Göztepe’nin lig şampiyonluğunu
zorladığı, kupalar kazandığı, Avrupa’da yarı final oynadığı 1960’lardaki
kadrosu bütün futbolseverler tarafından gayet iyi bilinir. Milli Ligin henüz
kurulmadığı ellili ve kırklı yıllardaki Göztepe takımıysa kulübün geçmişine
meraklı taraftarları dışında karanlıkta kalmış gibidir. Oysa Göztepe 1950
yılında Türkiye Futbol Birinciliğini kazanarak önemli bir başarıya imza atmıştı.
O başarıda pay sahibi olanlardan biri de takımın kalesini koruyan Erdoğan Akın’dı.
Kendisiyle çocukluk ve gençlik yıllarındaki futbol tutkusunu, Göztepe, Adalet
ve milli takım anılarını konuştuk. İşte onun ağzından çocukluk günleri ve top
uğruna yaşadığı “maceralar”:
“1929’da İzmir Karşıyaka’da
doğdum. Üç kız kardeşim vardı, ailenin tek erkek çocuğu bendim. İstasyona yakın
bir yerde, makasın orada oturuyorduk. Hatta İsmet İnönü’yü trenle gelirken
orada görmüştüm. Pencereden el sallıyordu. Topla ilgili ilk hatıralarım hoş
değil. O zamanlar kenarı tırtıklı 1 kuruş vardı, annem fincan dolabının altına
saklardı. Bir gün bir arkadaşım, ‘Arap Vahap (Vahap Özaltay) Karşıyaka sahasına
geliyormuş, gel gidelim,’ deyince o 1 kuruşu gizlice aldım. Onunla şeker filan
aldık. Duvara tırmanıp Arap Vahap’ı seyrettik. Tabii annem parayı yerinde
göremeyince babama söylemiş. Babam bana, ‘Parayı sen mi aldın?’ diye sordu.
Ben, ‘hayır almadım,’ dedim. Tek erkek olduğum için beni çok severdi ama o gün
yediğim dayağın haddi hesabı yok. Rahmetli ninem yukarıdan koşup geldi, aldı
beni yukarıya sakladı.”
“İlkokul dördüncü sınıfa kadar
Karşıyaka’da oturduk. Babam MİT görevlisiydi. Komiser muavini olarak 1941’de
Kuşadası’na tayin ettiler. O zaman İkinci Cihan Harbi yıllarıydı. Almanlar
Yunanistan’ı işgal etmişti. Kuşadası’na hep göçmenler geliyordu. Babam
göçmenlere bakıyordu. Tuzcu motoru gibi bir motora atlayıp Sisam’ın
karşısındaki askeri mevzilerde kıyıya çıkan mültecileri toplayıp getiriyorduk.
İlkokulu Kuşadası’nda bitirdim. Orada spor yapıyorduk, birdirbir oynuyorduk.
Ben çok iyi atlıyordum ve her yarışı kazanıyordum. Sonra babamı komiser olarak
Ödemiş’e tayin ettiler. Orada üç sene kaldık. Babam o sırada başkomiser oldu.
Ortaokul birinci sınıftayken voleybol ve hentbola merak sardım. Babam Tire’ye
tayin olunca oraya taşındık. O sırada babam beni sanat enstitüsüne verdi. Üç ay
sonra bu kez şark hizmeti yok diye Urfa Akçakale’ye tayin edildi. O gitti, biz
Tire’de kaldık. Okullar arası hentbol maçları yapıyorduk. Beni kaleye koydular.
Çok güzel kurtarışlar yaptım. Bunun üzerine kaymakam bana bir çift futbol
ayakkabısı hediye etti. O zamanlar futbol ayakkabısına sahip olmak büyük
olaydı.”
“Babam meslekten ayrılmak
maksadıyla Ankara’ya gitti. Bunun üzerine onu Kayseri’ye verdiler. Ben futbola
orada başladım. Orada gazeteleri okuyarak, Rüştü Dağlaroğlu’nun yazılarının
tesiriyle Fenerbahçeli oldum. Her hafta sinemaya gidiyorum diye evden çıkar,
gizli gizli futbol oynardım. Evvela Halk Sahasında mahalle takımında oynadım.
