Üç yıl önce Dinyakos başlığı
altında bu sayfalarda yazmaya başlayarak ellili, altmışlı senelerde bu
ayakkabılarla toprak veya çamur sahalarda top koşturan futbolcuların hayat
hikâyelerini yansıtmaya çalıştım. Zannediyorum artık unutulmaya yüz tutmuş olan
Dinyakos isminin tekrar hatırlanmasına, genç kuşaklar tarafından öğrenilmesine
küçük bir katkım oldu. Ne var ki, imal ettiği ayakkabılar futbolcular
tarafından kendi adıyla anılan ve böylece adeta marka haline getirilen usta
hakkında hemen hiç bilgi yoktu. İstanbul’un Rum sakinlerinden olan ustanın
Tarlabaşı’ndaki dükkânını çıraklarına devredip Yunanistan’a göçtüğü ve Atina’da
hayata veda ettiği biliniyordu. Eski futbolcular arasında yaptığım
“soruşturmada” yetiştirdiği birkaç isimden de sadece İbrahim Yöney’in hayatta
olduğunu öğrendim. Hâlihazırda Yalova’da yaşayan İbrahim Usta, hem ustası
Dinyakos hakkında bildiklerini hem kendi hayat hikâyesini anlattı:
“1937 Bandırma doğumluyum. İki
yaşındayken babam ölmüş. Dayımın yanında kalıyorduk Bandırma’da. Annem İstanbul’a
gidelim dedi. Hacıhüsrev’e gelip yerleştik. Şimdi orası çok kötü ün yapmış
durumda ama biz o zamanlar kapımız açık yatardık. Hiçbir hırsızlık olmazdı. Hayat
şartları zorlayınca sekiz yaşında Dinyakos ustanın yanına çırak olarak girdim.
İlkokulu da daha sonra dışarıdan bitirdim. Ustanın yanına önce Rahman Abi gelip
ortak olmuştu. Bir ara Feriköy’de bek olarak oynamıştı. O sonra İzmir’e yerleşti. Ardından hanımıyla
birlikte Samsun’a gitti, orada vefat etti. Sonra Hüseyin Abi çırak olmuştu
ustaya benden evvel. Sonra ben geldim. İngiliz sefaretinden hemen
aşağı indin mi Ömer Hayyam yokuşunun altındaydı bizim dükkân. Aslında bizim
dışımızda da futbol ayakkabısı yapan çok ayakkabıcı vardı. Eminönü’nde Şaban
Topkanlı, Kemal Vardar, Mario Gabay, daha bir sürü dükkân vardı. Onların da
kendi çapında kalfaları vardı ama en iyisi bizim ustaydı. Karagümrük’te Galon
Turan vardı, sivil ayakkabı yapardı. Bizim usta ayakkabıların ıstampasını ona
vermişti, o da kramponlu ayakkabı yapmaya başladı. Bizim yanımızdan çıkan
kalfalar da vardı. Hepsi zamanla bıraktı, kimisi kadın ayakkabısına döndü.
Bayrampaşa’da Pele Spor vardı. Hatta bazen ben yetiştiremezdim, onlara sipariş
verirdim.”
İbrahim Yöney gençlik yıllarında meşhur dükkânın önünde. |
“Dinyakos ustanın esas adı
Todori Korfiadis idi. Bildiğim kadarıyla ailesi Dino adasından geldiği için
Dinyakos deniyormuş. 6-7 Eylül’den sonra pek çok Rum Yunanistan’a gitmişti.
60’lardaki Kıbrıs hadiseleri sırasında da kalanların büyük kısmı gitti. Usta da
gitti o zaman. Atina’ya yerleşti ve aynı işi orada sürdürdü. Hatta bana oradan çivi
yollardı. Gogo lakaplı oğlu da Beyoğluspor’da oynardı. Asıl ismi Yorgo’ydu. Dinyakos
usta horoz dövüştürmeyi pek severdi.”
Dinyakos usta (çizgili kravatlı) bir düğünde kalfalarıyla birlikte. |
“Çıraklığa önce yamuk çivileri
düzelterek başladık. Sonra yavaş yavaş ayakkabı yapmaya da başladık. Usta
burunları tuttururdu, sonra bize verirdi. Şöyle yapacaksın filan diye
gösterirdi. O şekilde öğrendik bu işi. Beykoz kundura fabrikasına giderdik.
Orada asker postalı yaparlardı. O imalattan artan parça köseleler olurdu.
Onları çuvalla alıp dükkâna getirirdik. Sonra suda ıslatıp dizimizde
döverdik. Karaköy’de domuz sokağı vardı.
