Türkiye onun adını 1970’lerin ikinci yarısında duydu. Serpil
Hamdi Tüzün’le birlikte Beşiktaş kulübünde kurdukları öz kaynak düzeni
semeresini birkaç yıl sonra vermeye başladı. Futbol tarihimize damga vuran,
1980’ler ve 90’larda birçok şampiyonluk kazanan Beşiktaş takımında yer alan
Rıza, Ali, Feyyaz, Metin, Ziya, Sinan gibi isimler bu sistemin eseriydi.
Ardından, en küçük yaştan en üst düzeye kadar pek çok takım çalıştırdı. Hangi kategoride
yer alırsa alsın, çalıştırdığı her takım iddia sahibi oldu. Yüzlerce oyuncu
yetiştirdi. Herkes onu teknik direktörlük kariyeriyle tanıyordu ama futbol yaşamına
oyuncu olarak başlamıştı. Yaşadığı bir takım talihsizlikler yüzünden erken
yaşta futbolculuğa veda etti. Bir bakıma, başarılı bir teknik adam olarak
futbolumuza hizmet etmesinin yolunu da bu talihsizlikler açtı. Kendisiyle altı
saat boyunca yaşam öyküsünü, futbolculuk yıllarını, çalıştırdığı takımları,
yetiştirdiği oyuncuları, futbolumuzun geçmişini ve bugün içine düştüğü durumu
konuştuk. Bu sohbetin tamamı aşağıdaki satırlarda yer alıyor. Buradan itibaren
sözü Adnan Dinçer’e bırakıyoruz:
1942’de Rami’de doğdum. Beşinci sınıftayken, Eyüp’e, şimdi
oturduğumuz eve taşındık. Futbola on yaşında Eyüp’te “11 Şeytanlar” adlı bir
takımda başladım. Takımımızda on-on iki yaş grubu çocuklar vardı. O yıllarda
memleketimizde küçük çocuklarla ilgilenen bir düzen yoktu. Kendi kendimize
mahalle aralarında yetişiyorduk. Ben daha o yaşlarda kendimden büyük insanları
yönettiğimi hatırlıyorum. On sekiz yaşında bir çocuğu takımda oynatan veya
oynatmayan on iki yaşında bir çocuktum.
Adnan Dinçer (ön sırada, sağdan ikinci) ilk gençlik yıllarında Eyüp'teki mahalle arkadaşlarıyla. |
Aslında futbola geç başladığımı düşünüyorum. On yaşına
gelene kadar pek ilgim yoktu çünkü babam futbolu sevmiyordu. Rahmetli babam
okumamızı, ülkemizi sevmemizi, fedakârlık yapmamızı, aç olsak da dürüst kalmamızı
isterdi. O dönemde futbol oynayanlara haylaz çocuk yaftası konulurdu. Babam da
bundan çok korktuğu için mesafeli davranırdı. Biz de iki kardeş inadına futbolu
çok seviyorduk. Babam tornacıydı; Feshane’de, Unkapanı Köprüsünün yapımında
çalışmıştı. Doksan dört yaşında öldüğünde hâlâ okuyan bir insandı. Sonradan
babamın futbol yasağına hak verdim. Ölmeden bir süre evvel bana, “Sana top
oynama diye çok eziyet ettim ama bir gün futbolda büyük adam olacağın aklıma
gelmemişti” dedi. O dönemin zihniyetinin de bunda rolü vardı.
Işılspor adlı mahalle takımında (ayakta, sağ başta). Fotoğraf Eyüp sahasının o yıllardaki halini gösteriyor. |
Annem dikimevinde terziydi, işe gittiği zaman makineyi
açardım. Atlet alır arkasına numara dikerek forma yapardım. Şort alır boyardım.
Takım kurardım. Yaz tatilinde arkadaşlarımızla epey turnuvalara katılırdık. O
dönemde benim futbol oynamamda biraz da mahalle arkadaşlarımın rolü vardı.
Bunların üç tanesi çok önemliydi. Ahmet, Mehmet, Mahmut adında Ramili üç
kardeştiler. İnanılmaz güzel futbol oynarlardı. O zaman kendi kendimize Çapa,
Şehremini, Topkapı, Galata, Okmeydanı gibi semtlere gidip maç yapardık. Bizi
kimse yenemezdi. Bu üç kardeşten Mahmut genç milli oldu. Daha sonra Feriköy,
Altay ve Balıkesirspor’da oynadı. Mahmut Evren o dönemde Metin Oktay’dan sonra
en iyi kafa vuran oyuncuydu.
Eyüp takımı bir maçtan önce seremonide. Adnan Dinçer sağdan üçüncü. |
Öğretmenlerin yaklaşımı da ailelerden farksızdı. Futbol
oynuyorum diye notlarım kırılıyordu. Beden eğitimi hocasından başka sahip çıkan
yoktu. Eyüp Lisesi takımında ve Eyüp kulübünde oynuyordum. Eyüp takımından
hayatımda ilk defa 125 lira aylık aldım. Eve geldim, korkudan titriyordum. Takımda babamdan habersiz oynadığım için
parayı anneme verdim. “Nereden buldun bu parayı?” diye sordu. Kulübün maaş
verdiğini söyleyince bana inanmadı, gidip kulüp başkanını bulmuş. Başkan, “Amatör
ama çok başarılı. Her oyuncuya para veriyoruz, ona da aylık vereceğiz,” demiş.
125 lira o zaman çok iyi paraydı. Annem dikimevinde terzi olarak çalışıyordu,
ondan çok para alıyordum.
