Eskiler adı kişiliğini yansıtan
insanlara “ismiyle müsemma” derlermiş. İşte oynadığı sert futbolla devrinin
ünlü forvetlerini yıldıran Candemir Berkman da ismiyle müsemma olanlardan; zira
gözünü budaktan sakınmadan oynadığı için defalarca sakatlanmış ve ameliyat
olmuş. Bir yıl öncesine kadar hâlâ ameliyatlarla boğuşmasına rağmen büyük bir
azimle yaşam mücadelesine devam etmiş. O zamanlar rakipleri kendisi hakkında ne
düşünüyordu bilmiyoruz ama sohbetimiz sırasında biz karşımızda Kadıköy ve
İstanbul’un eski günlerini özlemle hatırlayan gerçek bir İstanbul beyefendisi
gördük. Candemir Berkman Kadıköy’deki çocukluk günlerini ve futbola nasıl
başladığını şöyle anlatıyor:
“1934 Beylerbeyi doğumluyum.
Sekiz dokuz yaşındayken Kadıköy’e taşındık. Kuşdili çayırında on iki on üç
yaşlarında top oynamaya başladım. İngilizlerin tenis kortları filan vardı
orada. Büyükler top oynamaya gelene kadar idare ederdik. Kuşdili ve
Bayramyeri’nde oynamak bir keyifti. Altıyol’da şimdi elektrik santralı olan yer
eskiden bayram yeriydi. Orada da top oynanırdı. Evimiz askerlik şubesinin
karşısındaydı. Kadıköy muhteşem medeni bir yerdi. Herkesin vapurda bir yeri
vardı, oraya başkası oturmazdı. Vapur iskeleye yanaştığı zaman taksiciler kendi
müşterisini beklerdi, başka kimseyi almazdı.”
“İlkokulu bitirdikten sonra Kuleli
askeri lisesi orta kısmı imtihanına girdim ve kazandım. Fakat ilkokula küçük
yaşta gitmiştim. Kuleli’ye müracaat ettiğimde on bir yaşındaydım. Yaşım için
ufak dediler ve yapamaz diye uyardılar. Bunun üzerine orta tahsilimi bitirince 1950’de
deniz kuvvetlerine girdim ve 1956’da ayrıldım. Gölcük’te görev yapıyordum.
Denizgücü’nde top oynamaya başladım. Ordudayken yalnız futbol oynamadım. Boks,
güreş, atletizm de yaptım. O günkü şartlarda fiziğim buna müsaitti. Güçlü bir
yapım vardı. Aynı zamanda inatçı bir kişiliğe sahiptim. İstiklal Caddesinde
yürürken biri beni geçse tahammül edemezdim. Yetişip onu geçer, ondan sonra rahatlardım.”
“Fenerbahçe kulübü 1953-54
sezonunda beni görmek istedi. Fenerbahçe Stadında üç veya dört maça çıktım. O
zaman santrfor oynuyordum. Fakat o yıl deniz kuvvetlerinden ayrılamadım.
1954-55 sezonunda Beşiktaş beni istedi. Fakat yine görevimi bırakamadım.
1955-56 senesinde deniz kuvvetlerinden ayrılma imkânı buldum. O sırada beni
Adalet takımı istedi. Aynı esnada Galatasaray’dan da teklif geldi. 1956 Ocak
veya Şubat ayında Galatasaray’da ilk amatör lisansım çıktı. 1956 yazında profesyonel
oldum. Galatasaray’ın kurulmuş bir kadrosu olduğundan oynamak için altı yedi ay
beklemem icap etmişti. 1957’de takımla beraber Rusya turnesine gittim ve A
takımda ilk kez orada oynadım. O zaman hocamız Gündüz Kılıç’tı. 1957-58 sezonu
başında Gündüz Abi ayrıldı. Galatasaray’da oynamaya başlamam bir tesadüftür.