Domuz yağı orada bulunurdu. Usta oraya yolları beni yağ almaya. Deriyi yumuşak
tutardı. O zaman kramponları çivili yapıyorduk. Çivileri kerpetenle çekerdik,
elimiz hep nasırlıydı. Kalıplarımız tahtadandı. Altına demir sac koyardık. Futbolcuların
ölçülerini kâğıda çizerek alır, sonra deftere kaydederdim. Krampon kesip
ayakkabıları çiviliyorduk. İki tane krampon topuğa takardık, iki tane de ortaya
çivilerdik. En son bir de buruna takardık. Burun kramponları biraz daha kısa
olması lazımdı. Çok uzun oldu mu zamanla ayakkabının ucunu kaldırırdı. Bir
ayakkabının imalatı iki buçuk – üç saat sürerdi.”
Yıllar boyunca memleket futboluna hizmet veren dükkân bu binanın alt katında yer alıyor. |
Bu sırada İbrahim Yöney’in eşi
Nuray Hanım söze giriyor: “Bir avuç dolusu çiviyi ağızlarına atarlardı
çalışırken. Ben de hep çıkar ağzından yutacaksın derdim.” İbrahim Usta gülerek
cevap veriyor: “Bazen ağzımıza attığımız – özellikle 8 numara dediğimiz ufak
çivileri yuttuğumuz olurdu. O zaman ekmek içi yerdik. Çivileri yurtdışından
getirtirdik. Mesela futbolcular İtalya’ya giderken, ‘Bize çivi getir,’ derdik.
Rum komşularımız vardı. Yunanistan’a giderken ‘Sana ne getireyim?’ diye
sorardı, ‘Çivi getir,’ derdik. Bizim çiviler çapaklı olurdu. Ağzına attın mı
yarısı yere dökülürdü. Mıknatısla toplayıp çapaklarını kırıp öyle kullanırdık.”
Yenişehir futbol takımı. İbrahim Yöney kalecinin hemen arkasında, solda. |
İbrahim Yöney’in anlattıklarına
ara verip eşi Nuray Hanıma dönüyoruz. Tanışmalarını, evliliklerini,
Beyoğlu’ndaki Rum komşularını, tanığı oldukları 6-7 Eylül olaylarını anlatıyor:
“Tanışalı neredeyse altmış sene oldu. Ben doğma büyüme Beyoğlu’luyum. Evlerimiz
karşı karşıyaydı. Evlenmeden önce dört sene çıktık. İşlerin çokluğundan dolayı
geceleri dükkânda yatardı. Ben de ona üşümesin diye battaniye atardım. ‘Annem
görmesin, sabah erken getir,’ derdim. Rum komşularımızla çok iyi anlaşıyorduk.
Geceleyin dükkânda çalışırdı, geç saatlerde tak tak çekiç sesleri yükselirdi
dükkândan. Rum komşuları seslenirdi: ‘Kale İbrahim, çay getireyim sana.’ Hiç
şikâyet etmezlerdi o seslerden. 6-7 Eylül olayları sırasında bir anda zengin
olan bir sürü insan vardı. Kuyumcu mağazalarını yağmaladılar. Top top kumaşları
kesip tramvayların arkasına bağlamışlardı. ‘Bu bize veresiye içki vermedi, bu
bize pahalı mal sattı,’ diye bir sürü işyeri yağmalandı. Köşede Rum bakkal
komşularımız vardı. Küçücük tuvalet pencereleri vardı, bizim bahçeye bakıyordu.
Baba, anne, çocuklar – beş kişi korkup oradan girmişler. Dışarıda bir grup o
ailenin evinin camlarına vuruyordu. Babamların evi tek katlıydı. Biz onlara
seslendik, yapmayın yazıktır günahtır diye. Biz camdan dışarı bakarken o aile
tuvaletin penceresinden atlayıp bahçeden içeri girip yatakların içine
saklanmışlar. O gece onları sakladık. Biz Rumlardan hiçbir kötülük görmedik.
Varlığı yokluğu beraber yaşadık.”
