Bahattin Baydar 1980’li ve
90’lı yıllarda futbol kamuoyu tarafından Beşiktaş kulübünün en tanınan
isimlerinin başında geliyordu. Bunda önce Gordon Milne’in, sonra Cristoph
Daum’un yardımcılığını yapması kuşkusuz büyük rol oynamıştı. Oysa onun
Beşiktaş’la birlikteliği çok daha eskilere, 1950’lerin ortasına uzanıyor. Genç
takımda başlayıp A takımda devam eden futbolculuk hayatını İstanbulspor’da
noktaladıktan sonra yine aynı kulüpte başladığı antrenörlüğü Beşiktaş’ta sürdürerek
kulübün en parlak yıllarında pay sahibi oldu. Onun hayat hikâyesine dair
anlattıkları sadece futbol tarihimizin değil, İstanbul’un da artık geri gelmesi
mümkün olmayan bir dönemine ışık tutuyor. Hele askerlik hizmeti sırasında yaşadıkları
sanki asırlar öncesine ait gibi. Öncelikle Erenköy’deki çocukluk günlerini onun
anlatımıyla aktaralım:
“1936’da Erenköy’de doğdum.
Babam Erenköy’deki Zihni Paşa Camisinin on altı sene imamlığını yaptı. Beş
kardeştik. Ethemefendi Caddesinde yukarıdan aşağıya inerken, sağ tarafta tren
köprüsüne gelmeden evvel babamın bir manifaturacı dükkânı vardı. Ben
hatırlamıyorum ama Perşembe günleri, yani Erenköy pazarının kurulduğu günde,
dükkândaki malzemeleri alıp caminin etrafında sergi kurarlarmış. Çocukluğumuz
ikinci dünya savaşı yıllarına denk geldi. Geceleri evlerde karartma yapılırdı.
O devirlerde Sümerbank vardı; çaput bezleri, basmalar karneyle dağıtılırdı.
Herkesin karnesinden kuponlar kesilerek kumaş verilirdi. Fırından karneyle
ekmek alınırdı o senelerde. Biz dükkânda babama yardım ederdik. Tezgâhta oturup
gelenlerin kupon kesme, para alışverişi gibi işlerini görürdük. Zamanla kumaş
kesmeye de başladık. Babamdan kalma kumaş ölçmeye yarayan ahşap metre şimdi
Ümraniye’deki ofisimde asılı duruyor. O günlerden dolayı elim işe çok
yatkındır. Eskiden futbol toplarını çok güzel dikerdim. Hatta şimdi bile olsa
dikerim. Eskiden ayakkabıların altında demirden kabaralar olurdu. Bizim
dükkânda kabara vardı, onlardan çakardık ayakkabılara.”
“Geçim zor, ayakkabıların uzun
süre dayanması lazım. Çocukken yolda ayakkabımızla taşa, toprağa tekme
atıyorduk. Yeni bir ayakkabının temin edilmesi kolay iş değildi o yıllarda. O
yüzden büyüklerimiz top oynamamıza kızardı. Bu caddede (Ethemefendi Caddesi)
taş koyup kale yapar, maç yapardık. Çocukluğumuz çok hareketli ve ağaç
tepesinde geçti. Ben tel cambazlığı dahi yaptım. Biraderle evimizin bahçesinde
iki ağaç arasına tel gerdik. Ayaklarımızın altına kaymasın diye reçine sürdük.
Güzel bir denge sopası yaptık. Dört tekerlekli bir patenimiz vardı. Ufacık
çocukken bile Ethemefendi Caddesinin üst tarafından o patenle Bağdat Caddesine
inerdik. Şimdi Marmara Yelken Kulübünün olduğu yerden denize girerdik. O
senelerde insanlar İstanbul’dan yaz tatilini geçirmek için Erenköy’e gelirdi. Yazın
babam aylaklık etmeyelim, topun peşinden koşmayalım diye bizi yedi sekiz
yaşındayken kunduracı yanına çırak vermişti. Orada çok şeyler öğrendim. Daha
sonraki bir devirde büyük biraderimin kayınpederinin Beyazıt’ta bakırcı dükkânı
vardı. Orada da bakırcılık üzerine çok deneyim kazandım.”
