Hacettepe’de oynarken rakip
defansları hallaç pamuğu gibi atıyor, golleri peş peşe sıralıyordu. Hal böyle
olunca İstanbul’un yolunu tutması fazla uzun sürmedi. Fenerbahçe’ye geldiği
sırada etrafa dehşet saçan bir “Ankara Canavarı” türemişti. Bundan esinlenen
Fenerbahçeli taraftarlar savunmaları silindir gibi ezen bu Ankaralı oyuncuya
lakap bulmakta zorlanmadı. Böylece saha dışında son derece nazik ve centilmen
bir insan olan Burhan Sargın, futbol sahalarında “Canavar Burhan” adıyla
tanındı. Kendisiyle Ankara yıllarını, Fenerbahçe’ye gelişini, milli takımdaki
başarılarını ve futbol sonrası yıllarını konuştuk. Ankara’daki çocukluk ve
gençlik yıllarını bize şöyle anlattı:
“1929’da Ankara Hacettepe’de
doğdum. Üç erkek kardeştik. En ufakları bendim. Futbol oynamaya mahallede bez
toplarla başladık. Babam Hacettepe’nin muhtarıydı. Babamın okuma yazması yoktu,
karne dağıtma işlerini biz yapardık. O zaman harp yılları, her şey karneyle
dağıtılıyordu. O karneleri biz yazardık
– ekmek karnesi, kaput bezi filan diye. Babamın ayrıca Hisar’a çıkarken Saraçlar
çarşısında av malzemesi satılan dükkânı vardı. Av malzemesi bayisiydik. Kapsül,
tabanca, fişek filan satardık. Onun dışında sekiz-on tane dükkânımız vardı.
Babam dindar bir insandı, çarşıya cami yaptırmıştı. Berber Hamdi Bey diye bir
kiracımız vardı. Adam vefat etmişti. Karısı kira bedeli olan sekiz lirayı
getirirdi. Babam önce parayı alırdı ama sonra, ‘Al kızım, çocuklarına bir şey
alırsın,’ diye geri verirdi. Top oynamama kızardı babam. Vehbi Koç bazen
dükkânımıza gelirdi, sohbet ederdik. Anne tarafından Vehbi Bey ile hısımız.
Dedem Beypazarı müftüsüymüş. Ben ortaokuldayken babam vefat etti.”
“Hisar’da dükkâna yakın Ulus
ilkokulunda okudum. Birinci ortaokulu bitirince Yenişehir’de Atatürk Lisesine
gittim. Orada bir sene okuduktan sonra Maarif Kolejine geçtim. Oradan mezun
oldum. Ben kendime çok iyi bakardım. Bendeki enerji kimsede yoktu. Atatürk
Lisesinden gittiğim Maarif Kolejini Ankara şampiyonu yaptım. Maçlarda on üç gol
atmıştık, on ikisini ben attım. Finalde Polis Okuluyla oynadık. Onları 1-0 yendik.
Golü elimle atmıştım. Hakem Faik Gökay’dı. Pozisyonu görmedi ve golü verdi. O
golü verince kimse itiraz etmedi. Fakat jimnastik hocamız İbrahim Bey maçtan
sonra, ‘Hakem sana elle mi attın diye sorsaydı ne diyecektin?’ dedi. ‘Evet,
elle attım diyecektim,’ cevabını verdim. Beni öpüp tebrik etti.”
Burhan Sargın doğup büyüdüğü
semtin takımı olan Hacettepe’de forma bulmakta gecikmedi. Kendisi oynarken
ağabeyi Celal Sargın da kulübün idareciliğini yapıyordu. Genç Burhan 1946-47
sezonundan itibaren bir yandan Hacettepe’nin diğer yandan okul takımının
maçlarında yer alıyordu. “Ben ilk kez Ankara stadında sahaya çıktığımda biz o
zaman yanlış hatırlamıyorsam Ankara ikinci kümesindeydik. O maçı 7-0 kazandık,
ben beş gol attım. İkinci maçı Matbaa Teknisyenler diye bir takımla yaptık. 9-0
yendik, yedi tane gol attım. Herkes birbirine bu kim diye soruyormuş. Ben o
zaman Maarif Kolejinde talebeyim, Hacettepe’de zaman zaman oynuyorum. Başbakan
Şükrü Saraçoğlu hemen her maça gelirdi. Bir gün tribünden aşağı inip bizi tebrik
etmeye geldi. Bana, ‘Seni Fenerbahçe’ye göndereceğim,’ dedi. ‘Ben gitmem
Fener’e, Beşiktaşlıyım,’ dedim. Beşiktaş Ankara’ya maç yapmaya geldiği zaman
Ulus’taki Belvü Palas’ta kalırdı. Onları ziyarete giderdik. Recep, Eşref, Ali
İhsan hepsi arkadaşımdı. Harbiye’yi ilk yarısını 3-0 mağlup bitirip 6-3
yendikleri maçta tribündeydim ben.”
