11 Mayıs 2015 Pazartesi

İbrahim Yöney - Son Dinyakos Ustası

Üç yıl önce Dinyakos başlığı altında bu sayfalarda yazmaya başlayarak ellili, altmışlı senelerde bu ayakkabılarla toprak veya çamur sahalarda top koşturan futbolcuların hayat hikâyelerini yansıtmaya çalıştım. Zannediyorum artık unutulmaya yüz tutmuş olan Dinyakos isminin tekrar hatırlanmasına, genç kuşaklar tarafından öğrenilmesine küçük bir katkım oldu. Ne var ki, imal ettiği ayakkabılar futbolcular tarafından kendi adıyla anılan ve böylece adeta marka haline getirilen usta hakkında hemen hiç bilgi yoktu. İstanbul’un Rum sakinlerinden olan ustanın Tarlabaşı’ndaki dükkânını çıraklarına devredip Yunanistan’a göçtüğü ve Atina’da hayata veda ettiği biliniyordu. Eski futbolcular arasında yaptığım “soruşturmada” yetiştirdiği birkaç isimden de sadece İbrahim Yöney’in hayatta olduğunu öğrendim. Hâlihazırda Yalova’da yaşayan İbrahim Usta, hem ustası Dinyakos hakkında bildiklerini hem kendi hayat hikâyesini anlattı:


“1937 Bandırma doğumluyum. İki yaşındayken babam ölmüş. Dayımın yanında kalıyorduk Bandırma’da. Annem İstanbul’a gidelim dedi. Hacıhüsrev’e gelip yerleştik. Şimdi orası çok kötü ün yapmış durumda ama biz o zamanlar kapımız açık yatardık. Hiçbir hırsızlık olmazdı. Hayat şartları zorlayınca sekiz yaşında Dinyakos ustanın yanına çırak olarak girdim. İlkokulu da daha sonra dışarıdan bitirdim. Ustanın yanına önce Rahman Abi gelip ortak olmuştu. Bir ara Feriköy’de bek olarak oynamıştı.  O sonra İzmir’e yerleşti. Ardından hanımıyla birlikte Samsun’a gitti, orada vefat etti. Sonra Hüseyin Abi çırak olmuştu ustaya benden evvel. Sonra ben geldim. İngiliz sefaretinden hemen aşağı indin mi Ömer Hayyam yokuşunun altındaydı bizim dükkân. Aslında bizim dışımızda da futbol ayakkabısı yapan çok ayakkabıcı vardı. Eminönü’nde Şaban Topkanlı, Kemal Vardar, Mario Gabay, daha bir sürü dükkân vardı. Onların da kendi çapında kalfaları vardı ama en iyisi bizim ustaydı. Karagümrük’te Galon Turan vardı, sivil ayakkabı yapardı. Bizim usta ayakkabıların ıstampasını ona vermişti, o da kramponlu ayakkabı yapmaya başladı. Bizim yanımızdan çıkan kalfalar da vardı. Hepsi zamanla bıraktı, kimisi kadın ayakkabısına döndü. Bayrampaşa’da Pele Spor vardı. Hatta bazen ben yetiştiremezdim, onlara sipariş verirdim.”

İbrahim Yöney gençlik yıllarında
meşhur dükkânın önünde.
“Dinyakos ustanın esas adı Todori Korfiadis idi. Bildiğim kadarıyla ailesi Dino adasından geldiği için Dinyakos deniyormuş. 6-7 Eylül’den sonra pek çok Rum Yunanistan’a gitmişti. 60’lardaki Kıbrıs hadiseleri sırasında da kalanların büyük kısmı gitti. Usta da gitti o zaman. Atina’ya yerleşti ve aynı işi orada sürdürdü. Hatta bana oradan çivi yollardı. Gogo lakaplı oğlu da Beyoğluspor’da oynardı. Asıl ismi Yorgo’ydu. Dinyakos usta horoz dövüştürmeyi pek severdi.”