Oynama umudumu kaybederek biraz boş vermiş bir hayat yaşıyordum. Gündüz Abi
ayrılınca George Dick diye bir İngiliz antrenör geldi. Beni genç takımda
antrenmana çıkarıyorlardı. Selahattin Buda diye bir antrenörümüz vardı. Bir gün
sabah antrenmanına geldik. George Dick İstanbul’a geleli iki gün olmuştu. Daha
eşofmanlarını giymemişti. A takımın idmanını kontrol ediyordu.”
Candemir Berkman Galatasaray'daki ilk yıllarında Enver Özdemir ve kaleci Sedat Günertem ile. |
Candemir Berkman futbola nasıl
başladığını, Galatasaray’da A takıma nasıl girdiğini bu şekilde anlattıktan
sonra o dönemin futbolcularının yaşam koşullarından, Galatasaray kulübü
özelinde Türk futbolunun içinde bulunduğu durumdan ayrıntılı şekilde
bahsediyor:
“İdmanlarımız bazen
Mecidiyeköy’de olurdu. Bazen Lisenin Grand Cour denen sahasında yapılırdı.
Şeref Stadında idman yapardık. Kâğıthane’de levazım okulu vardı, orada idman
yapardık. Kulübün sezon başında yirmi tane topu vardı. On beş gün sonra bütün
toplar patlar, üç tane topa kalırdık. Üç topla otuz kişi nasıl antrenman yapsın?
Bugün görüyoruz, top tribüne gittiğinde seyirciler topu aldığı zaman kimsenin
sesi çıkmıyor. Bugün bir futbolcu bir yıl için aldığı parayla ömrünü
kurtarabiliyor. Oysa benim jenerasyonumdaki çoğu arkadaşım çok kötü şartlarda
yaşıyorlar bugün. O zamanlar bazen idmana gidecek parayı zor bulduğumuz olurdu.
Mesela Mecidiyeköy’de idman sabah sekiz buçukta başlayacaksa Kadıköy’den altıyı
beş geçe kalkan ilk vapura binerdim. Karaköy’den Tünel’e çıkardım. Orada
Mecidiyeköy tramvayı vardı; birinci mevki beş kuruş, ikinci mevki üç kuruştu.
İdmandan sonra topluca kulübe dönerdik. O zamanki Amerikan arabalarına
altı-yedi kişi rahat sığıyordu. Birkaç arkadaş taksi tutup kulübe giderdik.”
Sözleşme yenilerken Rüçhan Adlı onu izliyor. |
Vefa'da oynarken kendisini sakatlayan Ali İhsan Okçuoğlu'nun ziyareti. (Milliyet) |
Mecidiyeköy'ün eski zamanları. Arkada likör fabrikasının bahçesi görülüyor. |
Candemir Berkman ilk kez B
milli takımda oynadıktan sonra on bir kez A milli formayı giydi:
“A milli olarak ilk oynadığım
maç zannediyorum Ankara’daki Güney Kore maçıydı. Adamların süratinden,
çabukluğundan takım olarak şaşkına dönmüştük. Bir topu aldığın zaman etrafında
üç tane adam oluyordu. Ama kazandık maçı tabii.”
Bu maçtan sonra oynadığı milli
maçlarda rakipler İtalya, Sovyetler Birliği, Polonya gibi zorlu rakipler olmuş:
“Ben dikkafalıydım, burnumdan
kıl aldırmazdım. Orhan Şeref Apak’ın federasyon başkanlığı sırasında Polonya’ya
maça gittik. Antrenörümüz taktiği anlattı. ‘Bitti mi?’ diye sordum, ‘Bitti,’
dedi. ‘Ben oynamak istemiyorum,’ dedim. ‘Neden?’ diye sordu. ‘Bu hususi bir
maç. Avrupalılar nasıl oynuyorlar, biz bu maçı bunu görmek için oynuyoruz ama
siz bize 1-9-1 oynatıyorsunuz,’ dedim. Apak, ‘Çıkın dışarı,’ dedi. Yarım saat
sonra tekrar içeri çağırdılar, takım yine aynı. Fakat o zaman katenaçyo oynuyor
bütün takımlar, o dizilişe geçtik. Daha futbola yakın bir sistem. Katenaçyo da
savunma ağırlıklıydı ama bütün dünya öyle oynuyordu o zaman.”