İleride teknik direktör olmak aklıma bile gelmiyordu çünkü
ben okumayı düşünüyordum. Babam da bunu bizim kafamıza yerleştirmişti. Futbolu
zevk için oynuyordum. Zaman içerisinde çok genç bir yaşta profesyonel oyuncu
oldum. Eyüp’te hem kaptan olarak genç takımda, hem de profesyonel takımda
oynamaya başladım. Aynı gün içinde iki maça çıktığımı hatırlıyorum. Öğleden
önce genç takımda, öğleden sonra A takımda forma giydim ve mahcup olmadığımı
düşünüyorum. Yazın üç tane maç oynadığımı da biliyorum. Yazlık maçlar oluyordu.
Sadece formanın üstünü değiştiriyordum.
Eyüp takımının kaptanı olarak Taksim'le yapılan bir maçtan önce seremonide. |
Atletik yapılı olduğum için hep fizik mücadelelere giren bir
oyuncuydum, dolayısıyla vücudumun hiç yaradan kurtulduğunu hatırlamam. Henüz on
beş - on altı yaşındayken Turgan Ece kardeşimle beni Galatasaray’a istemişti.
Ama babam izin vermedi, hatta Turgan Bey’e hoşlanmadığı bir tavır koydu. Liseden
sonra Hukuk Fakültesine devam ettim fakat ikinci sınıftan ayrıldım. 1960
ihtilali olmuştu, Harp Okuluna öğrenci alıyorlardı. Anneme babama haber
vermeden müracaat ettim ve sınavı kazandım. Askeri elbiseyi ilk giydiğim anda
zorlanacağımı düşündüm ama askeri okullarda spor çok ileriydi. Nitekim Harp
Okulu takımında oynadım. Fizik kalitelerim iyi olmalı ki beni atletizm takımına
da aldılar. Atletizm takımı hocasıyla futbol takımı hocasının benim için kavga
ettiklerini bilirim. 10 bin metre ve maraton koşuyordum. Maratonu Harp Okulunda
öğrendim, çok zor bir koşuydu. Rahmetli İsmail Akçay bizi çalıştırırdı, kendi
de koşuyordu. Sabah dört buçuk – beşte kalkar, Gazi Çiftliğine koşarak
giderdik. Fakat futbol benim için her zaman ön plandaydı. Atletizmden aldığım
temel güç bana maçlarda çok yararlı oluyordu, hiç durmak bilmezdim.
Harp Okulunda |
Üsteğmenken büyük bir vazife kazası geçirdim. O kaza sonucu
beyin kanaması geçirdim ve sağ tarafıma felç geldi. Önce Çorlu’ya sonra
Kasımpaşa Deniz Hastanesine kaldırmışlar. Gözlerimi orada açtım. Nejat Uygur’un
ağabeyi rahmetli operatör doktor Zeki Uygur beni ameliyat etti. O çok futbol
sevdalısı bir insandı. Beni ameliyat etmenin ötesinde uzun bir mücadele vererek
iki sene sonra futbola döndürdü beni. Ordu beni vazife malulü olarak emekliye
sevk etti. Bu bana çok koydu, çok sıkıntı çektim. Yeni evlenmiştim, ilk çocuğum
doğumda ölmüştü. Darbe üstüne darbe almıştım yani. Zeki Bey o anda elimden
tuttu benim ve hayata tutunmam için her yola başvurdu. Ben Allah’tan sonra onun
eseriyim.
Genç teğmen Adnan Dinçer ilk görev yeri için kura çekiyor. |
Fakat hoca olmak hiç aklıma gelmemişti. O zaman uzun bir müddet
işsiz kaldım. 12 Mart döneminde ordudan birçok subay ayrılmıştı. Ordudan
ayrıldığımı söylediğimde neden ayrıldığımı soruyorlardı. ‘Hastalık geçirdim’
dediğimde ‘Ordudan ayrılan adam benim işime yaramaz’ düşüncesiyle geri
çevriliyordum. Sınavları kazandığım halde oyalıyordu ve yine işsiz kalıyordum.
Bunun üzerine tekrar Eyüp kulübüne döndüm. Daha yaşlı, daha emektar ve olgun
bir durumda futbol oynamaya başladım. Fakat kulüpten aldığım para kısıtlı
olduğu için hayatımı temin etmek zorunda kaldım ve iki sene boyunca taksicilik
yaptım. Bunu da ilk defa açıklıyorum. Bir tek Hıncal Abi (Uluç) bilir bunu. Bir
arkadaşımın 56 Chevrolet arabası vardı, onunla taksicilik yaptım. Ama çok mutlu
günlerim geçti. Taksi kullanıyor, ardından antrenmana çıkıyordum.
Küçük Çekmece Lisesindeki beden eğitimi öğretmenliği yılları. |
Eyüp’te takım kaptanlığı yapıyordum. 1971-73 yılları böyle
geçti. Futbolu bırakana kadar orada oynadım ama o sıralarda birden kafamda bir
soru oluştu: Hayat bana bu darbeyi vurduğuna göre futbol benim nasibimse niye
tekrar futboldan hayatımı kazanmayayım? Oyunculuğumun son yılları topa hiç kafa
vurmadan geçti. Ondan sonraki yaşamım boyunca da bu böyle devam etti. Oysa
geçmişte çok kafaya kalkan bir oyuncuydum, kafa üstünlüğüm vardı. Arkadaşlarım da benim durumumu bildiği için o
pozisyonları onlara bırakıyordum. Deparım kuvvetli olduğu için kenardan oynayıp
orta yapıyordum. Herhalde çok başarılı oldum ki bütün on birlerde yer
alıyordum. Zaman içinde bu işi daha ciddiye almam konusunda umut belirdi bende.
