Çayırlıbahçe… İzmir’in bu
güzide amatör kulübünü hafızası güçlü sporseverler 1980 yılında Türkiye İkinci
Ligine yükselen basketbol takımıyla hatırlayacaktır. 1952 yılında kurulan
kulübün Türk futbol tarihine Nevzat Güzelırmak gibi bir ismi kazandırması da
gurur duyabileceği bir başka olaydır. Bu büyük ustayla sohbet etmek için Orhan
Berent’le birlikte Kahramanlar semtindeki kulüp lokalinin yolunu tuttuk. Nevzat
Hoca iki saat boyunca sorularımızı yanıtlayıp anılarını anlattı.
Çocukluk
yıllarını ve futbola nasıl başladığını onun sözleriyle aktarıyoruz:
“1 Ocak 1942’de Kahramanlar
semtinde doğdum. Ailemin kökeni Balkanlara dayanıyor, annem Üsküplü, babam
Kumanovalı; Balkan Savaşı zamanında İzmir’e gelmişler. O zamanlar annem dört,
babam sekiz yaşındaymış. Annemin babasını Yunan işgali zamanında Menemen’de
Yunan askerleri öldürmüş. Babamı beş yaşındayken kaybettim. Annem büyük
fedakârlıklara katlanarak beni büyüttü. Burası Fuarın 26 Ağustos kapısına kadar
yangından kalma boş araziydi. Buradan Halk Sahasını da, Alsancak Stadını da
görürdük. Hiç yerleşim yoktu o zamanlar. Burada sonradan işçi evleri yapıldı.
Eskiden İzmir’in tamamı Girit’ten, Batı Trakya’dan, Makedonya’dan gelmiş
insanlardan oluşuyordu.
Babamın ailesi memlekette
hayvancılıkla uğraşırmış. Babam annemle evlendikten sonra celeplik yapmaya
başlamış. Sık sık vapurla İstanbul’a gidip gelirmiş. Halam Çengelköy’de
otururdu. Babam ölmeden on beş – yirmi gün evvel yine oraya gittiğinde bana bir
lastik top getirmişti. Lastik top deyince bugünkü ince plastik toplar
anlaşılmasın, bayağı kalın kauçuktan yapılmış bir toptu. Kolay kolay patlayacak
cinsten değildi. Sanki babamın içine doğmuş da, ‘Oğlum ben gidiyorum, sen bunla
istikbalini kazanacaksın,’ der gibi onu hediye olarak getirmiş bana. Ben
senelerce o topla yattım kalktım, mahalle arasında arkadaşlarımla o topla
oynadım. Bir de burada bir tenis kulübü vardı. Çocukken biz orada top
toplardık. Eski Türkiye şampiyonu tenisçi Ziya Kıpkızıl vardı, o bizim
büyüğümüz, abimizdi. O zaman Esin Özgener, basketçi Turhan Tezol kulübün
müdavimleriydi. Topların üstündeki tüyler aşındığı zaman bize verirlerdi. Ben
bütün gün o yumruk kadar toplarla oynardım. O zamanlar futbol antrenmanlarında
sürekli şut çekilen bir duvar olurdu. Teniste de aynı şekilde bir duvar vardı,
raketle sürekli idman yapılırdı. Rahmetli Metin Oktay Yün Mensucat’ta oynarken
sürekli duvara şut çekerdi. O isabetli sağ ve sol şutlarını o idmanlara
borçluydu.”
 |
Nevzat Güzelırmak Çayırlıbahçe takımında (ayakta sağdan ikinci).
(Çayırlıbahçe Spor Kulübü arşivi) |
Küçük Nevzat’ın futbola olan
sevgisini Yeni Asır gazetesinin, jübilesini yaptığı 1976 Ağustos ayında altı
bölüm halinde yayınladığı yazı dizisinden aktaralım: “1953’lerdeydi. Fuar’da,
Macar pavyonunda film gösterileri yapılıyor, folklor ve çeşitli
propagandalarının yanında futbol maçlarını da gösteriyorlardı. Macarlar o günlerde
futbolun en büyüğüydü. Propagandada, Londra’da İngiltere’yi 6-3 yendikleri ve
Budapeşte’de 7-1 bozguna uğrattıkları maçların filmleri yer alıyordu. Her akşam
yemeğinden sonra anacığımı üzme pahasına soluğu Macar pavyonunda alıyordum.