Futbol ayakkabılarını odunlar arasına saklardım. Babam maaşla beni okutamayınca
beni o sene Sümerbank hesabına yazdırmıştı. Birinci karne altı tane zayıf
gelince adamcağız çıldırdı. 3.000 lira tazminatı nasıl öderim diye ağlıyor.
Bana, ‘Futbol oynamayacağına yemin et,’ dedi. Ben de – çocukluk işte – ayağımı
kaldırdım ve yemin ettim. Futbola aşığım tabii. Hafta sonu yine sinemaya diye
çıkıyordum. O filmi görenler varsa onlardan biraz özet alıyordum. Hemen
istasyonun oradaki halk sahasına gidiyordum. Sanat enstitüsünün üçüncü sınıfında
yine hentbol takımının kaleciliğini yapıyordum. Aynı zamanda yine okul
takımında futbolda santrfor oynuyordum ve gol atıyordum. Okulu bitirmek
üzereyken Kayseri Erciyes takımında bana lisans çıkardılar. On beş on altı
yaşlarında o takımda santrfor oynadım. Takımda penaltıları ben atıyordum. Demek
o kadar güzel oynamışım ki beni o yaşta takıma koymuşlar. Fakat Tire’deyken çok
çalışıyordum. Babam o sırada orada olmadığı için her Cumartesi Pazar vaktimiz
sahada geçerdi.”
“Ankara’da Türkiye hentbol
şampiyonası oynanacaktı. Kaleci yok. Benim hentbolda kalecilik yaptığımı
duymuşlar. Beni alıp Ankara’ya götürdüler. O zaman Harp Okulu kuvvetliydi. Dört
takım Türkiye birinciliği için oynadık. Harbiye’de Yalım forvette oynuyordu.
Ulus gazetesinde benim için turnuvanın en iyi kalecisi diye yazı çıktı. Ben
oradayken babam da Ankara’ya gelip beni orada görünce evden kaçtığımı
zannetmiş. Ankara’da dayımın evinde kalıyordum. Gazetelerdeki yazıları
gösterdim, babam onları görünce rahatladı. Ondan sonra beni hiç engellemedi.
‘İzmir’e tayinim çıkmazsa istifa edeceğim’ dedi. Bunun üzerine İzmir Mithatpaşa
karakoluna tayin edildi. Ardından 5. Şube müdürü oldu. O zaman sanat
enstitüsünde birlikte okuduğum, sonra iki sene yelken federasyonu başkanlığı
yapan arkadaşım beni Göztepe’de Abbas Göçmen’e tavsiye etmiş. ‘Beni kaleci
olarak oynatacaksan ben yokum,’ dedim. Pazar günü ikinci takımla Bornova’ya
maça gidiyorlarmış, beni de çağırdı. O gün gittik maça. Kaleci Partal Ahmet
diye biri varmış, gelmemiş o. Beşiktaşlı milli futbolcu Cihat vardı. O Bornova
takımında oynuyordu. Partal Ahmet olmayınca bana, ‘Kaleci oynayacaksın,’
dediler. Ben bırakıp gitmeye kalktım. Abbas, ‘Bir maç oynayacaksın, rica
ediyorum,’ dedi. Maç 2-2 berabere bitti, söylediklerine göre ben de güzel
oynamışım.”
“Ertesi hafta Fenerbahçe
Göztepe’yle özel bir maç yapmak üzere İzmir’e gelecekti. Abbas beni antrenmana
çağırdı. ‘Göztepe’de kaleci yok, aptallık etme’ dedi ve ‘Sen yedek kalecisin,’
diye kestirip attı. Böylece 1948 senesinde Göztepe’yle antrenmanlara başladım.