Dinyakos usta (çizgili kravatlı) bir düğünde kalfalarıyla birlikte.
“Çıraklığa önce yamuk çivileri düzelterek başladık. Sonra yavaş yavaş ayakkabı yapmaya da başladık. Usta burunları tuttururdu, sonra bize verirdi. Şöyle yapacaksın filan diye gösterirdi. O şekilde öğrendik bu işi. Beykoz kundura fabrikasına giderdik. Orada asker postalı yaparlardı. O imalattan artan parça köseleler olurdu. Onları çuvalla alıp dükkâna getirirdik. Sonra suda ıslatıp dizimizde döverdik.  Karaköy’de domuz sokağı vardı. Domuz yağı orada bulunurdu. Usta oraya yolları beni yağ almaya. Deriyi yumuşak tutardı. O zaman kramponları çivili yapıyorduk. Çivileri kerpetenle çekerdik, elimiz hep nasırlıydı. Kalıplarımız tahtadandı. Altına demir sac koyardık. Futbolcuların ölçülerini kâğıda çizerek alır, sonra deftere kaydederdim. Krampon kesip ayakkabıları çiviliyorduk. İki tane krampon topuğa takardık, iki tane de ortaya çivilerdik. En son bir de buruna takardık. Burun kramponları biraz daha kısa olması lazımdı. Çok uzun oldu mu zamanla ayakkabının ucunu kaldırırdı. Bir ayakkabının imalatı iki buçuk – üç saat sürerdi.”

Yıllar boyunca memleket futboluna
hizmet veren dükkân bu binanın
alt katında yer alıyor.
Bu sırada İbrahim Yöney’in eşi Nuray Hanım söze giriyor: “Bir avuç dolusu çiviyi ağızlarına atarlardı çalışırken. Ben de hep çıkar ağzından yutacaksın derdim.” İbrahim Usta gülerek cevap veriyor: “Bazen ağzımıza attığımız – özellikle 8 numara dediğimiz ufak çivileri yuttuğumuz olurdu. O zaman ekmek içi yerdik. Çivileri yurtdışından getirtirdik. Mesela futbolcular İtalya’ya giderken, ‘Bize çivi getir,’ derdik. Rum komşularımız vardı. Yunanistan’a giderken ‘Sana ne getireyim?’ diye sorardı, ‘Çivi getir,’ derdik. Bizim çiviler çapaklı olurdu. Ağzına attın mı yarısı yere dökülürdü. Mıknatısla toplayıp çapaklarını kırıp öyle kullanırdık.”

Yenişehir futbol takımı. İbrahim Yöney kalecinin hemen arkasında, solda.
İbrahim Yöney’in anlattıklarına ara verip eşi Nuray Hanıma dönüyoruz. Tanışmalarını, evliliklerini, Beyoğlu’ndaki Rum komşularını, tanığı oldukları 6-7 Eylül olaylarını anlatıyor: “Tanışalı neredeyse altmış sene oldu. Ben doğma büyüme Beyoğlu’luyum. Evlerimiz karşı karşıyaydı. Evlenmeden önce dört sene çıktık. İşlerin çokluğundan dolayı geceleri dükkânda yatardı. Ben de ona üşümesin diye battaniye atardım. ‘Annem görmesin, sabah erken getir,’ derdim. Rum komşularımızla çok iyi anlaşıyorduk. Geceleyin dükkânda çalışırdı, geç saatlerde tak tak çekiç sesleri yükselirdi dükkândan. Rum komşuları seslenirdi: ‘Kale İbrahim, çay getireyim sana.’ Hiç şikâyet etmezlerdi o seslerden. 6-7 Eylül olayları sırasında bir anda zengin olan bir sürü insan vardı. Kuyumcu mağazalarını yağmaladılar. Top top kumaşları kesip tramvayların arkasına bağlamışlardı. ‘Bu bize veresiye içki vermedi, bu bize pahalı mal sattı,’ diye bir sürü işyeri yağmalandı. Köşede Rum bakkal komşularımız vardı. Küçücük tuvalet pencereleri vardı, bizim bahçeye bakıyordu. Baba, anne, çocuklar – beş kişi korkup oradan girmişler. Dışarıda bir grup o ailenin evinin camlarına vuruyordu. Babamların evi tek katlıydı. Biz onlara seslendik, yapmayın yazıktır günahtır diye. Biz camdan dışarı bakarken o aile tuvaletin penceresinden atlayıp bahçeden içeri girip yatakların içine saklanmışlar. O gece onları sakladık. Biz Rumlardan hiçbir kötülük görmedik. Varlığı yokluğu beraber yaşadık.”