Yeniden İbrahim Yöney’e
dönüyoruz. Gençliğinde Dolapdere semtinin takımı Yenişehir’de amatör olarak
futbol oynamış. Askerliğini yaptığı sırada ise İstanbul Denizgücü’nde Şakir
Kuruş, Fenerbahçeli Aydın Yelken, Galatasaraylı Tarık Kutver, İstanbulsporlu
İbrahim Toker ve Yüksel Gözüpek ile birlikte forma giymiş. Askerlik bittikten
sonra tekrar dükkâna dönüp bir dönem Türkiye’nin futbol tarihine damga vurmuş
futbolculara ayakkabı yapmaya devam etmiş. Bugün bile hangi futbolcunun
ayağının kaç numara olduğunu hatırlıyor: “En büyük ayaklı Beykozlu
Ekerbiçer’di. Onun ayakları 46 numaraydı. En küçük ayaklılar Beşiktaşlı Şükrü
ile Pire Rahmi ve Fenerli Mikro Mustafa’ydı. Onlar 37 numara giyerdi. Türkiye’nin
her yanına ayakkabı yapardık. Adana’da meşhur topçular Muharrem Gülergin, Füze
Selami, Kartal Yaşar’a yapardık. Coral vardı yine Adanalı, onun ayağı ufaktı,
38 numara giyerdi. Can Bartu’nun küçüklüğünü hatırlıyorum. Uzun bir palto
giymişti, annesi getirmişti onu bizim dükkâna. ‘Usta bu spora meraklı, basketçi
ama futbol da oynuyor. Buna bir ayakkabı yap,’ dedi.”
Yenişehir takımı. İbrahim Yöney ayakta sol başta. |
İbrahim Yöney’in ilginç bir
anısı da eski Beşiktaşlı futbolcu Kaya Köstepen’le ilgili: “Eskiden bankalar
müşterileri arasında çekiliş yapıp ikramiye dağıtırdı. Spor Sergi Sarayındaki
çekiliş için bir arkadaşım davetiye getirmişti. Nesrin Sipahi de sahneye
çıkacaktı. Ben de gittim oraya. Çekilişte kazananlar anons ediliyordu,
filancaya 50 bin lira diye. Birden Kaya Köstepen, Aydın Şubesi 100.000 lira
diye bir anons yapıldı. İyi paraydı o zaman, dört tane daire alınırdı. En büyük
transfer 50-60 bin liraydı. Hemen Akaretler’e, Beşiktaş kulübüne geldim.
Kaya’nın evinin yerini öğrendim. Koşa koşa gittim, hemen haberi verdim. Hanımı,
‘Aman kardeşim böyle şaka yapma,’ dedi. Ben ısrar ediyorum, ikisi de
inanmıyorlar. Ben bunu zar zor ikna ettim Spor Sergi’ye götürdüm. Onu hemen
sahneye aldılar, orada anladı tabii durumu.”
Bir zamanlar kramponlu ayakkabı imal ettiği futbolcu dostları Lefter (solda) ve Kör Tuğrul (sağda). |
İbrahim Yöney, “Top
ayakkabısının ayağına tam oturması gerekir, biraz büyük oldu mu topa vurduğun
zaman havalanır,” diyerek önemli bir ayrıntı veriyor. Nitekim birçok
futbolcunun da dile getirdiği gibi Dinyakos ayakkabıların en büyük özelliği
hafif oluşu ve ayağı çok iyi kavramasıymış. O yüzden hemen hemen bütün
futbolcular Tarlabaşı’ndaki o küçücük dükkânda imal edilen bu ayakkabıları
tercih ediyormuş. İbrahim Usta bu konuda şu örnekleri veriyor: “Metin Abi
Palermo’da oynarken İtalya’ya bile ayakkabı göndermiştik. ‘Ben sizin ayakkabıyı
giydiğim zaman ayağımda yok zannediyorum,’ derdi. Bursaspor’da oynayan Vahit
bir gün Fransa’dan bir ayakkabı getirdi. ‘İbo bana aynı böyle bir ayakkabı yap,’
dedi. O Avrupa ayakkabısının dili süngerliydi. Biz deri koyardık. Biraz sonra
benden falçata istedi. O güzelim ayakkabıyı parçaladı. Ne yaptın diye sordum. ‘Sen
bunu boş ver. Senin ayakkabılardan yap bana,’ dedi.” Yoğun talebe karşılık elle
imalat yapıldığı için bir futbolcunun iki üç ay sıra beklemesi kaçınılmaz
oluyormuş. İbrahim Yöney acelesi olanların başvurduğu yöntemi şöyle anlatıyor:
“O kadar beklemek istemeyenler gelirken ustaya hediye olarak bir şişe rakı
getiriyordu. Usta da dükkânın bir köşesinde çeyiz sandığı gibi bir sandık
vardı, orada saklardı rakıları.”
