Bir futbolcu düşünün ki daha on
yedi yaşında İzmir’in önde gelen takımlarından birinde ilk on birde oynamaya
başlasın. İstanbul’un büyük kulüpleri peşine düşsün. Üç yıl sonra bunlardan birine
transfer olup takımın değişmez oyuncusu ve attığı gollerle şampiyonluğunda pay
sahibi olsun. Birkaç kez genç milli
takımda oynadıktan sonra on dokuz yaşında A milli takımda forma giysin ve
deplasmanda rakibe attığı golle beraberliği sağlasın. Futbolseverler ona o
yıllarda dünyanın en ünlü futbolcusunun adını versin. Kısacası daha yirmi
yaşına girmeden ulaşabileceği her türlü başarıyı elde etsin. Sonra bir anda her
şey tersine dönsün, birbiri ardına gelen sakatlıklar yüzünden sık sık
takımından uzak kalsın. Hatta bazen bir sezon boyunca forma giyemesin. Hatta
bacaklarından sakatlandığı yetmiyormuş gibi bir maç sırasında kolu kırılsın. Her
sene farklı bir takıma kiralansın.
Bütün bu güzellikleri ve
talihsizlikleri peş peşe yaşayan kişi Ergun Öztuna, yani futbolseverlerin onu
tanıdığı isimle Puşkaş Ergun. Çocukluk yıllarını, futbola nasıl başladığını
onun ağzından dinleyelim: “16 Ağustos 1937 Uşak doğumluyum. Herkes beni Akhisar
doğumlu sanır ama orman memuru olan babamın vazifesi nedeniyle Uşak’ta
doğmuşum. Babam ben iki-üç yaşlarındayken Akhisar’a tayin olmuş. Beş kardeştik
biz, üç erkek, iki kız. Ben ailenin dördüncü çocuğuyum. Ben yedi-sekiz
yaşlarındayken babam kan kanseri oldu ve vefat etti. Tedavi için ağabeyimle
birlikte İstanbul’a gitmişlerdi. Yaşım küçük diye söylemediler ama
hissetmiştim. Küçük yerde böyle olaylar daha çabuk hissediliyor. Onun
vefatından sonra ağabeyim bize babalık yaptı. Ağabeyim müfettişti, Karşıyaka’ya geçince bir süre sonra bizi de
oraya aldı.”
|
Ergun Öztuna (solda oturan),
Akhisar'da ağabeyi ve
kuzenleriyle (Hayat) |
“Top oynamaya ilkokul
yıllarında başladım. Okulun bahçesinde her gün maç yapardık. O zamanlar büyükler
top oynayan çocuklara kızardı. Öğretmenimiz camı açıp düdüğü çalardı. Herkes
içeri koşardı o zaman. Ellerimiz dayaktan pişerdi ama yine oynamaya devam
ederdik. İlkokul bitince Akhisar ortaokulunda okumaya devam ettim. Orada da top
oynuyordum, herkes beni seyrederdi ve herkes tanırdı. Sürekli top oynadığım
için tembellik yapıyordum, derslere çalışmıyordum. Notlarım düşüktü o yüzden.
Hasta Fenerli bir kimya hocamız vardı. Ben sonradan Fenerbahçe’ye gidince,
‘Ellerim kırılsaydı da ona düşük not vermeseydim,’ demiş. Ağabeylerim de
Akhisar’ın Güneşspor takımında teyze çocuklarımızla beraber oynuyordu. Futbolcu
bir aileydik yani. Evimiz kulüp gibiydi. Ben topla yatıyordum, topla
kalkıyordum.”
|
(Hayat) |
“Ortaokulda okuduğum sırada
Akhisar’dan Karşıyaka’ya taşınırken oradaki insanlar üzüldüler çünkü bizim
maçlarımızı keyifle seyrediyorlardı. Oradan ayrıldığımıza ben de üzülmüştüm.
