Melih Garipler, futbolumuzun
1960’lı yıllarında güzel izler bırakan Altınordu takımının önemli isimlerinden
biriydi. Liseyi yeni bitirmiş Denizlili bir genç olarak geldiği İzmir’de hemen Altınordu
kadrosuna girmiş, genç yaşta kaptanlığını üstlenmiş, sekiz sene sonra
memleketine dönerek Denizlispor’da önce futbolcu sonra teknik adam olarak görev
almıştı. Yıllarca teknik direktörlük ve altyapı sorumluluğunu üstlenerek
Denizlispor’un simgelerinden biri haline geldi. Orhan Berent ile birlikte
kendisiyle sohbet ederken Altınordu’dan takım arkadaşı Nehir Çetintaş da bize
eşlik etti.
1941’de Denizli Sarayköy’de
dünyaya gelen Melih Garipler futbola nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Babam
da o bölgenin iyi futbolcularındanmış. Garip Yaşar diyorlarmış. Yani biz
futbolcu bir ailenin içine doğduk. Toplam on kardeştik biz. Bazı kardeşlerim de
amatör takımlarda oynadılar. Liseyi bitirene kadar Sarayköy’de yaşadım. 1959’da
üniversite imtihanına girdim, tıbbı kazandım. Aynı sırada Altınordu seçmelerini
de kazandım ve amatör mukavele imzaladım 2000 liraya, 300 lira da maaş. Üç ay
okula devam ettim. Tıbba devam edince haliyle futbol yürümedi. Üç laboratuar
kaçırdın mı otomatikman sınıfta kalıyordun. Bir ay gitmedin mi işin bitti.
Fakat altı kardeş üniversitede okuyorduk.
Para da olmadığı için mecburen tıbbı bırakmak zorunda kaldım, futbola
devam ettim. Sonra işletme fakültesini bitirdim ama kullanmadım o diplomayı.”
Melih Garipler kaptanlığında unutulmaz bir Altınordu kadrosu. |
1959-60 sezonu Altınordu’nun
Milli Lige katıldığı ilk sezondu. Henüz on sekiz yaşındaki Melih de bu kadroda
kısa süre içinde forma giyme olanağı bulmuştu: “Üç ay hiç idmana çıkmamıştım.
On beş günlük bir çalışmayla kadroya girdim ve muhteşem (!) bir 8-0’lık
Galatasaray mağlubiyetine yetiştim. O zaman Cumartesi-Pazar üst üste maç
yapılıyordu. İlk maç Turgaylı, Metinli, Suatlı Galatasaray’a karşıydı. O maçta
yedektim ben. Statta 30 bin kişi vardı. Ben o güne kadar 5 bin kişiyi bir arada
görmemiştim. Turgay degaj yapıyor, Metin golü çakıyor. Metin tam beş tane gol
attı. Ertesi gün hocalar, ‘Şu veledi de kadroya koyalım da başlasın oynamaya,’
diye takıma aldılar beni. Karagümrük maçında sahaya çıktım ben. Rakip
Karagümrük ama Kadrili, Zekaili, Tarıklı, Aydınlı muhteşem bir Karagümrük. O
maça sol açık olarak çıktım ben. Karşımda Gökçen Dinçer oynuyordu. Fakat doksan
dakika boyunca yaptığım hiçbir hareketi hatırlamıyorum. Bir gol attım yalnız,
maç da 2-2 bitti. Ondan sonra ‘Yürü ya kulum,’ dedik.”
(Soldan) Melih, Kalaycı Yılmaz, Gode Cengiz, Sedat. |
Beytullah Baliç, Bülent Esel,
Muhterem Ar gibi mühim isimlerin üstlendiği kaptanlık silsilesinde genç yaşta
bu görevi de devralmıştı: “Ben erken kaptan oldum. Yirmi üç yaşında kaptan
yaptılar beni. İzmir’de o zaman üniversite okuyan iki üç kişiydik biz.
Talimatnameleri filan bilirdim. Onun için zorla kaptan yaptılar beni. Altınordu’da
sekiz sene oynadım. Başladıktan üç sene sonra takım kaptanı olmuştum.” Beytullah
Baliç’ten söz açılınca ondan saygıyla bahsediyor ve şu anısını anlatıyor:
“Hayatta en sevdiğim insan Beytullah Baliç’ti. Onun gibi bir adam tanımadım
ben. Sarayköy’den geldim, denemeye çıktım. O arkamda oynuyordu. Ben kırk beş
dakika oynamıştım zaten. Arkamdan sürekli beni destekliyordu, ‘Hadi aslanım,
hadi koçum, felaket oynuyorsun,’ diye. Böyle baba bir adam görmedim ben. Fakat
o davranışı o güne mahsus değildi, her zaman öyleydi.”
