Futbolla yoğun mesai içindeki
bir ailenin ferdiydi. Gençliğinde futbol oynayan babası Arif Bey Galatasaray
kulübünün divan kurulu üyesiydi. O yüzden oğulları da, babadan dayak yeme
korkusu olmadan özgürce futbol oynamıştı. Küçük kardeşi Selim, Beşiktaş’ta
parladıktan sonra Fenerbahçe’ye geçmiş ve asıl ününü burada yapmıştı. Onunla aynı
yıllarda sahalarda top koşturan rakipleri ondan söz açıldığı vakit iki özelliğini
vurguluyordu: birincisi sol ayağı iyi olan teknik bir futbolcu, ikincisi son
derece beyefendi ve mütevazı bir insan olmasıydı. Nitekim telefonla ilk kez
görüşüp maksadımızı açıkladığımızda, “Aman efendim, benim öyle yazılacak önemli
bir futbol hayatım yok,” diyerek bu özelliğini ortaya koymuştu. Biraz dil
dökerek sonunda Ali Soydan’ı görüşmeye ikna ettik. İşte onun anlatımıyla
çocukluk yılları:
“10 Ocak 1933 İstanbul
doğumluyum. Babam da Galatasaray kulübünde futbol oynamış ve idarecilik yapmış
bir insandı. Hayvan ticaretiyle uğraşırdı. Sonradan dükkân açmıştı,
Teşvikiye’de dükkânımız vardı. Bizim kuşağımız tenis toplarıyla oynayarak
yetişti. Tenis toplarıyla mektepte top oynardık. Ben Şişli Terakki’de okuyordum.
Orada top oynamak yasaktı ama dinlemezdik. Ufak bir saha vardı, orada
teneffüslerde oynardık. Okul dışında mahallede de top oynardık. Teşvikiye’den
Beşiktaş’a doğru giden caddede, şimdi İTÜ’nün garajı olarak kullanılan yer
eskiden mezarlıktı. Fakat mezarlık kapatılmıştı, artık cenazeler
gömülmüyordu. Taşların bazıları kalmış, bazıları dağılmıştı. Orada top
oynadığımız boş bir alan vardı, kimi yeri daha geniş, kimi yeri daha dar.
Taşlardan kale yapardık. Orada alıştık top oynamaya. İki takım kurmuştuk,
birinin adı Hortlakspor’du. Aramızda para toplayıp top alırdık. Eski toplar
şimdiki gibi değildi, yukarıdan bağlamalı filandı. Ufak yerde oynamanın
faydası, çok güzel pas vermeyi öğreniyorsun. Bir de top bazen yamaçtan aşağı
kaçardı. O zaman topu gidip kendin almak zorundasın, ceza olarak. O yüzden çok
dikkatli oynardık. Tekniğimiz o sayede gelişmişti. Büyük sahaya geçtiğimiz
zaman daha rahat oynuyorduk. Küçük sahada alıştığımız için ayağımızla
istediğimiz yere atabiliyorduk topu. Küçük saha o melekeyi kazandırdı bize.”
“Babam top oynamama kızmazdı.
Bilakis beni daha dokuz-on yaşımdayken elimden tutarak Galatasaray kulübüne
götürdü. Biz üç kardeştik. Benim büyüğüm sadece mahalle arasında top oynamıştı.
Sonra bankacı oldu. Selim benden yedi buçuk yaş küçüktür. O da biliyorsunuz
futbolcu oldu. Ben babamın teşvikiyle küçük yaşlarda Galatasaray genç takımına
girdim. Kulübe ilk gittiğimde genç takımla eski futbolcu Selahattin Buda meşgul
oluyordu. Daha sonra Lockhead isminde bir İngiliz antrenör geldi. Selahattin
Bey ile birlikte çalıştırdılar takımı. O zaman Galatasaray genç takıma
ehemmiyet veriyordu. Aslında o yıllarda her takım ehemmiyet vermeye başlamıştı
genç takımlarına.”
Şeref Stadında yapılan bir Galatasaray-Beyoğluspor maçında. |
“Genç takıma giderken bir
yandan da Şişli Terakki Lisesinde okudum. İlk defa bizim zamanımızda okuma
süresi on iki seneye yükseltildi. İstanbul vali muavini Galatasaray’da
idareciydi. Mektebe telefon edip izin alıyordu benim için. Bizim de hoşumuza
gidiyordu o gençlik yıllarında bu durum. Telefon geldiği zaman müdür ya da
müdür muavini sınıfa gelir, ‘527 nolu Ali Soydan, izin veriyoruz ama bir daha
olmasın lütfen,’ deyip takıma gönderirlerdi beni. O zaman Adana’ya gittik,
İzmir’e gittik. Dostluk maçları yapılıyordu.
