29 Temmuz 2014 Salı

Bahri Altıntabak - İzmir'in Altın Çocuğu


 Bahri Altıntabak genç yaşta oynamaya başladığı Göztepe’de parlayınca o yıllarda rekor sayılabilecek bir transfer ücretiyle Galatasaray’a gitti. Fakat İzmir’den gittikten sonra İstanbul’da kalan futbolcuların aksine o yüksek öğrenim yapmak uğruna tekrar şehrine döndü ve futbolu İzmir’de bıraktı. İşte Bahri Altıntabak’ın yaşam öyküsü:

“1938’de Yunanistan’ın Gümülcine şehrinde doğdum. 1945 yılında İstanbul üzerinden İzmir’e geldik ve Bornova’ya yerleştik. Üç kardeştik. Bir ağabeyim ve bir ablam vardı. İlkokulu Bornova’da okudum. Sonra İzmir Atatürk Lisesine girdim. Top oynamaya mahalle arasında başladım. Babam işçiydi, ağabeyim de çalışmak için liseyi bırakmak zorunda kalmıştı. Ailemizin maddi durumu iyi değildi. Babam ayakkabılarım eskiyecek diye top oynamama kızardı. Daha sonra Bornova Gençlik takımında oynamaya başladım.”

Bahri Altıntabak (sağda) Bornova'da
oynarken bir arkadaşıyla.
“Lisenin ardından 1955-56’da Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdim.  O yıllarda Göztepe’nin kendi lokal takımları arasında yapmış olduğu ligler vardı. Üniversitede okurken bazı arkadaşlarım bu takımlarda oynuyordu. Onların aracılığıyla son şampiyonluk maçına beni çıkardılar. O maçı 3-2 kazandık, üç golü de ben attım. Maçlar zaten Göztepe sahasında oynanıyordu. O maçtan sonra beni hemen Göztepe kadrosuna aldılar. O sırada Bornova formasıyla amatör ligde de gol kralıydım.”
 

“Göztepe’de oynarken babama, ‘Okul takımında oynuyorum,’ diyordum. Ama bir gün Altay’la bir maçımız vardı. Maçı 2-1 kazandık. Ertesi gün gazeteler yarım sayfa benim resmimi koymuşlar, altına da ‘Bahri 2 Altay 1’ yazmışlar. Hatta bir golü doğrudan kornerden atmıştım. Gazeteyi ağabeyime göstermişler. Çok şaşırmış tabii, haberi yok. Beni çalıştığı yere götürdü. Oradakiler beni görünce büyük tezahürat yaptılar, omuzlara filan aldılar. Bir tantana koptu. Ağabeyim, ‘Yahu ben bunlarla dört-beş senedir beraberim, beni tanıyan yok, seni nereden tanıyorlar?’ diye sordu. Tabii futbol oynadığım öyle meydana çıktı. Spora meraklı bir ağabeyimiz vardı, o da bana destek verdi. Onun da ikna etmesiyle mutlaka okulu bitirmek şartıyla ailemden izin aldım.” 

Göztepe'deki ilk günler.
“Takıma girdiğim sırada Göztepe forvetinde benimle birlikte Güler, Gürsel, Rahmi ve Fikri vardı. Beni sol açığa aldılar. Ama ben geriye dönük sol haf gibi oynuyordum. Dolayısıyla dört forvet gibi oynanıyordu. Yani iki-dört-dört gibi bir diziliş vardı. Ben hem sol haf hem sol açık oynuyordum. Hocamız Ruhi Karaduman’dı. Sonra Alman bir hoca gelmişti. Türkçe telaffuzu kötü olduğu için forveti, ‘Gulaa, Gursaal, Fikii, Ramii, Bariii,’ diye sayardı. Göztepe’nin o zamanki yöneticilerinden Zeki Çırpıcı kuyumcuydu, Şakir Sözügür Konak taksinin sahibiydi, Ahmet Sevil, Sevil mağazalarının sahibiydi.”

Göztepe'nin milli lig öncesine ait bu kadrosunda Bahri Altıntabak
oturanlar arasında ortada yer alıyor.
Böylece 1956-57 sezonundan itibaren Göztepe forması giyen Bahri Altıntabak önce İzmir mahalli profesyonel liginde mücadele ettikten sonra 1959’da başlayan Milli Ligin ilk iki sezonunda da Göztepe formasıyla oynadı: “İlk üç sene Göztepe’de cüzi paralara oynadık. Dördüncü sene rahmetli Gürsel, ‘Kulüpte para yok, parasız mukavele imzalayalım,’ dedi. O zaman iki sene parasız mukavele imzaladık. Fakat ben, ‘İzmir dışından transfer teklifi gelirse bana bedava bonservis vereceksiniz,’ demiştim. Nitekim bir sene sonra beni Galatasaray istedi. Bizi çalıştıran Reha Eken beni Galatasaray’a tavsiye etmiş. ‘Bir adam var, gidin bakın, hiç kaçırmayın alın,’ demiş. Bana sonradan söylemişti. Sonra Gündüz Kılıç gelip bir maçımızı seyretmiş. Bunu sonradan Coşkun Özarı’dan dinlemiştim. Maçtan önce ona benim için şöyle oynuyor, böyle oynuyor diye övücü şekilde anlatmışlar. Maçtan sonra gazeteciler, ‘Bahri’yi alıyor musunuz?’ diye sormuşlar. Gündüz Kılıç, ‘Daha çok genç, biraz pişsin. Ondan sonra düşünürüz,’ demiş. Fakat içeriye girer girmez Coşkun Abi’ye, ‘Hemen alın bunu, hiç kaçırmayın,’ demiş. Metin, Turgay ve Kamil okula geldiler, beni yaka paça alıp götürdüler.” 