Yeniden İbrahim Yöney’e dönüyoruz. Gençliğinde Dolapdere semtinin takımı Yenişehir’de amatör olarak futbol oynamış. Askerliğini yaptığı sırada ise İstanbul Denizgücü’nde Şakir Kuruş, Fenerbahçeli Aydın Yelken, Galatasaraylı Tarık Kutver, İstanbulsporlu İbrahim Toker ve Yüksel Gözüpek ile birlikte forma giymiş. Askerlik bittikten sonra tekrar dükkâna dönüp bir dönem Türkiye’nin futbol tarihine damga vurmuş futbolculara ayakkabı yapmaya devam etmiş. Bugün bile hangi futbolcunun ayağının kaç numara olduğunu hatırlıyor: “En büyük ayaklı Beykozlu Ekerbiçer’di. Onun ayakları 46 numaraydı. En küçük ayaklılar Beşiktaşlı Şükrü ile Pire Rahmi ve Fenerli Mikro Mustafa’ydı. Onlar 37 numara giyerdi. Türkiye’nin her yanına ayakkabı yapardık. Adana’da meşhur topçular Muharrem Gülergin, Füze Selami, Kartal Yaşar’a yapardık. Coral vardı yine Adanalı, onun ayağı ufaktı, 38 numara giyerdi. Can Bartu’nun küçüklüğünü hatırlıyorum. Uzun bir palto giymişti, annesi getirmişti onu bizim dükkâna. ‘Usta bu spora meraklı, basketçi ama futbol da oynuyor. Buna bir ayakkabı yap,’ dedi.”

Yenişehir takımı. İbrahim Yöney ayakta sol başta.
İbrahim Yöney’in ilginç bir anısı da eski Beşiktaşlı futbolcu Kaya Köstepen’le ilgili: “Eskiden bankalar müşterileri arasında çekiliş yapıp ikramiye dağıtırdı. Spor Sergi Sarayındaki çekiliş için bir arkadaşım davetiye getirmişti. Nesrin Sipahi de sahneye çıkacaktı. Ben de gittim oraya. Çekilişte kazananlar anons ediliyordu, filancaya 50 bin lira diye. Birden Kaya Köstepen, Aydın Şubesi 100.000 lira diye bir anons yapıldı. İyi paraydı o zaman, dört tane daire alınırdı. En büyük transfer 50-60 bin liraydı. Hemen Akaretler’e, Beşiktaş kulübüne geldim. Kaya’nın evinin yerini öğrendim. Koşa koşa gittim, hemen haberi verdim. Hanımı, ‘Aman kardeşim böyle şaka yapma,’ dedi. Ben ısrar ediyorum, ikisi de inanmıyorlar. Ben bunu zar zor ikna ettim Spor Sergi’ye götürdüm. Onu hemen sahneye aldılar, orada anladı tabii durumu.”

Bir zamanlar kramponlu ayakkabı imal ettiği futbolcu dostları Lefter (solda) ve Kör Tuğrul (sağda).
İbrahim Yöney, “Top ayakkabısının ayağına tam oturması gerekir, biraz büyük oldu mu topa vurduğun zaman havalanır,” diyerek önemli bir ayrıntı veriyor. Nitekim birçok futbolcunun da dile getirdiği gibi Dinyakos ayakkabıların en büyük özelliği hafif oluşu ve ayağı çok iyi kavramasıymış. O yüzden hemen hemen bütün futbolcular Tarlabaşı’ndaki o küçücük dükkânda imal edilen bu ayakkabıları tercih ediyormuş. İbrahim Usta bu konuda şu örnekleri veriyor: “Metin Abi Palermo’da oynarken İtalya’ya bile ayakkabı göndermiştik. ‘Ben sizin ayakkabıyı giydiğim zaman ayağımda yok zannediyorum,’ derdi. Bursaspor’da oynayan Vahit bir gün Fransa’dan bir ayakkabı getirdi. ‘İbo bana aynı böyle bir ayakkabı yap,’ dedi. O Avrupa ayakkabısının dili süngerliydi. Biz deri koyardık. Biraz sonra benden falçata istedi. O güzelim ayakkabıyı parçaladı. Ne yaptın diye sordum. ‘Sen bunu boş ver. Senin ayakkabılardan yap bana,’ dedi.” Yoğun talebe karşılık elle imalat yapıldığı için bir futbolcunun iki üç ay sıra beklemesi kaçınılmaz oluyormuş. İbrahim Yöney acelesi olanların başvurduğu yöntemi şöyle anlatıyor: “O kadar beklemek istemeyenler gelirken ustaya hediye olarak bir şişe rakı getiriyordu. Usta da dükkânın bir köşesinde çeyiz sandığı gibi bir sandık vardı, orada saklardı rakıları.”