Beytullah Baliç (sağ başta) ve Melih Garipler (sağdan üçüncü). |
Söz eskilerden açılınca bir de
Sait Altınordu anısı anlatıyor: “Bir gün Halk sahasında idman yapıyorduk. Bir
arkadaş top kaptırdı. Ben topu kapan oyuncuyu bizim on sekize kadar takip
ettim. Fakat Sait Hoca bana, ‘Bulunduğun alandan fazla ayrılma, orada topu alıp
tanzim et,’ diye tembih etmişti. Ben adamı bizim kaleye kadar takip edince beni
çağırdı, bana bir tokat attı. Benim ağırıma gitti tabii. Ben o güne kadar
hocalarımdan tek bir fiske yemiş adam değildim, iftiharlık talebeydim, notlarım
hep yüksekti. Basketbol, voleybol, masa tenisi, hepsi vardı bende. Bütün takım
önünde bana tokadı basınca ben hüngür hüngür ağlamaya başladım. Daha on dokuz
yaşındayım. Ben idmandan çıktım. Sonradan arkadaşlarım, ‘Yahu adam otuz
yaşındaki evli barklı oyuncuya tokat atıyor, sen niye bu kadar takıyorsun?’
dediler.”
Melih Garipler’in Altınordu’da
geçirdiği yıllar içinde unutamadığı olaylardan biri de 1962 kışında Almanya’da
katıldıkları bir turnuvaydı. Nehir Çetintaş, “Hatta seni izlemeye yabancılar
gelmiş oraya,” diye hatırlatınca esprili bir dille o günleri anlatıyor:
“Selahattin Tetik diye bir antrenörümüz vardı. Biz Altınordu olarak en büyük
çıkışı onun zamanında yaptık. Adamın aslında futbolla hiç ilgisi yoktu.
Atletizm antrenörüydü. Bütün antrenmanlarımız kırk beş dakika sürüyordu fakat
bittikten sonra hepimiz tay gibi oluyorduk. Bir form yakaladık biz, birinci
devreyi lider bitirdik. İşte o sene Almanya’nın en kuzeyinde Kiel’de kışın bir
turnuvaya gittik. Benim de yeni yıldızım parlıyor. İtalya’dan beni izlemeye
gelmişler ama o karın, çamurun içinde beni görememişler. Biz batağın içinde
kaybolduk. Kar, tipi, yağmur sürekli yağıyor, ben nasıl oynayacağım orada. Biz
İzmir’de 0 dereceyi görmemişiz, orada donduk. Kaleci topu kaleden çıkarıyordu,
bir de Yılmaz santra yapıyordu, yani bizim ayağımıza hiç top değmedi.”
Hikmet Orhunbilge (solda) ile. |
“Biz Almanya’ya 1962’de
gitmiştik. O zaman Türkiye’de benim bildiğim üç tane çim saha vardı. Biri
Ankara’da, diğeri Konya’daydı. Bir de galiba Manisa sahası çimdi. Orada
gezerken Hamburg SV’nin tesislerine gittik. Ben çift kale direkleri olan tam on
beş tane çim saha saydım. Alt yapıdaki çocuklar halı gibi sahada antrenman
yapıyor, sonra duşunu alıyor, masajını yaptırıyor, yemeğini yedikten sonra eve
gidiyordu. Türkiye’de o zaman bırak altyapıyı A takımlarında yoktu bu imkânlar.
Bir ayakkabı için İstanbul’a giderdik. Dinyakos vardı orada, bir ay evvelden
sipariş verirdik. Bizim son zamanlarımıza doğru İzmir’de Ahmet Şamar çıkmıştı.
Yazlığa gitmeden evvel bir 70’lik alıp ona bırakırdık. Döndüğümüz zaman
ayakkabımız hazır olurdu. Son senemde Almanya’dan vidalı bir ayakkabı almıştım,
fakat giyemedim, alışkın değiliz ki! Dinyakos’un ayakkabısı ayağı sarıyordu, o
yüzden Adidas’ı giyememiştim.”
Bir ara Ankara’ya gitmesi söz
konusu olmuşsa da gerçekleşmemiş: “1964-65 sezonunda yani Altınordu’nun ilk
düştüğü sezon benim transferim gündeme geldi. O zamanlar haraç-mezat vardı.
Futbolcu satışa çıkıyor. Satışta kim yüksek pey yatırırsa onun malı oluyorsun.
Orada Ankaragücü talip oldu bana. Kendi kulübüm bana 20 bin lira ve 700 lira
maaş teklif etmişti. Ben kabul etmeyip satışımı istedim. Satışa Ankaragücü ve
Altay katıldı. Şimdi o günkü rakamları hatırlamıyorum ama en yüksek rakamı
Altay veriyor. Ankaragücü ile 1.400 lira maaşa yani aldığımın iki misline
anlaşmıştım. Ayrıca MKE’de iş vereceklerdi. Fakat ben satışta Altay’da kaldım.
Meğer Altınordu ile Altay anlaşmış. Kendi takımın satışa iştirak edemiyor.
