Kısa süren bir futbolculuk
hayatı da olmakla birlikte, özellikle İzmir futbol camiasında Sarı Yaşar
namıyla ünlenmiş bir amigodur Yaşar Tunçses. Esasen Altınordulu olmakla
birlikte, yeri geldiğinde Ülküspor ve Yeşilova dahil birçok İzmir takımına da amigoluk
yapmıştır. Yetmişli yıllarda Atatürk Stadının açılmasıyla birlikte milli maçlar
devamlı olarak İzmir’de oynanmaya başlayınca “milli amigoluğu” da üstlenmiştir.
Kendisiyle eski günleri konuşmak için evinde buluşup daha sonra Altınordu
kulübünün Yeşilyurt semtindeki tesislerine gittik. Taksi şoföründen esnafına,
tesislerde görev yapan eski futbolculardan (ki bunların arasında o sırada
kaleci akademisin başında bulunan Datcu da vardı) çalışanlara kadar herkesin
büyük bir hürmet gösterdiği Yaşar Tunçses gençlik yıllarını şöyle anlatıyor:
“1933’te İzmir’de doğdum.
Doğduğum semt Mezarlıkbaşı’na yakın Keçeciler’di. Altınorduluyuz çünkü
muhitimiz Tilkilik bizim. 1940’ların başında mahallede top oynardık.
Muhitimizden geçen bir abimiz vardı, göğsünde hep Altınordu rozeti takılı
olurdu. Hep o abiyi hayranlıkla seyrederdim. Sonradan öğrendim ki bizim
futbolcumuzmuş. İlk Altınordu sevgimiz öyle başladı. Zamanla Altınordu genç
takımında oynamaya başladım. Sağ bek ve sol bek oynardım. O zaman bütün ailem
İstanbul’daydı. Eniştem rejisördü, ismi Nuri Genç. Annem de babamdan
ayrılmıştı. Hepsi oraya gittiler. Epey sıkıntılı günler geçirdim. Altınordu
takımındayken futbolcu olarak Uşak şeker fabrikasına gittim. Bizim Efe Tahir
diye bir kalecimiz vardı, İstanbulluydu. Allah – ne kaleciydi. İstanbul’da
Adalet takımında oynardı. Bir de Eşek Ziya vardı, onlar Altınordu’ya
gelmişlerdi. Sonra Altınordu’dan giderken, ‘Gel Yaşar seni de götürelim,’
dediler.”
“Böylece 1953-54 senelerinde
bir müddet Uşak Şekerspor’da oynadım. Oraya gitmemin sebebi iyi maaş
vermeleriydi. Bütün futbolcuları bir yere veriyorlardı, beni de elektrik
atölyesine vermişlerdi. Ben 7,5 lira gündelik alıyordum, benim ustam 6,5 lira
alıyordu. İzmirspor kalecisi Seyfi Talay’ın abisi Selahattin vardı. İkisi de
rahmetli oldular. Selahattin Abi de oradaydı. Çok efendi, iyi bir insandı. Sol
bek oynardı, müthiş bir futbolcuydu. İzmirspor’da da oynamıştı ama para
vermiyorlardı. Parasızlıktan mecburen kimimiz Uşak’a, kimimiz Konya’ya hep
müessese kulüplerine giderdik. Uşak’a gitmeden
önce Altınordu genç takımında iken bir defa A takımında oynattılar beni.
Altınordu-Karagücü lig maçıydı. Formayı giydiğim zaman bu ben miyim diye
heyecandan ağladım. O maçta kalede Tahir Abi vardı. Eşek Ziya da oynamıştı.
İşte onlar beni götürdü.”
Yaşar Tunçses futbola erken
yaşlarda veda ettikten sonra geçimini sağlamak için büfecilik yapmış. “Şimdi Mezarlıkbaşı’nda
bulunan otoparkı geçer geçmez sol tarafta Lale Sineması vardı. Orada büfe
işlettim.” Sohbete eski yıllardan devam ediyoruz. O yıllarda unutamadığı bir
olay efsanevi Macar milli takımını İzmir’de seyretmesi olmuş: “Macarlar 1956’da
Türkiye’ye geldiği zaman İzmir karmasıyla da iki maç yapmıştı. Genç karmada
oynadığımız için bize de birer davetiye verdiler. Puşkaş vardı. Santrfor Toth
vardı, müthiş bir adamdı. Onları Sait Abi’nin büfesinin içinde görmüştüm.
Etrafta müthiş bir kalabalık vardı, İzmir halkı maça adeta hücum etti. İki maç
yaptı Macarlar, bir tanesi 10-1 gibi farklı bir skorla bitti.”