İbrahim Yöney Dinyakos ustadan devraldığı dükkanın önünde imalat yaparken bir arkadaşıyla beraber. |
İbrahim Yöney’in hayatındaki ilginç bir
ayrıntı, bir dönem Beşiktaş kulübünün “kadrolu” ayakkabıcısı olarak görev
yapması: “Ben Beşiktaş’ın ayakkabıcısıydım, sahada bulunurdum. Çivi çıktığı
zaman hemen gider, müdahale ederdim. Ama tabii her kulübün ayakkabıcısı
olmuyordu. O işe de Baba Hakkı’nın isteğiyle başladım. Baba Hakkı bir gün bizim
ustaya, ‘Dinyakos şu çocuğu gönder de kramponları kulüpte yapsın,’ dedi. Bizim
usta da ‘Olur vre pasam,’ dedi. 250 lirayla başladım ama çivisini, köselesini,
yağını, kordonunu ben alıyordum. Hoş o zaman 1.000 lira istiyorum desem o
parayı da vereceklerdi. Beşiktaş’ta yeni çalışmaya başladığım sıralarda bir gün
Şeref Stadında işim bitmişti, çıplak ayakla kaleye şut çekiyordum. Tribünde
idmanı seyreden Baba Hakkı Recep Adanır’a kim bu şut çeken demiş. Bizim
ayakkabıcı demiş Recep Abi. Çalıştırsanıza bu adamı yahu demiş o da.
Gençliğimde çok oynamıştım ama sonra ekmeğimizi kazanalım diye top oynamaya
devam etmedik.”
Beşiktaşlı Lütfü ve Sabri Dino ile beraber. |
“Gündüz Kılıç Beşiktaş’ta
antrenörlüğe getirilmeden önce ben takımdan ayrılmıştım. Antrenörlüğe başladığı
zaman Şeref Stadında bir teknik direktör odası, bir malzeme odası yaptırmıştı.
Gelince beni sormuş. Bir gün Ömer Hayyam sokağa, bizim dükkâna gelmiş. Sokaktan
çocuklar seslendi, ‘İbrahim Abi, birisi seni arıyor,’ diye. ‘Kimse yukarı gelsin,’
diye cevap verdim. Genelde futbolcular arabayla geçerken, ‘İbo bana bir
ayakkabı!’ diye bağırırlardı. Hepsinin ölçüsünü bildiğim için tamam derdim,
giderlerdi. Baktım kapıda Gündüz Abi belirdi. Hemen kalktım karşıladım. ‘Oğlum
niye bıraktın Beşiktaş’ı?’ diye sordu. B takımın mesuliyeti de verilince iş
yükümün çok arttığını söyledim. Gerçekten de idmanlardan sonra bütün
ayakkabıları çuvala doldurup getiriyorlardı. Tam yirmi sekiz çift ayakkabı!
Şimdiki gibi su yok. Peynir tenekesinin içine su doldurup onun içinde
çamurlarını yıkamaya çalışıyorduk. Bir miktar alacağımı da bırakıp ayrılmıştım.
Gündüz Abi, ‘Kaç para alacağın var?’ diye sordu. 1.500 lira deyince çıkarıp
bana 2.000 lira verdi. ‘Bundan sonra senin aylığın 750 lira,’ dedi. Çok ince
düşünceli bir insandı. Deplasmanlara gittiğimiz zaman önce beni ve malzemeciyi
sofraya oturturdu.”
"Şu Beşiktaşlı futbolcuların ayaklarındakiler hep benim yaptığım ayakkabılardır, bir tane Adidas yok kimsede." |
“Beşiktaş’a Horst Buhtz diye
bir hoca gelmişti. Bir gün Ankara deplasmanına gittik. Eşimin bir akrabası da
ona tercümanlık yapıyordu. O zaman Adidas ayakkabılar gelmeye başlamıştı. Benim
ayakkabıyı takımda beş-altı kişi giyiyordu.
Tercüman yanıma geldi, antrenör seni soruyor dedi. Gittik yanına. Akşam
hava soğuk, buz tutmuştu. Sabahleyin de kar yağmaya başlamıştı. Bana hangi
ayakkabıları giyelim diye sordu. ‘İki tane yedek futbolcu alıp sahaya gidin.
Topu alıp birbirlerine çalım atsınlar, ayakta hangisi duruyorsa onun giydiği
ayakkabıyla oynatın takımı,’ dedim. Adam bu söylediklerimi makul buldu. İki
tane yedek oyuncu alıp stada gitti. Dönünce senin ayakkabılardan ver dedi. O
gün Ankaragücü’nü 2-1 yendik. Maçtan sonra yemek yerken beni en başa
oturtmuştu.”