“O zamanki şartlarda otuz
yaşını geçen futbolcuya yaşlı diyorlardı. 1965’te Galatasaray’dan ayrılıp Vefa
kulübüne geçtim. O sırada hem Beşiktaş hem Fenerbahçe beni kadrosuna almak
istiyordu. Fakat Galatasaray bunlara gitmeme izin vermedi ve yalnız Vefa’ya
gidebileceğimi belirtti. Böylece üç sezon Vefa’da oynadım. Vefa’ya Ergun Ercins
ve Ahmet Berman’la birlikte geldik. Fenerbahçe’den de İsmail Kurt gelmişti.
Kalede Metin Türel vardı. Hilmi takımdaydı. İlk lig maçımızı Galatasaray’la
oynayıp 2-1 kazandık. Sonra Fenerbahçe’yi yendik. Bir müddet lig lideriydik.
Antrenörümüz Molnar’dı. Fakat bizde adam fazla iyi oldu mu kafasını
kopartırlar. Onun da kafasını koparttılar. Ondan sonra kümede zor kaldık.”
(Fotospor) |
Vefa 1967-68 sezonu sonunda Göztepe'yi 1-0 yenerek kümede kalınca oyuncular hocalarını omuzlarına almış. (Fotospor) |
(Fotospor) |
“Balıkesirspor’a küme düşüren
antrenörüm ben ama nasıl şartlarda çalıştığımızı kimse bilmez. Son haftaya
girerken Beşiktaş, Göztepe, Ordu, Zonguldak – hepsinin düşme ihtimali vardı. Son
maçımızı deplasmanda Adanaspor’la oynayacaktık. Kulüpte para olmadığından bizi
Adana’ya götürecek otobüs bile ayarlanamadı. Ancak Cumartesi günü şehir içinde
çalışan bir otobüs temin edildi de yola çıkabildik. Adana’ya vardığımızda gece
üçtü. O saatte bir han bulup sabaha kadar uyumaya çalıştık. O şartlarda
çıktığımız maçta ilk golü biz atmamıza rağmen yaratılan bir penaltı ve frikik
sonucu yediğimiz gollerle çözüldük ve maçı 6-1 kaybederek küme düştük. Düşme
potasındaki bütün rakiplerimiz son hafta puan aldı.”
“Balıkesir’den sonra iki buçuk
yıl Zonguldakspor’da antrenörlük yaptım. Bir buçuk ay bir Kayseri maceram oldu.
İki sene Hatayspor’da çalıştım. Diyarbakır ve Urfa’da görev yaptım. Biz
Anadolu’ya açılan ilk antrenörleriz. Her ikinci lig takımı tecrübelerimizden
istifade etmek için bizi almak istiyordu. Bizim lejyonerlik zamanımızdır o
dönem. Bu tempoya 1978’e kadar dayanabildim. Zamanla yöneticiler kendilerini bizden daha
üstün görmeye başladılar. İşadamları ‘parayı veriyoruz, düdüğü biz çalarız’
zihniyetiyle hareket ettiler. Antrenörlük zamanında futboldan para kazandığımı söyleyemem
çünkü ayrıldığım her kulüpte bir miktar maaşım kalmıştı. Futbolcuların parası
ödenmediği için yöneticilerle çok kavga ettim. Yöneticiler takımlara müdahale
etmek isteyince ben karşı çıkıyordum. Anadolu kulüplerinde ‘Ahmet’i çıkar,
Mehmet’i koy’ diye takıma müdahale etmeye kalkan yöneticiler vardı. ‘Sen ne
karışıyorsun?’ dediğimizde, ‘Paranı ben veriyorum’ diyebilen küstah tipler
vardı. Biz Anadolu kulüplerinde misyonerlik yaptık. Kulüplerin bugüne
ulaşmasında bizim payımız vardır. Ağır idmanlardan dolayı futbolcular da beni
hazmedemiyordu. Takipçi bir antrenördüm. Fakat bugün aradan otuz sene geçmiş,
her takımdan oyuncularım sık sık beni arar, hatırımı sorar. Bir araya
geldiğimizde ‘o zaman hata etmişiz, sen bize doğru yolu göstermişsin,’ derler.”