“Ben Erenköy istasyonu
aşağısındaki 38. İlkokulda okudum, şimdi Erenköy İlkokulu oldu. Onun alt
tarafında Bağdat Caddesine cephesi olan boş bir arsa vardı. Orada futbol
turnuvaları tertiplenirdi. İstanbulsporlu Aydemir, Beykozlu Haluk,
Galatasaraylı Paytak Bülent de o turnuvalarda oynardı. O zamanlar yazlar
bambaşka geçerdi, her tarafta arsalar, sahalar vardı. Erenköy’de Fırın Sokağın Göztepe tarafına yakın
olan yerinde, birisine ait bir arsaya elimizde çapalarla gidip düzelttik ve
saha durumuna getirdik. O devirlerde CHP’nin lokali vardı tren köprüsünün hemen
orada. O sahada Altı Ok diye bir turnuva tertip edildi. Zaman zaman mahalle
maçları yapıyorduk. Ağabeyim Ziya ve benim ilk kulübümüz Göztepe’deki Hilal
kulübüydü. Daha eskiden Erenköy’deydi o kulüp, sonra Göztepe’ye taşındı.
Erenköy tren istasyonunun alt tarafında top sahası vardı. Yazları orada maçlar
oynanırdı. Kulübün ilk yeri de o sahanın yanındaydı. Gazeteci Kahraman
Bapçum’un ailesi orada otururdu. Hilal takımı olarak Gönen’de bir turnuvaya
gittik. İçimizde Ziya, Haluk, Bülent gibi tanınmış oyuncular olduğu için itibar
görüyorduk.”
Söz Ziya Baydar’dan açılınca
burada araya girip onun nasıl bir futbolcu olduğunu sorduğumuzda şunları
anlatıyor Bahattin Baydar: “1933 doğumluydu. 1995’te kaybettik kendisini.
Ailemizin en sağlıklı yaşayan ferdiydi. Caddebostan’dan denize girip Adalar’a
yapılan yüzme yarışında ilk üçün içinde çıkmıştı adaya. Rahmetli biraderimle
İnönü Stadında karşı karşıya oynadık. Beykoz’da yaklaşık on iki sene top
oynadı. O sağ iç oynardı, top tekniği çok yüksekti. Müthiş bir tekniği vardı.
Yüksek inşaat mühendisiydi. Benim Beşiktaş’a bir oyuncu transferi için
Çekoslovakya’ya gittiğim sırada kötü haberi aldım. Seyahati yarıda bırakıp
geldim. Hastaneye kaldırmışlar. Üç gün sonra vefat etti.”
Beykozlu Ziya Baydar (solda) ve kardeşi Bahattin. |
Ziya ve Bahattin Baydar
kardeşler lisanslı olarak ilk kez semtlerinin takımı sayılabilecek Hilal
kulübünde futbol oynamışlar. Fakat Bahattin Baydar’ın Hilal’deki futbolculuğu
fazla uzun sürmemiş. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Haydarpaşa Lisesinde
okurken bir dakikayı boş geçirmezdim. Teneffüslerde pinpon oynardım. Öğleyin
sahada maç yapardık. Terli terli sınıflara giriyoruz. 10. sınıftayken
akciğerlerimden bir rahatsızlık geçirdim. O yüzden büyük biraderim top oynamama
müsaade etmiyordu. Hilal kulübünde sadece bir sene oynadım.”
Bir zamanlar İstanbul Liginde
mücadele eden kadim Hilal kulübünden sonra kendini Beşiktaş’ta bulmuş Bahattin
Baydar. Bunun hikâyesi de şöyle: “Fenerbahçe stadının o eski ahşap tribünlü
olduğu yıllarda bir gün Fenerbahçe takımıyla bir maç yaptık. Gazetecilerden
birisi beni orada görmüş. Daha sonra Emniyet takımında santrhaf oynayan Arap
Celal vardı. O maçta onunla beraber oynamıştık. O gazeteci beni Sadri Usuoğlu’na
tavsiye etmiş. İki üç gün sonra Usuoğlu’yla görüştüm.” Böylece 1956’da Beşiktaş
genç takımına girmiş Bahattin Baydar. Takım arkadaşları arasında geleceğin
Fenerbahçeli yıldızı Selim Soydan ve yine gelecek yıllarda teknik direktör
olarak ünlenecek kaleci Tamer Kaptan varmış.