Karşıyaka’ya taşındığımız ilk gün sokağa çıktım, benim yaşlarımda bir çocuk
duvarda oturuyordu. ‘Kardeş, burada nerede top oynanıyor?’ diye sordum. Duvarı
gösterdi. ‘Buradan aşağı atla,’ dedi. Meğer orası lisenin bahçesiymiş. O sırada
yeni bir maç başlamak üzereymiş, herhalde adam eksikleri vardı. ‘Küçük, oynar
mısın?’ diye sordular. ‘Oynarım abi,’ dedim ve başladık oynamaya. Herhalde
güzel oynamış olacağım ki maç bitince, ‘Sen kimsin? Nereden çıktın? Okula
yazıldın mı?’ diye soru yağmuruna tuttular.”
|
Genç milli takımda soldan ikinci. (Yeni Asır) |
“Liseye geçtiğimde öğlen aralarında
sınıflar arası maçlar olurdu, bunlarda hep oynadım. Karşıyaka Lisesi takımında
yer aldım. Lisedeyken İzmir genç karmasının seçmelerine gittim. Takımın hocası
rahmetli Sait Altınordu’ydu. Genç karmaya seçildim. Ardından genç milli oldum.
Yani bir anda her şeyi elde ettim. Lise 1’deyken Karşıyaka takımında da
oynamaya başlamıştım (1953-54 sezonu). Zaten o zamanlar kulübün en büyük oyuncu
kaynağı liseydi. Karşıyaka formasıyla İzmir liginde üç sene oynadım. Genç milli
takımla İtalya ve Macaristan’da maçlara gittik. Dönüşte hem Fenerbahçe kulübü
hem Galatasaray adına rahmetli Gündüz Kılıç bana talip oldu. Bizim ailede
herkes Fenerliydi, benim de çocukluktan beri sempatim vardı. Fenerbahçe de bize
büyük rakamlar teklif etti. Ev kirası ve 15.000 lira para verdiler. Kulüp
Moda’da ev tutunca bütün ailemle İstanbul’a gelip yerleştik. Kulüp sadece maddi
destek vermekle yetinmedi, Fenerbahçe’ye geldiğimde daha liseyi bitirmemiştim.
Kadıköy’de liseye kaydettiler beni.”
|
Karşıyaka'nın genç oyuncusu Ergun
takımın ağabeyi konumundaki
sol bek Baba Cevat birlikte.
(Cevat Gök koleksiyonu) |
Burada bir parantez açıp biraz
geriye gidelim ve Ergun Öztuna’nın Puşkaş lakabına nasıl sahip olduğunu
görelim. Futbol Federasyonunun daveti üzerine Macaristan milli takımı 1956
yılının Şubat ayında özel bir maç yapmak üzere İstanbul’a gelir. Macaristan o
dönem dünya futbolunun en güçlü takımıdır. Onların gücünü ve popülaritesini
genç kuşaklara daha iyi anlatabilmek için Messi, Ronaldo, Neymar gibi
yıldızların aynı takımda oynadığını varsayalım. İstanbul’a geldikleri sırada
uzun yıllardan beri eşine rastlanmayan bir kar fırtınası maçın ertelenmesine
yol açar. Bunun üzerine konuk kafilenin Peşte Karması adıyla İzmir Karmasıyla
iki maç yapması kararlaştırılır. Macar kafilesi gemiyle İzmir’e gider. Bundan
sonrasını yine Ergun Öztuna’dan dinliyoruz: “Hava muhalefeti nedeniyle
İstanbul’da maç ertelendi ve Macarlar İzmir’e geldi. Aynı vapurda bizim
federasyon yetkilileri ve milli takımdan bazı oyuncularımız da vardı. Fakat
yolcular indiği zaman rıhtımda toplanan herkes Macarların yanına koştu.
Bizimkilerle kimse ilgilenmedi. Sait Altınordu beni de seçmişti karmaya. Maç
başlamak üzere, santra olacak. Bir baktım sahaya, Puşkaş tam karşımda duruyor;
yanında Hidegkuti, Czibor, Bozsik gibi adamlar. O zamanın en ünlü futbolcuları
hepsi. İngiltere’ye altı gol atmışlar.” Macarlar iki maçta İzmir Karmasının
kalesine toplam on dokuz gol bırakmıştı ama genç Ergun oynadığı futbolla
onların da dikkatini çekmişti. “Puşkaş lakabını bana sonradan Fenerbahçe
taraftarı verdi ama bunun da sebebi Macar teknik direktör Gustav Sebes’in beni
beğenmesi. Türkiye’den dönerlerken, ‘İzmir’de Ergun diye iyi bir çocuk vardı,’
demesi buna vesile oldu. Ondan sonra herkes Puşkaş Ergun demeye başladı. Adeta
birinci ismim haline geldi.”
|
(Milliyet) |
Ergun Öztuna daha 1955-1956 İzmir
Ligi bitmeden İstanbul’a geldi ve Fenerbahçe’yle anlaştı. Hatta yeni takımının
Ankara’da oynadığı özel bir maçta yer aldı. Karşıyaka formasıyla son maçlarını
oynadıktan sonra tekrar İstanbul’a döndü ve ayağının tozuyla yeni takımının
Sovyetler Birliği’nde çıktığı turneye katıldı. Fenerbahçe’nin Sovyet
takımlarıyla yaptığı özel maçlarda hem oynadığı oyunla, hem centilmen
kişiliğiyle göz doldurdu ve sadece Türk kafilesi ile basın mensuplarının değil
ev sahiplerinin de sempatisini kazandı. Efsanevi kaleci Yaşin oynadıkları
maçtan sonra Fenerbahçe idarecisi Niyazi Sel aracılığıyla ona cüzdanını hediye
etti.
|
Naci Erdem, Ergun Öztuna, Can Bartu. (Hayat) |
Fenerbahçe İstanbul’a dönünce
kısa bir dinlenme devresinden sonra yeni sezonun hazırlıklarına başladı. Kendi
seyircisi önünde oynadığı ilk maçı 9 Temmuz 1956 tarihli Milliyet şöyle
yazıyordu: “Yeni mevsime transfer etmeyi düşündükleri elemanları
Fenerbahçeliler genç takım içine koyarak dün kendi stadlarında, Karagümrük’e
karşı denemişlerdir. 3-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle biten maçta,
Karşıyaka’dan transfer ettikleri Ergun en fazla göz dolduran sporcu idi. Top
hakimiyeti, verdiği paslardaki isabet ve her pozisyonda iki ayağı ile attığı
şütler Ergun’un büyük futbolcu olmağa namzet olduğunu göstermekteydi. Halk
kendisine isim takmakta gecikmedi: PUŞKAŞ… Tip itibariyle hakikaten Puşkaş’a
benziyordu.”
|
(Milliyet) |
Genç futbolcunun
Fenerbahçe’deki ilk sezonu (1956-57) oldukça başarılı geçti. O sezon İstanbul
Liginde Fenerbahçe ile Galatasaray arasında nefes nefese geçen bir çekişme
yaşandı. İki takım ligi aynı puanla bitirirken Fenerbahçe averajla şampiyon
oldu. Üstelik şampiyonu tayin eden maç, yani Fenerbahçe-Galatasaray maçı ligin
son haftasında oynandı. Devamını Ergun Öztuna’dan dinleyelim: “1956-57
sezonunda son maç Galatasaray’laydı. Yenersek şampiyon oluyorduk, berabere
kalsak Galatasaray şampiyon oluyordu. İlk yarıyı Niyazi Abi’nin (Tamakan)
golüyle 1-0 önde kapadık. İkinci yarı başladı bir türlü gol atamıyoruz. Galibiz
fakat durum kritik, bir gol yesek şampiyonluk gidecek. Derken oyunun bitmesine
beş altı dakika kala Lefter Abi ikinci golü attı. Tribünler yıkıldı, kimsenin
kimseyi gördüğü yok. 2-0 garanti bir
skor. Santra oldu; ben topu nasıl kaptım, nasıl sürdüm, nasıl üçüncü golü attım
hatırlamıyorum. O zaman maçlar yayınlanmadığı için o golü görme imkânımız da
olmadı. Galatasaray’ı 3-0 yenip şampiyon olduk. Daha sonra taraftarlar benim
attığım golün krokisini halıya dokumuşlar. O halı şimdi Fenerbahçe müzesinde
duruyor.”
|
1956 yazında Fenerbahçe'nin eskileriyle yeni transferleri bir hazırlık maçında. Bu fotoğrafı tarihi kılan özellik Beşiktaş ve sonra Galatasaray'da oynayan Ahmet Berman'ın (Büyük Ahmet) bu kadroda yer alması. Fenerbahçe'de oynamak isteyen Ahmet bazı hazırlık maçlarında forma giyer fakat federasyon izin vermeyince Beşiktaş'ta kalır. Ayaktakiler: Basri Dirimlili, Seracettin Kırklar (Kasımpaşa), Selahattin Ünlü, Akgün Kaçmaz, Şirzat Dağcı (Beykoz), Ergun Öztuna. Oturanlar: Turhan Bayraktutan (Adalet), Naci Erdem, Niyazi Tamakan, Ahmet Berman, Orhan Erkmen (Karşıyaka).