Başbakan Şükrü Saraçoğlu Hacettepe'nin maçında sahaya inmiş oyuncuları tebrik ediyor. |
Başbakan Saraçoğlu’nun
teklifini reddedecek kadar Beşiktaş hayranı olan Burhan Sargın hiç ummadığı bir
anda kendini bu takımın forması içinde buluvermişti: “Olgunluk imtihanlarından
takıntım vardı. Bir sene bekleyecektim. Ağabeyimle dükkânlarımız için
İstanbul’a mal almaya gidiyorduk. Hakem Cezmi Başar Ankara garında bizi yataklı
vagona binerken görmüş. Hemen İstanbul’a telefon etmiş. Biz Haydarpaşa’da
trenden indik, bir baktık karşımızda Arap Sadri (Usuoğlu) dahil Beşiktaşlı
idareciler. ‘Beyoğluspor’la bir hazırlık maçımız var, illa sen de oyna’ diye
ısrar ettiler. O sırada sıtma olmuştum, gözümün içi sapsarıydı. ‘Hastayım,
oynayacak halde değilim,’ dememe rağmen sonuçta beni kandırdılar. O maçta iki
gol attım.” Burhan Sargın Beşiktaş’la idmanlara çıkmasına rağmen İstanbul’a bir
türlü alışamamış ve Ankara’ya geri dönmüştü. Fakat 1951’de bu kez kendini
Fenerbahçe’de bulacaktı.
“Sonra hasbelkader buraya
geldim. Niye geldim? Demokrat Parti meclis grubu başkanvekili Osman Kavrakoğlu aynı
zamanda Fenerbahçe başkanı, benim ağabeyim Celal Sargın da Hacettepe kulübü
başkanıydı. Birlikte şeref tribününde otururken tanışmışlar. Fenerbahçe 1950’de
oyunculara sezon açılışı için çağrı yapmış. Bunlar Ahmet Abi’nin (Ahmet Erol)
iskeledeki kahvesinde oturuyorlar. ‘Biz antrenmana çıkmıyoruz,’ diyorlar. Osman
Kavrakoğlu, kulüple alakanız kesilmiştir diye hepsine mektup gönderiyor.
Böylece Fenerbahçe birçok futbolcusuyla yollarını ayırıyor. Osman Kavrakoğlu
ağabeyimden öncelikle beni istiyor. Daha sonra Basri’yi de Fenerbahçe’ye
ağabeyim getirdi.”
İşte “Küçük Şeytanlar” adı
verilen kadronun temeli böyle atılmıştı. Fenerbahçe tarihinin çok önemli bir
sayfasını oluşturan kadro tasfiye edilmiş, yerine tecrübesiz gençlerden oluşan
bir takım kurulmuştu. Hacettepeli Burhan’la birlikte Ankara’dan dört genç
oyuncu daha takıma katılmıştı. Burhan Sargın ilk günlerde yaşadıkları
zorlukları şöyle anlatıyor: “Önce giden takımı sana sayayım. Cihat Arman, Ahmet
Erol, Murat, Selahattin Torkal, Samim, Küçük Halil, Erol, Suphi, Lefter, Halit.
Fikret Abi hariç hepsi gitti, biz geldik. Kim? Orhan, Abdullah, Akgün, kaleci
Selahattin, ben. Herkes bizi küçümsedi. İlk sene üçüncü olduk. Kadıköy
çarşısında dolaşırken buradan kaçalım diye bizim yüzümüze tükürdüler. İlk
geldiğimiz zaman Fenerbahçe Stadının tribünleri altındaki yatakhanede
kalıyorduk. Biraz paralı olan bir tek ben vardım. Daha sonra iskelede, Kadıköy
Belediyesinin arkasında bir binada ev tuttuk. Beşimiz de o evde kalıyorduk.
Yatağımız yoktu, yer yatağında yattık. Bize çarşıda bir lokanta gösterdiler.