“1992 yılından itibaren
antrenörler derneğinin başkanı olarak Şenes Erzik döneminde dört sene futbol
federasyonu yönetim kurulu üyeliği yaptım. Eğitim dairesine ben bakıyordum. Bir
takım reformlar yaptık. Kaleci antrenörlüğü, sponsorluk gibi uygulamalar bizim
zamanımızda başladı. Özerklik bizim zamanımızda olmuştur. Bakanların özel kalem
müdürleri bizden çok talepte bulunurdu. Ben de, ‘Bakanımız kendisi arasın veya
bana bir yazı yazsın ben de elimden geleni yaparım,’ diye cevaplardım. Dördüncü
senenin sonunda ayrıldım. Galatasaraylı eski sporcular derneğinin kuruculuğunu
ve başkanlığını yaptım. Profesyonel futbolcular derneğinde Turgay başkandı, ben
ikinci başkandım. Türkiye Futbol Vakfı mütevelli heyetinde yer aldım.”
“Futboldan koptum derken federasyondan
bir talep geldi; Gündüz Tekin Onay ‘gel bizle beraber ol,’ dedi. Dört sene
Türkiye’deki bütün profesyonel takımların görüntüleri, antrenörlerinin ve
tesislerinin kontrolünü yapan bir bölümün başkanı oldum. Türkiye’nin aşağı
yukarı her bölgesini dolaştım, antrenörlerin durumunu inceledim. Her altyapının
ve A takımların çim sahası olması mecburiyeti getirdik. Takımlara baskı yapınca
iş kendiliğinden doğruya girdi. Şimdi her takımın antrenman tesisi ve stadı
var. Bu benim devremdeki baskılı kontrolden dolayı bu hale geldi. Federasyonda
görev yaparken altyapı eğitimiyle ilgili dosyalar hazırlamıştım. Milli Eğitim
Bakanlığıyla temaslarımız oldu, fikirlerimizi onlar da kabul ettiler. Fakat ben
federasyondan ayrılınca o dosyalar da öylece kaldı. Şimdi bakıyorum o
dosyaların içinde olan bir takım şeyler gündemde.”
Bir Fenerbahçe - Vefa maçında. (Candemir Berkman arşivi) |
“Bugünkü iğrenç tablolar
geçmişte yaşanmazdı. Ben Galatasaray’da oynarken Kadıköy’de oturuyordum. Maçlar
bittikten sonra karşıya geçmek için motorlara binerdik. Motorda Fenerli
futbolcular olurdu. Galatasaraylı olarak benim dışımda Mete, Cengiz ve Selçuk olurdu. Espriler olurdu
tabii, kazananlar espri yapardı ama kaybedenler bir reaksiyon göstermezdi. Hepimiz
arkadaştık, her günümüz beraber geçerdi. Aynı kahveye giderdik. Tribünlerde
öyle toplu küfür filan olmazdı. Kendini bilmez birkaç kişi çıktığı zaman onları
sustururlardı. Ayva filan atılırdı. Birisi küfür ettiğinde, ‘Aman, tribünde
kadın, çocuk var,’ diye uyarırlardı. O zaman o kadar insancıl bir seyirci
varken bir de şimdiki hale bakın. Bugün ben maçlara gitmiyorum.”