“Göztepe önce vermeyiz dedi. Fakat ben ısrar edince transferim gerçekleşti. Fakat benden sağlanan transfer ücretiyle Göztepe kulübü UEFA kupasında başarı kazanmasını sağlayan on sekiz tane futbolcuyu aldı. O zaman kulübe yaklaşık 3.200.000 lira para vermişlerdi. Ben de 130.000 lira civarında bir rakam aldım. O zaman aldığım parayla bir ev değil en azından üç-dört tane daire rahat alınırdı. Nitekim Galatasaray’dan aldığım parayla Bornova’da bir arsa alıp bir ev inşa ettirmiştik. Göztepe’ye ilk gittiğimde ilk sene hiçbir şey vermemişlerdi. Bir sene sonra 6.000 lira almıştım. 200 lira veya 300 lira bir maaş alıyorduk. Fakat rahmetli babamın o zamanki maaşı 200 liraydı. Ben Bornova’da oynarken her hafta gol atıyorum, başarılı oynuyorum diye bana her maç ayrıca 30-40 lira prim veriyorlardı. Göztepe’de oynarken amatör olduğum için her maçtan sonra bana bir paket hediye getirirlerdi.”

Bir kamp sırasında yapılan yürüyüşte soldan itibaren Niyazi Tamakan,
Bahri Altıntabak, Gündüz Kılıç, Suat Mamat ve Candemir Berkman
görülüyor.
Böylece 1960’da Galatasaray’a gittim ve 1967’ye kadar oynadım. O arada hep sol haf oynuyordum. Fakat zaman zaman da Ergun’un önünde kesici santrhaf gibi oynuyordum. Bir ara Ergun sakatlanınca ben santrhaf oynadım. Herhalde başarılı olduk ki devamlı olarak ben oynamaya başladım. İzmir’den giden dört beş kişi vardık. Fakat takımda direkt oynayan ilk bendim, benden sonra da Yavru Ayhan oldu. Hatta Metin Oktay Palermo’ya gittiğinde ben santrfor olarak oynadım. O sene neredeyse gol kralı olmak üzereydim. Son maçta Ankara Demirspor-Ankaragücü galiba, ikisi anlaşmışlar. Maç 3-3 bitti. Fikri Elma gol kralı oldu. Ben ikinci olmuştum. Metin dönünce sol iç oynadı, ben santrfor oynadım.”

Bir Galatasaray-Beşiktaş maçında gol atarken.
“Galatasaray’a gittiğim zaman benim gibi bekâr oyuncular için Etiler’de bir ev tutmuşlardı. Etiler o zaman daha çok yeni bir yerleşimdi. En fazla on sıra ev vardı. Bir hayli yeşil saha vardı, bütün Boğaz’a hakimdi. Orada bir tür kamp hayatı yaşadık. Ev arkadaşlarım Cenap ve Ayhan’dı. Zaman zaman Erol kalırdı. Aile evi gibi bir yerdi. Bir buçuk sene kadar orada kaldıktan sonra ben Şişli’de kendime ev tuttum. Evlenince Bahçelievler’e yerleştim. İdmanları Ali Sami Yen stadında yapıyorduk. Onun yanında küçük bir sahamız daha vardı. Hatta orayı Gündüz Kılıç zaman zaman ıslatırdı. Bayağı bir çamur olurdu. Hem ayağımız kuvvetlensin hem top kullanma tekniğimiz gelişsin diye o çamur havuzu içinde maç yapardık. O zamanın iptidai şartları içinde böyle antrenman teknikleri kullanıyorduk. Cumartesi-Pazar ve bazen Çarşamba maç olurdu. Geriye kalan dört günde en az iki idman yapardık. Sahalar da kötüydü. Hollanda’da PSV ile maç yapacaktık. Sahaya bir çıktık, yemyeşil halı gibi. Takımda on sekiz kişi varsa en az on beş kişi kalecilik yapıyor! Herkes çimlere filan atlıyor, o kadar zevk duymuştuk. Sonradan bizim Ali Sami Yen stadı, Dolmabahçe stadı da çimlendi ama maç oynandıkça ortası kelleşiyordu.”