Orada yemek yerdik.”
İlk sezonunda Fenerbahçe'nin Beşiktaş'ı 3-1 yendiği maçta iki golünden birini atarken. (Milliyet) |
1951-52 sezonunu sıkıntılar
içinde geçiren “Küçük Şeytanlar” ertesi sezon Macar antrenör Szekelly
yönetiminde kimsenin beklemediği şekilde İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonu
olur. Üstelik bu başarıya on sekiz maçta hiç yenilmeden, on dört galibiyet ve
dört beraberlikle ulaşır. Antrenörümüz
Szekelly mühim adamdı, sabah gelir bize masaj yapardı. Her maç beşimizi birden
oynatırdı. Niye oynatırdı? Aramızda dargınlık olmasın diye. Psikolojik usulleri
çok iyi bilirdi. Maça çıkarken yanıma gelirdi, ‘Kimi oynatayım yanında, kimi
istersin?’ diye sorardı. ‘Hepsi benim arkadaşım, hangisini istersen oynat,’
derdim.”
Şampiyon olduğumuz sene
Galatasaray ile son maçı oynadık. Antrenör Szekelly on yedi maç boyunca sol
açık olarak Abdullah’ı oynatmıştı. Son maçta bize o sezon Kasımpaşa’dan gelen Niyazi’yi
(Tamakan) oynattı. 1-0 kazandık, golü de Niyazi attı. Şampiyonluk ödülü olarak
bize birer tane radyo verdiler. Otuz lira mı kırk lira mı ne, değeri o kadar.
Başka bir ödül yok. Zaten biz o zaman futboldan para kazanmıyorduk. İnsanların
sevgisi bizim için en büyük ödüldü. Ankara’ya yataklı vagonla giderdik. Tren
Eskişehir garına gece iki buçuk civarında girerdi. Orada çocuğunu kucağına
almış insanlar bizi görmeye gelirlerdi. Cama vururlar, bizi uyandırırlardı. Biz
camı açtığımız zaman çocuklarına bizi gösterirlerdi.”
Burhan Sargın 1954 yılında, Türk
milli takımının o güne dek kazandığı en büyük başarının pay sahiplerinden biri
olmuştu. Dünya Kupası finallerine katılmak için İspanya ile eşleşen milli takım
Madrid’de yapılan ilk maçta 4-1 yenildikten sonra rövanş için 16 Mart 1954’te
İstanbul’da sahaya çıkmıştı. Bu maçı Burhan’ın sol voleyle attığı gol sayesinde
1-0 kazandık. Yıllar sonra o golü şöyle hatırlıyor Burhan Sargın: “Suat topu
kafayla güzel bir şekilde indirmişti. On sekizin dışından topa bir vurdum, ne
ben gördüm ne kaleci gördü. Kimse görmedi topun kaleye nasıl girdiğini.” Üstat
Halit Kıvanç da anılarında bu golü şöyle anlatıyor: “Maçın henüz 16. dakikası
oynanırken… Bir stat dolusu insanı havaya fırlatan bir bomba patladı sanki
Dolmabahçe’de… ‘Gooool!’ sesleri her yanı çınlatıyordu. Burhan öyle müthiş
vurmuştu ki topa… Kaleci Carmelo’nun uçuşu sadece kale arkasındaki foto
muhabirlerine verilen bir pozdan ibaret kalmıştı.” (Halit Kıvanç, “Futbol Bir
Aşk” s. 29) O zamanki statüye göre iki takım da birer maç kazandığı takdirde
gol üstünlüğüne bakılmıyor, tarafsız sahada üçüncü maç oynanıyordu. 17 Mart
1954’te Roma Olimpiyat Stadında yapılan maçta İspanya ile 2-2 berabere kalırken
Burhan Sargın takımımızın ilk golünü atmış, Suat Mamat’ın attığı ikinci golün
de pasını vermişti. Henüz penaltı atışı uygulaması olmadığından çekilen kurayı
Türkiye kazandı.