Altay en yüksek parayı vermiş. Ben Altay’da kalınca toplantıya gittim. Rıdvan
Burçetin, ‘Ne istersin?’ diye sordu. ‘Siz ne veriyorsunuz?’ dedim. Bana aynı
Altınordu’nun verdiği gibi 20 bin lira transfer ücreti, 700 lira maaş teklif
etti. ‘Ben Altınordu’nun kaptanıyım, biz iki kulüp senelerdir kapışırız. Benim
kaptanı olduğum kulüp de bu parayı veriyor, aynı paraya niye size geleyim?’
dedim. Ben tabii o zaman o anlaşmayı anlamamıştım, ancak bir iki ay sonra
öğrendim. Sonuçta Ankaragücü’ne gidemedim ve Altınordu ile aynı paraya
anlaştım. Bugün oynasam herhalde senede en az 500 bin lira alırdım. Sekiz
senede iki transfer yaptım. Yirmişerden 40 bin lira para aldım. O 20 bin lirayı
da ancak devamlı oynadığım için parça parça aldım. Hiçbir zaman gününde ödeme
yapılmadı.”
1969'da Yeni Asır gazetesinin ikinci ligdeki en iyi oyuncu ödülünü alırken. |
1971'de Denizli Atatürk Stadında Trabzonspor'a penaltıdan gol atıyor. |
“Çok da iyi bir takım
yakalamıştık. Denizli’de çok büyük işler başardık. Hem muhitimizdi, hem yönetim
bize inanıyordu. Ben gelmeden önce Göztepe’den kaleci Nevzat gelmişti takıma.
Ben geldikten bir sezon sonra İzmir’e döndü. Futbolu bıraktıktan sonra
kuyumculuk yapıyordu. Yetmişli yıllarda dükkânında öldürüldü maalesef.
Diğerleri genellikle genç ve yeni piyasaya çıkan oyunculardı. Fakat kurduğumuz
bu takım üç-dört sene felaket esti.”
Gerçekten de kurulduktan sonra ilk sezonunu orta sıralarda bitiren Denizlispor ikinci sezonunda büyük başarı göstermiş ve bir sezon önce birinci ligden düşen İstanbulspor’un ardından ikinciliği yakalamıştı. 1968-69 sezonunda da bir başka tecrübeli takım olan Ankaragücü’nün ardından ikinciliği elde etti.
Gerçekten de kurulduktan sonra ilk sezonunu orta sıralarda bitiren Denizlispor ikinci sezonunda büyük başarı göstermiş ve bir sezon önce birinci ligden düşen İstanbulspor’un ardından ikinciliği yakalamıştı. 1968-69 sezonunda da bir başka tecrübeli takım olan Ankaragücü’nün ardından ikinciliği elde etti.
Son kez 1972-73 sezonunda forma
giyen Melih Garipler ardından çalıştırıcı olarak uzun yıllar hizmet etti. “1971’de
Mersin’de antrenör kursuna gittim. Bilimsel teknikler filan o senelerde
başlamıştı. 1972’de futbolu bıraktım ve hemen Denizlispor’da antrenör oldum.
Çeşitli zamanlarda sekiz-dokuz kere kulüpte çalıştım. Denizli dışında bir tek
1976 senesinde Uşak’a gittim. Uşakspor 3. Ligde oynuyordu. Üç ay kalıp
ayrıldım. Dükkânım vardı, antrenörlük dışında esnaflık yapıyordum. Hediyelik
eşya ve konfeksiyon işiyle uğraştım. Sonra on senem Denizlispor altyapısında
geçti.”
Melih Garipler altyapı
koordinatörlüğü yaptığı dönemden tevazu içinde ayrıntıya girmeden bahsetse de
yerel gazetelerde çıkan yazılardan onun bu işe büyük önem verdiği, ilkokul
maçlarını bile izlediği anlaşılıyor. Anadolu’yu tarayarak Ümit Bozkurt, Yusuf
Şimşek, Erman Güraçar, Erhan Namlı gibi oyuncuları Denizlispor’a kazandırdığını
bu yazılardan öğreniyoruz. Birkaç yıl önce altyapı sorumluluğundan kendi
isteğiyle ayrılan Melih Garipler halihazırda İzmir Bornova’da yaşıyor.
Fethi Aytuna'ya teşekkürler tekrar tekrar.
YanıtlaSilsüper bir çalışma... tebrikler.
YanıtlaSilYıllarca alt yapıda görev yapıp hiç bir futbolcu çıkaramayan adamlardan birisin. Genç takımda maça gelip devre arası sizin hiç biriniz futbolcu olamayacak diyip herkesin hevesini kıran ama sözünde durup kimseyi futbolcu yapmayan adamsın. Ölünün arkasından konuşulmaz doğru ama gerçeği de değiştirmez. Allah büyük...
YanıtlaSil