Galatasaraylı oyuncular bir yemekte. Metin Oktay,
Cenap Doruk, Bahri Altıntabak ve Bülent Gürbüz.
“Galatasaray’da oynarken her sene mutlaka Avrupa kupalarında yer alırdık. İsviçre’nin Zürih takımıyla eşleşmiştik. Orada çok kötü iki gol yedik ve yenildik. Dolmabahçe’de 2-0 yendik. Üçüncü maç Roma’da oynandı. 2-1 galip durumdaydık. Maçın son saniyeleri bir frikik oldu. Ondan evvel bir pozisyonda Uğur sol açıktan topu getirmişti. Bir pas verse bomboş kale, ben kaleciyle karşı karşıyaydım. Yüzde doksan gol olurdu. Gol atamasam bile avuta atardım, maç biterdi. Uğur şut atınca top kalecinin dizine çarpıp santraya kadar gitti. Oradan devam eden pozisyonda faul oldu. Adamlar topu hemen dikip vurdular. Turgay yumruğa çıktı ama vuramadı. Top çizgiyi bir karış geçti ve gol oldu. Hakem bitiş düdüğünü çaldı, santra bile yapılmadı. Maç 2-2 bitti. O zaman yazı tura atışı yapılıyordu. Atışı kaybettik. Hakem parayı attığı zaman tura geldiği belliydi, paranın üstünde at resmi vardı. Kadri hemen atladı, biz kazanmışız gibi ‘Caballero! Caballero!’ diyerek parayı aldı ama hakem kanmadı.  O maçı hiç unutmam. Unutamadığım bir başka olay da şu, bir Fener maçında şut attılar. Top benim kalçama çarpınca yön değiştirdi ve gol oldu. Turgay, ‘Ne yaptın’ diye bana kızdı. On – on beş dakika kadar sonra bir korner atacaktık. Ben de gittim ve kafaya çıktım, gol oldu. Üstelik bu galibiyet golüydü. O maçtan sonra yurt dışından gelen bir takımla özel maç yapmıştık. O sırada İstanbul’a bir sirk gelmişti. Onun bir yıldızı kupayı verecekti. O zaman Turgay kaptan olarak beni çıkartmıştı, ben de kupayı almıştım.”


“Üç defa milli oldum. Yaklaşık on sene boyunca milli takıma devamlı çağrıldım ama o kadro pek bozulmuyordu. Hem o zamanlar sene içinde yapılan maç sayısı çok azdı. B milli takım için Moda’da yaklaşık on sekiz gün kamp yaptık. O sırada İran şahı hastalanmış. Sabah uçağa binmemize iki saat kala haber geldi ve maçlar iptal edildi. A milli takımda sol bek oynuyordum, orada rakibim Basri’ydi. Ankara’da İskoçya ile oynamıştık. O maçta ben kadrodaydım. Sandro Puppo kadroyu ilan etti, ben vardım. Formayı o zaman bize bir gece evvelden veriyorlardı. Ben yastığın altına koydum formayı. Gece on buçuk civarı Basri geldi ve formayı istedi. Biz tabii daha küçüğüz, o ağabeyimiz sayılır. Verdim formayı gitti. Hemen kaptan Turgay’a gidip durumu bildirdim. ‘Alsın boş ver, sabahleyin verir,’ dedi. Sabahleyin kahvaltıdan sonra toplandık. Sandro Puppo kadroyu okudu, ben yokum. Ben durumu söyleyince, ‘Beş dakika, sonra sen oynuyor,’ dedi. Maç başladı, beş dakika on dakika derken maç bitti. Ben kenarda oturdum kaldım tabii.”

27 Kasım 1960'ta İstanbul'da oynanan Türkiye-Bulgaristan B milli
maçının kadrosu. Bahri Altıntabak soldan dördüncü.
Bahri Altıntabak o yıllarda futbolcuların korkulu rüyası olan menisküs sakatlığı yaşamamış ama bir maçta ciddi bir tehlike atlatmış: “Ankara’da Ankaragücü- Galatasaray Türkiye Kupası maçı yapıyorduk. Maç 0-0 devam ediyordu. Bitmesine on beş – yirmi dakika kalmıştı. Bir pozisyon oldu. Karambolde çıktım kafayı vurdum, düştüm. Top belime geldi. O sırada kalktım, dizimle vurdum topa, gol oldu. Ama o arada tam benim boşuma bir tekme geldi, kıvrıldım kaldım. Maç yaklaşık beş-altı dakika durdu. Kendime geldim, maçı bitirdik. Maçtan sonra devamlı bir ağrı. İstanbul’a döndüğümüzde beni rahmetli Ali Uras’a götürdüler. Yapılan kontrolde böbrek kanaması geçirdiğim meydana çıktı. Yaklaşık on beş yirmi günlük yoğun tedaviyle ameliyatsız atlattım.”

Bahri Altıntabak Galatasaray’da başarılı performansını sürdürmesine rağmen üniversite eğitimini tamamlamak amacıyla İzmir’e döndü ve 1967-68 sezonundan itibaren Altınordu’da oynamaya başladı: “Üniversiteye iki sene ara vermiştim çünkü imtihanlara hiç giremedim. O zaman Galatasaray yönetim kurulunun üç defa toplantısına girdim. ‘Sana izin veriyoruz. Git okulunu bitir, gel,’ dediler. Ben de ‘o zaman beni kiralık olarak verin ki, ben de sezon içinde oynamış olayım,’ dedim. Ama bu teklifimi kabul etmediler. ‘Ne zaman dönersen takımda yerin var,’ dediler. Fakat üçüncü toplantıya girdiğimde Altınordu’ya gitmemi kabul ettiler. İki sene orada santrhaf olarak oynadım. Fakat iki sene sonunda dönmek istediğimde bu sefer Altınordu bırakmadı. İki sene daha o şekilde oynadım.”

Erkan Velioğlu, Hikmet Orhunbilge, Zadel, Şiyatski gibi oyuncuların
bulunduğu Altınordu kadrosu. Bahri Altıntabak sağ başta oturuyor.
 “Altınordu’ya ilk geldiğim sene 120.000 lira almıştım. Başkan Candoğan Sakaoğlu’ydu. ‘Okulu bitirdiğin an ben sana bonservisini vereceğim,’ demişti. Fakat ben okulu bitirdiğimde Candoğan Sakaoğlu başkanlıktan ayrılmıştı. O ayrılınca hiçbir yönetici bonservisimi vermedi. Üç sene boyunca Galatasaray bana geri dön çağrısı yaptı ama yöneticiler yüksek transfer ücreti istedi. Dolayısıyla transfer gerçekleşmedi. Beşinci senede Altınordu bırakmamakta ısrar edince ben futbolu bıraktım. Yoksa üç-dört sene daha rahat oynardım. Bıraktığımda otuz üç yaşındaydım ama zorlanmazdım. Altmış yaşına kadar kilom hiç değişmedi.”

Altınordu'nun gençlerini çalıştırdığı sırada bir idmanda.
“Altınordu’da iyi bir dönem yaşadık. Bir ara puan cetvelinde dördüncülüğe kadar çıktık. Ben hem takım kaptanlığı, hem antrenör yardımcılığı yaptım. Hatta takım bazı yerlere giderken ben ilgilenirdim. O yüzden ismim “baba”ya çıkmıştı. Diğer oyuncular yaşça benden küçük olduğu için bana “baba” diyorlardı. Futbolu bıraktıktan sonra antrenör kursuna gittim ve diplomayı aldım ama antrenörlük yapmadım. Kısa bir müddet Altınordu’nun gençlerini çalıştırdım. Ankara’dan ve Adana’dan teklifler gelmişti ama İzmir’den ayrılmayı düşünmedim. Futbolu bırakınca yaklaşık bir buçuk sene gazetecilik yaptım.”

Gazetecilik yaptığı yıllarda Galatasaray antrenörü Brian Birch (sağ başta),
Gazanfer Olcayto (sol başta) ve Ayhan Elmastaşoğlu ile birlikte.
Bahri Altıntabak futbolu bıraktıktan sonra Türk Hava Yollarına girdi. Kendi ifadesiyle memuriyetten başlayıp havaalanı istasyon başmüdürlüğüne kadar yükseldi. İzmir Çiğli’de başladığı görevine Adnan Menderes havaalanında devam etti. Uzun bir süre Almanya’nın çeşitli kentlerinde görev yaptıktan sonra Dalaman havaalanı müdürlüğü yaptı. Yirmi beş sene görev yaptıktan sonra Türk Hava Yollarından emekli oldu.










8 Temmuz 2014 Salı

Yıldırım İper - Yeşildirek Efsanesi

Futbolumuzun henüz bir endüstri dalı haline gelmediği, dolayısıyla ligimizin bütün Anadolu’yu kapsamadığı yıllarda çeşitli semt takımları kısa süreyle de olsa ülkenin en üst düzeydeki futbol organizasyonunda yer alabiliyordu. Zamanla Anadolu şehirlerini temsil eden kulüpler liglerde boy göstermeye başlayınca bu semt takımları birer birer amatör kümelere düştüler. Bunlardan biri olan Yeşildirek 1961-63 arasında iki sezon Milli Ligde mücadele ederek futbol tarihimizde yerini aldı. Bu mütevazı semt takımının yetiştirdiği en ünlü oyuncu Yıldırım İper’di. Kulübü henüz mahalli ligde oynarken genç milli takıma seçilen, ardından Fenerbahçe ve İstanbulspor formaları giyen Yıldırım İper’le çocukluğundan beri bağının kopmadığı mekânlarda dolaşıp eski günleri konuştuk. Yeşildirek kulübünün bulunduğu semtte doğan Yıldırım İper çocukluk günlerini şöyle anlatıyor:

“1 Ocak 1939 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin bulunduğu sokakta dünyaya geldim. Buraya Çiftesaraylar denirdi. Çocukluğum bu mahallede geçti. Dört kardeştik. Babam Valide Han’da ipçiydi. İp tezgahımız vardı orada. Erzurumluydu ve hiç okuma yazması yoktu ama yanında kırk tane işçi çalışırdı. Her Cumartesi kırk işçinin parasını teker teker verirdi. İstanbul Erkek Lisesi ile Cumhuriyet gazetesi arasındaki sokak parke taşıydı. Orada dokuz-on yaşındayken top oynardık. Kese kâğıtlarını toplayıp ince iple bağlar, top yapar oynardık. Bizim çocukluğumuzda bu sahil yolu yoktu (Cankurtaran – Kumkapı civarındaki sahil yolu). Buradan denize girerdik. Hâlâ da buradan denize girerim. Cağaloğlu’ndan üç dört arkadaş kaçar, buraya gelirdik. Birimiz evden ekmek aşırır, diğeri peynir, öbürü zeytin getirir sonra bunları paylaşırdık. Bir yandan yüzer, bir yandan midye çıkarırdık.”

Genç milli takım formasıyla.
Bir kulübün Yıldırım İper’i keşfetmesine gerek kalmamış zira ağabeyi dahil bütün gençler mahallenin takımında oynuyormuş: “Ağabeyim Yeşildirek takımında oynuyordu. Zaten semtteki bütün ağabeylerimiz bu takımda oynuyordu. Ben de genç takımda oynamaya başladım.” Bu yetenekli gencin A takıma yükselmesi fazla uzun sürmemiş. O günlerin ayrıntısını Yeşildirek Milli Ligde oynadığı sırada kendisiyle yapılan bir röportajdan aktaralım: “Sene 1953’tü ve ben üçüncü kümedeki Yeşildirek’te tescil edilmeyecek kadar küçüktüm. Günler çabuk geçmişti. İkinci kümeye terfi eden Yeşildirek formasıyla bir gün kendimi Beylerbeyi sahasında buluverdim. İlk resmi maçımdı. Kalbimin çarpıntılarını bugün bile duyar gibi oluyorum. Rakibimiz Ortaköy’dü.

Yıldırım İper (solda) 13-14 yaşlarında,
arkadaşı Hüdaverdi Talay ile birlikte
mahalledeki sahada.
                               (Hüdaverdi Talay)
Yıldırım İper Yeşildirek takımıyla çıktığı maçlarda dikkat çekince aynı sıralarda genç milli takıma seçilmiş. Fakat bu olayın sevincini fazla yaşayamadan babasının ölümüyle sarsılmış.  “Babam 1958’de araba kazasında öldü. Ben o zaman genç milli takımla yurt dışındaydım. Uçak biletimi almışlar, beni takımdan çıkardılar diye düşündüm. Eve bir geldim ki herkes orada.” Genç milli takımda ilginç bir olay da yaşamış. Futbola başladığı günden beri santrhaf olarak oynamasına rağmen ilk milli maçında santrfor olarak görev yapmış: “Yunanistan’la yapacağımız maçtan önce Orhan Şeref Apak ile Cihat Arman beni çağırdılar. ‘Santrhafsın ama santrfor oynar mısın bu maçta?’ diye sordular. ‘Üstümde ay-yıldızlı forma var, niye oynamayayım?’ dedim. Onların santrhafından kafa toplarını ala ala maçı kazandık.”

Mahalli profesyonel ligde Yeşildirek-Hasköy mücadelesi.

Gerçek anlamda bir mahalle takımıydı Yeşildirek. Yöneticileri semtte işyeri bulunan kişilerdi. Antrenörlüğüyse bir yandan gazetecilik ve foto muhabirliği yapan Bülent Giz üstlenmişti: “Yeşildirek yöneticilerinden Kazım Özeke kırk beş sene Türkiye Şoförler Cemiyeti başkanlığı yaptı. Hüseyin Kavlak’ın Cağaloğlu’nda fırınları vardı. Turan Ögel avukattı. Kadir Karakurt vardı, Mahmutpaşa ilkokulundan arkadaşım, daha sonra Yeşildirek kulübünde devam etti arkadaşlığımız. Bir dönem Fehmi Tuna genel kaptanlık yapmıştı. Daha önce Eyüp kulübünde idarecilik yapmış. Sonra zor zamanında Yeşildirek’te sorumluluk üstlendi. Yeşildirek idmanlarını Kadırga sahasında, Sultanahmet sahasında yapardı. Sultanahmet sahası şimdi park oldu. Darphane içinde bir saha bir de onun aşağısında askeri saha vardı. Orada Sirkeci, Kadırga, Yeşildirek gibi takımlar idman yapıyordu. Formamız sarı-yeşil renkteydi. Bizi Brezilya’ya benzetirlerdi. Hatta Bülent Giz bize dünya kupasından Brezilya forması benzeri forma getirmişti.”

Yeşildirek Sultanahmet'te idmanda. Arkada Hürrem Sultan
                                        hamamının kubbesi görülüyor.            (Günlük Spor)
Eski gazete kupürlerini incelerken ikinci profesyonel küme karmasının Almanya, İsviçre ve Hollanda gibi ülkelere yaptığı seyahatle ilgili haberler dikkatimizi çekiyor. Daha sonra Beşiktaş’ta parlayan Şenol ve Birol ile kalede Metin Türel gibi isimlerin bu karmada yer aldığını görüyoruz: “Yeşildirek mahalli profesyonel ligde oynarken bu ligde oynayan takımlardan bir karma ile Avrupa’da çeşitli maçlar yaptık. Yeşildirek’ten benden başka Galatasaray’dan gelen Reşat diye bir arkadaşımız vardı. Yurt dışına gittikten bir ay sonra basında mahalli lig takımı kayboldu diye yazılar çıktı. Annem burada, ‘Oğlum orada açından ölür,’ diye kıyameti kopartmış. Halbuki hiç basının yazdığı gibi bir şey olmadı. Toplam kırk beş gün sürdü turne. Adam gibi gittik, adam gibi geldik. İkinci lig karması olduğumuz halde Avrupa’da adamlar hakkımızı veriyordu. Yenilsek veya berabere kalsak bile para alıyorduk. Ayrıca yevmiye gibi bir para veriliyordu.”


Eski kupürleri incelemeye devam ediyoruz. Sıra Yeşildirek on birinin yer aldığı bir kupüre gelince Yıldırım İper o zamanki takım arkadaşlarını anlatıyor: “Sarı Recep önceden santrhaf oynardı. Ne santrhaftı biliyor musun? Yeşildirek’in maçlarından önce soyunma odasına çorapları, şortları filan koyardım. Recep Abi takım kaptanı olarak sahaya çıkardı. Yalnız onu seyrederdim. Ne kafaya çıkardı! Diğer oyuncuları hiç seyretmezdim. Sonra Beşiktaş’a gitti. Orada santrfor oynattılar. Ankara’da Şekerspor’a gitti. Sağ bek, sol bek oynattılar. Ben santrhaf oynarken o yanıma gelip sağ haf veya santrfor oynuyordu. Babası da bizim mahallenin muhtarıydı. Tatar Nazım, ‘Kaptan al sen çocukları arkana,’ derdi. Alırdık. Nazım da benim önümde. Vurdu mu üç kişiyi birden devirirdi. Kaleci Balık Yaşar, Galatasaraylı İsfendiyar’ın kardeşiydi. Bir ayağı doğuştan sakat olduğu halde kalecilik yapıyordu. Sol açık Reşat, Fenerbahçeli yönetici Nihat Özdemir’in yeğenidir, Galatasaray’da oynamıştı.”

Yıldırım ve Recep (ortada).

                                                                                      (Milliyet)
Yıldırım İper’in ilginç bir özelliği takımda kendisinden daha büyük ve tecrübeli oyuncular olmasına rağmen çok genç yaşta kaptanlığa getirilmesiydi. Bu konuda Recep’le aralarında geçen tartışmayı aktarıyor: “Kavga ettik onunla. ‘Ben kaptan olmam, sen ol,’ dedi. ‘Abi sen kaptanımızsın, senin kaptan olman lazım,’ dedimse de istemedi.” Böylece takımın henüz İstanbul mahalli liginde mücadele ettiği yıllarda genç Yıldırım takım kaptanı olmuştu. 

Vefa kaptanı İsmet Yamanoğlu, hakem Faruk Talu ve Yeşildirek kaptanı
Yıldırım İper 28 Mart 1962'de İnönü Stadında oynanan ilk gece maçında.
İstanbul mahalli profesyonel liginde Beylerbeyi, Sarıyer, Eyüp gibi güçlü takımlarla mücadele eden Yeşildirek 1960-61 sezonunda büyük bir başarıyı gerçekleştirerek şampiyon oldu ve milli lige katılmak için Bursa’da yapılacak baraj maçlarında oynamaya hak kazandı. Bu başarının nasıl geldiğini sorduğumuzda Yıldırım İper şunları anlatıyor: “Birkaç tane futbolcu aldık, takıma takviye yaptık. Beşiktaşlı Altıparmak Sami’yi aldık mesela. Hiç arkamıza, sağımıza solumuza bakmadan her maçımızı aldık. 3-0 kazandığımız o Sarıyer maçını unutamam. Ağzımdan nefes değil de adeta oluk gibi kan geliyordu.”

Fakat milli lige katılması kolay olmamış Yeşildirek’in. Federasyon daha önce baraj maçlarında ilk üç takımın Milli Lige alınmasına karar vermişken daha sonra sadece birinci takımın katılacağını açıklamış. Bir müddet süren karmaşa ve mücadeleden sonra Yeşildirek nihayet Milli Lige katılmış: “Bursa’da baraj maçlarına katıldık. Fakat o maçlarda önceki sezon ligden düşen Altay birinci oldu, biz üçüncü olduk. Federasyon sadece Altay lige girecek dedi. Halbuki önceden üç takımın katılacağına dair talimatname çıkmıştı. Bunun üzerine Kazım Özeke ve Turan Ögel ihtilali yapan paşaların yanına çıktılar. Durumu izah ettiler. Bunun üzerine Altınordu ve Yeşildirek’in de milli lige katılmasına karar verildi. Biz bir hafta kapattık Cağaloğlu’nu. Köşede Beşiktaşlı Zekeriya’nın babasının büfesi vardı. Onun büfenin olduğu köşeden, Cağaloğlu hamamından ve Sultanahmet girişinden Cağaloğlu’nu bir hafta kapattık. Her tarafa bayraklar asıldı.”

Yeşildirek milli lige çıktıktan bir süre sonra
antrenörlüğe Cihat Arman'ı getirmişti. 
Yeşildirek bir önceki sezon Recep, Beşiktaşlı Altıparmak Sami gibi tecrübeli birkaç oyuncuyu alarak yerel ligde başarılı olmuştu. Milli Lige katıldıktan sonra da küçük bütçesiyle fazla transfer yapma olanağı bulamadı. Karagümrük kalecisi Tamer Kaptan ve Beşiktaş savunmasının tecrübeli oyuncusu Metin Erman’ı kadrosuna kattı.  Buna rağmen bütçesi çok daha fazla takımlara karşı canla başla mücadele etti. İlk galibiyetini sekizinci haftada İstanbulspor’a karşı aldıktan sonra özellikle üç büyükler karşısında aldığı beraberlikler dikkat çekti.

Günümüzün stoperleri gibi korner atışlarında ileriye gelen
Yıldırım İper'in İzmirspor maçında attığı gol.
Beşiktaş’a karşı 2-0 yenikken son dakikalarda beraberliği sağladığı maçın ardından usta gazeteci Necmi Tanyolaç imzasıyla 7 Şubat 1962 tarihli Milliyet gazetesinde kulübün içinde bulunduğu koşulları anlatan güzel bir yazı çıkmıştı. Bu yazıdan çeşitli bölümleri aktarıyoruz: “…zannedilir ki Yeşildirek ismini taşıdığı geniş ve civcivli iş muhitinin kulübüdür, zengin iş adamlarının, fabrikatörlerin takımıdır. (…) Halbuki, fabrikatörlerin kulübü diye bilinen Yeşildirek Türkiye milli ligine dahil kulüplerin en yoksuludur ama düşkün değildir. Tertemiz bir fakirdir. (…) Harap bir medresedir burası. Yeşildirek denilen kulüp bu harap medresenin üst katındaki bir taş odadan ibarettir. Taş odayı diğer odalardan ayıran taş sütunlar arasına ipler gerilmiştir. Yeşildirekli futbolcuların formaları, şortları, konçları, çorapları yıkandıktan sonra iplere asılır, kurutulur. (…) Yeşildirek milli ligden çok bizim mahallenin takımıdır. ‘Biz basının takımıyız. Cağaloğlu’nun kulübüyüz’ diye iftihar ederler. Buna rağmen, Yeşildirek gazete sütunlarında en az yer alan kulüptür.”



Yeşildirek 1961-62 sezonunda ligde tutunmayı başarırken bunda Yıldırım İper’in de payı büyüktü. Böyle olunca büyük takımlardan transfer teklifi alması kaçınılmazdı. Özellikle Gündüz Kılıç onu çok istemiş, sonuçta bir ön anlaşma imzalanmıştı. Bunun ardından Galatasaray’ın hazırlık maçları yaptığı Ankara kafilesinde de yer aldı. Fakat kulübün mali durumunun bozuk olması nedeniyle bu transfer gerçekleşmedi:  “Galatasaray’a gitme durumum oldu fakat anlaşamadık. Gündüz Kılıç beni istemişti. Bülent Giz de, ‘Sen Yeşildirek’i milli lige çıkardın, artık git kaptan,’ dedi. Fakat Galatasaray kulübü vaat edilen parayı veremedi. Kulüpte para yoktu. Bizim zaten Eminönü’nde dükkânlarımız vardı, paraya ihtiyacım yoktu. Dolayısıyla Galatasaray’a gitmedim.”  

Gündüz Kılıç, Yıldırım İper ve Kazım Özeke.
O sırada devreye Fenerbahçe girdi. Fakat bu transfer de gerçekleşmeyince Yıldırım İper askere gitti ve iki yıl boyunca ordu milli takımı dışında hiçbir takımda oynamadı: “Fenerbahçe de beni almak istemişti. Ben de ayrılmak istedim fakat kulüp beni bırakmadı. Bunun üzerine askere gitmeye karar verdim. Askerliğini yapan futbolcular ihtilalden sonra çıkan bir kararla kendi takımlarında top oynayamıyordu. İki sene askerliğimi yaptım ama hep futbolla meşguldüm. Bu süre içinde elime bir kere dahi tüfek almadım. Ordu milli takımında oynadım.”

İki sene önce olmayan transfer askerlik dönüşü gerçekleşti ve Yıldırım İper 1964-65 sezonunda Fenerbahçe forması giydi: “Askerliğim bitince Fenerbahçe’ye girdim. Fenerbahçe’de bir senem geçti ama çok dolu bir sezon geçti. Ben santrhaf oynuyordum. Özer Abi de santrhaftı. Onunla çift santrhaf oynardık. Bir Galatasaray maçında frikik oldu. Kalede Turgay Abi değil Bülent vardı. Fazla adım atınca frikik kullandık. Şenol’a çekil dedim, bir çaktım tam doksana gitti. Benim golümle o maç 1-1 bitti. O sene Fenerbahçe şampiyon olmuştu.”

                                                                                                             (Milliyet)
Fakat Yıldırım İper’in Fenerbahçe macerası sadece bir sezon sürdü. Yeni takımı İstanbulspor oldu: “Sezon sonunda antrenör Oscar Hold ‘Yıldırım’ı satmayın, kimi satarsanız satın,’ demişti. Buna rağmen kulüp beni serbest bıraktı. Fenerbahçe beni serbest bırakınca ağabeyim kızdı, ‘Bırak futbolu’ dedi. Aramızda üç-dört yaş vardı ama onun sözünden çıkmazdık. Futbolu bırakmıştım, zaten ailece maddi olarak durumumuz iyiydi. O sırada İstanbulspor başkanı Ali Sohtorik devreye girdi. Onun gemileri vardı, bizden halat alırdı. Ağabeyimle diyalogu olduğu için beni istedi.”