Göztepe o zaman idmanlarını Halk Sahasında yapıyordu. Takımın sonraki yıllarda
çalıştığı Güzelyalı’daki saha o zamanlar Halimağa tarlasıydı. Orası Göztepeli
futbolcuların yetiştiği yerdir, ben de oranın son mahsulüyüm. Fenerbahçe maçına
çıktık. Fenerbahçe kadrosundaki oyuncular Londra Olimpiyat oyunlarından yeni
gelmişti. Kaleci Cihat Abi, Erol, Küçük Halil, Lefter gibi çok iyi oyuncular
vardı. Onları 2-1 yendik. On beş gün sonra İstanbul’a davet edildik. İnönü
Stadı yeni yapılmıştı, orada oynayacaktık. Ben birdenbire kaleci olmuştum. İlk
defa İstanbul’a gidiyordum. O zaman Moda’da Mano Palas diye meşhur bir otel
vardı, orada kamp yaptık. Orada Fenerbahçe’ye 3-2 yenildik. Benim Göztepe’deki
kaleciliğim bu şekilde başladı. İzmir muhteliti kalesinde Özcan oynuyordu. Kısa
zamanda çalışmam sayesinde ve şansımla onun yerini aldım. O sene İzmir
şampiyonu olduk.”
1949-50 sezonu İzmir şampiyonu Göztepe. Ayaktakiler: Alaattin, Seracettin Kırklar, Yüksel, Mustafa Orçinos, Mehmet Öktem, Semih, Emcet, Memduh Eren. Oturanlar: Erdoğan Akın, Fahri, Nezihi. |
“O tarihlerde kırk sekiz gün
süren bir İtalya ve Kuzey Afrika seyahatine çıktık. Tunus ve Cezayir’e gittik.
Seyahate giderken başkan Şevket Filibeli benim yevmiyelerimi vermemişti. Kaleci
Özcan onun akrabasıydı, bir de Fenerbahçeli Seracettin’in ağabeyi olan kısa
boylu bir kaleci vardı. Başkan yevmiyeleri vermeyince nüfus kâğıdımı istedim ve
çıktım. Şevket Bey’in yazıhanesinin karşısında berber Fettah vardı. Ben orada
otururken Nazım geldi. Onu Abdullah’la beraber Eskişehir’den almışlardı. Nazım
bana, ‘Aptal, sen alacağın parayı niye şimdi istiyorsun?’ dedi. ‘Sen bu
seyahati kolay kolay yapabilir misin? Ver nüfusunu git o seyahate, gelince iste
parayı,’ dedi. Nazım haklıydı. Babamın futbolla alakası olmadığı için ben kendi
acemiliğimle karar veriyordum. Babama durumu söyleyince, ‘Sen nasıl istersen
evladım,’ dedi. Bunun üzerine seyahate katılmaya karar verdim.”
Tunus seyahati. Erdoğan Akın ortada, elinde gazete tutuyor. |
“O turneye üç tane kaleciyle
gittik biz. Çok güzel maçlar yaptık. Cezayir şampiyonu Bastos’la oynarken
parmağım kırıldı. Bastos oranın en büyük fabrikasının takımıymış. Yılan gibi
kıvrılarak giden bir Arap forvetleri vardı, sonra İtalya’ya transfer olmuştu.
