21 Aralık 2014 Pazar

İsmet Orhunbilge - Büyük Kaptan

1963 yılının Eylül ayında, İzmir’in Güzelyalı semtindeki Göztepe Stadının toprak zeminli atletizm pistinde bir grup genç atlet idman yapıyordu. Pistte toplu olarak koşup ısınan gençlerin içinde bir tanesi güçlü fiziğiyle diğerleri arasında öne çıkıyordu. Bu delikanlının sporla haşır neşir olduğu belliydi. Genç atletler idmanlarını tamamladıktan sonra çıkmak üzere saha kenarına yöneldiler. O sırada, “Delikanlı, bir dakika bakar mısın!” diye bir ses duyuldu. Seslenen elli yaşlarında bir adamdı. Genç kendisine seslenen adamın yanına gitti. “Birazdan maçımız var, sen de oynamak ister misin?” diye sordu orta yaşlı adam. Top oynamayı zaten çok seven genç hiç düşünmeden, “Olur,” diye kabul etti bu teklifi. Maç başladıktan biraz sonra saha kenarından seyreden orta yaşlı adam yanılmadığını anlamıştı, futbolcu kumaşı vardı bu delikanlıda. Böylece henüz lise öğrencisiyken Altınordu takımına katılan gencin adı İsmet Orhunbilge, saha kenarında onu izleyerek maçta oynatan orta yaşlı adamsa Türk futbolunun büyük isimlerinden, Altınordu kulübünün simgesi Sait Altınordu idi.


İsmet Orhunbilge 1945 senesinde İzmir’in Tepecik semtinde doğdu. Nüfus cüzdanındaki resmi doğum günüyse 1 Ocak 1946 tarihini taşıyordu. Altınordu’nun unutulmaz futbolcularından Hikmet Orhunbilge iki yaş büyük ağabeyiydi. Baba Ahmet Bey seyyar satıcılık yaparak iki oğlu ve bir kızını okutup adam etmek için var gücüyle çabalıyordu. Fakat oğulları “haylaz” çıkmıştı. Akılları fikirleri hep top oynamaktaydı. Bütün günü Kemer tren istasyonunun karşısındaki Langar sahasında top oynayarak geçiriyorlar, zemini zımpara gibi toprak olan bu sahada taşlardan kale yaparak sabahtan akşama kadar maç yapıyorlardı.

Futboldan hiç anlamayan babaları okulu asıp top oynamalarına elbette çok kızıyordu. Fakat bir noktadan sonra artık pes etmiş, futbol oynamalarına karışmamıştı. O anı Hikmet Orhunbilge şöyle anlatıyor: “Bir gün İsmet’le ikimiz Boğaziçi sahasına maç yapmaya gitmiştik. Maç esnasında bir baktım babam geliyor. Elinde kocaman bir kazma sapı vardı. İsmet’e ‘Eyvah yandık’ dedim. Başladı elimiz ayağımız titremeye. Babam ağaçların altına oturdu, bizi izlemeye başladı. Maç bitince titreye titreye yanına gittik. Yüzümüze baktı baktı, sonra, ‘Ulan top oynamamanız için o kadar uğraştım faydası olmadı, hadi oynayın serbest bırakıyorum sizi,’ dedi. Biz sevinçten havalara uçtuk. Ondan sonra hangi mahalle maçına gitsek peşimizden o da gelirdi. Elinde torbayla ekmek, peynir, helva filan bizi beslemeye çalışırdı. Allahtan topçu olduk. Olmasak ne bir sanatımız vardı, ne okuma. Vasıfsız birer insan olacaktık.”


Lakin futbol oynamayı çok sevmesine rağmen küçük İsmet’in lisanslı olarak uğraştığı ilk spor dalı atletizm oldu. Kapılar semtindeki 27 Mayıs Ortaokulunda okurken komple bir sporcu olmaya yatkın fiziği ve yeteneği fark edilerek okulun atletizm takımına alındı. Bu sıralarda 1.65 ile yüksek atlamada yıldızlar Türkiye rekorunu kırdığında henüz on beş yaşındaydı. İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken de spor yapmaya devam etti. İzmir’in spordaki başarılarıyla öne çıkan bu tarihi lisesinde futbol ve voleybolun yanı sıra atletizm takımında da yer aldı. Bir yandan da o yıllarda atletizm dahil birçok amatör branşa büyük önem veren Karantina Spor Kulübünde lisanslı olarak yarışmalara katıldı. İsmet’in atletik yetenekleri onun yüksek atlama, üç adım atlama, cirit atma, uzun atlama gibi bu sporun teknik branşlarının birkaçında birden yarışmasına olanak sağlıyordu.