Candemir Berkman yazımızın
başında belirttiğimiz gibi hâlâ futbol oynadığı zamanlardan kalma sıkıntılarla
uğraşıyor ve geçmişin “bilançosunu” şöyle çıkarıyor:
“Ben sert bir futbolcu
olarak tanınırım. Fakat bunun acısını çok çektim. Dört defa sağ dizimden, bir
defa sol dizimden ameliyat oldum. Bir defa ayağım, iki defa kolum kırıldı. On
beş tane kaburgam çatladı. İki defa çarpışmadan dolayı hafıza kaybı yaşayıp
hastanede yattım. Hâlâ bunların eziyetini çekiyorum. Yakın zamanda bir buçuk
senem hastanelerde geçti.”
Yaşadığı fiziki sıkıntılara
rağmen futbol dünyasından kopamayan Candemir Berkman halihazırda Türkiye Futbol
Vakfı başkanlığını sürdürüyor:
“Futbol oynadığım dönemde
Karagümrük kulübünün yöneticiliğini yapan kayınpederimle birlikte çalıştığım
bir gümrük büromuz vardı. Ben orada gümrükçülüğü öğrendim. Hâlâ gümrükçülük
yaparak hayatımı yaşıyorum. Bu olmasaydı sürünürdüm çünkü antrenörlük yaparken ‘alın
paranızı ne yaparsanız yapın’ diyecek bir tavra sahiptim, burnumdan kıl
aldırmazdım. Antrenörlük yaparken istifa edip İstanbul’a dönebilmek için
rahmetli eşimin bileziklerini çok sattığımız olmuştur. Şu anda dingin bir
hayatım var, ikinci evliliğimi sürdürüyorum, huzurluyum. Artık seksen yaşındayım
ama kafamızın içinde hâlâ futbolla ilgili epey fikir var. Artık daha objektif
hareket edebiliyoruz. Şu anda Türkiye
Futbol Vakfı başkanlığını yapıyorum. Başkanlığım henüz bir kaç aylık bir
olaydır. Sosyal derneklerin hepsini bırakmıştım. Eski başkan Sema Hanım
rahatsızlanınca benden vakfı toparlamamı rica etti. Onu kıramadığım için geçici
dahi olsa bu görevi kabul ettim. Tabii bu geçiciliğin süresi ne kadardır
bilemiyorum. Vakfın örneğin Spor Toto’dan gelen maddi geliri, futbol
federasyonu seçimlerinde iki delegelik gibi bir takım hakları iptal edilmiş. Bu
hakları geri alabilirsek, bir iki temel çivisi çakabilirsek, emin ellere
bırakabilirsek buradaki görevimizi de tamamlamış oluruz.”
şimdi 66 yaşında Samsunlu Galatasaray taraftarıyım.8-10 yaşlarımda iken Galatasaray tam kadro Samsun'a sanırım mahalli bir takımla gösteri maçı yapmaya gelmişti. Aklımda kalan kadro; Turgay, Candemir, Büyük Ahmet,.....vs. Tam bir futbol resitali. Allah ölenlerine rahmet sağ olanlarına sıhhat afiyet versin. Hepsi istisnasız Osmanlı beyefendisi fedakar, formalarının hakkını veren örnek insanlardı. Bir de şimdiki futbolculara bakıyorum da o eski güzel sporcuları arıyorum. Bu mesajı Candemir ağbim okur mu bilmem ama onları hep güzelliklerle birlikte anıyorum. Selam ve hürmetlerimle
YanıtlaSilBen 66 yasindayim ve sevgili Candemir abinin Galatasaray`da futbol oynadigi yillarda kendisini Hürriyet, Milliyet, Tercüman gazetelerinin spor sayfalarindan ve TRT`nin naklen mac yayinlarindan büyük bir heyecanla ve merakla izlerdik. Candemir agabeyin jenerasyonu cok büyük yoksunluklara ragmen, Türk halkina futbolu sevdirdiler, Türk futboluna cok büyük hizmetlerde bulundular. Candemir agabeyi ve onun jenerasyonundaki tüm futbolculari cok seviyoruz ve onlara cok saygi duyuyoruz. Yüce Allah, Candemir agabeye saglik, mutluluk ve uzun öämürler nasip eylesin.
YanıtlaSil