Yani futbolu laf olsun diye, sağlığıma kavuşayım diye oynarken daha ciddiye
almaya başladım.
Küçük Çekmece Lisesi basketbol takımını çalıştırırken. |
Aynı sıralarda Küçükçekmece Lisesinde beden eğitimi
öğretmenliği de yapıyordum. Bu görevi on sene boyunca sürdürdüm. Beden dersinden
rekor sayıda öğrenciyi ikmale bıraktım. “Bu bir derstir ve size lazımdır,”
dedim. Sınıfta bırakma niyetinde değildim elbet ama ciddiyet gösterdim.
Müfettiş gönderdiler ama sonunda çok kredi kazandım. Özgüvenim iyice arttı.
1973’te Ankara’da kurslara yazıldım. Yüz kişi arasında yirmi beş kişi aldılar
ve ben de seçildim. Benim gittiğim dönem çok zor bir dönemdi. O zamanki kurs
arkadaşlarım Mahmut Evren, Şener Dal, Abdülmetin Kocaoğlu, rahmetli Candan
Tarhan, İzmirsporlu Turgay Meto gibi ünlü futbolculardan oluşuyordu. Doğan
Andaç’la da orada tanıştım. Doğan Hoca, “Niye bu işi yapmak istiyorsun?” dedi.
Öykümü kısaca anlattım ona. Dinleyince hayranlıkla kabul edip, “Bu ne irade ve
futbol sevgisi, ben senin gibi futbolu seven bir adam görmedim,” dedi. Orada Serpil Hamdi Tüzün’le tanıştım. Henüz
iki senelik genç bir teknik direktördü. Genç milli takımı çalıştırmıştı. Orada
bize taktik dersine geldi ve tanıştık kendisiyle.
1975’te B, 1978’de A kursunu ve 1979’da teknik direktör
kursunu bitirdim. Ben aslında antrenörlüğe okul takımında, Küçükçekmece
Lisesinde başlamıştım. Resmi olarak ilk çalıştırdığım kulüp Süleymaniye Sirkeci
idi. Takımda Galatasaray’dan gelen, benim de Eyüp genç takımından tanıdığım
Doğan, İstanbulsporlu Arap Hasan, santrfor Ata, sağaçık Cengiz gibi iyi
oyuncular vardı. Hepsinin yaşı benden büyüktü. O sırada bir yandan Eyüp’te top
oynuyor, bir yandan da Süleymaniye’yi çalıştırıyordum. Takım kötü durumdayken
iyi seviyeye gelmişti. Derken 1. Amatör kümede Eyüp takımı Şafakspor’a hoca
oldum. Bunlar kimsenin bilmediği hoş anılar.
Sonra Serpil Hoca 1975’te beni çağırdı. Beşiktaş’ta Mehmet
Üstünkaya’nın yeni bir futbol okulu açtığını ve sorumluluğu üstlendiğini
söyledi. Benim de okulda çalışmamı istedi. Ben de kabul ettim. Serpil Hoca’yla
şöyle bir anlaşma yaptık: yağmur, çamur, kar, kış, kıyamet ne olursa olsun Türk
gençlerini çalıştıracağız ve Avrupa düzeyinde futbol oynatacağız. Biz üstün
yetenekleri olan bir milletiz, biraz çalışma disiplini noksanlığımız var. Doğru
eğitim verilmemiş. O halde biz doğru eğitim vereceğiz. Her türlü şarta
katlanacak futbolcularla çalışacağız. İşte böyle çıktık yola. Başlangıçta çok
az öğrencimiz vardı ama bir senede bütün İstanbul’da duyulduk. İki sene içinde
Türkiye’nin en iyi takımı olduk.
Bu başarı bizi profesyonel takıma getirdi. Aynı zamanda
altyapıda çalışmaya devam ediyorduk. Dünyada eşi benzeri duyulmamış bir olaydı
bu. Öz kaynak düzeniyle üstyapı müşterekti o zaman. Fakat 1979 senesinde
ayrılmak zorunda kaldık oradan. Aslında ben ayrılmak zorunda değildim. İki
yıllık anlaşmanın sonunda Serpil Hoca’nın görevine son verdiler. Gençlerin oynadığı
sene kritik bir süreç yaşıyorduk. Profesyonel takımı çok kuvvetli yapmıştık.
Mehmet Ekşi’yi, Necdet’i, Bora’yı, Samet’i, Akif’i almıştık. Fakat lig çok iyi
giderken gençlerle büyükler arasında bir çekişme yaşandı. Antrenmanlarda bile
bir ayrım oluyordu. Bu kaliteli takım kaliteli oynamamaya başladı. Gençler
sindirilmek istendi. Ama sonra biliyorsunuz o gençler yirmi sene boyunca
Beşiktaş’ı uçurdu. İşte böyle Serpil Hoca’nın görevine son verildi. Onun
bıraktığı gece ben de bıraktım çünkü bir dakika daha duramazdım, işin
başlangıcında birbirimize söz vermiştik. Aslında benim bırakmamı istememişti. “Çok
öğrenci yetiştirdik, sen devam et, onlara sahip çık,” dedi. Fakat bu dava
meselesiydi. Sıradan bir kulüpte geçici bir görev olarak algılamadım olayı ben.
Orada bir devrim yapıyorduk aslında. Süleyman Seba genel kaptanımızdı, istifamı
kabul etmedi. Gazi Akınal başkanımızdı, kabul etmedi. Beni birkaç kez
toplantıya çağırdılar. Ama kararımdan vazgeçmedim.
Oradan ayrılınca 2. Amatör kümede oynayan Yeşilköy’de bir
futbol okulu açtım ve ideallerimi orada gerçekleştirmeyi hedefledim. Herkes
bana deli dedi. Ama hayatımın en başarılı olaylarından biri oldu o benim.
İnanılmaz çocuklar yetiştirdik. Suat Kaya, Erkan, Erhan, Cüneyt gibi birçok
çocuk eğitimini orada tamamladı. Sinan ve Rıza da bana geliyordu o zaman. Ben
onları almak istemedim, Beşiktaş’ta oynayacaksınız dedim. Fakat onlar
Beşiktaş’ta eğitim bitti dediler. Onların ara antrenmanlarını takip edip
yönlendirmeseydim, büyük bir olasılıkla Beşiktaş onlardan yararlanamayacaktı. O
sene Yeşilköy sadece beş gol yiyip namağlup olarak 1. Kümeye çıktı. Genç takım
İstanbul şampiyonu oldu.
Yeşilköy |
Rıza Çalımbay geçenlerde Beşiktaş’a nasıl seçildiğini
anlatmış. Üç kere gelmiş, seçilememiş. Üçüncüde ben seçmişim. Sonra milli takımda
da oynattım onu. İlk başlarda evine gidip babasıyla tartışmışlığım bile vardır.
Çocuk gelmiyor çalışmalara, yok ortada. Babası kapıcıydı, çalışırken kendisine
yardım etmesini istediği için göndermiyormuş. Bakkal Hasan Efendi diye
Karadenizli biri vardı, futbol hastası. Ona sordum Rıza’nın evini. “Hocam bu çocuk futbolcu olur mu?” diye
sordu. “Olur tabii ama muntazam çalışması lazım,” dedim. O zaman Rıza daha 13 yaşındaydı.
Ben öyle konuşunca, Hasan Efendi “Rıza’yı yanıma çırak yapacağım, siz antrenman
programını bana verin, ona göre göndereceğim,” dedi. O adamın desteğiyle biz
Rıza’yı futbolcu yaptık.
Maçlarımı takip eden, yazan çizen birkaç futbol adamı vardı.
Bunlar beni milli takıma tavsiye etti.
Sonuçta milli takımın yapılanması bana bırakıldı ve Türkiye’de ilk defa
14-16 yaş takımını kurdum. UEFA’ya yazıyı ellerime yazdım ve katılmasını
sağladım. Başlangıçta Doğan Andaç hocam başta olmak üzere antrenörler bana
karşı çıktı. Türkiye’de bu yaş grubunda milli takım olmaz dediler. Onlarla
mücadele ettim, bana çok tavır koydular. Garip bir tecelli, daha sonra 14-16 yaş
milli takımını Doğan Andaç da çalıştırdı. Altyapı konusunda Yılmaz Tokatlı’nın
bana çok büyük desteği oldu, yaptığım işlerin hepsini onayladı. Hiç kimseye
genç milli takım kamplarını kapalı tutmadım. Kendine güvenen, ‘ben milli
takımda denenmek istiyorum’ diyen oyuncuyu da milli takım kampına aldım. Mesela
Avcılar’da oynayan Feyyaz bu şekilde geldi milli takıma ve direkt olarak Balkan
şampiyonasında santrforum oldu. 60 model Opel’ime binip bütün Türkiye’yi
aylarca taradım. Takıma aldığım ilk oyuncu Kocaeli bölgesinden Metin Tekin
olmuştu. Açık tribünlerde, tanınmamak için kamuflajla maç izliyordum.
Genç milli takımın bir maçında öğrencisi Mahmut ile. |
Aynı zamanda amatör ve ümit milli takımın da hocasıydım.
Takımı Akdeniz Oyunlarına ve Olimpiyatlara hazırlıyordum. Rıdvan’lar,
Sercan’lar hep benim öğrencimdi. Genç milli takımda Tanju, Metin, Feyyaz,
Altay’dan Erdi, Turgut, kaleci Hayrettin, Fenerbahçe’den Mahmut,
Galatasaray’dan Orhan, Sarıyerli Feridun, Almanya’dan Uğur Tütüneker, Burak
Dilmen, Hollanda’dan Adnan Gülek – daha sonra Antalyaspor’da takım kaptanım
oldu ‒ hepsi benim çalıştırdığım o milli takımın oyuncularıydı. 1960’larda
çalışmak için Avrupa’ya giden ailelerin çocukları o dönemde 17-18
yaşlarındaydı. Bunlardan yararlanmak gerektiğini federasyona söyledim. O
çocukları yurda getiren ilk kişilerden biriyim. Sonuç olarak, genç milli takım
Avrupa finallerine gitmek için Kıbrıs’ta kamp yaptı. Ankara’da Harp Okulu ile
hazırlık maçı yaptık. O maçtan sonra Finlandiya’ya gitmek için yola çıkmak
üzereyken görevden alındım. Üstelik başarılarımdan ötürü A milli takımın başına
getirilmiştim. Yani sadece 24 saat süren bir A milli takım hocalığım var. Ben
görevden alındıktan sonra federasyon da yıkıldı. Neden görevden alındığıma dair
açık bir gerekçeyi o günden beri öğrenemedim. Sadece Cumhuriyet gazetesinde
yazdığım için görevden alındığım söylendi.
1975'ten beri aralıksız olarak yazdığı Cumhuriyet spor servisi çalışanlarıyla bir yemekte. Masada İsmet Berkan, Gürcan Bilgiç, Abdülkadir Yücelman, Yalçın Bayer gibi isimler dikkat çekiyor. |
Milli takımdan
ayrıldıktan sonra ilk profesyonel kulübüm Samsunspor oldu. Büyük transferler
yaptığı halde sonuncu olan bir takımı aldım. Genç milli takımdan öğrencim olan
Yolspor’un amatör futbolcusu Tanju ilk defa orada forma giydi. 18 yaşını Kasım
ayında orada doldurdu ve Mersin’e iki gol attı. Başta oyunculara şu ültimatomu
vermiştim: ya bu çalışma temposuna uyacaksınız, ya da yok olacaksınız. Kırk yaşındaki
Adem buna uydu ve onu santrfor olarak oynattım. Bir yanda 18 yaşındaki Tanju,
diğer yanda kırk yaşındaki Adem. Bu çok önemli bir mesajdı. Şöyle
düşünülüyordu: Adnan Hoca gençlerle çalışıyor, yaşlı oyuncuları oynatmaz. Oysa
ki ben çalışan oyuncuyu oynatıyordum. O zamanlar dünyanın en üst düzeyde futbol
oynayan takımı Ajax’tı. O takımın temposu, oyun anlayışı beni çok cezp etmişti.
Biz de ona benzer bir ekol yaratmaya çalışıyorduk. Türk futbolcusu top rakibe
geçtiği zaman topa bakan, birilerinin topu almasını bekleyen ya da rakip hata
yapınca topu kaparım düşüncesiyle hareket eden, tembel bir oyun oynuyordu. İşte
bunu kaldırıp top rakipteyken savunmayı, kazanıldığı zaman da hücum etmeyi,
yani total futbolu öğrettik. Kovacs’ın dünyaya öğrettiği futbol buydu.
Antalyaspor’a takım çok kötü bir durumdayken gittim. İkinci
yarıda başına geçtiğim takım, sadece ikinci yarıda kazanılan puanlar göz önüne
alındığında, o sezon şampiyon olan Fenerbahçe ve ikinci olan Beşiktaş’ın
ardından üçüncü durumdaydı. Ama Antalyaspor küme düştü. Bunun üzerine başkan
görevi bıraktı, ben bırakmadım. Parasızlıktan Mehmet Ekşi, Haluk, Fuat gibi
yıldız oyuncular takımdan ayrılmıştı. Kendi yetiştirdiğim gençleri İstanbul’dan
alıp Antalya’ya götürdüm. Şehirde büyük tepki oldu. Fakat o Antalyaspor
namağlup şampiyon olup 1. Lige geri döndü.
1985-86 sezonu 2. Lig şampiyonu Antalyaspor. |
Rasim Kara Beşiktaş’ta futbolu daha yeni bırakmıştı. Beni
aradı, “Hocam senin yanında çalışmak istiyorum,” dedi. Kursa gitmediği için
resmen antrenörlük yapamazdı. “Seni kaleci olarak alırım, oynatmam ama hazır
tutarım,” dedim. Böylece onu kaleci antrenörü olarak aldım. Hakikaten o da iyi
çalıştı. Ben kaleci antrenörlüğünü Türkiye’de yerleştirmek istiyordum.
Avrupa’nın birçok ülkesinde kalecileri bu antrenörler çalıştırıyordu. Oysa
Türkiye’de başkanın boşluğunu doldurmaktan oyuncu transfer etmeye kadar her şey
teknik direktörden bekleniyordu. Doktor bir futbol takımının en önemli
unsurlarından biridir. SSK hastanesinden Dr. Bekir Kumbul’u kulübe aldım. Daha
sonra CHP’den milletvekilliği ve Antalya belediye başkanlığı yaptı. Burak
Yılmaz’ın babası Fikret, takımımda kaleciydi. Evlenmesinde ön ayak olup nikah
şahitliğini yapmıştım. Daha ilginci, 2003-4 sezonunda Burak’a da hocalık
yaptım. Herhalde kendi evlendirdiği bir adamın oğlunu da çalıştıran dünyada başka
bir hoca yoktur.
Antalyaspor'un yedek kulübesi. Adnan Dinçer'in iki yanında Rasim Kara ve Dr. Bekir Kumbul. Sol başta kaleci Fikret Yılmaz. |
Üçüncü sene yine devam ettim. Takımlarda 85-90 arası dönemde üç yabancı
oynayabiliyordu. O zamanlar Yugoslavlar revaçtaydı. Bir açıklama yaptım. Benim
çalıştırdığım takımda yabancı futbolcu olmayacak, kendi yetiştirdiğim Türk
çocuklarıyla devam edeceğim dedim. Yine başarılı bir şekilde yolumuza devam
ediyorduk fakat sezon ortasında görevden alındım ve Antalyaspor küme düştü. Beş
sene takım 2. Ligde oynadı. Beş sene sonra yeniden davet edildim. Bir süre
sonra benim yerime İstanbul’dan sevdiğim bir arkadaşım geldi, şimdi rahmetli
oldu. O sene çok başarısız geçince tekrar bana döndüler. Ben o takımı tekrar 1.
Lige çıkardım.
Rüştü’yü buldum o zaman. Daha hazır değildi. Onu oynar
duruma getirdim. Rüştü o sene bir trafik kazası geçirdi ve ölümle pençeleşti. Yüzü
yara bere içindeydi, kalça kemiği çıkmıştı. Artık futbol oynayamaz diye rapor
verdiler. O kazada Levent öldüğü için Rüştü Antalya’da istenmeyen adam olmuştu.
Artık futbolu bırakmıştı. Ben kaza geçirdiğim zaman Doktor Zeki Bey’in bana
aşıladığı korkmama duygusunu, enerjiyi ben de Rüştü’ye aşıladım. Bir sene
ortadan kaybolmuştu. Sonra tekrar idmanlara geldi. Fakat bir gün yardımcım
Çetin Aykut, “Rüştü’yle devam edemeyeceğim, çok isteksiz,” dedi. Antrenmanlarda
kenarda oturuyormuş. Çağırdım, konuştum. “Ben artık kaleci olamam, idmanlara
çıkmak istemiyorum,” dedi. Bırakmadım peşini, yavaş yavaş fizik kalitelerini
arttırmaya başladım. Kendi başımdan geçenleri anlattım. Sonunda, “Hocam beni
siz çalıştırırsanız gelirim,” dedi. Kaleci antrenörüne rağmen ben başladım
çalıştırmaya. Rüştü’yü sürekli motive ede ede, futbola döndürdük. Önce Beşiktaş
yöneticilerine önerdim onu, fakat ısrarıma rağmen oynayamaz raporu yüzünden
almadılar. O zamanki Fenerbahçe başkanı Hasan Özaydın’a gittik. “Alın bu
çocuğu,” dedim. “Hocam, sakat olduğuna dair raporlar var, Beşiktaş almadı,”
dedi. Ben “Çocuğun bir şeyi yok, ben çalıştırıyorum,” diye ısrar ettim. “Peki,
kefil olur musun?” diye sordu. “Evet, olurum,” cevabını verdim. Ondan sonrasını
herkes biliyor zaten. Rüştü’yle ilgilenmesem bugün muhtemelen başka bir
meslekteydi.
Antalyaspor'un şampiyonluk kutlamaları. |
Hafize Yanar diye bir kız öğrencimiz vardı. Ben takımı çalıştırırken
Atatürk Stadında atletizm idmanı yapardı. Futbola çok meraklıydı, devamlı benim
antrenmanlarımı izlerdi. Daha sonra top oynamaya başladı. Büyüyünce ona
akademiyi tavsiye ettim. Orayı bitirdi. Adana’da bir profesyonel takımda top
oynadı. Son kez Antalya’ya gittiğimde onu ilk bayan antrenör olarak takıma
aldım. Fakat çok büyük tepkiler aldım. Kulüp başkanı bile “Bu kızın resmi
benden daha çok çıkıyor,” dedi. Şu anda Hafize Türk futboluna kazandırılmış üst
düzeyde bir antrenör.
Kahramanmaraş 1. Ligdeyken çalıştırdım. “Çoluk çocuk” diye
tabir edilen takımla Fenerbahçe elimizden zor kurtuldu, maç 0-0 bitti.
Galatasaray’la Neuchatel maçının üç gün öncesinde oynadık. Erman Toroğlu’nun
yönettiği maç 1-1 bitti. İki golümüz ofsayt diye sayılmadı. Zonguldak’tan
Muammer’i almıştım, o ağabeylik yapıyordu takıma. Onun dışında herkes gençti.
Santrfora Abdullah Avcı’yı almıştım. Galatasaray genç takımından Ahmet Genç’i
aldım. Belçika’dan Selman adında 17 yaşında bir çocuğu aldım. Galatasaray’ın
sahasında kendim de oynayarak üç tane Brezilyalı seçtim. Aslında iki yabancının
maçta oynamasına müsaade vardı. Fakat bunlar birbirinden ayrılamıyordu.
Başkana, “Üçünü de sırayla oynatırım, ayırmayalım,” dedim. Barbosa orta saha,
Miranda sağ ve sol kanat, Vinicius santrfor oynuyordu ki, çok iyi bir
santrfordu. Miranda da çok iyi bir oyuncuydu. Şimdi menajerlik yapıyor,
milyarder oldu. Ara sıra arar beni, bana “Baba,” der. Miranda ailesiyle,
Barbosa ailesiyle benim evime sığındı. Çocukların paraları ödenmedi, o kadar
kötü günler yaşadık.
Bobby Robson ve Derwall’den gördüğüm iyiliği kimseden
görmedim. O sene şampiyon olmuştum. Kendimi geliştireyim diye transfer paramın
büyük bölümünü harcayarak yurt dışına gittim. İngiltere’de Bobby Robson’la
birlikte çalıştım. Bana “Türkiye senin değerini bilmiyor, bizim ülkemizde
olsaydın dünya çapında bir adam olacaktın,” demişti. Beni İngiliz Futbol
Federasyonu bünyesine katacaktı. Ben o sene Emlakbank Eyüp’ü çalıştırıyordum ve
2. Ligde şampiyonluğa oynuyorduk. O sırada ikinci beyin ameliyatını geçirdim, o
yüzden gitmek kısmet olmadı. Tam son kursuma rastladı, yeni bir ölüm tehlikesi
atlatmıştım. Kafamdan beş buçuk santimlik bir kist alındı. İlk ameliyattan
sonra beyne saplı kalan küçük bir kemik parçasının etrafında kist oluşmuş,
ikinci ameliyatta onu aldılar ve tekerlekli sandalyeye mahkum olacağımı
söylediler. Fakat azmim sayesinde yeniden futbola döndüm.
İngiltere'de federasyona ait futbol okulunda Bobby Robson'la. |
Her gittiğim kulüpte başarılı olmama rağmen ayrıldım. Şimdi
bunu düşünüyorum da ayrılmak zorunda bırakıldım. Düşünün, çok başarılıyken bir
takım nedenlerle eserleriniz elinizden alınmaya başlıyor. Size karşı olanlar
aynı zamanda, olay ortaya çıktıktan sonra sizin güzel işlerinize talip
oluyorlar. Kötüyken kimse ilgilenmiyor ama iyiyken onlar geliyorlar, bir
şekilde lobiler, siyaset, belediye, medya, arkadaşlar vs. vasıtasıyla işinizi
elinizden alıyorlar. Böyle çok olay geldi başıma ve maddi anlamda da büyük
kayba uğradım. Hiçbir kulüpte doğru dürüst paramı aldım diyemem.
İkinci beyin ameliyatından hemen sonra Eyüp Stadında takımının başında sahaya çıktığında Hıncal Uluç'la. |
Sefa Sirmen başkanlığındaki Kocaelispor’a gittim. İlk idmanda
futbolculara E-5’i gösterip, “Bu yol nereye gider?” diye sordum. “İstanbul’a
gider, Gebze’ye gider,” diye cevap verdiler. “Hayır, bu yol Avrupa’ya gider,”
dedim. “Bugün burada işe başlıyoruz, siz Avrupa’da top oynayacaksınız,” dediğim
zaman bana inanmadılar. Sonuçta onları Avrupa’ya götürmek Güvenç Kurtar’a nasip
oldu. Ben o takıma Saffet Sancaklı, Tuncay, Bülent, Halil İbrahim gibi isimleri
almıştım. Bunlar sonra Fenerbahçe’ye gitti. Saffet’i almak istediğimde Sefa Bey
bana, “Saffet Sarıyer’de iyi oynayamıyor, bizde oynayabilir mi acaba?” diye
endişesini belirtti. Sefa Bey’le geçen sene bir düğünde karşılaştığımızda, “Hocam
Saffet’i büyük takımlara satarak elde ettiğim bütçe sayesinde yıllarca
Kocaelispor’u yönettim,” dedi. İkinci yıl için kontrat imzalamıştım, bir saat
sonra kontrat bozuldu. Kocaelispor’dan aldığım parayı iade ederek ayrıldım.
En zor günlerde Diyarbakır’a gittim. Futbolculara para
verilmediği için aldığım parayı iade ettim. Hasbi Menteşoğlu ile çalıştım,
transfer parası da dahil 1 kuruş almadım. Ben Samsunspor’dan ayrıldıktan sonra
paramı İstanbul’da Yılmaz Ulusoy verdi. Kendisiyle o gün tanıştım. Bir Samsunlu
olarak verdiğim hizmetten ötürü bana teşekkür etti ve transfer paramı verdi. O
sezon 2. Ligde oynayan Sarıyer’e gittim. Takımı play-off maçlarına soktum. Yedi
sekiz maç kala yerimi Yılmaz Vural’a bıraktım. O zamanlar “Adnan Hoca bıraktı”
diyorlardı. İnsan şampiyonluğa giden takımını bırakır mı? Güngören’i şampiyon
yaptım, ertesi gün kutlamalara gittim, başka hoca almışlar. Çorluspor’u
şampiyon yaptım. Türkiye’de iki tane takım 3-5-2 oynuyordu o zaman; biri
İviç’in Galatasaray’ı, diğeri Çorluspor. O takımla rekorlar kırdık.
Fenerbahçe altyapısını çalıştırdığı dönemde yönetici Hüsnü Çil'le bir basın toplantısında. Adnan Dinçer'in yanında TRT spor müdürü Kemal Deniz. |
Çorlu’dan sonra Fikret Arıcan’ın başkanlığı, Hüsnü Çil’in
yöneticiliği döneminde Fenerbahçe’ye transfer oldum ve kulübün altyapısını
kurdum. O sırada aynı zamanda Spor Akademisinde hocaydım. Karşı koymalara
rağmen akademiden yardımcılarımı alıp Fenerbahçe’nin gençlerini eğittim. Bu
semtin (Eyüp) takımının yıllarca formasını taşıdım. Eyüpspor 2. amatör
kümedeyken kapanmasını önledim. Altınay maçına takımı çıkaran bendim. Üç gün
içinde ikisi kaleci, bir de ben üç, toplam on kişilik bir kadroyla sahada yer
almasaydık Eyüp kulübü yasal olarak kapanıyordu. O takım şampiyon oldu. Sonra
3. Lige, ardından 2. Lige çıktık. Hem Fenerbahçe’yi, hem de yardımcım Metin
Tükenmez ile birlikte Eyüp’ü çalıştırıyordum. Rahmetli Hüsnü Çil o zaman
Fenerbahçe yöneticisiydi. Kendi semtime yardım etmek için Ondan rica ettim, o
da kabul etti.
Fenerbahçe altyapısının seçmeleri için Burhan Felek Stadında toplanan anne-babalara konuşma yaparken. |
Derwall Türkiye’ye geldiği zaman Galatasaray beni onun
yardımcısı yapmak istedi. Bütün şartlarda anlaştığımız halde kontrat imzalamak
üzere Alp Yalman’ın işyerine gittiğim gün saatlerce bekletildim. Bunun sebebini
sorduğumda, “Sizi tanımıyorum,” diye bir cevapla karşılaştım. 1984-85 sezonunun
ortasında Antalyaspor’u çalıştırmaya başladığımda İstanbul’da Galatasaray’ı 2-1
yendik.
Antalyaspor'un İstanbul'da Galatasaray'ı 2-1 yendiği maçtan sonra. |
Yakın zamanda Küçükköy kulübüne gittim. Küme düşüyorlardı,
ikinci yarı patlama yaptık. Oradan 2004’te tekrar Antalya’ya döndüm. Başkan
bayan hoca almamı eleştirince bıraktım. Sonra döndüm buraya, Alibeyköy kulübü rica
etti, semtimiz. Aldığımda sonuncuydu, ligi ikinci bitirdik. Ertesi sene devam
etmemi istediler. İlginç bir durum oldu, Kasımpaşa’yla yapılacak ilk maça
çıkamadım. Benim imzaladığım kontratımı, evraklarımı yok etmişler, federasyona
göndermemişler.En son iki sene evvel Eyüp’te sportif direktör olarak göreve
başladım. Önceden kurulmuş bir yönetim vardı. Teknik direktörlüğü Nevruz Şerif
yapıyordu ki, çok takdir ettiğim bir oyuncudur. Sportif direktör anlayışım
farklı olduğu için hiç karışmadık. Maksat yönetimle oyuncular arasında köprü
olmaktı. Altı ay boyunca Eyüp Stadında gece gündüz bir müteahhit gibi çalıştım.
Stadı bugünkü haline getirdim. Altı ayda altı kuruş almadım. Altıncı ay
biterken bir sabah başkanın talimatıyla görevime son verildi.
Kulüpleri yönetenler ya da teknik direktörler hep
kendilerini geçici olarak görüyorlar. Oysa ben ölene kadar o andaki kulüpte
çalışacakmışım gibi hazırlarım kendimi. Bir yandan da yarın hayatta
olmayacakmış gibi hazırlıklı davranırım. Bu benim felsefem. Ben şimdi yeni bir
kulüp alsam, ölene kadar o kulüpte kalacakmış gibi çalışırım. Açıkçası ben
başarıya doymayan, ama başarıya doğru yoldan, sahadaki terimle, emeğimle giden
bir insanım. Zaman zaman rakiplerimiz bize çok kritik yerlerde darbeler vurdu.
Robson'ın önayak olmasıyla Avustralya'ya giden küçük oğlu Onur ile. |
Bugün Türk futbolu Avrupa’dan seçilen oyuncular dahil
aldatılıyor. Menajer denilen bir takım diplomasız adamların eline düşmüş
futbolumuz. O menajerlerin eline düşmüş, kul köle olmuş idarecilerin kulüp
paralarını sorumsuzca harcayıp kulüpleri borç batağına soktuğu bir dönem
yaşıyoruz. Devlet buna el koyup eğitim hamlesini başlatsa emin olun biz
Avrupa’ya futbolcu satarız. Messi doğal yeteneklerinin üzerine Barcelona’da
koyduğu eğitimle büyük futbolcu olmuştur. Türkiye oyuncu yetiştirmeli, yetişen
oyuncudan onu yetiştiren kulüp de pay almalı. Eteğimizdeki taşları dökmezsek
futbolumuzu düzeltemeyiz. Yanlışlarımızı da doğrularımızı da dürüstçe
konuşmamız lazım. Bugün kimse futbol konuşmuyor, futbol dışı olayları
konuşuyor. Bugün dünyanın her yerinde geçerli UEFA pro lisansım olduğu halde
hiçbir yerden teklif gelmiyor. Ben enerjimden hiçbir şey kaybetmedim. Uygun
koşullar olduğu takdirde kırk sekiz saat içinde takım kurup şampiyonluğa
oynatacak kadar iddialıyım. Ama mahkeme kapılarına düşen bugünkü sistem beni
içine almıyor.
Adnan Dinçer, hocayı daha iyi tanıtan bu yazıyı hazırlıyan Fethi Aytuna'yı kutluyorum.Dört dörtlük bir yazı olmuş.
YanıtlaSilMüthiş bir yazı olmuş teşekkürler, emeğinize sağlık...
YanıtlaSilSn.Adnan Dinçer yada başka bir deyişle Adnan Abi(Zira Eyüp'ten abimizdir)tam bir futbol emekçisi,aydın bir spor adamıdır.Maalesef ülkemizde değeri bilinememiştir.Avrupa'da olsa eminki Kovacs,Bill Shankley,Mat Busbay,Alex Ferguson gibi efsaneler arasında yer alırdı.Bu inanılmaz fenomen ile kısa bir sürede olsa aynı takımda(Eyüp Spor)oynama şerefine nail oldum.Uzun ,sağlıklı ve Futbol dolu bir yaşam dilerim Adnan HOCA.
YanıtlaSilküçük çocukken eski Antalya Atatürk stadında maçlara bedava girerdim, tabi biz sadece futbolcuları bilirdik.farkında olmadığımız birisiymiş çocukluğumuzda Adnan Dinçer.Hocam Allah sağlıklı uzun ömür versin sana, çocukluk sevinçlerimizin mimarlarından biriymişsin.
YanıtlaSil2017 ekim ayında Adnan Hoca ve eski futbolcularla yapılmış belgesel programı TRT ekranlarında izleyeceğiz.Yukarıda fotoğrafta görülen Bakırköy,Samsun,Kocaeli,Antalyasporda oynamış genç milli Mahmut da yer alacak.
YanıtlaSil