Bugün bile Puşkaş’ların, Bozsik’lerin, Hidegkuti’lerin hareketleri, maçı
anlatan spikerin cümleleri ezberimdedir.”
Nasıl lisanslı bir futbolcu
olduğuysa aynı yazı dizisinde şöyle anlatılmış: “Ortaokulun ikinci sınıfına
devam ederken Kahramanlar’da herkes onun büyük bir futbolcu olacağına
inanmıştı. Semtin büyüklerinden Mahmut Lüleciler bir sonbahar günü minik
futbolcuyu alıp fotoğrafçıya götürdü. Oradan da o güne dek lisanssız formasını
giydiği Gençlerbirliği (şimdiki Çayırlıbahçe) kulübüne götürüp fiş doldurttu.”
 |
(Yeni Asır) |
1957’de lisanslı futbolcu olan
bu doğuştan yetenekli çocuğun büyük bir takım tarafından keşfedilmesi fazla
uzun sürmedi. Daha aradan bir yıl geçmemişti ki, şimdi yerinde kapalı yüzme
havuzunun bulunduğu Halk Sahasında Göztepe B takımının Çayırlıbahçe’yle yaptığı
hazırlık maçında talihi dönüverdi.
“Abbas Göçmen – o da bizim
taraflıdır – futbola karşı olağanüstü
sevgisi vardı ve devamlı takımın içindeydi. Göztepe genç takımını çalıştırmış
ama hayatında eşofman giymiş insan değil. Fakat grup olarak futbol oynayan
çocuklara baktığı zaman cımbızla çeker gibi oradaki iyi oyuncuları bulurdu.
Beni de takip ediyormuş. Göztepe sahasında amatör maçlar oynanırdı; Havagücü,
Karagücü, Bucaspor, Bornova, Kadifekale gibi takımlarla maç yapardık. O gün
Halk Sahasında Göztepe ile oynadığımız maçta iki gol attım. Çıkarken saha
kenarında demir parmaklıklar vardı. Onun da boyu ufaktı. Ben çocukken sarışın
olduğum için beni, ‘Sarı, gel bakayım buraya,’ diye çağırdı. ‘Sen Göztepe’yi
sever misin?’ diye sordu. Ben Göztepe’yle birlikte bütün takımları takip
ediyordum aslında. Alsancak Stadına sürekli gider, duvardan atlardık, ağaçtan
maç seyrederdik; kale arkasındaki Devlet Demiryollarının bulunduğu kısımdan
çıkar seyrederdik, yani büyük sevgimiz vardı futbola karşı. ‘Severim,’ diye
cevap verdim. ‘O zaman yarın malzemelerini al, Göztepe sahasına gel,’ dedi.
Ertesi gün bütün mahalle arkadaşlarımla birlikte sahaya gittik. O zamanlar
takımda Güler ve Gürsel Aksel kardeşler, Fikri Abi, Yücel, Tuncer, Rahmi, Hakkı
Abi gibi oyuncular vardı. Abbas Abi beni görünce, ‘Çabuk soyun, oyuna gir,’
diye seslendi. Onlar tam maça başlamak üzereyken Abbas Abi, ‘Durun, durun, bir
çocuk geliyor,’ dedi. İsmimi yine hatırlamamıştı. Yıllar sonra rahmetli Gürsel
Abi sahaya o ilk girişimi sık sık anlatırdı. ‘Karşıdan bir baktım, sapsarı bir
oğlan, siyah bir şort giymiş geliyor.’ Bizim Çayırlıbahçe’nin de forma rengi
sarı-kırmızıydı. ‘Seni o formayla koşarken görünce birden kanım ısındı,’ diye
anlatırdı rahmetli. Onunla beraber on üç sene oynadık, on iki sene de kamplarda
aynı odayı paylaştık. Nur içinde yatsın, ağabeyim yoktu ama onlar benim için
birer ağabeydi. Gürsel ve Güler’in dışında Sedat Abi, Mustafa Orçinos gibi çok
değerli insanlar vardı. Şevket Filibeli o dönemde kulüp başkanıydı.”
 |
60'ların başındaki Göztepe takımı. (Soldan): Seracettin, Sedat, Sümer, Halil,
Ali, Nevzat. (Oturanlar): Çağlayan, Abdürrahim, Kamil, Gürsel, Fevzi.