Takım kaptanımız sol haf Mehmet Öktem vardı. Mehmet Abi bir ara Galatasaray’da
da oynamıştı. Biraz ağırdı, adamı tutamadı. Adam ondan sıyrılır sıyrılmaz on
sekize girdiği anda topa vurup golü attı. İki metre boyunda bir kalecileri
vardı. Kolunu uzatıp köşeye giden topu tutuyordu. Fakat biz golü yiyince
coştuk. Yirmi dakikada dört tane gol attık. İlk devrenin sonlarına doğru bizim
rahmetli Semih düşüp kafasını yere çarptı. Biz ‘öldü bu’ dedik. Sedyeyle
içeriye götürdüler. Biraz sonra o Arap santrfora bir orta yaptılar. Ben
hayatımda ayaklara uçan bir kaleci değildim. Turgay gibi beynimle ve vücudumla
oynardım. Fakat maça çıkmadan önce bizim kafile başkanı ‘Bu maçı
kazanacaksınız’ diye bize bayrağı ve Kuran-ı Kerim’i öptürmüştü. Ben o halde
adamın ayağına doğru nasıl uçmuşum hatırlamıyorum. Topu üstüme vuruyor, top
bana çarpıp kornere gidiyor. Ben parmağımda müthiş bir sancı hissettim. Beni
kenara aldılar. Kafile başkanı rahmetli Arap Hikmet’e, ‘Parmağım kırıldı,’
deyince ‘Yok bir şey, oynarsın’ diye karşılık verdi. O arada Seracettin’in
ağabeyi kaleye geçti, kısa boyluydu. Bir gol attılar 4-2 oldu. Haftaym oldu,
Semih içeride sedyede yatıyordu. Ben de kim bilir ne şiddetle çarpışmışım ki
sırtıma nasıl sancılar giriyor. Arap zaten çoktan gitti. Hikmet Abi, ‘Sen
oynayacaksın,’ diye ısrar etti. ‘Mesuliyeti kabul etmem, razıysan oynarım,’
dedim. Kabul etti. Tekrar kaleye geçtim ama top gelmesin diye dua ediyorum. Bir
elim yanımda, yani tek elle oynayacağım. Bir ara altıpasın köşesinde rakip
futbolcuyla karşı karşıya kaldım. Adam topa vurdu, top bana çarptı gitti gitti,
direğin dibinden kornere çıktı. Böylece maçı 4-2 kazandık. O yıllarda bunun
gibi bir seyahatimiz daha olmuştu. Suriye ve Lübnan’a gittik. Halep, Şam ve
Beyrut’ta maçlar yaptık.”
Cezayir'deki maçın kadrosu. Ayaktakiler: Nazım Koka, Abdullah, Semih, Burhan, Seracettin, Emcet, Mehmet Öktem, ?. Oturanlar: Mustafa Orçinos, Erdoğan Akın, Ruhi Karaduman. |
Burada Erdoğan Akın’ın anıları
arasına girip bir parantez açalım. O yıllarda iyi bir kadro kuran Göztepe
1949-50 sezonunda İzmir Mahalli Liginde şampiyon olmuş ve Türkiye Futbol
Birinciliğine katılmaya hak kazanmıştı. Bu birinciliğin statüsü biraz bugünkü
Türkiye Kupasına benziyordu. Bazı illerin şampiyon takımlarının kendi
aralarında eleme usulüyle yaptığı maçlarla bölge birincileri belli oluyordu.
Ardından bu takımlarla birlikte İstanbul, Ankara ve İzmir şampiyonları eleme
usulüyle karşılaşıyorlardı. İşte Göztepe bu birincilikte İzmit Kağıtspor ve
Gençlerbirliği’ni yenerek finale yükselmiş, finalde de Beşiktaş’ı 1-0 yenerek
1950 Türkiye Futbol Birinciliği şampiyonu olmuştu. Yine o tarihlerde Türkiye
Futbol Birinciliği şampiyonu ile Milli Küme şampiyonu Başbakanlık Kupası maçını
oynuyordu. Göztepe bu maçı Fenerbahçe ile oynamış ve uzatmada yediği golle maçı
2-1 kaybetmişti. Erdoğan Akın o günleri şöyle hatırlıyor: “1949-50 sezonunda
Türkiye şampiyonu olduk. Ardından Fenerbahçe ile Başbakanlık Kupası maçını
oynadık. Hileli bir gol attılar ve bizi 2-1 yendiler. Biz üç gol attık ama iki
tanesi sayılmadı. Hakem Muzaffer Ertuğ idi. İzmir’deki bir maçta Alaattin Abi
ona küfretmişti. ‘Ben size gösteririm, geleceksiniz Ankara’ya bak ne
yapacağım,’ diye konuştu. Başbakan Menderes maçtan sonra, ‘Bu kupanın sahibi
İzmir olması lazımdı ama top yuvarlaktır,’ dedi. Başka ne diyebilirdi ki?”