70’li yıllarda artık yabancı
markaların sahalarımızda görülmeye başlamasına rağmen Metin Kurt anılarında
Dinyakos ayakkabılar için şunları söylüyor: “Bize 1-1 skorla biten Batı Almanya
maçından önce eşantiyon olarak, o zamanlar dünya modası olan Adidas marka
futbol ayakkabılarından birer çift firma tarafından hediye edilmişti. Bu jest
aynı zamanda reklam ve promosyon içindi. Çoğumuz yeni ayakkabıları giydik. Maçın
sonunda hepimizin ayakları yara içinde kaldı. (…) Ben de yeni ayakkabı
giyenlerdendim. O günden sonra nefret ettim ve çok nadir Adidas marka futbol
ayakkabısı giydim. Futbolu bırakana kadar bazı toprak sahalarda Adidas’ın
dışında sürekli Dinyakos kullandım.”1
Metin Kurt ve kuşağı hâlâ
Dinyakos giymekte diretse de endüstriyel sistemin gerekleri bu kendiliğinden
oluşan markanın yavaş yavaş sonunu hazırlamış. İbrahim Usta’nın dediğine göre
ilk darbeyi Adidas’ın mümessilliğini alan Emin Cankurtaran’ın şirketinin
yasaklaması vurmuş. 1980’den sonra ithalatın serbest bırakılmasıyla piyasa
iyice yabancı marka ayakkabıların egemenliği altına girmiş. Kulüpler artık
oyuncuları için kendileri dışarıdan ayakkabı getirmeye başlamış. Bunun üzerine
yerli plastik kramponların imalatı da çoğalınca el üretimi, bu rekabete
dayanamamış. İbrahim Yöney 80’lerin ortasında dükkânı bırakıp Hora sismik
araştırma gemisinde çalışmaya başlamış.
“Kırk dört yaşında sismik
araştırma gemisine girdim çalışmaya. Gemide çalışırken de bir müddet eski işime
devam ettim. Son zamanlarında Mehmet Ekşi’nin filan ayakkabılarını gemiye
götürüp kramponlarını yapıyordum. On altı sene çalıştım Hora gemisinde. Askerde
serdümen kursu görmüştüm ama yapmamıştım. Bir akrabam vasıtasıyla o gemide
çalışmaya başladım. En son Rıza’lar filan oynadıktan sonra ayakkabı imalatını bıraktım.”
Onca yılın emeğinden geriye ne
tahtadan yapılan ayakkabı kalıpları, ne futbolcuların ayak ölçülerinin
kaydedildiği defterler kalmış. Dinyakos ismi, yağışlı havalarda balçık çamur,
kuru havalarda zımpara gibi toprak sahaların çilesini çeken eski futbolcuların
hafızasında kalan bir hoşluktan ibaret artık. Kösele krampon aşındıkça
ayaklarına batan çivileri devre arasında soyunma odasında örsün üzerine koyup
çekiçle çakarak düzelten futbolcuların bu yüzden Dinyakos ayakkabılardan yakındığını
sanmayın sakın. Onlar bütün kabahatin kötü sahalarda olduğunu biliyorlar. İbrahim
Yöney’in şu sözleri zannederiz duruma açıklık getiriyor: “Sahalar kötü olduğu
için zamanla çiviler çıkıyordu meydana.
Fakat Beşiktaş Amerika turnesine gittiği zaman futbolcular bizim
ayakkabılarla oynadı. Orada kaç tane maç yaptılar, sahalar çim olduğu için
döndükleri zaman hepsinin kramponları sağlam duruyordu. Bizim yaptığımız
kramponlar hiç olmazsa bir ay dayanırdı. Şimdiki ayakkabılar olsa bir futbolcu
Şeref Stadında on çift eskitirdi onlardan.”
Son sözü büyük usta İslam Çupi’ye
bırakalım. O, el emeğiyle üretilen bu ayakkabıların itibarını şu satırlarıyla
teslim etmiş: “Hakkı Kaptan’dan şayet Dinyakos’tan yapılma bir top ayakkabısını
eve götürme izni koparılırsa, payelerin en erişilmezine doğru uzardı futbolcu.
Çünkü Hakkı Kaptan’ın bu imtiyazı, takımda devamlı oynamayı ve kesilmezliği
anlatırdı.”2
1- Vecdi Çıracıoğlu, Gladyatör, Everest Yayınları, 2009, s.
116.
2- İslam Çupi, Milliyet 12 Mayıs 1992, s. 20.
Ben 1946 dogumlu amator futbolcu idim ilk futbol ayakabimi dinyakostan aldim onde 2izgara arkada 1izgara vardi onun ustunde kranpon civilenirdi sahalar toprak oldugu ici bazi mac sirasinda kranpon yerinden cikar o halde maca devam eder sonra tamir icin kunduraciya gotururduk
YanıtlaSil