Geçmiş yıllarda İzmir’de
tribünlerin yapısının nasıl olduğunu sorduğumuzda, günümüzde artık sıradan vaka
haline gelen küfürlü tezahüratların, organize kavgaların o zamanlar
bilinmediğini söylüyor öncelikle ve enteresan bir Karşıyaka amigosunu örnek
veriyor: “Alsancak Stadının yanında eskiden Şark Sanayi vardı. Ellili senelerin
ortalarında orada çalışan Alaybeyli birisi vardı. İsmini hatırlamıyorum ama
lakabı “İdare” idi. İçkili gelirdi sahaya. Geldiği zaman yalpalayarak, ‘Ruhum
Karşıyaka, kalbim Göztepe,’ derdi. Herkes alkışlardı adamı. Tribün yıkılırdı
alkıştan. Bugün iki camia birbirini yiyor. Eskiden kapıdan kapalı tribüne girer
girmez ilk kısım Altaylılarındı. Kapıdan girince hemen Sait Abi’nin büfesi
vardı. Biraz daha gidince Altınordu, ondan sonra İzmirspor, ondan sonra Göztepe
kısmı gelirdi. Göztepe’nin o zaman bugünkü gibi fazla seyircisi yoktu. En
kalabalık seyirci bizdeydi (Altınordu). Hele ikinci ligde yükselme maçlarını
oynadığımızda bütün stat dolardı bizim taraftarla.”
Sarı Yaşar’ın amigoluk hayatı
da işte bu sırada başlamış. Hikâyesini şöyle anlatıyor: “Altınordu’nun ikinci
lige düştüğü sezon (1965-66) Alsancak Stadında Bursaspor maçına gitmiştim.
Altınordu ve Bursaspor birinci lige çıkmak için sekizler denen gruba kalmıştı.
O zaman amatör sporcuların da serbest giriş kartı vardı. Bütün maçlara
gidiyordum. Açık tribüne girmiştim o maçta. Karşıdaki Bursa tribünlerinin
durumu benim çok gücüme gitmişti. Hep birlikte kalkıyorlar, tezahürat filan
yapıyorlardı. Bizim tribünde bunu yapan hiç kimse yoktu. Serbest giriş kartım
olduğu için karşı tribüne gitmeye karar verdim. Hatta Bomba Orhan diye bir
arkadaşım vardı, o tarafa gideceğimi söyledim ona. ‘Gitme yahu, döverler,’
dedi. ‘Burası benim memleketim yahu, kim dövecek?’ dedim, gittim nitekim karşı
tribüne. Balkon kısmında bizim Altınordulu seyirciler vardı. İşte balkona gidip
o korkuluğun kenarına çıktım. O kenarda bir karış genişliğinde bir mesafe
vardı, ben orada yürüyordum. Orada tezahürat yaptırmaya başladım. İşte amigoluk
öylece kaldı bize. Sonra Eskişehir maçı oynandı deplasmanda. Oraya gittik,
orada yaptık biraz.”
“O Bursaspor maçıyla ilgili
enteresan bir de anım var. Maçtan bir gün evvel bizim arkadaşlar Fuar’a
gitmişler. Yalvarmışlar yakarmışlar, Zeki Müren’in büyük bir posterini
almışlar. Onu bana getirdiler. Maç esnasında posteri kaldırıp Bursalı
seyircilere gösterdim. Bizimkiler de tezahürata başladı: Zekiii – Müreeen diye. Aradan yıllar geçti, hanımla
beraber Bodrum’daydık. Bizde bir dönem başkanlık yapan Mustafa Irmak da vardı
yanımızda. Zeki Müren’le beraber oturduk, masaları birleştirdik. Laf lafı açtı.
Mustafa Irmak bu olayı anlatınca, Zeki Müren de gülmekten yerlere yattı. ‘Demek
reklamımı yaptın ha?’ dedi.”
“Aradan zaman geçti. İzmir’de
Altınordu-Eskişehir maçı vardı. Birinci lige çıkmak için muhakkak yenmemiz
lazımdı. Ben yine balkondaki yerime çıktım. Bazen resimlerime bakarım. Baktıkça
o halime bugün bile korkarım nasıl durmuşum orada diye. O maça kırk davul, kırk
zurna getirdim. Açık tribüne bir işaret yapıyordum, orası başlıyordu
tezahürata. Sonra benim olduğum tribün başlıyordu. Hakem bir ara durdurdu maçı.
Yanımıza geldiler. ‘Devam ederseniz hakem maçı tatil edecek,’ dediler. ‘Benim
yapacak bir şeyim yok, seyirci bağırıyor,’ dedim. Velhasıl o gün Eskişehir’i 4-0
yendik.”