Fotoğrafın arkasına "30 Mayıs 1957, BJK-FB genç (2-0) maçından sonra" yazılmış. |
Genç takıma girdikten kısa bir
süre sonra A takımda lig maçında forma giyme şansını yakalamış. Önce o yıllarda
Beşiktaş’ta yöneticilik yapan gazeteci Orhan Vedat Sevinçli’nin Yeni Beşiktaş Karakartallar
dergisinde yazdığı şu satırları okuyalım: “Bahattin bize 1956 senesinde Hilal
takımından gelmişti. Efendi, sessiz bir çocuktu… Beşiktaş’ın parası yoktu.
Takım o sene dördüncü olmuştu. Bir hamle yapmak için yeni elemanlara ihtiyaç
vardı. O halde bu işe bedava tarafından başlamak lazımdı. Bahattin’i alıp doğru
Mithatpaşa stadının yolunu tuttum. Kaptan soyunma odasındaydı. Bahattin’i
takdim ettim: ‘Hakkı Ağabey bu genç eleman bizim genç takımdan. Sen gelecek
seneki kadroyu yapıyorsun. Lütfen cebindeki listeye Bahattin’in de ismini yazıver.’
Her zamanki sert fakat samimiyet dolu bakışlarıyla Baba, Bahattin’i süzdü. ‘Ne
oynar bu?’ ‘Sağ bek ağabey.’ Bahattin Hakkı ağabeyi ilk defa gördüğü için onun
sert konuşmasından kulaklarına kadar kızarmıştı… İşinin olmasından memnun bir
eda ile yanından ayrıldı.”
Bahattin Baydar da 1957-58
sezonunda A takımda oynadığı ilk maçı şöyle anlatıyor: “1957’de profesyonel
oldum. O zaman profesyonel maçlardan önce genç takımlar maç yapıyordu. Genç
takımla üç maça çıktım. O sırada profesyonel takımda eksikler vardı. Vefa
maçında sağ bek olarak A takıma girdim. O gün karşımda Bülent Esel oynuyordu.
Camız Bülent derlerdi, güçlü kuvvetli bir oyuncuydu. Ben daha genç ve
çelimsizdim. Santrhaf mevkiinde de Ahmet Berman oynadı. Esas yeri orası değildi
ama o gün santrhaf olarak oynadı. O gün
3-2 yenildik. O maçtan sonra direkt olarak oynamaya başladım. Hem ileri hem
geri oynayabilen bir defans oyuncusu olarak görev yapıyordum. Özellikle ters
kademe anlayışım iyiydi. Sonraki yıllarda ben sağ bek Münir sol bek olarak kaleci
Necmi’yle gayet güzel bir uyum sağlamıştık.”
Bu fotoğrafın arkasındaysa şu satırlar yazılı: "4 Eylül 1957'de Beşiktaş-Vefa profesyonel maçından evvel takım arkadaşım sol açık Erdoğan ile beraber." |
Günümüzde özellikle büyük
kulüplerde oynayan futbolcuların bir nevi yarı tanrı muamelesi gördüğü
hepimizin malumu. Maçlara kulüp otobüsüyle gelip gidiyorlar ve taraftarla
temasları asgari düzeye inmiş durumda. Bahattin Baydar’ın aşağıda anlattıkları
geçmişte bu durumun ne kadar farklı olduğunu ortaya koyuyor: “Erenköy’den
Bağdat Caddesine kadar yürürdüm. Oradan bir dolmuşa binip Kadıköy, oradan bir
dolmuş Üsküdar, oradan motora binip Beşiktaş’a geçiyorum, oradan Şeref Stadına
kadar yürüyorum. Bir yıl Kızılyıldız ile özel bir maç yaptık. O zamanlar müthiş
bir takımdı. Sol iç Sekulariç çok hızlı bir adamdı. Çok meşhurdu o zamanlar.
Santrfor Kostiç, kalede Beara gibi çok iyi isimler vardı. Benim önümde Kostiç
oynuyor, 1.94 boyunda. Kafaya çıkıyorum, bayağı aşağıda kalıyorum ama erken
düşüyorum, hemen süratli olduğum için onun kafayla aşırdığı topu süpürüyorum.