(Halil Kiraz arşivi) |
Genç Nevzat bir yandan Göztepe’de
futbolunu geliştirirken bir yandan da İzmir’deki okullar arasında en kuvvetli
futbol takımına sahip Namık Kemal Lisesinde okuyordu. “Ayhan’la (Elmastaşoğlu)
birlikte Alsancak İlkokulunda okuduk. Sonra Namık Kemal Lisesine girdim.
Oradayken genç milli takıma seçilmiştim. Lise takımında benden başka Yavru
Ayhan, kaleci Ali ve Ertan vardı. Biz dört kişi sonra A milli olduk. O dönemde
Namık Kemal takımını kimsenin yenme şansı yoktu.”
 |
(Yeni Asır) |
“Göztepe’de rahmetli Ruhi Karaduman vardı,
eski oyuncumuz. Benim sırtıma ilk formayı Emin Çandarlı’yla beraber veren
büyüğümüzdür. Emin Abi sol açık oynardı. Elit bir sporcuydu. Gerçek değerini
bulamayan ağabeylerimizden biridir. Ruhi Abi her yerde, ‘Bu çocuk futbolcu
olur,’ diye konuşuyormuş. Bunu bana sonradan Gürsel Abi anlatmıştı. ‘Bir genç
milli takıma gidip geldin, zaten iyi futbolcu olacaktın ama oradan döndüğünde
müthiş gelişmiştin, çok farklı döndün, kendine güvenin gelmişti,’ derdi Gürsel
Abi.”
Nevzat Güzelırmak’ın Göztepe A
takımında ilk kez görev aldığı 1960-61 sezonunda antrenör Andrea Kutik’ti. “Macar
antrenör Kutik Beşiktaş’tan sonra bize geldi. Fakat yaşlıydı o dönemde. Adnan
Süvari ilk geldiğinde hem onun yardımcısı hem tercümanı gibi görev yaptı ama bu
dönem çok kısa sürdü. Kutik bir sezon çalıştırdı bizi. Göztepe’nin yavaş yavaş
meydana geldiği dönemdi. Adnan Abi geldiğinde ben, Gürsel ve Çağlayan
oynuyorduk. Ondan sonra süratle Nihat, Ali, Fevzi, Halil geldi. O takım yavaş
yavaş basamakları çıkarak, özellikle biz vatani görevimizi yaptıktan sonraki
dönemde tam kadro oluştu. Genç milli takımda beraber oynadığımız Çağlayan’ı ben
yöneticilere tavsiye etmiştim, Konya’dan getirdiler. O sene genç milli takıma
İzmir’den bir tek ben gitmiştim. Sonra Fevzi geldi. 62 senesinde Ali, Halil,
Nihat oynamaya başladı. 64’ten sonra B. Mehmet, K. Mehmet, Ertan takıma girdi.
Göztepe kendi kaliteli oyuncularını muhafaza ederken, 64-66 arası Gürsel Abi,
ben, Çağlayan, Ali, Halil beşimiz de askere gittik. Bir tek Gürsel Abi yedek
subay öğretmen olduğu için oynuyordu, bizimse oynama şansımız yoktu. O dönemde
takım büyük sıkıntı yaşadı. O zaman Beşiktaş’tan stoper Sabahattin Abi geldi. O
müdafaa olarak bizi ayakta tuttu. Ondan sonra Hüseyin, sonra da Ali İhsan
geldi. İstanbul’dan gelen bu üç oyuncu Göztepe’ye büyük hizmetler yaptılar. Yabancı
oyuncu olarak bir tek Danimarkalı Nielsen geldi, o da çok büyük hizmet yaptı.”
 |
Ordu milli takımında takım arkadaşı Ali Artuner ve
Galatasaraylı Muzaffer Sipahi ile. (Yeni Asır) |
Göztepe’deki ilk yıllarında en
iyi oyun sergilediği maçlardan biri 1964 Şubat ayında Alsancak’ta Beşiktaş’ı
3-2 yendikleri maçtı. “O maçta en iyi oyunlarımdan birini oynamıştım. Suat
Mamat Beşiktaş’ın sağ kulvarında oynuyordu. Ben de sol kulvarda oynuyorum.
