29 Eylül 2012 Cumartesi

Lemi Yerli - Paris'te Bir Karşıyakalı


1950’lerin başından itibaren bazı futbolcularımız Avrupa kulüplerinde oynamaya başladı. İtalya ve Fransa’da top koşturan Lefter, çeşitli İtalyan kulüplerinde oynayan Şükrü Gülesin, Bülent Eken, Bülent Esel herkesin bildiği isimlerdir. Avrupa yolunu ilk açanlardan biriyse İzmirli bir oyuncu, 1930’larda Fransa’da profesyonel futbol oynayan Vahap Özaltay’dır. Yirmi yıl sonra onun açtığı yoldan giden bir başka İzmirli futbolcu vardır ki yukarıda saydığımız isimler kadar bilinmez. Bu futbolcumuz Karşıyakalı Lemi Yerli’dir.

Lemi Yerli ile Karşıyaka, Paris yıllarını ve futbol hayatını konuştuk.


-Doğma büyüme Karşıyakalısınız herhalde?

- Evet, 1926’da Karşıyaka’da doğdum. Çocukluğumun Karşıyaka’sı küçük bir kasaba gibiydi ama çok güzeldi. Deniz pırıl pırıldı. Karşıyaka’nın bir özelliği o yıllarda ecnebi ailelerin çokluğuydu. Bu aileler İzmir ekonomisinde önemli yer tutuyordu.

 - Futbola nasıl başladınız?

Lemi Yerli ortaokul yıllarında
- Küçüklükten beri futbola ilgim vardı. Sünnet olduğumuzda kardeşlerime saat getirmişlerdi, bana top hediye ettiler. Babaannem beni altı yaşımdayken Alsancak Stadına maça götürmüştü. O zaman localar vardı, aileler loca tutardı. Vahap Özaltay’ı o maçta seyretmiştim mesela. Bugünkü otobüs duraklarının karşısında Cumhuriyet İlkokulu vardı. Okulumuzun karşısında Mahfel isimli top sahası vardı. Futbolcu ağabeylerimiz burada antrenman yapardı, biz de okuldan çıkıp onları seyretmeye giderdik. Futbol tutkusu böylece başladı. Herhalde bende küçük yaştan beri bir kabiliyet varmış. Okulda maç yaparken iki kişi adımlaşıp takımlara adam seçerdi, kazanan önce beni alırdı. Ben orta mektebe geçtiğim sırada şimdiki Karşıyaka sahası yapılmıştı, böylece Karşıyaka kulübü Mahfel’i bıraktı. Bu sahanın üstüne maalesef yol yapıldı, evlerle kapandı. 

 - Karşıyaka takımına nasıl girdiniz?

- Her yaz Karşıyaka’da Asım Ligleri denen bir turnuva düzenlenirdi. Asım isminde bir futbolcu varmış, sakatlanıp futbolu bırakmak zorunda kalmış. Turnuvaya onun ismini vermişler. Her sene lig bittikten sonra yazın Çarşıiçi, Bostanlı, Alaybey, Soğukkuyu, Dedebaşı gibi semt takımları arasında maçlar yapılırdı. Bu turnuva çok güzel bir futbolcu kaynağıydı. Ben de bu sayede Karşıyaka’da 43 senesinde lisanslı oldum. 


1944 Asım Ligi şampiyonu Baskın takımı.
(Lemi Yerli  üst sırada sağdan üçüncü)

Karşıyaka Halkevi tarafından 1942 yılında düzenlenen İskele-
Bostanlı-İskele arasındaki koşu yarışmasının ödül töreni.
(Lemi Yerli alt sırada ortada) 

Orta mektepte öğrencilerin futbol oynaması yasaktı, on sekiz yaşını doldurmayan oynayamazdı. Ancak lisede izin vardı. Orta mektebi bitirir bitirmez bizim idareciler hemen liseye kaydını yaptır dediler. O zaman Karşıyaka’da henüz lise yoktu. İzmir’de Atatürk, İnönü ve Ticaret liseleri vardı. Liseler arasında iyi futbolcuları kapma konusunda yoğun bir rekabet söz konusuydu. Bu çekişme içinde önce Ticaret Lisesine, ardından İnönü Lisesine kayıt yaptırdım. Karşıyaka’da doğrudan A takıma girdim. Milli Küme maçları başlamak üzereydi. Karşıyaka’nın girmesi kesinleşmişti. Bu arada benim Ticaret Lisesinde sahte lisansım olduğuna dair itiraz edilmiş, Ankara’dan müfettişler geldi. Neyse, lisansımın sahte olmadığı anlaşıldı ve Karşıyaka ile Milli Küme maçlarında oynadım.



Bir ara güreş çalıştırdılar beni kuvvetlenmem için. O zamanlar Karşıyaka kulübünün çok iyi bir güreş takımı vardı, Türkiye birincisi olmuştu. Takımda dünya şampiyonu Muharrem Candaş da vardı. Asım liglerinden beni seçtikleri zaman çok zayıf olduğumu söylediler. İdareci Dr. Faik Bey vardı. Karşıyaka güreş takımını çalıştıran meşhur Nuri Boytorun’a, “Bunu Asım liginden seçtik ama zayıf, ne yapacağız?” dedi. Boytorun, “Sen bunu altı aylığına bana ver, altı ay sonra tanıyamazsın,” dedi.  Haftada iki gün futbol antrenmanı, iki gün güreş antrenmanı yapıyordum. Bir süre sonra güreşte İzmir birincisi olduk.

Lemi Yerli sağdan üçüncü.
Sağ baştaki güreşçi geleceğin dünya şampiyonu Muharrem Candaş.

- Futbolda takımın durumu nasıldı?

- Bizim zamanımızda İzmir’de hemen hemen takımlar denkti. İzmir Liginde sekiz takım vardı. Karşıyaka İzmir liginde 1951-52 sezonunda şampiyon oldu. Çok şampiyonluk da kaçırdık. Hatta bir tanesinde Altınordu ile oynuyorduk. Son dakikada top kaleye girmek üzereydi. Bizim solaçık Göbek Hidayet vardı, bir de sağaçık Kör Hikmet – Galatasaray’da da oynadı. Hava yağışlıydı, sen atacaksın, ben atacağım derken golü kaçırdılar, şampiyonluk gitti.

1948 yılının KSK takımı. Ayaktakiler (soldan): İbrahim, Hakkı, Ramazan, İsmet,
Köse Cemal, Vedat, Sencer. Oturanlar: Mustafa, Lemi, Necati, Cim Necati.
- İzmir Ligi dışında hangi maçlarda oynadınız?