“O sezondan sonra askere
gittim. Kayagücü’nde takım kaptanı sağ açık Kemal Abi vardı. (Kayagücü sonradan Adalet Partisi'nin ilk genel başkanlığını yapacak olan general Ragıp Gümüşpala tarafından İzmir'de kurulmuş askeri bir takımdı.) ‘Gel seni
askere alalım, çok rahat edeceksin,’ dedi. Kabul ettim ve Şevket Bey’e gidip,
‘Nüfusumu verir misiniz?’ dedim. O zaman alacaklarımı vermeye kalktı. Fakat ben
neticede asker oldum. Devamlı ordu milli maçlarına gittim. Ordu milli takımında
dönemin birçok futbolcusu vardı. Fenerbahçeli Basri Dirimlili, Beşiktaş’tan
Süleyman Seba, kaleci Fevzi, Recep Adanır, Eşref, Nusret, Fahrettin bunlardan
bazılarıydı. Ayrıca Beton Mustafa, Sahir Gürkan gibi asker futbolcular vardı.
1950 senesi sonunda maç yapmak üzere Atina’ya gitmiştik. Orada başımıza olaylar
geldi. Sahayı küçültmüşler. Bizi öldüreceklerdi, zor kurtulduk. Maçı son
dakikalarda attığımız golle 2-1 kazandık. Seyirciler sahaya girdi, kendi
hakemlerini hastanelik ettiler.”
Atina'da Yunan Genelkurmay Başkanlığı önünde. Erdoğan Akın alt sırada kepli. Bu karede Basri Dirimlili, Süleyman Seba, Fevzi Büyükyıldırım ve Recep Adanır da var. |
Günümüzde olduğu gibi o
yıllarda da çoğu futbolcu İstanbul kulüplerinde oynamanın hayalini kuruyordu.
Erdoğan Akın’ın karşısına da böyle bir fırsat çıkmış fakat o kendisini büyük
kulüplerden birinde değil, Adalet kulübünde bulmuştu. Bu transferi şöyle
anlatıyor: "1952’de İsviçre ile özel bir
maç yapacaktık. Ankara’da Belvü Palas’ta kamp yapıyorduk. Beşiktaş yöneticisi
Sadri Usuoğlu o zaman milli takımın tek seçicisiydi. Fenerbahçeli Selahattin
Torkal ile beraber kalıyordum. Bizim odanın yanında idare heyetinin odası
vardı. Selahattin Abi ile beraber odaya giderken bir baktım karşıdan Sadri
Usuoğlu geliyor. Keşke o tesadüf olmasaydı. Turgay’ın imtihanları sebebiyle
maça gelememesi durumu vardı. Sadri Usuoğlu, ‘Turgay gelmezse ben Erdoğan’ı
kalede oynatmam,’ dedi. Bir anda şaşırdım ama hiç sesimi çıkarmadım. Neyse ne
yaptılar ettiler Turgay’ı getirdiler. Turgay’la çok yakın arkadaştık,
birbirimizi çok severdik. Ablamın çocuğun ismini bile Turgay koymuştum.
Neticede o gün Ankara’da 5-1 mağlup olduk. Yataklı trenle İstanbul’a geldik.
Bir hafta sonra İspanya ile oynayacaktık. Maç 0-0 bitti, ama ben o maçta da
yedek kaldım. Taksim Belediye Gazinosunda yemek yedikten sonra İspanyollar
güzel bir kılıç hediye ettiler. Tam kapıdan çıkarken İzmirli gazeteci Orhan
Vedat Sevinçli bana, ‘Beşiktaş’a gelmez misin?’ diye sordu. Tam o sırada Sadri
Usuoğlu belirdi yanında. Orhan Bey ona dönüp, ‘Sen söylesene,’ dedi. Ben
gençliğin verdiği atılganlıkla beni kalede oynatmayacağına dair söylediklerini
hatırlattım. ‘O zaman beni niye milli takıma davet etti?’ diye sordum. O
günlerde hem Fenerbahçeli, hem Beşiktaşlı yöneticiler peşimde koşuyordu,
yataklı vagona biri giriyor, biri çıkıyordu. Neticede ben öyle konuşunca transferim
gerçekleşmedi.”