Adnan Abi maçtan önce soyunma odasında enteresan bir söz söyledi. ‘Bugün Nevzat
Suat’tan daha iyi oynarsa biz kazanacağız, Suat daha iyi oynarsa Beşiktaş
kazanacak,’ diye konuştu. O zamana dek öyle iddialı bir cümle kullanmamıştı
Adnan Abi. Maç 3-2 bitti ama böyle bir maç olmaz. Ben Özcan’a bir de gol
attım.”
 |
(Yeni Asır) |
Göztepe’de başarılı futbolunu
sürdürünce genç milli takımın ardından ümit ve A milli takım formalarını da
giydi: “İstanbul, Ankara ve İzmir arasında ümitler karması maçları yapılırdı. O
sene biz şampiyon olduk. Ayhan Elmastaşoğlu, Güven Önüt – kuvvetli olduğu zaman
yapamayacağı hiçbir şey yoktu – gibi oyuncuların yer aldığı iyi bir kadromuz
vardı. Sandro Puppo ümit milli takımına seçti beni. İngiltere’ye gittik. Özcan
Arkoç, Ogün Altıparmak – henüz Karşıyaka’daydı, Candan Dumanlı, Nedim Doğan,
Selim Soydan, Tugay Özçeri, Erkan Yanardağ, Talat Özkarslı gibi isimler vardı
kadroda. Demek iyi oynamışız ki Bobby Moore arkamdan koşmuş, formasını çıkardı
bana verdi, forma değiştirdik. Sonra Macaristan kadrosuna çağırdılar beni. A
milli formayla oynadığım ilk maç oydu.”
 |
Genç milli takım formasıyla.
(Çayırlıbahçe Spor Kulübü arşivi) |
Söz Macaristan maçından
açılınca ilginç bir anısını anlatıyor: “Çocukken Beşiktaş’ı tutardım, sebebi de
şu. Annem babam Balkan kökenli. Balkan Savaşlarında Beşiktaşlı futbolcular
cepheye savaşmaya gitmiş. Aslında Fenerli de gitmiş, Galatasaraylı da ama o
anda dağarcığıma giren bilgi bu. Beşiktaş İzmir’e maç yapmaya geldiği zaman
ağacın tepesinden, duvarlardan, nereden denk gelirse stada giriyorum. Recep
Adanır’ı çok beğenirdim ben, evde fotoğrafı vardı. Metin Oktay Palermo’ya
gidince Galatasaray, 1962 senesinde o sırada Kasımpaşa’da oynayan Recep Abi’yi
transfer etti. Süper bir form tuttu o sezon. Macaristan’la oynamaya gidiyorduk.
Uçakta Recep Abi’yle yan yana düştük. Ona bu olayı anlattım. ‘İnşallah sana da
ileride seni beğenen bir futbolcuyla yan yana oynama şansı doğar,’ dedi. Çok
enteresan, dünyada az rastlanan bir olaydır, çocukluk kahramanımla milli takımda
yan yana oynadım. Yıllar sonra ben Bursaspor’u çalıştırırken Galatasaray’la
oynadığımız bir maçımızda gözlemci olarak görev yapacaktı. Isınma koridorunda
karşılaştım kendisiyle, soyunma odasına götürdüm. Nejat Biyediç, Beyhan gibi
oyuncular var kadroda. Bizim çocuklara, ‘Bakın bu büyüğümüzün posteri benim
çocukluğumda odamın duvarını süslerdi, isterseniz bugün kötü oynayın bakalım,’
diye espri yaptım. Bizim çocuklar
hakikaten güzel oynadılar o gün, yanlış hatırlamıyorsam Galatasaray’ı 2-1
yenmiştik.”
 |
Nevzat Güzelırmak, Faruk Karadoğan ve Talat Özkarslı ile
birlikte 25. kez milli olduğu için Devlet Bakanı Kamil Ocak'tan
15 Kasım 1967'de Ankara'da oynanan Çekoslovakya
maçından önce gümüş madalya alıyor. (Yeni Asır) |
“İzmir’de milli takımlarda
oynayıp da madalya alan ilk sporcuyum – 25 kez milli olduğum için gümüş madalya
aldım. 26 yaşında bir rahatsızlık geçirdim ve sekiz ay boyunca oynayamadım. Bu
yüzden daha fazla milli olma fırsatını kaçırdım. Bu da enteresan bir olaydır.
Tekrar oynamaya başladığım sırada Coşkun Abi (Özarı) milli takım antrenörüydü.