- Karşıyaka zaman zaman sekiz takımın yer aldığı Milli Kümeye katılıyordu. İstanbul’dan dört, İzmir’den iki, Ankara’dan iki takım yer alırdı. Fakat İstanbul takımları çok kuvvetliydi. Bu arada 1947’de Yunanlıların daveti üzerine Atina’ya gittik. Harpten sonra iki ülke arasında münasebetler başlamıştı. Yunan takımları da İzmir’e gelirdi. Gemiyle Pire limanına gitmiştik. Dört maç oynadık Atina’da. Olimpiakos, Panionios, Panathinaikos ve AEK takımlarıyla maç yaptık.



                         

Bir dostluk gösterisi olarak KSK kaptanı Lemi Yerli  Yunan bayrağını,
rakip takımın kaptanıysa Türk bayrağını  göndere çekiyor. 

Lemi Bey bu seyahat sırasında çekilen fotoğraflarla birlikte bir gazete kupürü gösteriyor. Seyahate katılan İzmirli gazeteci Cezmi Zallak, o zamanın hoş üslubuyla şöyle yazmış: “Top Adnan’a geldi. O da uzun bir vuruşla topu santer çizgisinde nokta gibi dikilen Lemi’ye gönderdi. Hafif bir vücut çalımıyla yanındaki uzun boylu beki atlatan Lemi topla birlikte soluğu kalede aldı. Yunanlı bek çok çalıştıysa da Lemi’ye yetişemedi. Heyecandan yüreğimiz ağzımıza geldi. Kalede Yunan milli takımı kalecisi ve Yunanlıların lastik adam dedikleri İzmirlilerin tanıdığı genç Niko Pecaropulos var. Fakat yüreğini serin tutan Lemi kalecinin sol tarafından sıkı bir sağ şütle ilk golü attı. Stad alkıştan kırılıyor. Top santre gelmeden biz henüz inanamıyoruz. Nihayet santer yapıldı ve biz rahatladık.”

Lemi milli kalecinin koruduğu kaleye gol atarken.
- Fransa’ya gidişiniz nasıl oldu?

- 1951 yılında Bursa’da bir beynelmilel ipekçilik haftası yaptılar. Bursa ipekçileri Avrupa’ya çok ipek kumaş ihraç etmişler. Bunu kutlamak için bir turnuva düzenlemişler. İstanbul’dan Fenerbahçe’yi, Ankara’dan Gençlerbirliği’ni, İzmir’den Karşıyaka’yı davet etmişler. Bursa’dan da Acar İdman Yurdu katılmıştı. Kurban bayramında dörtlü bir turnuva düzenlendi. Ben o sırada Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulunun son sınıfında okuyordum.  Bayramdan iki gün sonra bir dersten imtihanım vardı, mezun olacaktım artık. Bu yüzden annem gitmemi istemiyordu. “Kitaplarımı da götürüyorum,” diyerek annemi ikna ettim. Takım önden otobüsle gitmişti. Ben bir idarecinin otomobiliyle Bursa’ya gittim. 

1951-52 sezonunda İzmir şampiyonu olan KSK takımının üç oyuncusu.
Soldan: İbrahim Yegül, Nazmi Karagözoğlu, Lemi Yerli.
O sırada benden önce Fransa’da futbol oynayan Vahap Özaltay’ın bir Fransız arkadaşı gelmiş İzmir’e. Adam futbol hastası olduğu için, “Maç yok mu?” demiş. O sırada ne İzmir’de ne İstanbul’da maç var. Vahap Abi, “Burada yok ama Bursa’da özel bir turnuva var,” demiş. Arkadaşı, “Hadi gidelim,” deyince onlar da Bursa’ya gelmişler. O turnuvada Fenerbahçe’yi 2-0, Gençlerbirliği’ni 1-0, Acar’ı 2-1 yendik, kupayı aldık. Fransız misafir, “KSK’daki 4 numaralı oyuncuyu Fransa’ya götürebilirim,” demiş. Maçlar bitince Vahap Abi otele geldi, Çelik Palas’ta kalıyorduk. “Bak,” Lemi dedi, “bu Fransız arkadaşım eski futbolcu, şimdi idareci ve teknik komitede görevli. Seni beğenmiş, Fransa’ya götürmek istiyor. Gider misin?” “İmtihanım var abi, daha okulu bitiremedim,” diye cevap verdim. Zannederim fuar zamanıydı. “O zaten on gün kadar kalacak, hemen bırakmam onu,” dedi. 

1949'da bir KSK-Altınordu maçından önce takım kaptanları
Lemi Yerli ve Sait Altınordu seremonide.
Dönünce anneme ve ağabeyime söyledim durumu. Ağabeyim, “Geç imtihanını, mezun ol, ondan sonra gidebilirsin, güzel bir teklif,” dedi. Neyse imtihana girdik, geçtik. Bir gün Karşıyaka sahasında antrenmana geldiler, seyrettiler. Sonra Sami Bey’in pastanesi vardı, İstanbul’un Hacı Bekir’i gibi meşhur bir pastaneydi; orada oturup konuştuk. Vahap Abi, “Sana bilet yollayacaklar,” dedi. O zaman uçak yaygın değil, vapurla yolculuk yapılıyor. Sene 1951 sonu. “Marsilya’da karşılayacaklar, iki maç deneyecekler, Fransız takımları denemeden katiyetle oyuncu almazlar,” dedi. “Beğenirlerse kalırsın, olmazsa da sakın dönme, gitmişken bir ay kadar kal, Paris’i, Avrupa’yı tanı. Madem ekonomi mezunusun, Sorbonne üniversitesinde kısa kurslar var, bir aylık, altı aylık; onlardan istifade et, Fransa hükümeti yemek de veriyor,” dedi. 

Sonunda vapurla yola çıktım. Marsilya’da karşıladılar beni. İlk defa orada hızlı trene bindim. Paris’te Oral Üçer diye Karşıyakalı bir arkadaşım vardı, dişçilik tahsili yapıyordu. Annesinden adresi almış, gitmeden yazmıştım. Bende o zaman lisan yoktu. Sağ olsun beni karşıladı, bir otele yerleştirdi. Doğru Mösyö Dölenay’a gittik, kulüp başkanı ve Avrupa kupalarını organize eden kişi olarak o zaman dünyanın en meşhur futbol adamlarındandı. Bizi menajere gönderdi. Kulüp binasına gittik. Oral ona, “Lemi Türkiye’de çok iyi futbolcudur,” deyince adam, “Yarın sahada göreceğiz,” diye karşılık verdi.