Sabah 8’de sahanın zemini kırağı dolmuş ve buz tutmuş. Düştükçe perişan
oluyoruz. Maçtan sonra Üsküdar’a geçmek için motora binecektim. Bir kız geldi,
‘Amca bu Üsküdar’a mı gidiyor?’ diye sordu. Halbuki yaşım o zaman daha 17-18.
Neden öyle dedi? Çünkü maçtan sonra perişan vaziyetteyim. Yorgunum, çökmüşüm.
Beni o halde görünce yaşlı zannetmiş. Maçlara ve idmanlara hep kendi
imkânlarımızla giderdik. 1960’da şampiyon olduktan sonra bir skuter almıştım
kendime. Onunla arabalı vapura binip Kabataş’a geçiyordum. Yine aynı yoldan eve
dönüyordum.”
Beşiktaş 1957-58. Ayaktakiler: Kamil, K. Ahmet, Coşkun, Sedat, Recep, Nazmi. Oturanlar: Yüksel, Bahattin, Varol, B. Ahmet, Özcan. |
Bahattin Baydar’ın unutamadığı
anılardan biri Kasım 1958’de Real Madrid ile oynadıkları Avrupa Şampiyon
Kulüpler Kupası maçlarıydı: “Real Madrid ile İspanya’da oynanan maçta yedek
kulübesindeydim. Maçtan evvel mağazaları filan dolaşıyorduk. Nereye girersek
herkes elinin beş parmağını gösteriyordu. Neyse iki golle kurtardık. Bernabeu
Stadındaki atmosfer müthişti. Müthiş bir heyecanımız vardı. Real Madrid’in ismi
o zaman giderken gözümüzde çok büyüktü. Stadın iki tarafı simetrikti. Haftaymda
sahaya çıktık. Kendi kendime saha değiştirmedik, hâlâ aynı yarı sahada
oynuyoruz diyorum. Simetri o kadar iyi ki kale değiştirdiğimiz belli olmuyor. Döndüğümüzde
havaalanında sanki maçı kazanmışız gibi herkes bizi omuzlarına aldı. Maçı
radyodan anlatan Sulhi Garan’ın da bunda büyük payı olmuş. Fakat maç hakikaten
çok başa baş geçmişti. Gento sol taraftan çizginin dışına çıkıyor Kamil’i
geçerken. Topu atıyor, çizginin dışına çıkıyor, sonra tekrar topu alıyor. Bir
orta yapıyor yerden, Di Stefano vuruyor, Varol kurtarıyor. Real Madrid ne
takımdı ama: Gento, Di Stefano, Puşkaş, Kopa.
Gento’yu üç kişi karşılıyordu. Sofiyanidis, Faik ve en geride Kamil. Üçü
de santra çizgisinden ileri gitmiyordu ama tutması mümkün değildi. Müthiş çabuk
bir adamdı. Top onun ayağına geldiği zaman 120.000 seyirci ıslıkla tempo
vermeye başlıyordu.”
Bir Fenerbahçe maçında Şeref (solda) ve Mikro Mustafa ile mücadelede. |
Bahattin Baydar’ın Beşiktaş’ta
futbol oynadığı yıllarda takım olarak en başarılı dönemi 1959-60 sezonunda
yaşadılar. O sezon yirmi takımın mücadele ettiği Milli Ligde, Macar antrenör
Kutik yönetiminde Fenerbahçe’nin beş puan önünde (galibiyete 2 puan verilen
sistem vardı) şampiyon oldular. Bizce bunda en büyük pay kaleci Necmi Mutlu,
sağ bek Bahattin Baydar ve sol bek Münir Altay’ın çok başarılı bir savunma
hattı oluşturmasıydı. Nitekim bu savunma otuz sekiz maçta sadece on beş gol
yemiş, yirmi beş maçı gol yemeden tamamlamıştı. Forvet hattına o yıl katılan Şenol, Birol ve Arif’le ortaya çıkan iyi
kadro ligin ilk otuz bir maçında yenilmemiş ve sezonu sadece iki mağlubiyetle
kapatmıştı.