1964-65 şampiyonu Fenerbahçe. Üst sıra: Ogün, Birol, Şenol, Ziya, Aydın.
Orta sıra: Yıldırım, Özer, Şeref. Alt Sıra: Atilla, Hazım, İsmail.
Böylece Yıldırım İper 1965-66 sezonundan itibaren İstanbulspor forması giymeye başladı ve takımın en istikrarlı oyuncularından biri oldu. İstanbulspor 1967-68 sezonunda ikinci lige düşmesine rağmen birçok arkadaşı gibi o da takımdan ayrılmadı. Bunun sonucunda takım ertesi sezon tekrar birinci lige döndü. Yıldırım İper’in Fenerbahçe’den İstanbulspor’a geldiği sene Yılmaz Şen de bu takımdan Fenerbahçe’ye transfer olmuştu. Birlikte hiç oynamamalarına karşın, saha dışında çok yakın arkadaşlıkları vardı.  1968-69 sezonunda bir İstanbulspor-Fenerbahçe maçından önce Yıldırım İper’in Yılmaz Şen’i ‘Sizi bu maçta mahvedeceğiz,’ şeklinde kızdırması ters tepmiş, İstanbulspor 2-0 galipken Fenerbahçe maçı 3-2 kazanmıştı. Son golü atan oyuncu Yılmaz Şen’di.
                                                                                                              (Milliyet)
Yıldırım İper otuz yaşını geçmesine karşın istikrarlı futbolunu sürdürüyordu. Buna karşın 1970-71 sezonunda ani bir kararla futbol hayatına son vermişti. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “İlk maçımızı Fenerbahçe’yle yapacaktık. Basri (Dirimlili) Abi hoca olarak bize yeni gelmişti. Maçın ilk yarısı 0-0 bitti. Soyunma odasına girdik. Basri Abi, ‘Oturun çocuklar,’ dedi, hepimiz oturduk. ‘Yıldırım’cığım sana teşekkür ederim, istirahat et,’ dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Uludağ’daki kamp sırasında en iyi eforu ben sarf etmiştim. Giyindim, Cağaloğlu’ndaki kulübe gittim. Radyoda maçı dinliyorlar, ilk yarıda ben oynarken ismimi duyuyorlar. Beni görünce şaşırdılar. ‘Ne oldu?’ dediler, ‘Basri Abi kement attı bana,’ dedim. Maçta 1-0 mağlup olduk. İkinci maç Beşiktaş’la oynanacaktı. Takım okundu, ben yokum. İlk yarıyı 1-0 mağlup kapadık. Basri Abi ikinci yarı beni sokmak istedi. ‘Kusura bakma abi, ben yokum,’ dedim. Maçı 1-0 yenik bitirdik. Sonra İhsan Abi, Kasapoğlu ve Bilge ile bir araya geldim. ‘Arkadaşlar ben futbolu bıraktım. Bu takımda yedi sene top oynadım, ölünceye kadar sizlerleyim,’ dedim. Futbolu bıraktığımda otuz bir yaşındaydım ama hâlâ kemik gibiydim. Kimse benden kafa topu alamazdı.”

İstanbulspor'un haf hattı. Sağ haf Türker,
santrhaf Yıldırım, sol haf Bülent Buda.
Yıldırım İper futbolu bıraktıktan sonra uzun yıllar ticaretle uğraştı. Seksenli yıllarda tekrar yetiştiği kulübe döndü. Yeşildirek’te yöneticilik ve çalıştırıcılık yaptı. Yönetici arkadaşlarıyla birlikte kulübü tekrar eski günlerine döndürmek için mücadele etti ama artık kimsenin gözü üç büyüklerden başkasını görmüyordu: “Rahmetli Turan Abi üç tane avukat aldı yanına. Bir de Kazım Özeke, Kadir Karakurt, Yıldırım İper; çıktık Mahmutpaşa’ya. Eminönü, Cağaloğlu, Nuruosmaniye, Çemberlitaş, Sultanhamam, Akbıyık mahallesi – hep dolaştık. Bize on para vermediler. 1968 senesinde 550 bin liraya Eminönü Zindan Han’da Hacı Şakir Sabunlarının yerini almıştım. Fakat Dalan’ın belediye başkanlığı zamanında yıkıldı orası. Eminönü’ndeki dükkânlarımız dursaydı belki ben bugün Yeşildirek’in başında olurdum, arkadaşlarımı toplardım. Aşağıdaki tüccarları yönetime sokardım. Şimdi kim bilir kimin elinde, Yeşildirek Spor Kulübü diye tabelası duruyor sadece. Bu halde olacağına kapansa daha iyi.”

İstanbulspor. Ayaktakiler (soldan): Yıldırım, Tayfun, Alpaslan, Yalçın, Mete, Kasapoğlu.
Oturanlar: Bilge, Türker, Ali, K. Ahmet, Cemil.