Yabancı takımlar gelirdi Avusturya’dan filan özel maçlar yapmak için.
Sağ bek Sarı Naci, sol bek Fazıl Abi, Muzaffer Abi, sağ tarafta Muhtar Abi gibi
takımın eskileriyle birlikte yabancı takımlara karşı oynadım. Ben çocuk
gibiydim. Oynayıp yetişeyim diye 15-20 dakika sokuyorlardı oyuna.”
1952'de Adana'da yapılan Türkiye amatör futbol birinciliğinde şampiyon olan Galatasaray takımı (soldan): Ali Soydan, Ali Beratlıgil, İsfendiyar, Bülent Kayarlar, Suat, Bülent Varol, Coşkun, Turgay. |
Ali Soydan (sağ başta), Candemir Berkman ve Güngör Okay ile birlikte. |
Galatasaray A takımına Ali
Beratlıgil ile aynı sezonda girince otomatikman Küçük Ali denilmiş Ali Soydan’a:
“Ali Beratlıgil benden biraz daha büyüktü yaşça. Kamil Altan’la ve Ali’yle iyi
arkadaştık. Metin’den önce o santrfor oynardı. Metin geldikten sonra Bursa’ya
Merinos’la maç yapmaya gitmiştik. Ali henüz santrfor oynamaya devam ediyordu.
Bir pozisyonda Metin bizim sahadan topu alıyor, santrayı geçiyor, çalım atıyor.
On sekize yaklaştığında Ali orada, pas istiyor. Hiç oralı olmuyor Metin, bir
vuruyor topa. Kaleci ellerini kaldırmasına rağmen üstten geçiyor top ve gol
oluyor. Bir-iki-üç, Ali biraz kırılır gibi oldu ama Metin golleri atıyordu.
Belki pas vermesi daha doğru olurdu ama çok kendine itimadı olan, aynı şekilde
kafaya çok iyi çıkan bir oyuncuydu ve çok da efendi bir adamdı Metin. Ali’yi de
idare heyeti harcamadı, onu geriye çektiler. Metin ondan sonra aldı, bir daha
da bırakmadı. Bize anlattığına göre İzmir’deyken Vahap Özaltay ile
çalışıyormuş. Vahap mesela sol tarafa geçip ona sürekli top ortalıyormuş ve
gelen topa bekletmeden vole vurması üzerine çalıştırıyormuş. Sağdan sola,
soldan sağa, öyle hazırlamış kendini Metin. Sezgisi ve vuruşları çok iyiydi. Gol
olmasa da yüzde yüz kaleyi tutardı.”
Üç yakın arkadaş (soldan): Kamil Altan, Ali Beratlıgil, Ali Soydan. |
Galatasaray birinci takımında
henüz dördüncü sezonunu geçirirken o zamanlar futbolcuların korkulu rüyası olan
dış menisküs sakatlığı yaşamış Ali Soydan: “1954-55 sezonunda Galatasaray
şampiyon olduğunda ben yarım sezon kadar oynadım, sonra sakatlandım. Menisküs
oldum. Şeref Stadında bir hazırlık maçı oynuyorduk. Arkadan bir çelme taktılar
bana, sağ tarafıma düştüm. Yerde bir taş varmış. O taş sağ dizime battı. Nasıl
canım yandı ama anlatamam. Adaleler daha sıcak olduğu için maçın sonuna kadar
oynadım. İşte o zaman sakatlanmıştım. Kıkırdaklar yırtılmıştı. Bir iç menisküs,
bir de dış menisküs sakatlığı vardı. Ben dış menisküsten sakatlanmıştım, o daha
fenaydı. Rahmetli Reha Abi (Eken) ameliyat olmak için İtalya’ya giden ilk oyuncuydu.
Lakava diye bir doktor ameliyat etmişti onu. Beni de sağ olsunlar, kulüp oraya
gönderdi. Fakat ben şanssızdım, ameliyat olmama rağmen tam düzelemedim. Devamlı
sakatlık yaşadım. Menisküs ameliyatını burada da yapıyorlardı ama çok ağır
geçiyordu. Üç ay- dört ay hiç topa ayağını vuramıyordun, hatta sezonu
kapatıyordun. Sakatlanan yeri görebilmek için dizi olduğu gibi açıyorlardı.
Oradaysa Lakava yalnız o ameliyatı yapıyordu ve ufak bir kısmı açıyordu. Ben
İtalya’ya gittiğimde o da ameliyat için Rusya’ya gitmiş. On gün bekledim. Sonra
geldi, beni ameliyat etti. Yara kapanana kadar orada istirahat ettim. Roma’da
Lazio kulübünün bir masörü vardı, ona teslim etti beni. Benim işim bitti, ben
vazifemi yaptım dedi ve masöre teslim etti.”