Milli Lig 1959-60 şampiyonu Beşiktaş. Ayaktakiler: Münir, Necmi, Kaya, Arif, Birol, Nazmi. Oturanlar: Bahattin, Ahmet, Tuncay, Şenol, Sabahattin. |
Ne var ki bu başarının keyfini
fazla yaşayamamış Bahattin Baydar. O sezonun bitimine doğru iş başına gelen
askeri yönetimin aldığı karar birçok sporcu gibi onu da etkilemiş ve futbol
hayatına en verimli döneminde uzun bir ara vermiş: “27 Mayıs 1960 ihtilalinden
sonra askerliğini yapmamış bütün futbolcular askere alındı ve o süre boyunca
kulüplerinde oynamaları yasaklandı. Ben o sırada Beşiktaş’ta direkt oynuyordum.
Askeri idare gelince herkesi askere göndermeye başladılar. O zaman yedek subay öğretmenlik getirildi.
Ben Adıyaman’ın bir köyünde yedek subay öğretmenlik yaptım. Bir barakanın
içinde beş sınıf birden vardı. Birinci sınıf öğrencileri için tahtaya A, B
yazıyordum. İkinci sınıfa kitaptan bir yer gösterip şurayı okuyun diyordum.
Üçüncü sınıfa toplama, çıkarma, dördüncü ve beşinci sınıflara farklı dersler
gösteriyordum. Kırk beş dakikalık derste hepsini aynı anda yapıyordum.
Topraktan yapılmış damı vardı barakanın. Küçük bir tahta vardı, tebeşirle oraya
yazardım. Çocuklar oturmak için evden küçük rahle gibi bir şey getirirler,
giderken de götürürlerdi.”
“İstanbul’a izne
gelmiştim. Dönüşte trenle Gölbaşı’na
geldim. Oradan Adıyaman’a geçtim. Köye giden vasıta yoktu. Oradan bir katır
kiraladım. İki tane bavulum vardı, heybesine bavulları koydum. Tek başıma köyün
yolunu tuttum. Yolda şiddetli bir yağmura yakalandım. Bir rampa çıkarken katır
bir hamle yaptı. Bavullarla beraber arka üstü düşmek üzereyken sporcu olduğum
için hemen atladım. Bavulları tekrar yükleyinceye kadar canım çıktı. Kan ter
içinde kaldım, hava soğuk. Hastalandım, ateşim çıktı. Kar yağıyor. Bir önceki
köye mecburen girdim. Köylüler beni misafir ettiler. Yanıma bir adam verdiler
tekrar Adıyaman’a döndüm. Orada üç-dört gün yattım. Gaziantep’teki maarif
müdürlüğüne müracaat ettim. Orada hastaneye sevk edildim. Dört-beş gün
hastanede yattım. Akciğerde bir şiş oluştu. Enjeksiyonla çekip aldılar. Bir on
gün daha yattım. İğneler filan yapıldı. Üç ay rapor verdiler, İstanbul’a
geldim. Son bir ayı içinde Beşiktaş’la
idmanlara çıkmaya başladım. Hatta Sandro Puppo beni bir Beykoz maçında oynattı.
Sonra tekrar görev yaptığım köye döndüm.”
Baba Hakkı ve Andras Kutik (soldan ikinci) ile. |
“Köyün hemen sırtında yüksek
bir tepe vardı. Oraya çıkardım. Küçücük bir transistörlü radyom vardı. Aşağıda
çekmezdi radyo. Beşiktaş’ın maçı olduğu zaman dağın tepesine çıkardım. Orada
biraz çekerdi. Radyoyu kulağıma koyup Beşiktaş’ın maçını dinlerdim. Kondisyon
çalışmalarına devam ederdim orada. Amcamın oğlu İstanbulsporlu Kel İhsan da
benim köye aşağı yukarı bir günlük mesafede bir köyde görev yapıyordu. O
devirde o bir günlük mesafeyi yürüyüp dağ bayır aşarak onu ziyarete gittim. O
üç aylık rapor yüzünden görev sürem uzamıştı. Üçüncü sezon da askerde geçince
Beşiktaş’taki yerimi kaybettim. En iyi zamanım askerde geçti. 1963’te askerden
dönünce İhsan’ın vasıtasıyla İstanbulspor’da oynamaya başladım.”
“İstanbulspor’da iyi bir
arkadaşlık ortamı vardı. Fakat farklı sahalarda çalışmak zorunda kalıyorduk.