Roma'daki üçüncü maçın kadrosu. Ayaktakiler: Turgay, Coşkun Taş, Çetin Zeybek, Suat, Rıdvan Bolatlı, Rober, Şükrü, Basri. Oturanlar: Feridun, Lefter, Burhan, Mustafa Ertan. (Foto Spor) |
Böylece Türk milli takımı
Burhan Sargın’ın çok büyük rolüyle 1954’te İsviçre’de yapılan Dünya Kupasına
ilk kez katılma hakkını elde etti. Canavar Burhan, finallerde Güney Kore’yi 7-0
yendiğimiz maçta üç gol birden atma başarısını gösterdi. Toplam sekiz kez giydiği
A milli formayla yedi gol atarak çok yüksek bir yüzdeye ulaştı. A milli takımda
gösterdiği başarıyı ordu milli takımında da tekrarladı. O yıllarda her ülkenin
ordu milli takımında üst düzey profesyonel futbolcuları yer alıyordu. Nitekim
Türkiye, kadrosunda Kopa, Fontaine gibi ünlü yıldızların bulunduğu Fransa’yı
yenerek 1955’te İtalya’da düzenlenen dünya şampiyonasına katılmaya hak
kazanmıştı. Roma Olimpiyat Stadında yapılan final maçında Türkiye İtalya’yı 3-2
yenerek dünya şampiyonu oldu. Burhan Sargın 2-1 yenik götürdüğümüz bu maçın
ikinci yarısında iki gol atıp sonucu belirledi. Böylece Roma Olimpiyat Stadında
bir yıl arayla önce A milli takımımızın dünya kupasına gittiği maçta, ardından
ordu milli takımımızın dünya şampiyonu olduğu maçta forma giydi.
Ordu milli takımıyla İtalya maçında. |
Bu başarılara rağmen 1956
yılında Fenerbahçe’den koptu ve o yıllarda ünlü futbolcuları bünyesinde
toplayan Adalet takımına transfer oldu. Bu ayrılığın sebebini şöyle açıklıyor:
“İstanbul Ayazağa’daki süvari okulunda askerliğimi yaptığım sırada sakatlandım.
Ayağım çabuk iyileşsin diye sabah Reşat Dermanver’e, öğleyin masör Yorgo
Tagar’a gidiyordum. Muayene ücretimin ödenmesi için yönetime başvurmuştum. Çok
önemli bir meblağ değildi, beş seans için toplam otuz küsur lira bir para.
Fakat o güne kadar maaşım haricinde bir kuruş transfer parası almamıştım. Bir
baktım idare heyetinden ‘ödenmemesi’ diye karar çıkmış. Hemen bir kâğıt kalem
alıp istifamı yazarak çıktım. Bu karar ağırıma gitmişti, sonradan vazgeçmem
için epey ısrar edildi ama dönmedim.”
"Roma fatihleri" yurda dönüşte coşkuyla ve hediyelerle karşılanmıştı. Ayaktakiler: Şükrü, Feridun, Burhan, Lefter, Naci. Oturanlar: Çetin, Basri, Rıdvan, Akgün. (Yeni Asır) |
“Yugoslavya’ya maça gittik, 5-1
yenildik. Antrenör Gündüz Abi’ydi. Ayağımda bir sakatlık vardı. Masaj
yapılırken yanıma geldi, ‘Burhan’cığım senin gibi on oyuncum daha olsa, her
rakibi yeneriz,’ dedi. Adalet kulübünde idmana çıkmıştım, baktım kaleci Turgay
geldi. ‘Gündüz Abi kulüpte seninle görüşmek istiyor,’ dedi. ‘Mesele nedir?’
diye sordum. ‘Kasamızda 17.500 lira para var, 2.500 lira da bir idareci
verecek, sana 20.000 lira vereceğiz,’ dedi. Bunun üzerine Turgay’a,
‘Fenerbahçe’den sana teklif gelse ne yaparsın, gider misin?’ diye sordum. O
zaman takım değiştirmek ayıp sayılırdı. Turgay, ‘Düşünürüm,’ cevabını verdi.
‘Öyleyse sen Galatasaraylı Turgay olarak kal, ben de Fenerbahçeli Burhan olarak
kalayım,’ dedim.”
Burhan Sargın Galatasaray’a
gitmemiş ama şartların zorlaması sonucu Adalet’e gitmişti. Bu kulübü seçmesinde
eşinin ailesinin de rolü vardı. “Kayınpederim Adalet Mensucat şirketinin
muhasebe müdürüydü. Ayrıca Osman Boyner’in şirketinin, Raif Dinçkök’ün
şirketinin muhasebesine bakardı. Babası Avni Paşa, Atatürk’le birlikte Samsun’a
çıkan kadroda yer almış.” Burhan Sargın dört sezon Adalet’te forma giydi. Birlikte oynadığı isimler
arasında daha önce Fenerbahçe’den gelen Erol Keskin, Selahattin Torkal ve
Mehmet Ali Has’ın yanı sıra Ali İhsan Karayiğit, kaleci Ömer Kandemir, Erol
Topayan, Gökçen Dinçer, Cahit Candan, Fahri Güzey, Necmi Onarıcı gibi dönemin
ünlü futbolcuları vardı.