Sarı Yaşar seyirciye yaptırdığı
en meşhur tezahürat olan “Bir Baba Hindi”nin nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor: “Sait
Abi’ye ellili senelerde yılbaşına yakın bir maçta, bir taraftar hindi hediye
etmişti. Biz de o sırada ‘Şu hindiye bak, ne baba hindi,’ filan diye konuştuk.
Bir baba hindi – Olaydı şimdi – Pilavla zerde – Kaşıkları bende şeklindeki o
meşhur tezahürat öyle doğdu. Ben bunları söyledikçe seyirci de arada ‘Hey
Allah!’ diye bağırırdı.”
Söz Sait Altınordu’dan açılınca
onunla ilgili hatırladıklarını anlatmasını rica ediyoruz. Öncelikle onun büyük
bir futbolcu olduğunu vurguluyor: “Sait Abi’nin oynadığı yıllarda seyirciler
ilk golü, ilk korneri Sait mi atacak, başkası mı atacak diye iddiaya girerdi. O
kadar iyi bir futbolcuydu. Fakat neredeyse kırk beş yaşına kadar oynamasına
rağmen doğru dürüst para kazanamamıştı futboldan. Yıllar sonra, Türkiye-Polonya
maçından iki gün önce milli takım oyuncuları ile İzmirli şöhretler karması bir
jübile maçı yaptılar onun için. O jübileden toplanan paralarla oturduğu ev alındı.
Sait Abi son zamanlarında hastaydı. Evine devamlı giderdim o günlerde. O zaman
bana anılarını anlatırdı. Bir tanesi çok enteresandır. İzmir’in kurtuluş günü
olan 9 Eylül’de yapılan resmigeçitlerde İzmir’in futbol takımları da geçerdi.
Basmane meydanından başlayıp Tilkilik’ten Mezarlıkbaşı’na gelirdi kortej,
oradan da karşıya devam edip Kemeraltı’na girer ve Konak’a kadar yürürdü. 1944
veya 45 senesinde, bütün takımlar hazırlanmış işte bu kortejden geçmek için.
Fakat Altınordu kortejinde top yok. O gün kaleci de gelmemişti. Bizde bir Baba
Remzi vardı. Sait Abi büfenin çekirdeklerini satması için ona verirdi. İşte bu
Baba Remzi ben top bulurum diyor tören için. Sait Abi gençliğinde milli takımla
Rusya’ya maça gittiği zaman bütün oyunculara birer top hediye etmişler orada.
Topun üstünde bir orak-çekiç amblemi varmış ama bayağı büyük. İşte Baba Remzi
çıkıyor bizim eski kulüp binasının üst katına, o topu alıyor. Ben de kenardan
kortejin geçişini seyrediyordum o gün ufak bir çocuk olarak. Baba Remzi’nin
üstünde bir kaleci kazağı, elinde de o top vardı. Mezarlıkbaşı’nda bir karakol
vardı; bugünkü otoparkın karşı köşesindedir, şimdi müze yaptılar. Oradan
geçerken bir yapışıyorlar buna, komünist diye götürüyorlar karakola.”
1987'de İzmir'de oynanan ve 0-0 berabere biten Türkiye-İngiltere maçından önce. |
Yaşar Tunçses sıkı bir
Altınordu taraftarı olarak bilinse de çeşitli zamanlarda diğer İzmir
takımlarına da amigoluk yapmış: “Yeşilova takımına bile amigoluk yaptım.
İzmirspor’a, Karşıyaka’ya da amigoluk yaptım. Karşıyaka’da, eskilerin meşhur
Tilla gazinosunun yanında büfem de vardı. Tire’ye bile gidiyordum. ‘Kaç para
istersin?’ diyorlardı. ‘Ne parası yahu? Hayatta kimseden para almadım amigoluk
yapmak için,’ derdim. Maç biter, ben de giderdim stattan. Enteresan bir anımı
anlatayım. Manisaspor-Ülküspor maçı vardı. Benim de Ülküspor’da yakın
arkadaşlarım vardı. Evim o semtteydi. Benden rica ettiler amigoluk yapmam için.
Beş tane davul zurna topladık kendi aramızda. Davulculara tembihledim. Ülküspor
gol attıktan hemen sonra başlayın çalmaya dedim. Manisa seyircisi bizden daha
fazlaydı tabii. Adamlar bir gol attı, bütün stat kalktı. Bizim davulcular da
başladılar çalmaya. Ben kızdım tabii, ‘Golü yiyen biziz, ne çalıyorsunuz yahu?’
diye sordum. ‘Abi, ne bilelim biz, baksana bütün millet ayağa kalktı,’ dediler.
Böyle enteresan olaylar da geçti başımızdan.”
Yaşar Tunçses ilerleyen yaşına
ve zaman zaman yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen amigoluk yapmaya ve Altınordu
tribünlerini “Bir Baba Hindi” tezahüratıyla coşturmaya devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder