6 Kasım 2016 Pazar

Rauf Başaran: Beykoz Kazandı mı Bütün Vapur İnlerdi

Milli Ligin henüz başlamadığı 1950'li senelerde, İstanbul Profesyonel Liginin istikrarlı takımlarından biriydi Beykoz. Üç büyüklerin saltanatını yıkmak gibi bir iddiası olmasa da, beklenmedik anlarda onları mağlup ederek canını yakması alışılan bir durumdu. Beykoz Çayırında top oynayarak büyüyen çocuklar sarı-siyahlı takımın doğal oyuncu kaynağıydı. İşte bunlardan biri Beykoz'da uzun yıllar sağ bek olarak oynayan Rauf Başaran'dı. Beykoz Çayırından başlayarak A takıma yükselme sürecini şöyle anlatıyor:
"1932 Kırıkkale doğumluyum. Babam subaydı. Oradayken askerden ayrılmış ve Sümerbank Beykoz fabrikasına kapı amiri olarak girmiş. Beykoz'a taşındığımızda ben yaklaşık iki yaşındaydım. Ben daha küçükken  Beykoz Çayırında yalınayak başıkabak top oynamaya başladım. Ayakkabımız yoktu. Hali vakti yerinde olan çocukların topu vardı. O yüzden iyi oynamasalar da takıma girerlerdi. Kimde top varsa hemen çayırda bir takım kurulurdu. Top oynamak uğruna okula gitmez, çantayı bir tarafa attığım gibi maça dalardım. O yüzden annem beni maşayla çok dövmüştür."


"İlkokulu bitirir bitirmez Beykoz genç takımına girdim. Sonra B takımına, sonra A takımına geçtim. Genç takımı Gazanfer (Olcayto) abi çalıştırırdı. Mustafa amca vardı yine genç takımla ilgilenen. Yaşar Nurten diye biri vardı. O da genç takımla çok alakadar olurdu. Yazın genç takım kurar, çayırda maçlar yaptırırdı. Sağa sola götürürdü. Tarabya'ya giderdik mesela, Anadolukavağı'na giderdik. Oralardaki takımlarla maç yapardık. Şimdi ne öyle kimseler, ne öyle sahalar kaldı. Gerçi Beykoz Çayırı bugün de müsait ama başka yerlerde boş saha kalmadı. Futbolda ilerleme yok çünkü yetiştirecek adam da kalmadı."

1951'de Beykoz Çayırında bir yazlık takım. Rauf Başaran ayakta sol başta.
Sağ başta oturan Beykoz ve Beşiktaş'ta oynayan Nusret Ülük.

Yine bir yazlık takım. Rauf Başaran alt sırada sol başta. Kalecinin öbür
yanında Nusret Dalkıran (Katır Nusret) var. Orta sıra sol baştaki Hasan Önal
(Helvacı Hasan), yanında Saim Tayşengil ve Sabri Selek. Üst sırada
soldan ikinci Bomba Ahmet.

1951-52 sezonunda A takıma giren Rauf Başaran o yıllardaki ortamı şöyle anlatıyor: "Beykoz'la Bahadır ve Gazanfer Olcayto kardeşler çok haşır neşir olurdu. Sonra bir ara Şeref Görkey antrenör oldu. Onun zamanında çok iyi durumlardaydık. Beşiktaş ve Galatasaray'la bir ara başa baş durumdaydık. Şeref abi maç kazandığımız zaman kendi cebinden bize para verirdi. Hali vakti yerindeydi. O zaman Boğaz'da köprü filan yok, hususi arabayla antrenmana gelirdi. İstinye-Paşabahçe arasında çalışan arabalı vapurla geçerdi. Çok disiplinli bir insandı. O gelmeden soyunup sahaya çıkmazdık. O geldikten sonra herkes soyunup sahaya çıkardı. Dediğim dedik bir insandı."