İbrahim Yöney Dinyakos ustadan devraldığı dükkanın önünde imalat
yaparken bir arkadaşıyla beraber.
İbrahim Yöney’in hayatındaki ilginç bir ayrıntı, bir dönem Beşiktaş kulübünün “kadrolu” ayakkabıcısı olarak görev yapması: “Ben Beşiktaş’ın ayakkabıcısıydım, sahada bulunurdum. Çivi çıktığı zaman hemen gider, müdahale ederdim. Ama tabii her kulübün ayakkabıcısı olmuyordu. O işe de Baba Hakkı’nın isteğiyle başladım. Baba Hakkı bir gün bizim ustaya, ‘Dinyakos şu çocuğu gönder de kramponları kulüpte yapsın,’ dedi. Bizim usta da ‘Olur vre pasam,’ dedi. 250 lirayla başladım ama çivisini, köselesini, yağını, kordonunu ben alıyordum. Hoş o zaman 1.000 lira istiyorum desem o parayı da vereceklerdi. Beşiktaş’ta yeni çalışmaya başladığım sıralarda bir gün Şeref Stadında işim bitmişti, çıplak ayakla kaleye şut çekiyordum. Tribünde idmanı seyreden Baba Hakkı Recep Adanır’a kim bu şut çeken demiş. Bizim ayakkabıcı demiş Recep Abi. Çalıştırsanıza bu adamı yahu demiş o da. Gençliğimde çok oynamıştım ama sonra ekmeğimizi kazanalım diye top oynamaya devam etmedik.”

Beşiktaşlı Lütfü ve Sabri Dino ile beraber.
“Gündüz Kılıç Beşiktaş’ta antrenörlüğe getirilmeden önce ben takımdan ayrılmıştım. Antrenörlüğe başladığı zaman Şeref Stadında bir teknik direktör odası, bir malzeme odası yaptırmıştı. Gelince beni sormuş. Bir gün Ömer Hayyam sokağa, bizim dükkâna gelmiş. Sokaktan çocuklar seslendi, ‘İbrahim Abi, birisi seni arıyor,’ diye. ‘Kimse yukarı gelsin,’ diye cevap verdim. Genelde futbolcular arabayla geçerken, ‘İbo bana bir ayakkabı!’ diye bağırırlardı. Hepsinin ölçüsünü bildiğim için tamam derdim, giderlerdi. Baktım kapıda Gündüz Abi belirdi. Hemen kalktım karşıladım. ‘Oğlum niye bıraktın Beşiktaş’ı?’ diye sordu. B takımın mesuliyeti de verilince iş yükümün çok arttığını söyledim. Gerçekten de idmanlardan sonra bütün ayakkabıları çuvala doldurup getiriyorlardı. Tam yirmi sekiz çift ayakkabı! Şimdiki gibi su yok. Peynir tenekesinin içine su doldurup onun içinde çamurlarını yıkamaya çalışıyorduk. Bir miktar alacağımı da bırakıp ayrılmıştım. Gündüz Abi, ‘Kaç para alacağın var?’ diye sordu. 1.500 lira deyince çıkarıp bana 2.000 lira verdi. ‘Bundan sonra senin aylığın 750 lira,’ dedi. Çok ince düşünceli bir insandı. Deplasmanlara gittiğimiz zaman önce beni ve malzemeciyi sofraya oturturdu.”

"Şu Beşiktaşlı futbolcuların ayaklarındakiler hep benim yaptığım ayakkabılardır,
bir tane Adidas yok kimsede."
“Beşiktaş’a Horst Buhtz diye bir hoca gelmişti. Bir gün Ankara deplasmanına gittik. Eşimin bir akrabası da ona tercümanlık yapıyordu. O zaman Adidas ayakkabılar gelmeye başlamıştı. Benim ayakkabıyı takımda beş-altı kişi giyiyordu.  Tercüman yanıma geldi, antrenör seni soruyor dedi. Gittik yanına. Akşam hava soğuk, buz tutmuştu. Sabahleyin de kar yağmaya başlamıştı. Bana hangi ayakkabıları giyelim diye sordu. ‘İki tane yedek futbolcu alıp sahaya gidin. Topu alıp birbirlerine çalım atsınlar, ayakta hangisi duruyorsa onun giydiği ayakkabıyla oynatın takımı,’ dedim. Adam bu söylediklerimi makul buldu. İki tane yedek oyuncu alıp stada gitti. Dönünce senin ayakkabılardan ver dedi. O gün Ankaragücü’nü 2-1 yendik. Maçtan sonra yemek yerken beni en başa oturtmuştu.”