“Beşiktaş’a gitsem başarılı
olurdum. O zaman kuvvetli bir kalecisi yoktu. Ordu milli takımında
Galatasaray’da sol açık oynamış Salim’le beraberdik. O zaman Adalet’te
oynuyordu. Salim, ‘Gel Adalet’e beraber oynayalım, iyi bakarlar sana,’ diye bir
teklifte bulunmuştu. Böylece Adalet kulübüne geçtim. Bana maaş bağladılar.
Adalet kulübünde yedeğim Fecri Ebcioğlu’ydu. Bu kulüpte iyi günlerimiz geçti
ama Beşiktaş gibi değildi. Çünkü orada
oynarken üç büyüklerdeki rakipler vuruyor, kırıyor, kafa atıyor, tükürüyor,
yani her şeyi yapıyorlardı. Bir maçta rakibim tekme attı, ben elimdeki topu
bıraktım. Bunun üzerine aldı topu gitti boş kaleye attı, maçı 1-0 kazandılar.
Böyle bir şey olabilir mi? Ben Beşiktaş’ta oynasam böyle bir şey yapabilir
miydi? Büyük baskılar altında oynuyorduk. Adalet paralı takım diye ezmek için
ellerinden ne gelirse yapıyorlardı.”
Şeref Stadında bir Galatasaray-Adalet maçı. |
“Fenerbahçe Stadında Fenerbahçe
ile oynuyorduk. Oyunun takriben 25. dakikasında bir degajman yaptım. Rahmetli
Samim Abi (Samim Var) Fener’de santrhaf oynuyordu. Bizde santrfor Necmi (Onarıcı)
vardı, ters bir çalım atınca Samim Abi ters tarafa yattı. Necmi vurdu ve golü
attı. Golden sonra bir hava topuna çıktım, Canavar Burhan altıma yattı, beni
ters kepçeye getirdi. O bariz faullere rağmen hakemler onları tutuyordu hep.
Devre bitmek üzereyken bir top geldi, ben göğsümle bloke ettim. Yanımda
Selahattin Abi, karşıda Burhan vardı. Bana bir yumruk attı. Vurunca tabii topu
elimden kaçırdım. Kaleye vurdu, gol. Hakem Sıtkı Eryar diye bir deniz
albayıydı. Birinci devre 1-1 bitti.
Çıkıyoruz, boyuna ayva atıyorlar. Bir tanesi hakemin kafasına gelince, ‘Bu maç
oynanmaz,’ dedi ve maçı tatil etti. Bize giyinin dediler, biz hemen giyindik.
Stattan çıkamadık, bizi polis kıyafetiyle arabalara bindirip Üsküdar’dan
kaçırdılar. Bir hafta sonra federasyon Adalet kulübü hükmen mağluptur diye
karar aldı.”
Adalet-Beşiktaş maçı. Şevket Yorulmaz, Selahattin Torkal ve Hüseyin Saygun (Çengel Hüseyin) kaleci Erdoğan'ı izliyor. |
“Beykoz’la bir maç yapıyorduk.
Maçı Sulhi Garan gibi beynelmilel bir hakem yönetiyordu. Hava yağışlıydı.
Oyunun yaklaşık 60. dakikasıydı. Beykozlu Katır Nusret vardı, bir patlattı. Ben
kaleden bir buçuk iki metre dışarıdaydım. Atlayıp vurdum, top başladı kaymaya.