Birinci maçı Paris’te oynadık. İkinci maç için Lille’e gittik. Oyundan çıkarken antrenör omzuma vurdu, “Bak seni alkışlıyorlar, git selam ver,” dedi. Anladım ki iyi oynamışım. Döndük Paris’e. O zaman Fransa’da futbolcular için stajyer profesyonel, profesyonel, enternasyonal, nasyonal diye kademeler vardı devlet memurları gibi. Stajyer profesyonel olarak başladım. Altı ay sonra profesyonel oluyordu oyuncular. Bana ayda 60bin frank alacaksın dediler – eski Frankla. Racing’in stadı Colombe Paris’in dışındaydı. Bekâr oyuncular için odalar yapmışlar, içinde tuvaleti, banyosu vardı. Her sabah idman yapılırdı ve öğlene kadar sürerdi. Öğleden sonra taktik dersi, o bitti mi benim canım sıkılıyordu. Sanki işçi, memur semti gibiydi. Herkes çalışıyor, sokaklarda kimse yok. Kahveler akşam altıdan sonra açılıyor. Elime geçen para iyi, arkadaşıma Paris’te bir pansiyon bulalım dedim. Oral’ın kaldığı pansiyon güzeldi ama sahipleri sadece talebelere oda veriyormuş. O sırada Vahap’ın dedikleri aklıma geldi. İzmir’deki okula mektup gönderdim, oradan bir çıkış yazısı gönderdiler. Böylece Sorbonne’a kayıt yaptırdım ve böylece o pansiyona yerleştim. Paris’te üç sene kaldım, 1954 sonunda döndüm.

Lemi Yerli ayakta sağdan üçüncü.
- Racing nasıl bir kulüptü?

- Racing İngiltere’nin Arsenal kulübü gibiydi, çok güçlüydü. Fakat o zaman Fransa’da en güçlü kulüp Reims takımıydı. Meşhur Kopa, Fontaine orada oynuyordu. Avrupa’da bile çok güçlüydü. Bizim derecemiz üçüncülük ila beşincilik arasındaydı.



- Sizden başka yabancı oyuncu var mıydı?

- O zaman üç yabancı oynayabiliyordu. Bizim takımda Brezilyalı Amalfi vardı. Sonra o gitti, Arjantinli Galiçyo geldi. Ben vardım, bir de Soso diye başka bir Arjantinli vardı. Fransız oyuncuların yedi tanesi milliydi.

- Lefter’le karşılaştınız mı?

- Bir gün antrenmandan eve dönmüştüm. Acele postayla bir mektup gelmiş. Büyükelçi Menemencioğlu ertesi gün öğle yemeğine davet etmiş sefarethaneye. Lefter o zaman Nice’te oynuyordu, onu da davet etmiş. Fakat kulüp, çok önemli bir maç için yurt dışına gideceklerini belirtip affını dilemiş. Lefter’le Parc de Prince’de karşı karşıya oynadık. O gün Nice’i 2-1yendik. “Ah vre Lemi, yaktınız bizi,” diyordu Lefter. Nice’in golünü o atmıştı. Çok büyük futbolcuydu.

- Başka Türk oyuncularla karşılaştınız mı?

- Şükrü Gülesin ve Bülent Eken geldi Paris’e. Onlar kulüp aradılar. Paris’e gelen beni bulurdu. Gazeteci ve Beşiktaşlı idareci Orhan Vedat Sevinçli, Paris’e gidenlere benim adresimi verirdi. Bir gün maçtan geldik, pansiyonun sahibi Madam¸ “Mösyö Yerli, telefon var,” dedi. Açtım, gür bir ses, “Lemiii.” Sen kimsin diye sordum. “Ben Beşiktaşlı Şükrü. Şükrü’yüm bee, Şükrü’yüm ulan. Aman gel, Gar de Lyon’da bekliyorum,” dedi. Kaldığım yere yakındı gar. İtalyan menajeriyle gelmiş. Lille’e yakın bir yerin takımı vardı, onlar deneyecekmiş. Menajer yardımcı olmamı istedi.  Kulüptekiler bana karşı çok iyiydi. İbrahim İskeçe gelmişti mesela Paris’e. Kulüp müdürü tesislerde bir gün misafir etti. Efendi insanlardı, çok memnundum orada olmaktan. Şükrü’yle gitmek için izin aldım. Trene binip gittik. Belçika’da maç bağlamışlar. Şükrü oynadı, hatta gol de attı ama İtalya’da epey kilo almış. O zaman Fransız takımları sahaya çıkınca ısınmak için daire olurdu. Kaleci ortaya geçer, oyuncular da ona şut çekerdi. Bizimki bir şut attı, kalecinin parmağı çıktı. Yedek kaleci de yoktu. Mecburiyetten antrenör soyunup oynadı. Bunun da rolü oldu, “Düşünelim haber veririz,” dediler.

Lemi Yerli ve Bülent Eken Paris'te.
Söz Türk ziyaretçilerden açılmışken Lemi Bey bir gazete kupürünü gösteriyor. İtalya anılarını İzmirli gazeteci Beliğ Beler’e anlatan Bülent Eken Fransa’da ziyaret ettiği Lemi için şunları söylemiş: “Fransa’da spor işleriyle alakalı kimle konuşsam hepsi Lemi’nin oyunundan sitayişle bahsetmektedirler. O kadar ki onu tanımayan kimse yok. Herkes Türk futbolcusu Lemi enerjik ve efendi, çok müthiş bir futbolcu diyorlar. Bilhassa bulunduğu köyde gerek futboluyla gerekse ahlakı ile son derece temayüz etmiş ve sevilmiştir. Bu durumla bir Türk olarak sevinmemek, iftihar etmemek elden gelmiyor. Lemi Fransa’da Türk futbolu için her bakımdan müsbet bir propaganda vasıtası olmuştur. Yabancı memlekette ün salmış bu kıymetli futbolcu ile ne kadar gururlansak yeridir.”

- Fransa’da ne kadar kaldınız?

- Yaklaşık üç yıl kaldım. 1954’te Fransa’dan döndüm. Fransa’ya gitmeden on beş gün önce nişanlanmıştım. Eşimin ailesinin futbolcuya karşı antipatisi vardı, önce razı olmamışlar. Sonra bir şekilde Fransa’ya gideceğimi duymuşlar. Annesi haber yollamış gelsinler diye. Böylece gitmeden nişanlandık ve üç sene boyunca nişanlı kaldım. Erken dönmemin sebeplerinden biri budur, yoksa kulüpten kalmamı istiyorlardı. Çiftçi bir ailenin torunlarıyız. Babamdan arazi kalmıştı. O işin başına geçme zamanı da gelmişti.

- Fransa’da iyi para kazanabildiniz mi?

- Tabii, aldığım parayı biriktirdim. Geldiğim zaman çiftlik için de kullandım.

- Çiftlik neredeydi?


- Bugünkü İzmir Kuş Cennetinin olduğu yerdeydi. Devlet orayı istimlâk etti. Otuz sene çiftçilik yaptım. Çok yatırım yaptım, harika bir çiftlik oldu. Fransa’dakileri örnek almıştım. Nihat Erim’in başbakanlığı sırasında istimlâk edildi. Beş sene önce değerini beyan etmiştik. O değer üzerinden parayı bankaya yatırıp bize çıkın dediler.

- Fransa’dan döner dönmez mi başladınız çiftçiliğe?

- Dönünce hemen yedek subaylık başvurusu yaptım. Askere gidene kadar üç ay KSK’da oynadım. O arada evlendim. Bahriyeli olmak istiyordum ama kısmet olmadı. Polatlı’da Topçu okuluna gittim. Bir gün akşam kapı çalındı. Bölük kumandanı gelmişti. “Teğmen, çabuk giyin, aşağı gel,” dedi. Lüks bir araba gelmiş kapıda bekliyor. İçinde iki yüksek rütbeli subay, “Bin” dediler. Ankara’ya gittik, Genelkurmay binasına girdik. Neye gittiğimizi hâlâ bilmiyorum. Genelkurmay Başkanının yanındaki odaya girdik, “İşte bu efendim,” dediler. Karşımda oturan subay sertçe, “Ulan niye söylemedin Fransa’da futbol oynadığını, üç gündür ne kadar yedek subay okulu varsa hepsini arıyoruz,” dedi. Fransız ordu milli takımı Ankara’ya maç yapmaya gelmiş. Kafiledeki kaleci Maşe benim Racing’ten arkadaşımdı. Benim topçu subayı olduğumu öğrenmiş ve beni görmek istediğini söylemiş yetkililere. Futbolcu olduğum ortaya çıkınca palas pandıras ordu milli takımı kampına gönderdiler, antrenörümüz de Vahap Özaltay. O maçta son dakikada dizimden çok ciddi sakatlandım ve futbolu bırakmak zorunda kaldım. Bıraktığımda yirmi sekiz yaşındaydım. O zamanlar bu yaş bırakmak için normal sayılıyordu, esasında en olgun çağdaydım.

Ordu milli takım kampında antrenör Vahap Özaltay ve yanında  Lemi Yerli.
- Federasyona nasıl girdiniz?

- İbrahim İskeçe arkadaşımdı. O Fenerbahçe’de ben Karşıyaka’da karşılıklı milli küme maçlarında oynardık. Bir gün Paris’e gelmişti. Orada bana futbolu bıraktıktan sonra federasyon başkanlığı yapmak istediğini söylemişti. 1980 senesinde bir gün İzmir’e geldi, federasyon başkanı olacağını, beni de yönetime alacağını söyledi. Nitekim başkan oldu, ben de İzmir temsilcisi olarak federasyona girdim. O sene KSK 3. Ligden mahalli kümeye düştü. O zamanlar 2. Lig ve 3. Ligde hemen her maçta kavga çıkıyordu. O ilin veya ilçenin yöneticilerinin hakemi yanlarına çağırıp raporu burada yaz dediği şeklinde bize haberler geliyordu. Bunun üzerine İskeçe’ye, Fransa’da iki küme olduğunu söyleyip 3. Ligi kaldırmayı önerdim. Onun da aklına yattı. O bir taslak yapmış, fakat KSK amatör kümeye düşünce o listeye katmamış. Listeyi bana toplantıdan önce göstermişti. İzmir’den Süleyman Özçalışkan, İstanbul’dan Ertuğrul Dilek, Ankara’dan İlhan Cavcav gibi isimler de federasyon üyesiydi. Süleyman’a ve Ertuğrul’a durumu açıkladım. Fransa’da profesyonel takımların bazı vasıfları olması şarttır. Bir kere tarihi olacak, sahası olacak, seyircisi olacak; bunun gibi altı yedi kriter olmadan profesyonel olamıyor takımlar. Ankara’da Stad Otelinde oturduk, alternatif liste yaptık. Toplantı başlayınca İbrahim İskeçe 3. Ligin kaldırılmasını önerdi. Herkes kabul etti, bunun üzerine hazırladığı listeyi gösterdi. Süleyman “İki listeyi oylarsak daha demokratik olur,” dedi. İskeçe herkesin görüşünü sordu, baktı ki alternatif listeyi destekleyenler çoğunlukta, birden gerginleşti. Toplantıyı ileri bir tarihe ertelemeyi önerdi. O zaman spor bakanı İzmir milletvekili Talat Asal’dı. Bazı arkadaşlarla birlikte onunla görüştük. Zaten Karşıyaka camiasından da sürekli telefonlar alıyormuş. Akın Barhan’ın önerisiyle o akşam Büyük Ankara Otelinde federasyon üyelerine bir yemek verdi bakan. İskeçe yemekte yanında oturuyordu. Talat Asal, “Karşıyaka’yı niye almak istemiyorsun listeye?” diye sorunca İskeçe bir şeyler söyleyip itiraz etmeye çalıştı. Bunun üzerine, “Tamam, istifanı kabul ettim,” dedi. Ardından Mazhar Zorlu federasyon başkanı oldu ve hazırladığımız listeyi kabul etti. Böylece Karşıyaka amatör ligde oynamaya hazırlanırken otomatikman 2. Lige yükseldi.

Karşıyaka takımı 1950 yılında bir maç için kampta.

1949'da Karşıya-Vefa arasında oynanan bir maçtan önce, Lemi Yerli
Vefa kaptanı Galip Haktanır'a çiçek veriyor. Galip'in sağındaki  oyuncu
Tahtabacak lakabıyla bilinen İsmet Yamanoğlu.


Lemi Alsancak Stadında oynanan bir Demirspor maçında gol  atarken.



Karşıyaka takımı, Alsancak Stadında Panionios
ile oynanan maçtan önce seremonide.

İzmir'in yetiştirdiği bir diğer büyük oyuncu
Doğan Emültay ile.

1950'de İzmir'i ziyaret eden İngiliz donanması takımıyla
Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu arasındaki maçtan önce
takım kaptanları hakem Sıtkı Eryal ve İsmet Sezgin'le birlikte.
1950'lerin başında İzmir karması.
Karşıyakalı sivil toplum kuruluşlarının verdiği 2012 'Yılın Karşıyakalısı'
ödüllerinde, vefa ödülü Lemi Yerli'ye verildi.

Lemi Yerli Karşıyaka kulübüne hizmetlerini federasyon üyeliği sona erdikten sonra da kesmemiş. Halihazırda yüksek divan kurulu ikinci başkanlığını yapıyor.




25 Eylül 2012 Salı

Necati Karakaya - Spiker, Spor Yazarı, Kulüp Başkanı


Henüz televizyon yayınının olmadığı, bütün maçların Pazar günleri öğleden sonra dönüşümlü olarak radyodan yayınlandığı günleri yaşı kırkın üzerinde olan futbol meraklıları hatırlar. Bir maçta gol olduğu zaman o sırada anlatılan maç kesilir, merkezdeki spikerin anonsu duyulurdu: “Şimdi mikrofonlarımız İstanbul Mithatpaşa Stadında.”  Genelde yayına giren spiker heyecanlı bir tonla son durumu dinleyicilere aktarırdı: “Vefa 46. dakikada Zeki’nin golüyle PTT karşısında 1-0 öne geçti.” Fakat bu anlatım tarzının istisnası olan bir spiker vardı. Örneğin merkezden “Şimdi Eskişehir Atatürk Stadına bağlanıyoruz” diye anons yapılır, ardından dinleyiciyle sohbet edercesine sakin bir ses tonu şu tarzda bir şeyler söylerdi: “Ofsaytta olan Tarık’a yan hakemin bayrağını kaldırmasına rağmen hakem oyunu devam ettirince Ayhan daldı. Önce defansı, daha sonra üzerine çıkan kaleci Hakkı’yı çalımladı. Topla direğin dibine kadar indi. Çizginin üzerinde tuttuğu topu defans yetiştiği sırada filelere gönderdi ve böylece Galatasaray 56. dakikada Eskişehirspor karşısında 2-1 öne geçti.”

Necati Karakaya birkaç kuşağın ortak hafızasında sakin maç anlatımı, Milliyet gazetesinde yazdığı maç yazıları, haberleri ve röportajlarıyla yer etmiştir ama onun daha otuz yaşlarının başında 1. Ligde oynayan bir kulübün başkanlığını, ardından futbolcular sendikası başkanlığını yaptığını, birçok yabancı takımı Türkiye’ye getiren bir organizatör olduğunu bilenlerin sayısı fazla değildir. 

 1929 yılında İstanbul Feriköy’de dünyaya gelen, Feriköy İlkokulunda okuyan Necati Karakaya, Şişli Ortaokulu ve Taksim Lisesini bitirir. Kendi ifadesiyle Maarife başvurarak Taksim Lisesinin adının Atatürk Lisesi olarak değiştirilmesini sağlar. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine girer. Sık sık adının başında gördüğümüz Dr. unvanının kaynağı işte bu tıp eğitimidir. Fakat futbola ve gazeteciliğe olan tutkusu doktorluğa baskın gelir.


Yıl 1950. Tıp fakültesinde okuyan Necati Karakaya, bir yandan
Bakırköy'deki Sümerbank bez fabrikasının hastanesinde çalışıyor.
Fotoğrafın çekildiği yerden şimdi sahil yolu geçiyor. 

Bu fazla bilinmeyen yönlerini biraz daha aydınlatmak için Necati Karakaya ile uzunca bir sohbete koyulduk.

 - Futbola ilginiz nasıl başladı, hiç futbol oynadınız mı?

- Hayatımda topa ayağımı sürmedim. Ben yedi sekiz yaşındayken Feriköy kulübünün adı Harbiye Yılmaz’dı. Harp Okulu o zaman İstanbul’daydı. O kulüp Harbiyelilerin kulübüydü. Askerler idmana gelirdi oraya, onların pabuçlarını taşırdım. Böylece futbola karşı sevgim başladı. Sonra lisedeyken birinci takımlarda oynayan sınıf arkadaşlarım vardı. İstanbulspor kalecisi Turan, Nafi, Nuri bizde oynuyordu. O zaman lise takımları, mesela Haydarpaşa Lisesi ile Boğaziçi Lisesi karşılaştığı zaman Beşiktaş-Fener maçı gibi olurdu. Bunları takip ederek futbola sevgim başladı. Şeref Stadını yukarıdan Yahya Efendi dergâhından seyrediyordum, sonra kapılar açılınca içeri giriyordum. Ardından İnönü Stadında açık tribün seyircisi olarak başladım, hatta deniz tarafındaki kaleye Şükrü Gülesin’in bir korner golünü hatırlıyorum, onun çok etkisi altında kaldım. Cihat Arman çıktı, top gitti muz atışıyla uzak köşeden doksana takıldı. Tıp fakültesinde okurken 1950 yılında Milli Türk Talebe Birliği spor bürosunun başına geldim. O zaman maçlar bana bedava oldu. E kapısından kapalıya giriyordum. Zamanla kapalı seyircisi oldum. Yani seyirci olarak başladım. Çocuk yaşta Gündüz Kılıç’ın pabuçlarını çok taşıdım. Ben on iki on üç yaşındayken Ali Sami Yen stadının olduğu yerde idman yaparlardı. Kapıda beklerdim. Gündüz Abi geldiği zaman pabucunu alır onunla birlikte içeri girerdim. Pabuçları malzemeci getirmezdi. Tramvayla gelirler, pabuçlarını ellerinde taşırlardı. Öylece Gündüz Abi’ye hayranlığım başladı.

Necati Karakaya Talebe Birliğindeki yöneticiliği sırasında önemli bir girişime imza atar. İstanbul Üniversitesi bahçesine dikilecek Atatürk anıtının yapımı için gelir sağlamak amacıyla beş takım arasında bir Atatürk Kupası düzenler. 1955 Mayıs ayında yapılan turnuvanın son maçında Fenerbahçe ile Beşiktaş 4-4 berabere kalınca 2 metre boyunda, 200 kilo ağırlığındaki bu dev kupayı Adalet kulübü kazanır.

Yıl 1953. Necati Karakaya Milliyet gazetesine girmeden önce
  genç bir muhabir ve teknik sekreter olarak  Vefa Haftalık Spor Gazetesinde çalışır. 
- Gazeteciliğe nasıl başladınız?

- Bir gün Milliyet gazetesinin sahibi Ercüment Karacan’a gittim. Gazetenizde yazı yazmak istiyorum dedim. “Bana değil, karşı kapıya git,” dedi. Karşısındaki oda Abdi İpekçi’nindi. Abdi Bey’e gittim, “Gazetenizde yazabilir miyim?” dedim. “Hangi bilgiyle?” diye sordu. “Bugünkü gazetenize baktım, spor haberlerinin hepsi yanlış,” diye cevap verdim. “Mesela Recep’in ‘Galatasaray’a karşı gol atacağım’ diye beyanatı var. Recep Arap Sadri’den 2.000 lira istedi, o da kadro dışı bıraktı. Şu anda kadro dışında yani.” Bunun gibi beş tane örnek verdim. Abdi Bey, “Deftere yazıyorum, on beş gün sonra gel,” dedi. On beş gün sonra gittim. O zaman birçok muhabir 150 ila 250 lira alırken bana 300 lira verdi ama ben sabahtan akşama kadar yazıyorum. Sayısız atlatma haber yaptım. Atlatma haber getirince Abdi Bey zarfın içinde 20 lira verirdi. Her hafta iki tane 20 liram vardı.

Milliyet muhabiri Necati Karakaya, Gündüz Kılıç ve
Galatasaray  başkanı  Suphi  Batur'dan demeç alıyor.
1955’te Milliyet’e girdiğimde, bir sene boyunca Abdi İpekçi’nin önüne koyuyordum yazılarımı. Sonra bakıyordum yazı tamamen değişmiş. Ben o zaman gazeteci gibi değil, hikâye yazarı gibi yazıyordum. Hiç unutmam milli takımı karşılamaya havaalanına gönderdiler. “Milli takım dün saat 18.45’de THY uçağıyla Yeşilköy havaalanına indi” diye yazıyorum. Ertesi gün okuyorum: “Milli takım yurda döndü.”

Futbol bilgilerimi geliştirmek için 1957’de Sulhi Garan’ın hakem kursuna gittim. 1960 senesinde FIFA genel başkanı Stanley Rous geldi. Onun Ortaköy’de denizcilik okulunda açtığı kursa gittim. Birkaç sene sonra tekrar bir kurs açıldı. Üç tane hakem kursuna gittim. Galiba 1950 tane uygulama var. Ben bunun ancak dokuz yüzünü bilirim. Doğan Babacan bunun bin beş yüzünü bildiğini söylüyor. Her şeyi açar Babacan’a, Ertuğrul Dilek’e sorarım. Bazen onların bilmediğini ben bilirim.

Necati Karakaya, bir maçta çıkan kavga sonucu kaburgaları
zedelenen  hakem Ahmet Bagatır'ın röntgen filmini inceliyor.
 - Spikerliğe nasıl başladınız?

- Maçları Muvakkar Ekrem Talu anlatıyordu. O ölünce Pertev Tunaseli anlatmaya başladı. Galiba Norveç’le oynuyorduk, bir hafta sonra da Rusya’yla maçımız vardı. Rus teknik direktörüne, “Kaçalin sıra sana gelecek Kaçalin” diye bağırdı o maçta mikrofondan. Böylece Pertev’in görevine son verdiler. Halit Kıvanç bir müddet maç anlattı fakat BBC’den teklif aldığı için İngiltere'ye gidecekti. Bize radyonun açtığı sınava girmemizi söyledi. Yetmiş beş kişi müracaat etti. Bunlardan beş altı kişi finale kaldık. Jüri heyetinde radyonun ileri gelenlerinden Baki Süha Edipoğlu, Orhan Hançerlioğlu, dışarıdan Fethi Pirinççioğlu gibi isimler vardı. Bunlar bizi dinliyordu. Önce çağırdılar bir ses sınavı yaptılar. Bu sınavdan hemen herkes geçti. Sonra sahaya götürüp banda almaya başladılar. Banttan beş kişi geçtik ve böylece başladık.

15 Ocak 1963 tarihli Milliyet gazetesinden

1962’de Türkiye Radyolarına girdim. Otuz dokuz yıl aralıksız 4508 maç anlatarak dünya rekoru kırdım. Şehir adını taşıyan otuz iki stadın adını değiştirdim, Atatürk yaptım. Mesela Diyarbakır’dan maç anlatıyorum. Radyoda yayın başlar: “Burası İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova, , Diyarbakır, Erzurum, Trabzon radyoları. Şimdi mikrofonlarımız Diyarbakır Şehir stadında.” Bense, “Burası Diyarbakır Atatürk stadyumu, karşınızda Necati Karakaya,” diye anlatmaya başlardım. Kayseri, Rize, Konya, Bolu, Adapazarı, Denizli vs. otuz iki stadın adını böyle değiştirdim.

1958 yılında yapılan Romanya maçında sakatlanan  Turgay Şeren
röntgen  filmini  Necati Karakaya'ya gösteriyor.
Spikerliğimin başlangıcında bana röportaj yaptırmaya başladılar. 1963 senesinde Galatasaray – Milan oynuyordu. Bu maç için röportaj yapmaya Carlton oteline gittim. Hatta bir kış günüydü, vasıta filan bulunmuyor, giderken bayağı zorluk çektim. Sesleri aldım geldim. Bir de kontrol edeyim ki ses yok. Meğer ilk konuştuğum Metin Oktay bana oyun olsun diye sesi kapatmış. Çılgına döndüm. Tekrar otele gittim. O zaman TRT’nin vasıtası filan yok. Dolmuşla gidiyorsun, ses alma cihazı 20 kilo. Metin’e tam bağıracağım, “Güzel ağabeycim senin tatlı yüzünü bir kere daha göreyim diye kapattım,” diyerek benim gönlümü aldı. Bu şekilde maçtan evvel bir saatlik röportaj yaptım. Türkiye radyolarından yayınlandı. Stat hoparlörlerinden de verildi. Seyirciler maç başlamadan futbolcuların konuşmalarını dinlediler.

Necati Karakaya Edirne'de maç anlatırken eşi ve iki kızı ona eşlik ediyor.
- İlk anlattığınız maçı hatırlıyor musunuz?

- İki sarı siyahlı kulüp, Beykoz-İstanbulspor maçını anlatmıştım. Fakat ne tesadüftür ki Anadolu’da ilk defa bir şehirden maç verileceği zaman hep beni gönderdiler. Sen kulüp başkanısın, gazetecisin; halk seni tanıyor, seviyor, seni görünce olay çıkarmazlar, sen daha otoritersin diye hep beni gönderiyorlar, hep de tesadüf Beşiktaş maçı denk geliyor. O yıllarda 2. Lig maçlarını anlatmak için Gaziantep ve Trabzon’a da çok gittim. Birçok şehirde idareci tribününden maç anlatana bağırırlardı, “Yahu doğru dürüst anlatsana,” diye.

TRT spor servisi müdürü Kemal Deniz ile.
- Feriköy’e nasıl başkan oldunuz?

- Doğma büyüme Feriköylüyüm, fakat Feriköy 1. Ligde değilken ben Vefa’yı tutardım. İdarecilerimizden Apartman Mustafa da Vefalıydı. Ne zaman Feriköy 1. Lige girdi, ben evimin bitişiğindeki Feriköy kulübünün idarecisi oldum. Vefalılığımız orada bitti. Fakat ondan önce hasta bir Vefalıydım.
Haziran 1959’da Bursa’da Milli Lige terfi maçları oynandı. Orada yönetici olarak bulundum. Galiba sekiz kulüp vardı, dördü 1. Lige girdi. Hayatımda hiç unutamadığım bir maç Ülküspor – Toprakspor maçıdır. Aynı futbolcu aynı kişileri çalımlayıp kalecinin üzerinden aşırarak dört kez aynı golü atıyor. Öteki de kendi yarı sahasından gerilip vuruyor. Aynı yerde faul oluyor, aynı şekilde vuruyor, top aynı yerden doksana takılıyor. Ülküspor 4-3 kazandı ve biz bu sayede 1. Lige çıktık. Kulüp başkanlığımsa 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra başladı. Başkan DP milletvekiliydi. İhtilal olunca tutukladılar. Koltuğu boş kalınca kongre yaptılar ve beni seçtiler. Ayrıca İstanbul kulüpleri birliği başkanlığını yaptım dört sene boyunca. Her hafta pazartesi günü İstanbulspor kulübünde toplanırdık. Diğer başkanlar benden otuz, otuz beş yaş büyüktü. Özellikle İstanbulspor kulübü başkanı Ali Sohtorik’le ilişkilerimiz çok iyiydi. Darda kalınca kulüp için ondan borç alırdım.

Yıl 1960. Feriköy kulübünün genç başkanı Necati Karakaya, düzenlediği
Cemal Gürsel kupasının hazırlıkları sırasında diğer kulüp yöneticileriyle birlikte İnönü Stadının önünde. 
 - Ne kadar sürdü başkanlığınız?

- Beş sene başkanlık yaptım. Üç sene de ikinci başkanlık yaptım ama kulübü fiilen ben idare ettim çünkü yeni başkanın kulüple ilgisi yoktu. Makasçı İhsan Bey denilen 80 yaşında bir zattı. Otomobil makasları yapan fabrikası vardı. Bizim yönetimden birinin amcasıydı. Kulübe para verdi, başkan yaptık. Taksim’de yazıhanesi vardı. Kulübe gelmezdi, onun yazıhanesine biz idare heyeti olarak gidiyorduk.

- Gündüz Kılıç Feriköy’e nasıl antrenör oldu?

- Onu ben getirdim. O sırada Galatasaray’dan kopmuştu. Gündüz’ün gelmesine imkân yok gözüyle bakılıyordu. Bırakmış, artık futboldan nefret etmiş. Yüz araçla Kabataş’ta arabalı vapur iskelesinde karşıladık; kamyon, minibüs, otobüs ne varsa. Bayraklarla Taksim meydanında abidenin etrafında tur atarak Feriköy’e geldik. Bunun üzerine Gündüz antrenörlüğü kabul etti. “Bir sene kalacaksın baba, seneye ben seni Galatasaray’a bırakacağım” dedim. Bir sene sonra Galatasaraylılara telefon ettim. Ulvi Yenal başkan, Rüçhan Adlı ikinci başkandı. “Gelin, emanetinizi alın,” dedim. Gündüz Abi’yi Divan Oteline götürdüm. Burası Feriköy’ün bağlı olduğu Şişli ilçesinin sınırı, karşı taraf da Beyoğlu ilçesinin sınırıdır. Sınırda Gündüz Kılıç’ı teslim ettik.

Gündüz Kılıç Feriköy takımıyla idmanda.

- Feriköy’ü başka kimler çalıştırdı?

- Lefter, Basri Dirimlili, Naci Özkaya Feriköy’ü çalıştırdı.

- En çok hangisinden memnun kaldınız?

- En çok Lefter’den memnun kalmıştım. Takıma hücum oynattı. İlk sekiz hafta liderdik. FB-BJK-GS bizim altımızdaydı. Lefter en çok bizde çalıştı zaten. Aynı sezon içinde Samsun, Bolu, Antalya’yı çalıştırmışlığı var mesela.

Feriköy başkanı Necati Karakaya, Beşiktaşlı Ahmet'in transfer işlemini
yaparken kulüp yöneticilerinden İsmail Erçin (arkada) onları izliyor.

- Feriköy kulübüyle birlikte anılan isimler arasında Ebe Naciye diye dikkat çekici bir şahsiyet var. Kimdir Ebe Naciye?

-  Kulübün kurucularından, unvanından anlaşılacağı üzere bir ebe. Kulübün kurucuları arasında o semtin sünnetçisi de var. Sünnetçi Mehdi Bey sağlık memuru, siyahiydi. Ebe Naciye oğlan doğunca “bir futbolcumuz daha oldu” diyormuş. Formaları oturur leğende yıkardı evde. O kadar asil ve temiz bir kadındı ki. Bütün Feriköy’ü o doğurtmuş. Sonra oğlu Orhan Pekkutlu kulübün genel sekreteri oldu. Damadı da bir ara başkanlık yaptı, Trabzon milletvekili Selahattin Karayavuz. Vefa’nın da başkanlığını yapmıştı, fakat Feriköy’de otururdu. Kulüp başkansız kalınca birkaç ay için başkanlığı üstlendi. 

15 Mart 1964 tarihli Milliyet gazetesinden.
- Az önce bahsi geçen Apartman Mustafa da ünlü bir yöneticiymiş herhalde?

- Evet, sahaya girip hakemi dövmüştü. Milli ligdeki ilk sezonumuzda (1959-60 sezonu) Fenerbahçe ile İnönü stadında oynuyoruz. Hakem Baha Kırçıl İzmir’den gelmişti. Apartman Mustafa sahanın kenarında idareci. 160 kilo ağırlığında, 1.90 boyundaydı. Askerken vagonları arkadan itermiş. Arabasını park ederken direksiyonda uğraşmaz, arabadan iner, arkasını bir tarafa önünü bir tarafa koyar giderdi. 2-1 galip oynuyoruz, maçın bitmesine 15 dakika var. Hakem bir penaltı verdi aleyhimize, 2-2 oldu; seyirci ayağa kalktı, çıldırıyor. Maçın bitimine birkaç dakika kala Fener bir gol daha attı ve 3-2 kaybettik. Bu dayanamadı sahanın ortasına yürüdü. Baha Kırçıl da 1.90 boyundaydı. Sahaya girip bir tokat attı, hakem yere yıkıldı. Polisler bunu yakalayıp Beşiktaş karakoluna götürdüler. Biz de şahit olarak gittik. “Ne gördünüz?” dediler, “Hakem Mustafa’ya vurdu,” dedik. Hakem de geldi, kimse şahitlik yapmıyor. Sonra İzmir’e gidince çiçekler alıp gittik yanına, hakeme kendimizi affettirmek için.

Apartman Mustafa (sağda) Aziz Nesin ile birlikte maç izliyor.
(26 Mart 1963 tarihli Akşam gazetesinden)
- 1968’de bir Feriköy’ü kurtarma komitesi kurulmuş.

- Artık kulüp küme düşmek üzereydi. Şükrü Gülesin’le beni çağırdılar kurtarın diye. Nerede kurtarıyorsun? Göztepe ile maç oynuyoruz. Göztepe bize karşı sert oynamaz umuduyla maça gittik fakat ters bir hakem vardı, Alman. Türk hakem olsa belki maçı kazanırdık. Daha 1. dakikada ofsayttan gol yedik. İtiraz etmeye kalmadı, ofsayttan bir gol daha; hem de birkaç metre ofsayt. Hayatımda radyodan bir tek Feriköy maçı anlattım, o da bu maçtı. Başkanı olduğum için maçlarını anlatmıyordum. Fakat o sırada İzmir’de spiker yoktu, maçın verilmesi lazım diye ısrar ettiler. Kendi takımımın yediği dokuz golü anlatmak zorunda kaldım. O zaman kurtarma komitesi üyesiydim. Zaten komite de iki kişiydi, Şükrü Abiyle (Gülesin) ben.

5 Mayıs 1968 tarihli Yeni Asır gazetesinden.
- Feriköy 2. Lige düştükten sonra tekrar 1. Lige çıkma fırsatı yakaladı mı?

- Kulüp 2. Lige düştü, kongre oldu. Kongreye gittim. Kulübün 620 bin lira borcu varmış. Benim zamanımda Fenerbahçe ile yarışan bir bütçe yapmıştım. Bizde beş branş vardı. Boksörlerimiz Türkiye şampiyonu oldu. Beş tanesi milliydi. Teknik direktör Garbis Zaharyan, menejer Öztürk Serengil, boks şubesi kaptanı Jirayr Metin’di. Kongrede başkan olmamı istediler, kabul etmedim. Bunun üzerine başladılar bağırmaya: “Tabii 1. Ligde para vardı, yutuyordun. Şimdi 2. Ligi istemezsin.” “Peki, kabul ediyorum,” dedim ve başkan oldum. Futbolcuları topladım, “620 bin lira borcumuz var, bu borcu ödeyeceğiz,” dedim. Bunun için teşebbüse geçtim. Sahanın bir köşesinde yazlık sinema vardı kulübün gelir kaynağı olarak, ayrıca Feriköy pazarının tahtalarından aldığımız para vardı. Oraya benzin istasyonu yaptırmaya karar verdim. Futbolculara, “Size altı ay hiç para ödemeyeceğim. Hiç para almadan oynar mısınız? Ondan sonra borçlarımı ödeyeceğim” diye sordum. Onlar da “Oynarız,” dediler. Lig başladı, hiç yenilmeden devreyi bitirdik. Hesapladım, Samsunspor ve Bolu’yu altışar puan geçerek şampiyon olacağız. O sırada benzin istasyonu için Mobil’le anlaşmıştım. Çocuklara para gelecekti. O zamanın parasıyla 150 bin lira peşin veriyorlardı. Bunu çocuklara dağıtacaktım, sonra benzin satışından pay alacaktım. Fakat Apartman Mustafa sinemayı işletiyordu. Benzinlikten sinemaya ışık gelir diye mani oldu. Ben de başkanlığı bıraktım. Onun üzerine hiç yenilmeyen takım sekiz maçta yenildi. Bırakmasam şampiyon olacaktık.

1998 yılında çıkan Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım adlı kitap.
- Bir de sendika başkanlığınız var.

- Futbolcular sendikasının altı yıl asbaşkanlığını, on yıl genel başkanlığını yaptım. Yirmi yılda yurtdışından otuz iki takım getirdim. Yurtdışından takım getirmek 1960 senesinden itibaren 80’lerin başına kadar yasaktı çünkü döviz ödüyorduk. Ben döviz ödemeden bu takımları getirdim. İçlerinde Metin Oktay’lı Palermo, Can Bartu’lu Lazio vardı. Dinamo Kiev dahil on iki tane Sovyet takımı geldi. On kuruş para vermedim onlara, aram çok iyiydi Ruslarla.

Futbolcular Sendikası genel başkanı Necati Karakaya basın toplantısında.
Arkasındaki  asbaşkan, eski  Beşiktaşlı futbolcu Nazmi Bilge.
- Bir ara federasyon başkanlığı için adınız geçmiş.

- Üç kere federasyon başkanlığı teklifi aldım, üçünde de gazetem başkan olmama mani oldu. Abdi İpekçi, “Sen şimdi federasyon başkanı olacaksın, bir FB-GS maçı olacak mesela, yenilen takımın taraftarı Milliyet’in kapısına gelecek, bağırıp çağıracak; gazeteden ayrıl başkan ol,” dedi. Fakat gazetecilik benim işim, dolayısıyla ayrılmadım. Birinde Hasan Polat istifa etmiş. Bir gün önceden Ankara’ya gittim, Marmara Otelinde o sırada spor bakanı olan İsmet Sezgin’le karşılaştım. “Hasan Abi’nin istifası cebinde,” dedi. Ertesi günü Hasan Polat’la karşılaştım. “Sakın yazma, İstanbul’a gidince seni çağıracağım, yemek yeriz, o sırada istifamı sana açıklarım, haber yaparsın,” dedi. Ben ertesi gün Trabzon’a maç anlatmaya gidecektim.  Gitmeden haberi gazeteye bildirdim ve ben gelene kadar yazmamalarını tembih ettim. Gelince bir de ne göreyim, pazartesi günü Milliyet’in spor sayfasında “Hasan Polat istifa etti” diye manşet atılmış. Adama söz vermişim, benim aile dostum, çıldırdım. Bu yüzden federasyon başkanlığını istemedim.
Bu olaydan sonra Gündüz Kılıç bana sürekli federasyon başkanı olmamı söylüyordu. Ben de nihayet peki dedim, başladım hazırlığa. Kurulumu yaptım, teknik heyette Gündüz Abi olacaktı. Her şeyi hazırladım. Meclisteki vekil arkadaşlarıma mektup yazdım. Benden başka aday da yok. Bir sabah turizm bakanı Orhan Birgit aradı. “Necati, federasyon başkanı oldun, kutlarım,” dedi. Yarım saat sonra spor bakanı aradı. “Futbol federasyonu başkanlığına getirildiniz, kutlarım,” dedi. Ben de bakana, “Ben zaten hazırım, heyetimi yaptım,” diye adeta nutuk atıyorum. Bakan durumdan memnun. Gazeteye telefon açtım. Namık Sevik o zaman spor müdürüydü. “Sana söyledik, gazeteden ayrılmadan olmaz bu iş,” dedi. Emekliliğime bir sene kalmıştı, ayrılmadım ben de.



Necati Karakaya spikerliği ve gazeteciliği bıraktıktan sonra artık bütün zamanını çeşitli eğitim ve meslek kurumlarında Atatürk üzerine konferanslar vererek geçiriyor. Yazmak için tam kırk beş yıl üzerinde çalıştığını söylediği “Atatürk Beşiktaşlı” adlı kitabı on üç baskıya ulaşmış durumda. Necati Karakaya bu kitapta önemli bir tarihi yanlışı düzelttiğini belirtiyor. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın yaygın kanının aksine Balkan Savaşında yaşanan göç dalgası sırasında değil, Selanik’in düşmesinden birkaç sonra, 1915 yılında Yüzbaşı Necati tarafından kaçırılıp İstanbul’a getirildiğini ortaya çıkardığını ısrarla vurguluyor.

Milliyet spor servisinin yazarları eşleriyle birlikte Metin Oktay'ın evinde.
Ayaktakiler (soldan): Namık Sevik, Yavuz Bayraktar, Metin Oktay, Necmi Tanyolaç.
Oturanlar: Hüseyin Kırcalı, Doğan Şener, Nezih Alkış, Necati Karakaya, Halit Kıvanç.


(Kaynak belirtilmeyen fotoğraflar 'Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım' adlı kitaptan alınmıştır)