Beykoz Çayırında bir idman. Ön sırada Rauf ve Fahrettin, ikinci sırada Ziya
ve Abdullah Matay koşuyor. Ziya'nın arkasında Katır Nusret var.
Sağ başta antrenör Şeref Görkey görülüyor.
Aydın Sümer (solda) ile.
İlk sezon A takımda fazla oynama şansı bulamayan Rauf Başaran askere gitmiş ve dönüşünde Beykoz'un değişmez elemanlarından biri olmuş: "1952-54 arası askerdeydim. İki sene boyunca Beykoz'da oynamadım. Askerliğimi hava eri olarak yaptım. Önce Kütahya'ya gittim. Sonra Ankara'ya çağırdılar. Fenerli Basri Dirimlili ve Naci Erdem asker arkadaşımdı. Naci Karagümrük'teydi daha. Orada bir müddet Havagücü'nde oynadım. Sonra Ankara'dan Kayseri'ye yolladılar. Oradaki Havagücü'nde oynadım. Kayseri'de çok iyi günlerim geçti. Dönünce yine Beykoz'da oynadım. Askerden dönüşte rahmetli Aydın ile bana profesyonel mukavele yaptılar ama bize maaş filan vermediler. Fabrikadan aldığımız maaşla geçiniyorduk. Onun dışında maç kazandığımız zaman prim verilirdi. Onu da ya 15 gün, ya bir ay sonra alabilirdik. Yalnız üç büyükleri yendiğimiz zaman prim ikiye katlanırdı. Normal galibiyet 12,5 lira prim alıyorsak, onları yenince 25 lira alırdık. O zamanlar Beykoz ve civarındaki fabrikalar binlerce insanın geçim kaynağıydı. Fakat şimdi Beykoz'da Sümerbank Kundura Fabrikası, Paşabahçe'de Rakı Fabrikası ve Şişe-Cam kapandı. Shell de artık ufak bir nakliyat yapıyor, eskisi kadar faal değil. Sümerbank Kundura Fabrikasında 1.900 kişi çalışırdı."

1950'lerin başında Beykoz Çayırında bir başka yazlık takım. Rauf Başaran
alt sıra sağ başta. Yanında kaleci Selman. Orta sıra sağ başta Aziz. Üst sıra
Koço Nusret (Ülük), Cevat ve Nizamettin.

Rauf Başaran'ın oynadığı dönemde Beykoz'un unutulmaz maçlarından biri Fenerbahçe'yi 1-0 yendiği karşılaşmaydı (2 Şubat 1957). O maçı şöyle hatırlıyor Rauf Başaran: "Ben hep sağ bek oynadım. Bir tek maçta 5 numara (santrhaf) oynadım, o da Fenerbahçe'yi 1-0 yendiğimiz maçtı. Rahmetli Şeref abinin zamanıydı. Kimsenin takımdaki yeri garanti değildi. Herkes soyunma odasına gelir, maça 15 dakika kala daha takım belli değil. Mesela Necmi o zaman en iyi kaleci, soyunmamış. Şeref abi gelir, takımı açıklardı. O Fener maçından önce de takımı açıklamaya başladı. Kalede Necmi, sağ bek Ekerbiçer dedi. O öyle deyince ben kızaktayım diye düşündüm. Sonra İsmet ve Hasan dedi, sonra benim ismimi söyledi. Orta sahaya almış beni ki, ben boyum nedeniyle hava toplarına o kadar hakim değildim. Fakat Fenerbahçe'de Şirzat Dağcı oynuyordu, ki o da Beykoz'dan gitmişti. Onunla aynı boydaydık, onun karşısına koydu beni. O gün gayet güzel bir oyun tutturduk. Abdullah Matay 5.dakikada golü attı. Fahrettin aslında sol iç oynardı. O gün geride oynadı. Erdoğan onun yerinde oynamıştı. Fahrettin çok iyi oynamıştı, onun ayağından top almak imkansızdı. Ancak sert faul yapacaksın almak için. Sonra Nusret Ülük vardı, Beşiktaş'ta oynamış. O da Beykozludur."  

1-0 kazanılan Fenerbahçe maçının sonu. Soldan sağa Ekerbiçer, Erdinç,
Fahrettin, B. Erdoğan (9 numara), İsmet ve Rauf.

"Ben çok seriydim, 100 metreyi gayet iyi koşardım. Ekerbiçer'den seken topların yüzde 80'ini toplardım. İsmet Berberoğlu da çok ağırdı ama çok iyi futbolcuydu. Pozisyonu çok iyi takip ederdi. Mesela Galatasaraylı sağ açık İsfendiyar herkesi geçerdi ama İsmet geldi mi karşısına tutulurdu. İsmet öyle hemen fırlamazdı. Sağ bek olarak ben sert bir futbolcuydum, acımazdım. Topla beraber sert oynardım. Hatta Ankara Demirspor'da oynarken bir Fenerbahçe maçında Lefter'e bir girdim, iki metre geriye gitti. Hakemi çağırdı. Hakem bana dışarı dedi, sesimi çıkarmadan çıktım. Fakat onun dışında ihraç olduğum başka maç olmadı. Biz forma aşkıyla oynardık. Herkes birbirine yardımcı olurdu. Mesela şimdi televizyonda maç seyrediyorum, müdafaa ileri gitmiş, geri gelen yok. Bizde herkes arkadaşına yardım ederdi. Herkes kendi başına oynasa hiç muvaffak olamazsın."

1955-56 sezonunda 1-1 biten Beykoz-Fenerbahçe maçı.

O yılların yaygın WM sistemine göre Beykoz takımının dizilişini şöyle sayıyor Rauf Başaran: "Beykoz'un kolay değişmeyen bir kadrosu vardı: Kaleci Necmi- sağ bek Rauf, sol bek İsmet - sağ haf Hasan, santrhaf Ekerbiçer, sol haf Küçük Erdoğan - sağ açık Ziya, sağ iç Büyük Erdoğan, santrfor Katır Nusret, sol iç Fahrettin, sol açık Abdullah. Katır Nusret çok iyi oyuncuydu ama çok telaşlı bir adamdı. Yüzde yüz atacağı golü atamazdı, bir bakarsın 30 metreden topa vurur gol yapardı. Çalım atma gibi özellikleri yoktu. Onun önüne topu yuvarlayacaksın, o boş sahada yakalarsa ne ala. Tekniği zayıf ama çok kuvvetli ve hırslı bir futbolcuydu. Biz oynadığımız devirde bekler fazla ileri çıkmazdı. Rahmetli Bahadır Olcayto bize santrayı aşmayacaksınız derdi. O zaman adam markajı yapılırdı. Tuttuğun adam nereye giderse sen de oraya giderdin. Ekerbiçer bile boyu çok uzun olduğu halde, korner atışlarında ileri çıkmazdı." 

Rauf Başaran'ın saydığı ideal kadrodan biraz farklı ve muhtemelen 1955-56 sezonunda bir Beykoz kadrosu.
Ayaktakiler: Necmi Mutlu, Haluk Eralp, Şirzat Dağcı, İsmet Berberoğlu, Rıdvan Tezerdem, Mehmet Ekerbiçer.
Oturanlar: Fahrettin Cansever, Ziya Baydar, Hasan Önal, Erdoğan Gürhan, Rauf Başaran.

Beykoz kulübü tarihindeki en önemli olaylardan biri 1957'de Atatürk Kupasının kazanılmasıydı. Böyle bir turnuva düzenlenmesinin fikir babası o tarihte MTTB başkanlığını yapan Necati Karakaya'ydı. Amaç bu maçlardan elde edilecek gelirle İstanbul Üniversitesi bahçesine büyük bir Atatürk heykeli yaptırmaktı. Turnuvada şampiyon olacak takıma Karakaya'ya göre 2 metre boyunda, 200 kilo ağırlığında bir kupa verilecekti. 1955'te düzenlenen ilk kupayı Adalet takımı kazandı. Milliyet gazetesinde anılarını yazan Necati Karakaya 1957'deki ikinci kupadan şöyle bahsediyordu: "Sahiplenmek için heyecanla bekleyen Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş yine hüsrana uğradı. Çünkü bu sefer de şampiyonluğu Beykoz kazandı. Şampiyonluk turuysa iki yıl öncekinden çok daha sıcaktı. Seyirci sahaya indi, kupayı omuzladı. Alkışlar, sloganlar arasında Dolmabahçe'den Beşiktaş iskelesine kadar taşıdı. Buradan Şehir Hatları vapuruna konularak eller üzerinde Beykoz kulübüne taşındı."