Geldiğim ilk sene idmanları Beylerbeyi’nde yapıyorduk. İkinci sene Eyüp
sahasında yapmaya başladık. Kadıköy’den vapurla Karaköy’e geçiyordum, oradan
otobüsle Eyüp’e gidiyordum. İkinci lige düştüğümüz sezon (1966-67) Ankara’da
oynadığımız Hacettepe maçından sonra eve geldiğim anı hiç unutmam. Tam bahçenin kapısından girdim, baktım evde
bir matem havası var. Babam vefat etmiş. O sezon son maçı İstanbul’da Karşıyaka
ile oynadık. Kazansak ligde kalacağız, berabere kaldık ve Karşıyaka’yla
birlikte küme düştük. Aslında düşmememiz gereken iyi bir kadromuz vardı. Fakat
düzenli olarak çalışacağımız bir sahamız bulunmayışının büyük etkisi olduğunu
düşünüyorum.”
İstanbulspor 1965-66 kadrosu. Ayaktakiler: Yılmaz, Güngör, Hasan, Celal, Yıldırım, İhsan. Oturanlar: Yüksel, Günay, Nedim, Yasin, Bahattin. |
“1968’den sonra İstanbulspor’da
antrenör olarak göreve devam ettim ve rahmetli Ziya Taner’in yardımcılığını
yaptım. Ben oynarken son sene Ziya Taner, başkan Ali Sohtorik’le konuşmuş ve
‘Bahattin’i yardımcım yapalım,’ demiş. Beni hemen antrenör kursuna gönderdiler.
Onunla iki sene çalıştık. O gittikten sonra kısa bir dönem Basri Dirimlili’yle
çalıştık. Daha sonra Arap Güngör diye bilinen Güngör Tetik’le birlikte takımı
iki buçuk – üç sene biz idare ettik. Bir dönem İstanbulspor çok iyi bir
takımdı. Bir sezon Fener’i, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı yenmiştik. Hatta
Galatasaray’ı 3-0 yendiğimiz maç müthiş bir maçtı.”
Bahattin Baydar (sol başta), 1972'de Mersin'de düzenlenen antrenör kursunda, İstanbulspor'da birlikte forma giydiği Güngör Tetik'le (soldan üçüncü). |
“1983’e kadar İstanbulspor’da
görev yaptım. Daha sonra Beşiktaş altyapısında görev aldım. Eski takım
arkadaşlarımızla hep beraber toplanıyorduk. 1986’da Beşiktaşlı Eski Sporcular
Derneğini kurduk. Süleyman Abi 1 numara, Nazmi Bilge 2 numaralı üyeydi; ben de
3 numaraydım. Süleyman Abi kulüpte bize bir oda vermişti. İngilizce bilmem ve A
sınıfı teknik adam diplomam olması dolayısıyla Gordon Milne’in yardımcısı
olarak görevlendirildim. Gordon Milne 1986’da İngiltere’den geldiği sırada ben
takımı alıp Abant’a götürdüm. Ben bütün organizasyonu yapıp takımı kampa
yerleştirdim ve iki üç gün çalıştırdım. Yöneticimiz Şan Öktem de arabayla kampa
gelirken kaza geçirip hayatını kaybetti. Sadece antrenörlük değil organizasyonu
da üstleniyordum. Sporcularla teknik direktör arasındaki iletişimi sağlıyordum.
Gordon ilk iki sezonunda şampiyon yapamasa da, Süleyman Abi sporculuktan
geldiği için takımdaki olumlu gidişatı görüyordu. Başkası olsa Gordon’u çoktan
gönderirdi. Gordon’la fevkalade sıcak ilişkimiz hâlâ devam ediyor. Sık sık
telefonla görüşüyoruz. Buraya geldiği zaman birlikte Marmaris’e gideriz.
Denizde yüzmeyi çok sever.”
Bilgisayarın henüz günlük yaşamımıza girmediği yıllarda Bahattin Baydar'ın elle tuttuğu istatistik ve notlardan iki örnek:
Gordon Milne ile yaklaşık yedi
sezon boyunca birlikte çalışan Bahattin Baydar, bu süre içinde başta üç Türkiye
Ligi ve bir Türkiye Kupası olmak üzere bir düzineden fazla kupanın kazanılmasında
pay sahibi oldu. Milne ayrıldıktan sonra gelen Christoph Daum döneminde de
görevini sürdürdü. Halen Beşiktaş kulübünün futbol öz kaynak düzeni idari
menajeri olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder