiliğini yapan kayınpederimle birlikte çalıştığım bir gümrük büromuz vardı. Ben orada gümrükçülüğü öğrendim. Hâlâ gümrükçülük yaparak hayatımı yaşıyorum. Bu olmasaydı sürünürdüm çünkü antrenörlük yaparken ‘alın paranızı ne yaparsanız yapın’ diyecek bir tavra sahiptim, burnumdan kıl aldırmazdım. Antrenörlük yaparken istifa edip İstanbul’a dönebilmek için rahmetli eşimin bileziklerini çok sattığımız olmuştur. Şu anda dingin bir hayatım var, ikinci evliliğimi sürdürüyorum, huzurluyum. Artık seksen yaşındayım ama kafamızın içinde hâlâ futbolla ilgili epey fikir var. Artık daha objektif hareket edebiliyoruz.  Şu anda Türkiye Futbol Vakfı başkanlığını yapıyorum. Başkanlığım henüz bir kaç aylık bir olaydır. Sosyal derneklerin hepsini bırakmıştım. Eski başkan Sema Hanım rahatsızlanınca benden vakfı toparlamamı rica etti. Onu kıramadığım için geçici dahi olsa bu görevi kabul ettim. Tabii bu geçiciliğin süresi ne kadardır bilemiyorum. Vakfın örneğin Spor Toto’dan gelen maddi geliri, futbol federasyonu seçimlerinde iki delegelik gibi bir takım hakları iptal edilmiş. Bu hakları geri alabilirsek, bir iki temel çivisi çakabilirsek, emin ellere bırakabilirsek buradaki görevimizi de tamamlamış oluruz.”

                                                                                        (Fotoğraf: Fethi Aytuna)