Bu doğuştan gelen yeteneğini çok geçmeden yeni bir Türkiye rekoruyla süsledi. 1962 yılının Eylül ayında Yunanistan’ın başkenti Atina’da düzenlenen Balkan gençler atletizm şampiyonasında 1.77’lik derecesiyle Türkiye rekoru kırarak altın madalya aldı. Kısa bir süre sonra cirit atma rekorunu da eline geçirdi. Bir Avrupa ülkesinde yaşasaydı muhtemelen dünya çapında bir atlet olur, olimpiyat ve dünya şampiyonalarında kürsüye çıkabilirdi. Türkiye’de atletizme devam etse amatör branşların gördüğü üvey evlat muamelesi yüzünden muhtemelen birkaç yıl içinde sporu bırakıp geçim derdine düşerdi. Sait Altınordu’nun onu yukarıda bahsettiğimiz maçta oynatması kaderini değiştirdi. Genç takıma alındıktan sonra çabucak Altınordu A takımına yükseldi. Ağabeyi Hikmet onun bu hızlı yükselişini şöyle anlatıyor: “O Altınordu’ya girdiği sırada ben askerdeydim. Takımda İsmet diye bir isim duyuyorum ama kardeşim olduğunu hiç tahmin etmiyorum. Bir gün izin alıp maça gelmiştim. ‘Kim bu İsmet?’ diye sordum. ‘Kim olacak, senin kardeşin,’ dediler.”

Atatürk Lisesi futbol takımı. İsmet Orhunbilge ayakta soldan ikinci.

Santrhaf mevkiinde oynayan İsmet, ilk kez 1963-64 sezonunda yer aldığı Altınordu’da o sene fazla oynamadı ama ertesi sezondan itibaren takımın değişmez unsurlarından biri oldu. 1965 yılında genç milli takıma seçilerek yedi maçta forma giydi. Bu konuda ilginç bir not, Avrupa Gençler Şampiyonasında Hollanda ile yapılan maçta Cruyff’a karşı oynamasıydı. 1967’de amatör milli takımda yer aldı. Böylece futbol ve atletizm olmak üzere iki farklı branşta milli olma başarısına ulaşan nadir sporcuların arasına katıldı. Atletik yeteneklerinin avantajını futbolda iyi kullanıyordu. Ondan kolay kolay kafa topu alabilen oyuncu yoktu. Bunu ancak Metin Oktay gibi çok üstün yetenekli santrforlar zaman zaman başarabiliyordu.

1961'de çekilen bu fotoğrafın arkasına şu satırları yazmış: "Resimde görülen
çıtanın yüksekliği 1.65 m'dir. Bu irtifayı geçerken görülüyorum. Bu atlayıştan
sonra birinci oldum ve 9. madalyayı aldım."
İsmet sahadayken müthiş bir kazanma hırsıyla oynuyordu. Rakip ceza alanında gereksiz çalım yapıp topu kaptıran bir arkadaşı oldu mu bütün sahayı hışımla geçip onun yanına gelerek azarlardı. Hikmet Orhunbilge de gerek idmanlarda gerek maçlarda sürekli tartıştıklarını hatırlayarak bu konuda şunları söylüyor: “Gol yediğimiz zaman, ‘Yahu İsmet o gol yenir mi?’ diye konuşurdum. Ben gol kaçırdığım takdirde o da bana, ‘Bu gol kaçar mı?’ diye çıkışırdı.” Öfkesi sadece saha içiyle de kalmıyordu. Atatürk Stadında Altınordu’nun mağlup oynadığı bir maç sırasında seyircilerden bir grup aleyhinde tezahürat yapınca oyunu bırakıp tel örgülere tırmanarak o gruba çıkışmıştı. Fakat öfkesi anlıktı, maç esnasında bağırıp çıkıştığı takım arkadaşlarının gönlünü maçtan sonra özür dileyerek almayı asla ihmal etmezdi. Kazanma hırsını yazları Langar sahasında kendi aralarında yaptıkları maçlarda bile ortaya koyuyordu. Hikmet’le karşılıklı birer takım oluşturarak yaptıkları maçlar genellikle sonuna kadar sürmeyip sert kavgalarla nihayet bulur,  fakat biraz sonra semt kahvesinde içilen çaylar eşliğinde bu kavgalar kahkahalar eşliğinde anlatılırdı.

İsmet Orhunbilge sağ başta. Yanındakiler Fikret,
kardeşi Hikmet ve Akın.
Kulübüne, yaşadığı şehre, dostlarına duyduğu sevgiyi maddi olanakların üstünde tutan bir kişiliği vardı. Metin Oktay onun ölümünün ardından kaleme aldığı yazıda Galatasaray’da oynadığı yıllarda İsmet’i transfer etmek için Gündüz Kılıç’la birlikte İzmir’e geldiklerini, fakat önerdikleri 500 bin lira transfer ücretini onun terbiyeli bir dille reddettiğini yazmıştı. Dikkat çeken bir başka özelliği liderlik vasfıydı. Altınordu’da oynamaya başladıktan birkaç sezon sonra, kendisinden yaşça büyük ve tecrübeli futbolcular olmasına rağmen takım kaptanlığına getirilmişti. İsmet genç yaşta kendisine verilen bu sorumluluğu kariyerinin sonuna kadar büyük bir olgunlukla taşımış ve camiada “Büyük Kaptan” olarak tanınmıştı.

Altınordu bir sezon için 2. ligde mücadele ettikten sonra 1966-67 sezonunda tekrar 1. lige yükselmişti. Bu fotoğraftaki
kadro o sezona ait. Ayaktakiler (soldan): Şiyatski, Sedat, Erkan, Nehir, İsmet, Mümin.
Oturanlar: Hüseyin, Muzaffer, Cenap, Melih, Zadel.
Altınordu kulübüne 1973-74 sezonuna kadar hizmet ettikten sonra kardeşi Hikmet ve bir grup Altınordulu arkadaşıyla birlikte o sırada amatör kümeye düşmüş olan Tepecik semtinin takımı Ülküspor’da forma giydi. Zorlu eleme maçlarından sonra bu köklü İzmir takımını tekrar 3. Lige çıkardılar. Kulüp maddi imkânsızlıklarla boğuştuğu için transfer parası almak bir yana deplasmanlara ceplerinden para vererek gidiyorlardı.Maddiyata önem vermediği gibi zor durumdaki arkadaşlarının ve çevresinin yardımına koşan özverili bir kişiliği vardı. Bir zamanlar Altınordu boks takımında yer alan dönemin İzmir belediye başkanı İhsan Alyanak’ın makam odasına çat kapı girip, futboldan para kazanamadığı için geçim sıkıntısı çeken bazı arkadaşlarının sorgusuz sınavsız iş bulmasını sağlaması bunun en bariz örneğiydi. Takım arkadaşı Ningür Yalçıntaş’ın ifadesiyle, “Yaşıyor olsaydı Tepecik’te işsiz adam kalmazdı.”  Tez canlılığının yanı sıra delişmenlik de kişiliğinin bir diğer öne çıkan özelliğiydi. Bir gün Çeşmealtı’nda ziyaret ettiği babasıyla beraber sandalla denize açılmışlardı. Aralarında bir tartışma çıkınca İsmet üstündeki takım elbiseyle gözünü kırpmadan denize atlayıp yüzerek karaya çıkmıştı. Babası eve döndüğü zaman herkes kavga edeceklerini zannederken hiçbir şey olmamış gibi gülerek kucaklaşmışlardı.

Karşıyaka'ya maça giden bir grup Altınordulu. Sol başta Zeki,
en arkadaki takım elbiseli Ningür, ortada İsmet, yanında
Beytullah Baliç ve Rafet.

Ülküspor yılları. İsmet ayakta sol başta. Hikmet oturanlardan soldan ikinci. 
İsmet Orhunbilge futbol oynamayı bıraktıktan sonra iş hayatına atıldı ve konfeksiyon ticaretiyle uğraşmaya başladı. Fakat futboldan kopması mümkün değildi. Üç İzmir takımının 2. Ligde şampiyonluk mücadelesi verdiği 1980-81 sezonunda Altınordu’nun genel kaptanı olarak her maçta sahanın içindeydi. Ne yazık ki o sezon, onun sona erişini gördüğü son sezon oldu. 24 Aralık 1981 günü işleri için gittiği Muğla’dan İzmir’e dönerken karşıdan gelen arabayla çarpıştı. Bu olayın trajik yanı Muğla Üniversitesinde asistanlık yapan öbür araçtaki sürücünün İzmir Atatürk Lisesinden arkadaşı olmasıydı. İsmet Orhunbilge hayatını kaybettiğinde henüz otuz beş yaşındaydı. İsmi Altınordu kulübünün onun adına düzenlediği turnuvada yaşatılıyor, anısı sevenlerinin kalbinde yaşıyor.

İsmet Orhunbilge U11 Liginin tanıtımından bir kare. Arka sırada ortadaki
ceketli genç, İsmet'in oğlu Hakan Orhunbilge.

İsmet, Sait Altınordu için düzenlenen
jübilede kulüp tarihinin bu en büyük
ismiyle bir arada.

Gode Cengiz ve İsmet. İkisi de
hayata çok erken veda ettiler.

Paylaştıkları fotoğraf, anı ve bilgilerle bu yazının oluşmasında büyük yardımları bulunan Hikmet Orhunbilge, Ningür Yalçıntaş ve özellikle merhum İsmet'in oğlu Hakan Orhunbilge'ye teşekkür ederim - Fethi Aytuna.

3 yorum:

  1. yine muazzam. buraya yazı yazmalı okuyanlar. yazarın hoşuna gider...

    YanıtlaSil
  2. Mehmet abinin dediği doğru. Öyleyse yazayım. Blogla ilgili düşündüğüm ilk şey; bu blogda hazine yattığıdır. Futbolu sevenler, futbolun tarihini merak edenler için harika bir bilgi kaynağı.

    Metin Oktay, futbol oynadığı dönemlerde transfer komitesi üyesi gibi çalışmış sanırım. Sevildiği için işi bitirsin diye mi görevlendiriliyordu acaba. Fethi Heper'de de aynı mevzu var. İkisi de parayı kabul etmemişler. Parayı bir takım değerlerin üzerine çıkarmayan insanlar görmek bana iyi geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Evet Metin Oktay'da dediğiniz özellik var gerçekten. En çok da sanırım İzmirli futbolculara transfer teklifi için görevlendiriliyor. Herhalde kendisinin de İzmirli olmasının payı var. İzmirli futbolcular onu gerçekten çok seviyor.

      Sil