(Orhan Koloğlu koleksiyonu) |
1957-58 sezonu da güzel
başlamasına başlamıştı ama ardı ardına gelecek talihsizliklerin ilkini de bu
sezonda yaşadı Ergun Öztuna: “Ertesi sezonun ilk maçını Beşiktaş’la oynadık.
Onu da 3-1 yendik. Son golü kafayla ben attım. Ertesi gün gazeteler ‘Sahadaki
yirmi iki kişinin en iyisi Ergun’du’ diye yazdılar. Bir sonraki maçı
Galatasaray’la oynuyorduk. O maçta ilk kez sakatlandım.” Dönemin popüler
dergisi Hayat 25 Aralık 1959 tarihli sayısında Ergun Öztuna ile yaptığı
röportaja yer vermişti. Sakatlığın nasıl meydana geldiğini oradan aktaralım:
“Turgay Kadri’ye bir top göndermişti. Ben de rahat süremesin diye onu takip
ediyordum. Tam karşılıklı gelmiştik ki Kadri bir vücut çalımı yaptı. Yandan
topu almak istemiş ve sağ ayağımı kaldırmıştım. Birden sol ayağımın olduğu gibi
döndüğünü hissettim. Son işittiğim ses gergin bir halatın kopmasını
andırıyordu. Bayılmışım.” Yıllar sonra
bizim yaptığımız röportajda yaygın olarak bilinen bir yanlışlığı düzeltmek için
şunları söylüyor: “Kadri Abi o hareketi bana yapmadı. Hep, ‘Kadri sakatladı,’
derler ama doğru değil. Beni Kadri Abi sakatlamadı, kendi kendine oldu. Çok
erken yaşta menisküs oldum. O zamanlar doğru dürüst tedavisi yoktu. İtalya’ya
gittim ama o zaman yurt dışına gitmek problemdi. Kulüpteki yöneticiler beni
sevdiği için en iyi yerlere yollamaya karar verdiler. Fakat bir türlü döviz
gelmedi. Üç ay döviz bekledik. Gitmesi böyle, gelmesi de uzun sürünce sezon
bitti.”
|
"Galatasaraylı Kadri ile Fenerbahçeli
Ergun dün Dr. Reşat Dermanver'de
buluştular. Kadri pazar günkü maçın
görünmez kazası için genç arkadaşına
geçmiş olsun diyordu." (Milliyet) |
Uzun süren sakatlık ve ameliyat
döneminden sonra sahaya döndüğü ilk maçta başından geçenleri yine Hayat
dergisindeki aynı röportajda şöyle anlatıyordu: “Mithatpaşa Stadındaydı. Biraz
önce sahada topun peşinde koşmaya çalışıyordum. Henüz maç bitmemişti. Birisi
bana doğru koşmuş, formamı ona verip şaşkın bakışlarla çimen sahadan
ayrılmıştım. Koşu pistinden soyunma odasına giderken ayaklarım bana itaat
etmiyordu artık. Üstelik kendimi de tutamıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
Gözyaşlarım bir türlü durmuyordu ki. Dört buçuk ay önce Roma’da dizkapağımdan
ameliyat olmuştum ve o gün bu hadiseden sonra ilk defa sahaya çıkmıştım.
İstanbulspor’la oynuyorduk. Takıma bir türlü intibak edememiş, bir serçe gibi
sekerek sadece top peşinde koşmaya çabalamıştım. Henüz maç bitmemişken formamı
bir başka arkadaşıma devredişim beni büyük bir hayal kırıklığına sevk etmişti.”
|
(Milliyet) |
1958-59 sezonu hem Fenerbahçe
hem Ergun için güzel bir sezondu. Kendisi sezonu sakatlık yaşamadan geçirirken Fenerbahçe
son kez düzenlenen İstanbul Profesyonel Liginde ve hemen ardından başlayan
Milli Ligin ilk sezonunda şampiyon olmuştu. İstanbul Liginin son sezonunda
unutamadığı maçlardan birini şöyle anlatıyor: “Sezonun bitmesine birkaç maç
kalmıştı. İstanbulspor’la oynuyorduk. Maçın sonları yaklaşmış, 0-0 devam
ediyordu. Lefter Abi birkaç kişiyi çalımladı, on sekizin içinde düşürdüler.
Penaltı kazandık. Lefter Abi topu bana verdi. ‘Atar mısın Ergun?’ dedi. Biraz
tereddüt ettim, önce ‘Atmam,’ dedim. Biraz sonra, ‘Atarım abi,’ dedim, topu
yuvarlağa diktim. Bir fotoğraf vardı, onu kaybetmişim. Ben topun başındayım,
arkamda Lefter Abi, Basri Abi, Naci Abi duruyor. Yani takımın bütün klas
isimlerini arkamda gördüm. Attım penaltıyı ve gole çevirdim. Biraz sonra da oyun
bitti. O penaltıyı kaçırsaydım telafi edecek vaktimiz yoktu. O maçtan sonra
günlerce rüyama girdi o olay. ‘Nasıl o rizikoyu aldım’ diye günlerce kendi
kendime sordum.”
|
Fenerbahçe'nin 1958-59 İstanbul Profesyonel Liginde şampiyon olan
kadrosu Hayat dergisinin verdiği posterde. Ayaktakiler: Naci Erdem,
Can Bartu, Şeref Has, Özcan Arkoç, Avni Kalkavan, Yüksel Gündüz.
Oturanlar: Akgün Kaçmaz, Ergun Öztuna, Basri Dirimlili,
Lefter Küçükandonyadis, Nedim Günar.
(Hasan Hüseyin Çakın koleksiyonu) |
Ergun Öztuna’nın Fenerbahçe
tarihine geçmesini sağlayan en önemli olaylardan biri takımın Milli Ligdeki ilk
golünü atan oyuncu olmasıydı. (Genç kuşaklar için bir kez daha belirtelim,
bugünkü Süper Lig 1959’da Milli Lig adıyla başlamıştı.) 21 Şubat 1959’da
Mithatpaşa – bugünkü adıyla İnönü – Stadında oynanan maçta Fenerbahçe Ankaragücü’nü
yenerken ilk golü Ergun Öztuna atıyordu. O yıllarda televizyon yayını olmamasının
büyük bir eksiklik olduğunu vurgulayan Ergun Öztuna tarihe geçen golü konusunda
şöyle konuşuyor: “On sekizin üstünden vurdum, top köşeye gitti. O golle ilgili
hatırladığım bu. Yıllar sonra, Alex üç bininci golü atınca gündeme geldi.
Alex’le birlikte düzenlenen bir törende bize sırtında attığımız gollerin sayısı
bulunan formalar verildi.” 22 Şubat 1959 tarihli Milliyet gazetesinde maçı yazan Gündüz
Kılıç, yıldız tablosu yanında Ergun’un fotoğrafı altına “Maçın en iyisi” diye
not düşmüş ve onun attığı ilk golü şöyle anlatmış: “Dakika 14: 18 çizgisinin
biraz gerisinde ve sağında Şeref’in hasım oyuncu sırtından dönen topunu
yakalayan Ergun, fevkalade temiz bir vuruşla ilk Fenerbahçe golünü yaptı.”
|
(www.fenerbahce.org) |
1959-60 sezonu olağan
başlamıştı. Puşkaş Ergun iki lig maçında yer aldı. Fakat artık adeta rutin
halini alan bir gidişat vardı. Bir sezonu sağlam geçiriyor, ertesi yıl ilk
maçlarda sakatlanarak sezonu kapatıyordu. O sezon da bu seyre uygun geçti.
Fenerbahçe kendi sahasında 1-1 berabere kaldığı Csepel takımıyla Macaristan’da
Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçını oynuyordu. Maç o yıllarda Türk takımları
için zafer kabul edilebilecek bir sonuçla Fenerbahçe’nin 3-2 galibiyetiyle
biterken Ergun yine ağır bir sakatlık geçirmiş ve menisküs olmuştu. Bir kez
daha İtalya yolunu tuttu ve ağır bir ameliyat geçirdi. O sezonun sonunda
oynanan Cemal Gürsel kupası maçlarına kadar forma giyemedi.
Sürekli geçirdiği sakatlıklar
yüzünden milli formayı da fazla giyememişti. İzmir yıllarında genç milli
takımda oynamıştı. Tek A milli maçını Fenerbahçe’ye geldiği sezon oynadı ve 25
Kasım 1956’da Prag’da yapılan maçta Türkiye Çekoslovakya ile 1-1 berabere
kalırken Ergun ilk golü attı. Ardından birkaç kez B milli takımda yer aldıktan
sonra bir daha milli formayı giyme olanağı bulamadı.
|
Çekoslovakya maçında Ergun'un attığı gol.
(Milliyet) |
1960’ların ilk yarısını
Fenerbahçe’de geçirmekle birlikte, üç sezonda oynadığı toplam lig maçı sayısı
bir sezonda oynanan maçların bile altında kalmıştı. Fenerbahçe’de en çok
oynadığı mevki sol içti. Fakat iki ayağını da iyi kullandığı için farklı
mevkilerde oynadığı da oluyordu. “Zaman zaman sol açıkta da yer aldım.
Niyazi’den sonra rahmetli Lefter Abi’nin yanında en çok oynayan bendim.” Belki
sık sık sakatlanmasının sebebi hiç sinirlenmeyen bir mizaca sahip olmasıydı. Bu
sakin yapısıyla 1959 yılında düzenlenen centilmen futbolcu yarışmasında
birinciliği kazanmıştı: “Oyun sırasında rakip beni biçerdi, çıkar tedavi olur
sonra yine oynardım. Beni bağışlasınlar ama bugünkü futbolcuların sakatlığı
çoğu zaman ciddi değil. Oyunu soğutuyorlar. Asıl önemlisi hakemi müşkül duruma
düşürüyorlar. En çok üzüldüğüm konuların başında şimdiki sahalarda, şimdiki
toplar ve malzemelerle oynayamadığıma üzülüyorum. İkincisi, düşündüğüm futbolu
oynayamadığıma üzülüyorum. On sekiz yaşında geldiğim Fenerbahçe’de direk
oynamaya başladım, on dokuz yaşında milli oldum. Her şeyi çok çabuk elde ettim
ama çok çabuk da kaybettim. En centilmen futbolcu seçildim, Yapı Kredi Bankası
o zaman 1.500 lira mükafat verdi. Ben rakip futbolcuyla veya hakemle
uğraşmazdım, oyunumu oynamaya bakardım. Bir süre sonra oynadığım rakipler artık
bana sert girmemeye başlamıştı. Maçın başlarında sert girenler olurdu ama ben
kızmazdım, sonra devre arasında soyunma odasına giderken özür dilerlerdi. Ayrıca
egoist de değildim. Kaleye yaklaşırken pas verecek adam arardım, ancak
bulamazsam o zaman kaleye şut çekerdim.”
|
(Hayat) |
1963-64 sezonundan itibaren bir
yıl başka takımda, ertesi yıl Fenerbahçe’de geçecek serüveni başladı. 1963
yılının Kasım ayında Fenerbahçe’nin emektar futbolcusu Basri Dirimlili’yle
birlikte Karşıyaka’ya kiralandı. “O sene Beşiktaş’tan Şenol ve Birol, Karşıyaka’dan
Ogün alınmıştı. Atom forvet adı verilen forvet hattı kuruldu. Lefter Abi de o
hatta yer alıyordu. Ben ara sıra oynayabiliyordum ancak. Ayaklarım artık bana
itaat etmiyordu.” Buna rağmen Kasım ayında katıldığı Karşıyaka’nın oynadığı maçların
büyük kısmında yer aldı.
|
Basri ve Ergun Karşıyaka formasıyla.
(Milliyet) |
Karşıyaka’da oynadığı futbolla
göz doldurunca ertesi sezon tekrar Fenerbahçe formasına kavuştu. Ancak gelenek
bozulmadı ve eski sakatlıkları tekrarlayınca yine sadece birkaç maçta forma
giyebildi. 1965-66 sezonundaysa yurtdışından gelen bir teklifle karşılaştı ve
Avusturya ikinci liginde oynayan Klagenfurt takımına transfer oldu. Ergun
Öztuna bu transferin hikayesini şöyle anlatıyor: “Şükrü Ersoy o zaman Salzburg
takımında oynuyordu. Bir gün bana telefon etti. ‘Klagenfurt kulübü transfer
yapmak istiyor, ben de seni tavsiye ettim, atla uçağa buraya gel’ dedi. Ben o
sırada bir evlilik hazırlığı içindeydim. Sürekli sakatlıklar yüzünden de artık
futbolu bırakmayı düşünmeye başlamıştım. Şükrü Abi çağırınca Avusturya’ya
gittim. Orada bir hazırlık maçında beni denemeye tabi tuttular. Ben maça
çıktım, Şükrü Abi de sahanın kenarında sürekli koşturuyor, bağırıyor, adeta
ölecek gibi bir durumda. Benden daha çok yoruldu. Beni beğenmişler, maçtan
sonra anlaşma yaptık. Fakat oraya intibak etmekte epey zorluk çektim. O sırada
evlilik olayı gerçekleşmedi. Bir yandan da memleketi, ailemi özlemeye başladım.
Bir süre sonra annem ve kız kardeşim de Avusturya’ya geldi. Bir hafta sonu maç
için deplasmana gitmiştik. Eve döndüğüm zaman baktım ikisinin de gözü
ağlamaktan şişmiş. Bir süre sonra hepimiz oradaki yaşama alışmıştık. İlginç
anılarımız da var, televizyonu ilk kez orada izledik mesela. Sonuç olarak mutlu
bir hayatımız oldu orada ama bir sene sonra döndük.”
|
Klagenfurt formasıyla.
(Milliyet) |
Avusturya’da oynayan üç Türk
futbolcusuyla röportaj yapmaya giden Necmi Tanyolaç Ergun’la ilgili izlenimlerini
Milliyet gazetesinin 1 Ekim 1965 tarihli sayısında şöyle aktarıyordu: “K.A.C.
ikinci ligdeki en zor maçlarından birine çıkıyor, seyirciler K.A.C.nin yeni
transferinden bahsediyorlardı. Gazeteler Ergun’a ait haber ve yazılarla doluydu…
Tek kelime Almanca… bilmediği halde daha ilk maçında futbolunu alkışlattı
Klagenfurtlulara. Ergun’lu K.A.C. rakibini 4-0 yenmiş, Türk futbolcusu iki gol
atmış, iki golün hazırlayıcısı olmuş ve herkese aynı sözü söyletmişti: “Beste
Spieler” (Çok iyi futbolcu), “Beste spielmacher” (Çok iyi oyun yapıcı).”
Yurda döndükten sonra 1966-67
sezonunu Karşıyaka’da geçirdi. Ertesi sezon ilk kez 1. Ligde yer alan Bursaspor’un
formasını giydi: “Bursaspor 1. Lige çıktığı sezon oraya transfer oldum. Sabri
Kiraz antrenördü, beni o aldı Bursa’ya. Fakat 1. Ligde ilk maçımızı oynadıktan
sonra ayağı kırıldı. Onun üzerine Bursa’nın eski futbolcusu Muhtar Tunçaltan
antrenör oldu. O gelince ben takımdan kesilmeye başladım çünkü koşmamı
istiyordu. Fakat üst üste sakatlıklardan fazla koşamıyordum. Yine de Bursa’da
güzel günler geçirdim. Takım arkadaşlarım beni seviyordu.” Her şeye rağmen
yirminin üzerinde maç oynayıp dört gol atarak takımın ligi altıncı bitirmesine
katkıda bulundu.
|
Bursaspor formasıyla.
(Fotospor) |
Son yıllarıysa kendi tabiriyle “kiralık
apartman gibi” geçti. 2. Ligde oynayan Nazillispor ve Rizespor ona kapılarını
açtı: “Rize’de büyük bir coşkuyla karşılandım. Bugün nasıl ünlü bir yabancı
oyuncu ülkemize geldiğinde havaalanında büyük bir kalabalık karşılıyor, benim
karşılanmam da öyle oldu. Rize o zaman 2. Ligde oynuyor, insanların çoğu hiç
Fenerbahçe’yi seyredememiş. Ben kendi çocukluğumu düşündüm. Akhisar’dayken ünlü
biri gelse trene koştururduk hemen. O insanlar da yıllarca adını duydukları
Puşkaş Ergun’u görmeye gelmişler.” 1969-70 sezon açılışında Fenerbahçe kadrosunun
toplu olarak çektirdiği fotoğraflarda yer alsa da artık bacakları onu
taşıyacak durumda değildi. Sessiz sedasız futbolu bıraktı.
|
Ergun Öztuna (sol alt köşede) sezon açılışında.