Çizgiye daha yarım metre vardı, tuttum attım. Sulhi Garan düdük çaldı, santrayı
gösterdi. İtiraz ettik ama neye yarar, maçı 1-0 kaybettik. O maçın arkasından
Şeref Stadında Galatasaray’la oynuyorduk. Maç 0-0 devam ediyor. O zaman
kaleciler on sekizin dışında topu elle tuttuğu zaman oyundan ihraç edilmiyor
ama atış veriliyordu. Reha Abi bizim kaleye doğru hızla geliyordu. Top bir ara
toprak zeminden dolayı sekince kaçırdı ayağından. Ben hemen atladım, topu
çektim aldım. Benim kafama bir tekme geldi. Tabii o halde topu bıraktım. Aldı
götürdü topu, gol yaptı. Biz yine 1-0 mağlup olduk. O gece kafam yumruk gibi
şişti. Her tarafım mosmor olmuş, bir hafta sokağa çıkamadım. Kısacası Sadri
Usuoğlu’nun o sözünü duymasaydım belki Beşiktaş’a gidecektim ve Türkiye’nin
sayılı kalecilerinden olacaktım.”
1952 Helsinki Olimpiyatlarında Macaristan maçı. Erdoğan Akın takım kaptanları Mustafa Ertan (Beton Mustafa) ve Puşkaş ile birlikte. |
“Adalet’te oynarken 1952
Helsinki olimpiyatlarına gittim. Takım kaptanımız Galatasaraylı Muzaffer Abiydi
(Muzaffer Tokaç). O zamanlar Türkiye’nin ekonomik durumu iyi değildi. Hayvan
taşımakta kullanılan bir uçağı yolcu uçağına çevirmişler. Dört buçuk saatlik
bir uçuşla önce Roma’ya geldik. Yolculuk sırasında bir fırtına çıktı, çiviler
patlıyor. Ben antrenör Sandro Puppo ile yan yana oturuyordum. ‘Erdoğan kalalım
Roma’da, gitmeyelim,’ dedi bana. O şartlarda Alpleri nasıl geçeceğimizi
düşünüyorduk. O gece, dört buçuk saat sonra Hamburg’a vardık. Bende yemek
yiyecek hal kalmamıştı. Ertesi gün Finlandiya’ya uçtuk, hiçbir şey yok. Gayet
rahat bir yolculuk yaptık. Olimpiyatlarda Hollanda Antilleri ve Macaristan ile
oynadık. Macarlara 7-1 yenildik.” Burada yine bir parantez açıp Doğu Bloku
ülkeleri futbolcularının amatör kabul edildikleri için olimpiyatlara A milli
takım kadrolarıyla katıldığını belirtmeliyiz. Dolayısıyla Macaristan da bu
turnuvaya o yıllarda önüne çıkan her takımı ezerek yenen ve Puşkaş, Czibor,
Kocsis, Hidegkuti gibi yıldızlardan oluşan kadrosuyla katılmıştı.
B milli, ordu milli, amatör milli formaları giyen, A milli kadrosuna seçilen Erdoğan Akın yaklaşık beş yıl
İstanbul’da kaldıktan sonra tekrar İzmir’e dönüp Göztepe’de futbolu bıraktı. “1957’de
Göztepe’ye döndüm. İki kere böbrek kanaması geçirince 1959’da, yani otuz
yaşındayken futbolu bıraktım. Adalet’le yapılan bir jübile maçıyla sahalara
veda ettim. Kaleyi Altay’dan gelen Erdoğan’a bıraktım. Antrenörlük yapmadım.
Yapsam yapardım, yedi tane ecnebi antrenör görmüştüm ama iş hayatına
atılmıştım. İplik fabrikam vardı. Anadolu Mensucat şirketiydi, battaniye
imalatı yapıyordu. 1255 kişi çalışıyordu fabrikada.”
Helsinki Olimpiyatlarında Türkiye-Macaristan maçı. |
1959'daki jübilesi. |
Paylaşımınız için teşekkürler.. Kaliteli paylaşımlarınızın devamını bekliyoruz. Kolay gelsin!
YanıtlaSilçok güzel anılar,huzur içinde uyusun inşallah.
YanıtlaSil