Adalet takımı (soldan): Ayhan, Fahri, Ahmet Karlıklı, M. Ali Has, Güngör, Erdoğan, Burhan, K. Erol, Selahattin Torkal, Ömer, Erol Keskin. (Hayat) |
1960’ta tekrar Fenerbahçe’ye
dönen Burhan Sargın o sezon sadece bir maçta yer aldı ve 31.12.1960’ta oynanan
Kasımpaşa maçında son kez Fenerbahçe forması giydi. “Ben futbolu aslında Adalet’te
bıraktığım için utandılar, beni tekrar üye kaydettiler. En son Fener’e döndüm
ama sembolik olarak bir maç oynadım. İşimi kurmuştum, Sultanhamam’da kumaşçılık
yapıyordum.” Kumaş işine atılmasının hikâyesini de şöyle anlatıyor: “Raif Abi (Dinçkök)
Fenerbahçe’de ikinci başkandı. Sultanhamam’da yazıhanesi vardı. Sezon bitmiş,
Lefter İtalya’dan gelmişti. Biz de şampiyon olmuştuk (1952-53 sezonu). Raif Abi
bizi çağırdı. Sizinle iki senelik yeni kontrat yapmak istiyoruz dedi. Bana
10.000 lira, Lefter’e 9.000 lira verileceğini söyledi. Lefter’e esbabı
mucibesini de söyledi. ‘Burhan’ın bu şampiyonlukta çok emeği geçti, onun için o
10 bin lira alacak, sen 9 bin lira alacaksın,’ dedi. Biz Raif Abi ile içli
dışlı olduk. Sonra 1960’ta ihtilal oldu. O zaman kimse birbirine borcunu
ödemiyordu. Ben Bakırköy’deki fabrikada battaniye yaptırıyordum. Kimse senedini
filan ödemiyor, kimsede para yok. Ben adam tuttum, işportada mal sattırdım,
borcumu ödedim. Raif Abi, ‘Senin borcun yok, bütün ödemelerini yapmışsın, o
zaman buradan ne alırsan yüzde on daha az para vereceksin,’ dedi.”
Fenerbahçe yönetim kurulunda Faruk Ilgaz ve Şenes Erzik'le. |
Dürüstlüğüyle iş dünyasında
saygın bir yer edinen Burhan Sargın Fenerbahçe yönetiminde özellikle Faruk
Ilgaz’ın başkanlık yaptığı dönemler olmak üzere on beş sene görev yaptı. Fenerbahçe’nin
yanı sıra Büyük Kulüp yönetiminde de görev aldı: “Orada da on beş sene
yöneticilik yaptım. Raif Abi, ‘Seni buraya murakıp yapıyorum, bu kulübe sahip
çıkacaksın,’ dedi.” Saha içinde mücadele eden rakiplerin birbirine saygı
duyduğu, farklı takımların taraftarlarının tribünde bir arada oturduğu bir
devrin futbolcusuydu. Günümüzde kulüpler arasında yaratılan gerginliğin
anlamsızlığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Galatasaray şampiyon olduğu zaman
ben Bülent (Eken) Abi’ye, Reha (Eken) Abi’ye, Alp Yalman’a, Cengiz’e (Özyalçın)
telefon açıp tebrik ederim. Fenerbahçe şampiyon olduğu zaman da onlar beni
tebrik eder. İşte iki kulüp burada yan yana. Özhan Canaydın öldüğü sırada biz
burada arkadaşlarla oyun oynuyorduk. Baktım Galatasaray bayrağı yarıya
indirilmiş. Hemen kulübe telefon ettim, bizim bayrağın da indirilmesini
istedim. Artık böyle şeylere dikkat edilmiyor maalesef.”
Dünyanın en namuslu insanı iyilik sever harika insan onu tanıdığım için çok mutluyum
YanıtlaSilDünyanın en namuslu insanı iyilik sever harika insan onu tanıdığım için çok mutluyum
YanıtlaSil