70’li yıllarda artık yabancı markaların sahalarımızda görülmeye başlamasına rağmen Metin Kurt anılarında Dinyakos ayakkabılar için şunları söylüyor: “Bize 1-1 skorla biten Batı Almanya maçından önce eşantiyon olarak, o zamanlar dünya modası olan Adidas marka futbol ayakkabılarından birer çift firma tarafından hediye edilmişti. Bu jest aynı zamanda reklam ve promosyon içindi. Çoğumuz yeni ayakkabıları giydik. Maçın sonunda hepimizin ayakları yara içinde kaldı. (…) Ben de yeni ayakkabı giyenlerdendim. O günden sonra nefret ettim ve çok nadir Adidas marka futbol ayakkabısı giydim. Futbolu bırakana kadar bazı toprak sahalarda Adidas’ın dışında sürekli Dinyakos kullandım.”1


Metin Kurt ve kuşağı hâlâ Dinyakos giymekte diretse de endüstriyel sistemin gerekleri bu kendiliğinden oluşan markanın yavaş yavaş sonunu hazırlamış. İbrahim Usta’nın dediğine göre ilk darbeyi Adidas’ın mümessilliğini alan Emin Cankurtaran’ın şirketinin yasaklaması vurmuş. 1980’den sonra ithalatın serbest bırakılmasıyla piyasa iyice yabancı marka ayakkabıların egemenliği altına girmiş. Kulüpler artık oyuncuları için kendileri dışarıdan ayakkabı getirmeye başlamış. Bunun üzerine yerli plastik kramponların imalatı da çoğalınca el üretimi, bu rekabete dayanamamış. İbrahim Yöney 80’lerin ortasında dükkânı bırakıp Hora sismik araştırma gemisinde çalışmaya başlamış.

“Kırk dört yaşında sismik araştırma gemisine girdim çalışmaya. Gemide çalışırken de bir müddet eski işime devam ettim. Son zamanlarında Mehmet Ekşi’nin filan ayakkabılarını gemiye götürüp kramponlarını yapıyordum. On altı sene çalıştım Hora gemisinde. Askerde serdümen kursu görmüştüm ama yapmamıştım. Bir akrabam vasıtasıyla o gemide çalışmaya başladım. En son Rıza’lar filan oynadıktan sonra ayakkabı imalatını bıraktım.”


Onca yılın emeğinden geriye ne tahtadan yapılan ayakkabı kalıpları, ne futbolcuların ayak ölçülerinin kaydedildiği defterler kalmış. Dinyakos ismi, yağışlı havalarda balçık çamur, kuru havalarda zımpara gibi toprak sahaların çilesini çeken eski futbolcuların hafızasında kalan bir hoşluktan ibaret artık. Kösele krampon aşındıkça ayaklarına batan çivileri devre arasında soyunma odasında örsün üzerine koyup çekiçle çakarak düzelten futbolcuların bu yüzden Dinyakos ayakkabılardan yakındığını sanmayın sakın. Onlar bütün kabahatin kötü sahalarda olduğunu biliyorlar. İbrahim Yöney’in şu sözleri zannederiz duruma açıklık getiriyor: “Sahalar kötü olduğu için zamanla çiviler çıkıyordu meydana.  Fakat Beşiktaş Amerika turnesine gittiği zaman futbolcular bizim ayakkabılarla oynadı. Orada kaç tane maç yaptılar, sahalar çim olduğu için döndükleri zaman hepsinin kramponları sağlam duruyordu. Bizim yaptığımız kramponlar hiç olmazsa bir ay dayanırdı. Şimdiki ayakkabılar olsa bir futbolcu Şeref Stadında on çift eskitirdi onlardan.”


Son sözü büyük usta İslam Çupi’ye bırakalım. O, el emeğiyle üretilen bu ayakkabıların itibarını şu satırlarıyla teslim etmiş: “Hakkı Kaptan’dan şayet Dinyakos’tan yapılma bir top ayakkabısını eve götürme izni koparılırsa, payelerin en erişilmezine doğru uzardı futbolcu. Çünkü Hakkı Kaptan’ın bu imtiyazı, takımda devamlı oynamayı ve kesilmezliği anlatırdı.”2



1- Vecdi Çıracıoğlu, Gladyatör, Everest Yayınları, 2009, s. 116.
2- İslam Çupi, Milliyet 12 Mayıs 1992, s. 20.


























1 yorum:

  1. Ben 1946 dogumlu amator futbolcu idim ilk futbol ayakabimi dinyakostan aldim onde 2izgara arkada 1izgara vardi onun ustunde kranpon civilenirdi sahalar toprak oldugu ici bazi mac sirasinda kranpon yerinden cikar o halde maca devam eder sonra tamir icin kunduraciya gotururduk

    YanıtlaSil