(Fotospor) |
Futbolu bıraktıktan sonra
antrenör kursuna gitti. Seksenli yılların başında Hasan Özaydın’ın başkanlık
yaptığı dönemde amatör Çengelköy Talimhane kulübünde görev yaptı ve takımını
bir üst lige çıkardı. 1985-88 arasında A milli takımda önce Meszöly, ardından
Coşkun Özarı’nın yardımcılığını yaptı. Son görevini Schumacher’li kadrosuyla
şampiyon olan Fenerbahçe’de üstlendi: “Fenerbahçe 88-89 sezonunda şampiyon
olurken Ömer Kaner’le birlikte Veselinoviç’in yardımcılığını yaptım ama
ayaklarımdaki sakatlık futbolculuktan sonra antrenörlük yapmama da mani oldu.
Uzun süre ayakta duramıyordum, ayaklarım hemen şişiyordu ve içeri girmek
zorunda kalıyordum. O sebeple antrenörlüğü de bıraktım.”
|
Fenerbahçe genç takımının bir
maçında Çetin Güler'le birlikte.
(Çetin Güler koleksiyonu) |
Ergun Öztuna’nın yaşadığı
talihsizlikler futbol sahalarıyla sınırlı kalmadı. 1970’lerin ortasında
evlendiği eşini birkaç yıl önce kaybetti. Ardından uzun yıllar önce ameliyatla
dizlerine takılan protezler kendisini taşımamaya başladı. 2012 senesinde
Fenerbahçe kulübü onu Pendik’te bir bakım merkezine yerleştirerek Marmara
Üniversitesi hastanesindeki tedavisini üstlendi. “Dizlerimdeki protezler enfeksiyon kapmış,
artık bacaklarıma zarar veriyordu. Marmara Üniversitesinde Profesör Murat Bezer
altı ay kadar önce ameliyatla onları aldı. Bu sefer çıktıkları yerde boşluk
oluşmuş. Şimdi o boşluğun dolmasını bekliyoruz. Bir süre sonra bir ameliyat
daha yapılıp yeni protezler takılacak. Bütün bu sürece de hep Asım Hoca (Baykan) önayak
oldu. Serkan da eksik olmasın ilgisini esirgemiyor. (Görüşmeyi yaptığımız Mart
2013’te Serkan Acar henüz hayattaydı.)
|
Fenerbahçe ve İstanbulspor'da forma giymiş eski futbolcu arkadaşlarının Mayıs 2013'teki ziyareti. (soldan): Yalçın Saner,
Yılmaz Urul, Zorbay Kalkan, Bilge Tarhan, Yıldırım İper, Cemil Turan, Ergun Öztuna.
(Fotoğraf: Fethi Aytuna) |
“Hayat rüzgar gibi geçti.
Yetmiş altı yaşına nasıl geldiğimi hiç anlayamıyorum. Bu sakatlıklarım
olmasaydı Türk futboluna damga vuracaktım muhtemelen. Fenerbahçe taraftarı çok
kısa zamanda bana dünyanın en büyük futbolcusunun ismini verdi. Fakat ondan
sonra ilerlemek nasip olmadı.” Ergun Öztuna’nın böyle özetlediği yaşamı hep
mücadeleyle geçti. Son bir yıl içinde de eski günleri aratmayacak şekilde
ameliyatlar ve yoğun bir tedavi süreci yaşadı. Neyse ki ameliyatlar semeresini
verdi ve uzun bir aradan sonra yavaş yavaş da olsa tekrar yürümeye başladı. Şimdi
fizyoterapist nezaretinde tedavisi sürüyor ve bundan sonra sağlıklı bir yaşama
umutla bakıyor.
Fethi abi, ellerine, kollarına, emeğine sağlık. harika bir çalışma olmuş.
YanıtlaSilTebrik ederim.Bilmediklerimizi öğrenme fırsatımız oldu
YanıtlaSilBenim röportajımda top oyununda inancını muhafaza noktasındaki tutumlarını oruç, Cuma namazlarına eğilimleri merhametlerinin ziyadeliğini soruşturmaya dönüktü. Ergun ağabey son derece centilmen bir şahsiyet olup,en centilmen futbolcu seçilmesiyle iftihar ederdi,gurura ve kibire kapılmadığını gözlemlemiştim. O yıl hacca gitmiştim 2005 senesi idi. Hac dönüşü Uğur Mumcudaki sitede ziyaretine gidip,hurma ve zemzem getirmiştim. Gösterdiğim vefaya sonsuz teşekkürler etti.Fiemanillah
YanıtlaSil