İzmir’de Galatasaray’la maçımız vardı. O takip ediyormuş beni, tekrar milli
takıma kazandırayım diye düşünmüş. Fakat maçtan önce bunu bana söylediler,
sanki biz on – on beş yaşında çocuğuz, elim ayağım kesildi. Sahada sıfır verim
ve çok kötü bir oyun sergiledim. Söylemeseler belki beğenilecektim. O yüzden 26
yaşından sonra milli takımda oynayamadım.”
 |
(Milliyet) |
 |
(Yeni Asır) |
Nevzat Güzelırmak milli
takım forması altında 1966 yılında Sovyetler Birliği’ni Moskova’da 2-0
yendiğimiz maçta unutulmaz bir oyun sergiler. “Turgay Şeren’in elli birinci
maçıydı Moskova’daki maç. Ondan önce Lefter elli kez milli olmuştu. Benim
kanaatime göre Lefter Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusudur. Turgay
Abi’nin ellinci maçı Ankara’da Batı Almanya’ya 2-0 yenildiğimiz maçtı. O da
Türkiye’de kaleci deyince akla gelen insanların başındadır. Jübilesine Göztepe’den benimle birlikte Ali ve Fevzi’yi
çağırmıştı. Batı Almanya maçından sonra Moskova’ya gittik. Maça yine Turgay
Abi’yle başladık. Ben Ogün’e derinlemesine bir pas attım. Ogün süratli bir
oyuncuydu, sağ kulvarda oynuyordu. Topu çizgiye kadar taşıyıp geri çıkardı ve
Fevzi golü attı. Sonra Turgay Abi sakatlandım diyerek çıktı, yerine bizim Ali
geçti kaleye. İkinci devrenin başıydı; isimleri hiç unutmuyorum, Sabo diye bir
oyuncuları vardı. Önümde bir hareket etti, yirmi pas civarı, ceza sahasının
üstünde fevkalade bir şut çekti. Top doksana doğru gidiyordu, Ali o topu
çıkardı. O şut gol olsa maçın seyri değişirdi. Büyük bir seyirci kitlesi önünde
oynayan Sovyetler moral kazanırdı. İkinci golü bizim Faruk Karadoğan sol
kulvardan sağ iç koridoruna doğru çok uzun bir orta yaptı. Ayhan gelen topa bir
çaktı, tam aksi köşeden doksana giden süper bir gol oldu. Mithatpaşa stadının
soyunma odasında bir havuz vardı. Maçtan sonra oyuncular sıcak suya girsin diye
yapılmış ama o havuza bir kere bile girmek nasip olmamıştı. O havuz hep dururdu
öyle. Ama adamlar öyle mi? Moskova Lenin Stadında bir baktık sıcak su havuzu dolu,
şortlarla atlayan atlayana, nasıl olsa 2-0 kazanmışız maçı. Bir dönem 1966’daki
dünya kupasını kendi arabamızla seyretmeye gitmiştik. O sene Sovyetler Birliği
dünya dördüncüsü olmuştu. Hiç unutmuyorum Lev Yaşin, o da rahmetli oldu,
dünyanın en büyük kalecilerinden biriydi. Sonradan ayağını kesmişlerdi,
tahminim yüksek şekeri vardı. Yaşin maçtan sonra kravatını takmış, giyinmiş
kuşanmış, o dev gibi yapısıyla bizim soyunma odasına girdi. Biz hala havuzun
içindeyiz. Bize Türkçe, ‘Tebrik ederim Türkler,’ dedi ve bizi alkışladı. O
büyük centilmence davranışı hayatım boyunca unutmam.”
 |
(Yeni Asır) |
 |
Moskova'daki milli maçtan sonra Milliyet'te çıkan
Bedri Koraman karikatürü.
|
Milli takımın ardından
Göztepe’nin bazı unutulmaz maçlarından bahsediyoruz. Bunların başında elbette
Atletico Madrid maçı geliyor: “Atletico Madrid maçının evveliyatı var. Brezilyalı
antrenörleri İzmir’de oynadığımız Anvers maçına gelip izlemiş. Belçika’daki ilk
maçı kazanmıştık. O akşam rahmetli Mazhar Zorlu’nun Bergama restoranında
kokteyl vardı. Necmi Tanyolaç, Halit Kıvanç gibi İstanbul’un bütün üstatları
maça geldi, daha doğrusu Göztepe onların İzmir’e gelmesini sağladı. Adam
Madrid’e dönünce bütün gördüklerini anlatmış. Orada 2-0 mağlup olduk. Döndük,
Efes otelinde kamptayız. Onlar tur atlamayı garanti gördüler herhalde, özel
uçakla ve eşleriyle birlikte geldiler. Efes’in salonuna girerlerken her taraf
insan seli, ‘Göztepe’ sesleriyle yıkılıyor ortalık; adamlar bembeyaz oldular.
‘Biz bunları yarın eleyeceğiz,’ dedim. Atletico Madrid maçı deyince ilk akla
gelen isim bizim Halil. Olmayacak bir noktadan penaltı golünü attı, olmayacak
bir mesafeden de üçüncü golü attı. Hepimiz güzel oynadık ama hafızalarda kalan
bizim Halil oldu.”
Göztepe’nin iki kez Türkiye
Kupasını kazanmasına karşılık neden lig şampiyonu olamadığını sorduğumuzda
şunları söylüyor: “Burada yönetimin acemiliği söz konusu, teknik adam istediği
kadar iyi olsun. Adnan Abi büyük antrenördü ama demek ki onun da eksikliği
varmış. Gelelim futbolculara, onların da hiçbiri bir şampiyonluk yaşamamış ki.
Ayrıca bizim dışımızda dört tane İzmir takımı vardı, bunların üç tanesi kesin
küme düşmeme mücadelesi içinde olurdu. Sahaya çıktığımız zaman karşımızda
oynayan kişiler arkadaşlarımız. Yalvarma yakarma hep oluyordu. Biz her maça
yenmek için çıkıyoruz ama böyle olduğu zaman elimiz kolumuz bağlanıyordu. Yine
bir İzmir takımıyla oynuyoruz, rakibimizin durumu kritik. Bir şut çektim, top
kaleye doğru gidiyor. Gol olacak diye neredeyse kalbim duracaktı. Top üst
direğe vurup auta çıktı da rahat bir nefes aldım. Sahada oynamayan insan bu
psikolojiyi bilemez.”
 |
(Yeni Asır) |
O yıllarda herkesin dilinde
dolaşan “İngiliz” lakabını nasıl aldığını şöyle anlatıyor: “Çok sevip saydığım
Göztepeli yöneticilerden David Franko vardı. Bir maçta uzun bir top atmışım,
tribünde ayağa kalkmış, ‘Hey yavrum, aynı İngiliz gibi!’ diye bağırmış.
Rahmetli Abbas Göçmen de bana ‘Macar’ derdi ama ‘İngiliz’ lakabı yürüdü gitti.”
İzmir futbolunun geçmişteki
parlak günlerini sorduğumuzda ilginç bir duruma dikkat çekiyor: “İzmir’den beş
takım vardı Birinci Ligde. İstanbul takımları geldiği zaman öyle elini kolunu
sallayarak çıkamazdı buradan. İstanbul medyasını eskiden İzmir’e çekerdik.
Şükrü Gülesin, İslam Çupi, Necmi Tanyolaç, Namık Sevik gibi isimler Göztepe’nin
maçlarını takip ederdi. Biz getirtiyorduk onları İzmir’e. Şimdi İstanbul
İzmir’den kurtulduğu için rahat. O zaman böyle rahat değillerdi.”
 |
(Yeni Asır) |
Yetmişli yılların ortalarında
Göztepe’nin şaşaalı günleri geride kalmış, efsane kadronun birçok oyuncusu
futbolu bırakmış ya da takımdan ayrılmıştır. Nevzat Güzelırmak bu kadronun son
temsilcisi, son büyük kaptan olarak 1974-75 sezonuna kadar futbol oynamayı
sürdürür ve olgunluk döneminde de büyük takımların canını yakmayı sürdürür.
“Son senemde burada Atatürk Stadında Beşiktaş’ı 2-0 yendik. Metin Türel
Beşiktaş’ın antrenörüydü, bana sonradan anlatmıştı. O zaman Beşiktaş’ta
Kahraman diye bir oyuncu vardı. Ona, ‘Nevzat’a yakın markaj uygula,’demiş. O da
hocasına, ‘Nevzat Abi 34-35 yaşında oldu, markaj altına alıp ne yapacağız,’
diye karşılık vermiş. Kahraman bu uyarıyı yeterince ciddiye almayınca ben de
salladım pasları, böylece Beşiktaş’ı 2-0 yendik.”

1974-75 sezonu Göztepe’nin
gelecekte yaşayacağı çöküşün habercisi gibidir. Takım ligde kalmayı İzmir’de
Samsunspor’la 1-1 berabere kaldığı son maçta sağlayabilir. Nevzat Güzelırmak o
maçın devre arasında artık futbolu bırakma zamanının geldiğine karar verir.
Ardından teknik direktörlük günleri gelir: “O zamanki statüde 25 kez milli
takımda oynayanlar C kursunu atlayıp otomatik olarak B kursundan başlıyordu.
Ordu milli takımından hocam olan Doğan Andaç’a ‘ben hakkımı kullanmayıp en
başından başlamak istiyorum’ dedim. Nitekim C kursundan başladım ve başarılı
oldum. Bana, Sanlı’ya ve Eskişehirsporlu Nihat’a genç ve amatör milli takım
çalıştırıcılığını teklif ettiler. O zaman Metin Türel A milli takımı
çalıştırıyordu. Sanlı pek sıcak bakmadı. Ben Candan Dumanlı’yla birlikte genç
milli takımda görev yaptım. Üç dönem, A kursunu bitirinceye kadar bu böyle
sürdü. Ondan sonra yirmi üç sene süren antrenörlük hayatımız başladı. İlk
çalıştırdığım takım İkinci Ligdeki Antalyaspor’du. O sezon Kocaelispor şampiyon
oldu, çok kaliteli bir takımı vardı. Güvenç Kurtar o zaman oynuyordu, biz
ikinci bitirdik. Bursaspor ve Kayserispor’u üç dönem, Denizlispor’u iki dönem
çalıştırdım. Bolu’da iki sene hizmet verdim. Sarıyer’i çalıştırdım. Sonra
dışarıda çalışmaktan yorulunca İzmir’e döndüm. Göztepe’de, Altay’da,
Karşıyaka’da birer senelik hizmetim oldu. En son 1997-98 sezonunda Kuşadası’nı
çalıştırdım.”
 |
(Yeni Asır) |
Kuşadası’nı çalıştırdığı sırada
Türk futboluna büyük bir yıldızı kazandırmayı başarır Nevzat Hoca: “Menajerlik
yapan bir tanıdığımın daveti üzerine kulüp ve belediye başkanı Engin Berberoğlu
ile Almanya’ya gittik. Münih Türkgücü takımının antrenmanı vardı. Bir çocuk
dikkatimi çekti, kim bu diye sordum. Adı İlhan Mansız dediler. Altı ay
Gençlerbirliği’nde oynamış, beğenilmeyince Almanya’ya geri dönmüş. Ertesi gün kaldığımız otele çağırdık
konuşmaya. Babasıyla beraber geldi görüşmeye. Başkan babasıyla konuştu,
anlaştı. İlhan bildiğiniz gibi ondan sonra hızla yükseldi.”
Fakat ilk keşfettiği yıldız
İlhan Mansız değildir: “Boluspor’a teknik direktör olduktan sonra Rıdvan ve
Sercan’ı Muğla’dan transfer ettik. Rıdvan geldiğinde 48 kiloydu. Seminerlerde
karşılaştığımız zaman bana, ‘Hocam sen o halimle bana nasıl şans verdin?’ diye
sorardı.”
 |
1992'de Sarıyer'e teknik direktör olarak imza atıyor. Yanında
dönemin kulüp ve belediye başkanı İhsan Yalçın var.
(Milliyet) |
 |
Nevzat Güzelırmak futbolu bıraktıktan bir yıl sonra,8 Ağustos
1976'da Altay'la yapılan jübile maçıyla oyunculuğa veda etti.
(Yeni Asır) |
Nevzat Hoca’yla konuşurken
zaman su gibi akıp geçmişti. Sohbetten sonra bize kulüp lokalindeki
fotoğrafları gösterdi. Bayram Dinsel, Özer Yurteri gibi milli takım forması
giymiş büyük oyuncuların yanı sıra saf futbol aşkıyla amatör takımların
formasını terletmiş pek çok insanın fotoğrafları asılıydı duvarlarda.
Çocukluğunun geçtiği semtten, ilk kez formasını giydiği kulübünden ve
arkadaşlarından kopmayan bu vefakâr ustayla vedalaşıp Alsancak sokaklarına
çıktık. Doğma büyüme Alsancaklı olan Orhan Berent için kuşkusuz bu buluşma daha
özel bir anlam ifade ediyordu. Bense gazetelerin spor sayfalarında resimlerini
gördüğüm, radyoda maçlarını dinlediğim çocukluğumun kahramanlarından birini
görmenin bahtiyarlığını yaşıyordum.