Bir Galatasaray-Beşiktaş maçında Eşref'le mücadelede. Arkada Vedii Tosuncuk görülüyor. |
“İstanbul’a döndüm. O zaman oyuncu kıt tabii. Necmi Abi – Torik Necmi sol bek oynardı, ben yokken sol açık oynatmışlar. Ben dönünce, ‘Derhal hazırlan’ dediler. Yapmayın etmeyin dedimse de dinletemedim, oynamaya mecbur kaldım. Hiç unutmuyorum bir Fener maçı oynamıştık. Birinci maçta 3-1 yenmiştik. İkinci devredeki maçta kadroya aldılar beni. Yeşilköy’de Deniz Park otelinde kampa girmiştik. Antrenman filan yapıyorduk, Gündüz Abi çalıştırıyordu o zaman bizi. Lastik ayakkabıyla çalışıyorduk. Sahanın bir kısmı çamurluydu. Gece yağmur yağmış, su yok ama zemin yumuşamış iyice. Oraya top atıldı. Çok iyi hissediyordum kendimi. Oraya bir top atıldı. Koştum gittim, topu istop ederken hafif döndüm hakim olmak için, bir ağrı girdi ayağıma. Eyvah dedim ama hemen çıkamadım tabii. Bir müddet sonra Gündüz Abi’den müsaade istedim. Odaya gittim, ayağım davul gibi şişmiş. Ertesi gün Cumartesi’ydi, maç Pazar günüydü. Cumartesi günü kalkınca kampı terk ettim, eve geldim. Gündüz Abi bir idareciyle eve geldi. Babamla konuştular, sonra benle konuştular. ‘Merak etme, bir şey olmaz,’ dediler. ‘Çıkayım ama bir şey yapamam,’ dedim. Babam beni aldı karşısına, ‘Bak Galatasaray kulübü sana dünya kadar masraf etti,’ diye konuştu. Bir aydan fazla kalmıştım Roma’da. Babam da beni dinlemedi. Sonunda çıktım sahaya ama koşmamın imkânı yoktu. O maçta da 2-0 mağlup olduk. Ondan sonra benim ayağım bir daha eskisi gibi olmadı.”
Hayat dergisi 1959 yılında İstanbul Liginde yer alan on takımın en centilmen futbolcusunu seçmişti. Beyoğluspor'un en centilmen futbolcusu olarak Ali Soydan seçildi. |
Şeref Stadında yapılan bir Beyoğluspor idmanı. Ali Soydan sol başta. En arkada görülen oyuncu Aleko Sofyanidis. |
Fenerbahçeli takım arkadaşlarıyla beraber (soldan): Necdet Çoruh, Avni Kalkavan, Ali Soydan, Niyazi Tamakan, (Mikro) Mustafa Güven. |
Ali Soydan’ın Fenerbahçe’den
sonraki durağı o zaman büyük bir hamle yapan Karagümrük kulübü olmuş. 1960-61
sezonundan itibaren kırmızı-siyahlı formayı giymiş. Tarık Kutver, Aydın Yelken,
Orhan Erkmen, Nihat Çapalar, Doğan Sel, Recep Adanır gibi isimlerle birlikte
top koşturmuş. Karagümrük’te üç sezon geçirmiş. Kulübün birinci ligden düştüğü
1962-63 sezonu onun da son sezonu olmuş. “Fakat Karagümrük son kulübüm değil. Futbol
ve dükkân yüzünden askere epey geç gittim. Askerliğimi Konya’da yaptım. O
yüzden son kulübüm Konya’daki bir kulüptür, orada hiç oynamadım aslında ama
antrenmanlara çıkıyordum.”
Karagümrük 1960-61. Ayaktakiler: Ali Soydan, Gökçen, Tuncay, Doğan, Nedim, Özcan. Oturanlar: Kadri Kartal, Tarık, Nihat, Sümer, Bilgin. |
Bir Galatasaray-Adalet maçı. Ali Soydan 11 numaralı oyuncu. Tam ortada Fenerbahçe'den Adalet'e gelen Erol Keskin görülüyor. |
Fethi Aytuna ellerine sağlık.Bu emeklerinin semeresini mutlaka göreceksin.Kolay gelsin.
YanıtlaSilO MEZARLIKTA Ali abimle ben de OYNAMISTIM!!! Seneler 1962-63
YanıtlaSilHasmet KANSIZ
hey gidi gunler HEY!!!
YanıtlaSil