Bir Galatasaray-Beykoz maçı. Sol başta Metin Oktay, arkasında kaleci
Necmi Mutlu. 2 numaralı Rauf Başaran, Ekerbiçer ve Helvacı Hasan
topu uzaklaştırıyorlar.

Beykoz'un 1957'de çıktığı Bulgaristan ve Romanya turnesinde
Bulgaristan'da yaptığı bir maç.

Bu olayı hatırlattığımız zaman Rauf Başaran bir an dalıp o günlere gidiyor ve şunları anlatıyor: "Atatürk Kupasını kazandığımız zaman bütün seyircilerle beraber vapura binip Beykoz'a dönmüştük. Vapur Kanlıca burnunu döndüğü zaman bütün seyirciler bağıra bağıra geldik. Zaten Beykoz kazandı mı bütün vapur inlerdi. Yenildiyse hiç çıt çıkmazdı. O zaman Beykoz'un çok taraftarı vardı. Kupayla iskeleye indiğimizde muazzam bir kalabalık karşıladı bizi. Maçlardan çıkışta Beşiktaş'tan vapura binerdik. Vapur Kandilli'ye geçer, sonra Kanlıca, Anadoluhisarı, Çubuklu, Paşabahçe'ye uğrayıp Beykoz'a varırdı. Bizim devir paralı devir değildi. Şimdi bakıyorsun 3.lig takımı bile futbolcuya çok para veriyor. Üstelik şimdiki futbol çok yumuşak. Dolmabahçe'de bir yağmur yağdığı zaman topa vuramazdın çünkü çamurdan çıkmazdı. Şeref Stadı toprak, Vefa Stadı kumdu. Ayakkabıları Dinyakos'a yaptırırdık. Bir tane antrenman ayakkabısı, bir tane maç ayakkabısı olurdu. Onun da parasını kendi cebimizden öderdik. Ayakkabıyı da ha deyince alamazdın, sıra beklerdin. Fakat adamın ayakkabıları şahaneydi. Fıstık gibi ayağına oturur, topa vurdun mu top da ona göre giderdi. Formalar da herkese birer taneydi, fazla forma yoktu. Bizim formaları Nuri Baba yıkardı rahmetli, sonra kuruturdu, giyip maça çıkardık."

1955-56 sezonunda Beykoz'un Beşiktaş'ı 2-1 yendiği maç. Beykoz kalecisi
Necmi Mutlu. Direk dibinde Rauf Başaran ve yanında Metin Erman.
Arka planda Mehmet Ekerbiçer görülüyor.

Rauf Başaran Beykoz'dan ayrılmayı düşünmediği bir sırada kendisini Ankara'da bulmuş ve 1959-60 sezonundan itibaren Demirspor formasını giymeye başlamış. Bunun sebebini ve o yıllardaki Demirspor kulübünü şöyle anlatıyor: "Bir Beşiktaş maçında sol bek Münir ile çarpıştık, ayağım kırıldı. Fakat maç esnasında anlaşılmadı. Ayağıma bandaj yapıldı, o vaziyette maçın sonuna kadar devam ettim. Şimdiki tıbbi imkanlar yok. Bir alçıya aldılar, dizime kadar. Tabii futbolcu sakatlandı mı hemen gözden düşersin. Devre sonuna denk gelmişti o maç. Masör Yorgo'nun salonunda tedavi gördüm. O zaman sıcak parafinle tedavi yapılıyordu. O yüzden belki daha uzun sürüyordu sakatlık. İyileştikten bir süre sonra Ankara Demirspor istedi beni. 1959 senesinde oraya gittim. Karagümrük'ten Ali Rıza da oraya gelmişti. Sağ iç oynardı. Sol iç Timuçin, santrfor Fikri, sol açık Fenerbahçeli Selahattin Torkal'ın kardeşi Celal vardı. Hüsnü sağ haf, Erkan Kural, Beşiktaşlı Celal, kaleci Pire Mehmet - kısa boyluydu ama çok çevikti. Ankara'da üç sezon oynadım, 1962'de döndüm. Demirsporlu futbolcuların yüzde 80'i DDY'de çalışırdı. Deplasmanlara trenle giderdik. Bir vagon tamamen bizim takıma aitti. İstanbul'a geldiğimiz zaman, Menekşe'de DDY kamp tesislerinde kamp yapardık. Maaşlarımız hiç aksamazdı. Beykoz kulübünün hiçbir gelir kaynağı yoktu. Demirspor'da ise her işçiden 20-25 lira gibi cüzi bir para kesilirdi. Fakat fazla taraftarı yoktu. Ankaragücü'nün muazzam seyircisi vardı o zaman. Fahrettin (Cansever) abi de Ankaragücü'nde oynamıştı o sırada. Bir taksisi vardı, onunla müşteri taşırdı. O devrin en iyi topçularındandı ama para kazanmak için taksicilik yapıyordu."

Ankara Demirspor takımı 1959-60 sezonu açılışında. Rauf Başaran alt sırada sağdan ikinci.
Üst sırada soldan üçüncü gol kralı Fikri Elma.
19 Mayıs Stadında bir maçta Demirspor kalecisi Fikri topu yumrukluyor.
Arkada sağda Rauf Başaran (koyu formalı) ve sol başta Süreyya Özkefe var.

Rauf Başaran'ın futboldaki son durağı İstanbul'un Adalet kulübü olmuş ve 1962-64 arasında kırmızı-beyazlı takımda oynamış: "Ankara'dan tekrar İstanbul'a döndüm. Turgay Şeren'in tavsiyesiyle Adalet takımına girdim. Rahmetli Selahattin (Torkal) abi oynuyordu daha. Adalet ikinci lige düşmüştü o zaman. Kulübün maddi durumu artık eskisi gibi değildi. Para veremezlerse battaniye verirlerdi. Bir sürü battaniyemiz olmuştu. İki sezon orada oynadıktan sonra futbolu bıraktım. Maçlar Şeref Stadında, Vefa Stadında oynanıyordu. Zemin kötüydü, kumdu. Düştün mü bacakların zımpara gibi soyuluyordu. Beykoz'da oynarken, Şeref Stadında yaptığımız bir maçta topu denize atmıştım. Top ayağıma öyle bir oturdu ki, bilerek vursan öyle gitmez. Milletin üzerinden aşağıya gitti. İşte öyle sahalarda oynadıktan sonra artık futbolu bırakmaya karar verdim."

Adalet takımının 1963-64 kadrosu. Rauf Başaran ayakta sağ başta. Sağdan üçüncü Erdoğan Şenay.  Bu kadroda Beykozlu
Hasan Önal (Helvacı Hasan) da alt sırada sağ başta görülüyor.


Adalet döneminden bir hatıra. Soldan itibaren: ? ,
Hasan Önal, Erdoğan Şenay ve Rauf Başaran.

Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğü düşünmemiş Rauf Başaran. Emekli olduktan sonra Beykoz'dan da ayrılmış ve Ziverbey semtine taşınmış. Lakin fırsat buldukça Beykoz'a gidip eski arkadaşlarını ziyaret ediyor: "Asabi bir mizacım olduğu için antrenörlük yapmadım. Futbolu bıraktıktan sonra Sümerbank'ta çalışmaya devam ettim ve oradan emekli oldum. Buraya taşındığımızdan beri Beykoz'u bırakmadım. Fırsat buldukça gidiyorum ama artık ya iki ya üç tanıdık görebiliyorum, herkes yabancı."





1 yorum: