O dönemi yaşayanlar zaten bilir
ama bugünün gençleri için bir kez daha hatırlatalım. Trabzonspor yetmişli
yılların ikinci yarısından itibaren üst üste şampiyonluklar kazanmadan önce
İstanbul’un üç büyüklerine karşı Anadolu’da ilk kafa tutan takım Eskişehirspor’du.
Bu işi öyle “ileri götürdüler” ki 1969-75 arası ligi üç kez ikinci, iki kez
üçüncü, iki kez de dördüncü bitirdiler. Seyircisi, amigosu, yöneticisi ve
oyuncularıyla o güne dek görülmedik bir futbol kültürü yaratan takımın
unutulmaz isimlerinden biri de gol krallığı unvanını iki kez kazanan Fethi
Heper’di.
Bilindiği gibi futbol oynadığı
yıllarda bir yandan da üniversite tahsili yapan Fethi Heper akademik kariyerine
devam ederek Türkiye’nin profesör olan ilk futbolcusu unvanını kazandı.
Bildiğimiz kadarıyla bu unvanına ortak olan başka futbolcu da çıkmadı. Fethi
Hoca’yla Eskişehir Anadolu Üniversitesi İİBF’deki odasında konuştuk. Son derece
keyifli bu sohbette zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle Fethi Heper’in hayat
hikâyesine, özellikle çocukluk ve gençlik yıllarına ağırlık verdik. Araya yine
fazla girmeden aktarıyoruz:
“1944’te Eskişehir’de doğdum. Beş
kardeşin en küçüğüydüm. Osman Abim, Beytullah Abim hepsi futbolcuydu. En büyük
abim Niyazi Heper Almanya’da doktora yapmıştı. 1962’de otuz altı yaşında vefat
etti. Biz diğerleri futbolcuyduk. Bizim sülale futbolcuydu zaten. Babamın
manifatura dükkânı vardı. Bizim dükkân futbol konuşulan yerdi. Babam olduğu
zaman onun ahbapları gelirdi. Dini muhabbet yaparlardı. Babam gittikten sonra
futbol muhabbeti yapılırdı. Babam da severdi futbolu, daha doğrusu karşı
gelmezdi. Biz o yönden şanslıydık.”
Eskişehir Koleji yılları. Fethi Heper alt sırada sağdan ikinci. |
Eskişehir Kolejinde okudum ben.
Kolejde futbol yoktu, yasaktı. Basketbol, voleybol oynanırdı. Sonraları futbol
girdi. Üç-beş tane futbolcu vardı, geri kalanlar figürandı. Lisedeyken bir burs
kazanıp Amerika’ya gitmiştim. Bir yıl San Fransisco’da kaldım. Orada bir
İspanyol takımında oynadım. Koloniler arasında maçların yapıldığı gayri federe
bir lig vardı. Bir maçta 7-0 mağluptuk. Ayakkabım yoktu, keten ayakkabıyla oynuyordum.
O maçta sekiz tane gol attım. Koloni başkanı kulüp başkanlığı da yapıyordu.
Beni oraya getirip götüren hocaya bir 10 dolar para verdi. Ertesi gün San
Fransisco’ya gidip, altındaki kramponları değişen bir ayakkabı aldık. Geldiğim
zaman ayakkabıyı boynuma takıp burada futbol oynayan bütün insanlara gösterdim,
hayretler içinde baktılar. O zaman herkes Dinyakos türü ayakkabılar giyerdi.
Benim o ayakkabılar çok büyük hava yaratmıştı.”
“1961 yılında Türkiye’ye
döndüm. Lise son sınıfı burada okudum. O yıl genç milli oldum. Romanya’da bir
ay süren turnuva vardı. Rahmetli abim oraya göndermedi. ‘Önce okulunu bitir,
ondan sonra futbol,’ dedi. İyi de olmuş göndermediği, okulu bitirdik. O yıl
abim vefat edince, Ankara’ya ODTÜ’ye kaçtım çünkü ortam durulacak gibi değildi.
Annem felaket ağlıyordu. Daha önce üç tane çocuğu altı-yedi aylıkken ölmüş.
Abim ilk yaşayan çocuğu olduğu için bütün sevgisini ona akıtmış. Abim de çok
düşkündü anneme. Bir yıl Ankara’da okudum, sonra Eskişehir’e dönüp Akademi’ye
girdim. O sırada Gençlik Kulübü vardı, on sekiz yaşındayken bu kulüpte lisans
çıkartmıştım. Ankara’da okurken orada oynuyordum. Hafta sonları geliyordum, maçı oynayıp Pazar
akşamı dönüyordum. 7,5 lira para veriyorlardı bilet parası olarak. Üçüncü mevki
trenle Ankara’ya gidip geliyordum.”
1972'de Altay'ı yenerek Başbakanlık Kupasını kazanan Eskişehirspor kaptanı Fethi Heper dönemin başbakanı Ferit Melen'den kupayı alırken. |
“Gençlik Kulübü bizim kulüp
gibiydi. Başkan Zeynel Karagöz halamın oğluydu. Kırklı yıllarda Türkiye
şampiyonu olan Eskişehir Demispor’da futbol oynamış, muhteşem bir futbolcuydu.
Ben onun bir frikik golünü gördüm, olmaz böyle şey, kırk beş metreden. Kış
aylarında forma giymezdi, dik yakalı kırmızı kazağı vardı. Hiçbir hakemin de
ona itiraz etmesi mümkün değildi. Gençlik Kulübünün genel kaptanı da dayımdı.
Yönetim kurulu üyeleri halaoğulları ve ağabeyimdi. Oyuncular aynı, ağabeylerim
ve çarşı esnafından oluşuyordu. O
zamanlar Eskişehir’in amatör liginde Demirspor, Şekerspor ve Havagücü vardı.
Bunlar üç tane müessese takımıydı. Kara Harp Okulu da vardı, o daha sonra
İzmir’e nakledildi. Bu üç takım gerçekten muhteşem takımlardı. Demirspor ve
Şekerspor futbolcularına kadro verir, iyi de maaş bağlardı. Dolayısıyla herkes
o iki takıma girmek için elinden gelen en iyi performansı göstermeye gayret
ederdi. Havagücü de bir futbolcu asker olduğu zaman nereye giderse gitsin
buraya getiriyordu. Dolayısıyla üç takım çok kuvvetliydi. Bunlar Eskişehir’in
üç büyükleriydi. Diğerleri figüran takımlar, mahalle takımlarıydı. Haftada iki
gün antrenman yaparlarsa yaparlardı. Ama öbürleri devamlı antrenmanlı
kulüplerdi.”
Şeker Stadında Eskişehirspor'un sahaya ilk kez çıktığı Gençlerbirliği maçının başlama vuruşunu başkan Aziz Bolel yaparken. |
“Eskiden çamaşır makinesi
nerede. Eskişehir bölgede çalışan bir kadıncağız vardı. Kirli malzemeleri onun
evine götürürdük. Kadın onları yıkar, aklar paklardı. Biz antrenman günü abimle
malzemeleri alır Şeker Stadına götürürdük. Anlayacağınız futbola malzemecilikle
başladık. Sonra kale arkasında gelen toplara vururduk. Sonra çift kale maçlarda
yirmi ikinci futbolcunun gelmemesini beklemeye başladık. 20 liraya yeni bir
ayakkabı yaptırmıştım. Çok da güzel bir ayakkabıydı. O zaman için çok büyük
paraydı, daha talebeydim. Gelmezler diye aldım yanıma gittim. Bir baktım, maçın
başlamasına beş dakika kala bir tane adam geldi. Yusuf’tu, adını bile hiç
unutmuyorum. Ayakkabısı da yokmuş, benim ayakkabıyı aldı. Maç esnasında bir de
yırttı. Parayı da vermedi. O yepyeni ayakkabıya içim nasıl parçalanmıştı, anlatamam.
Otuz sene sonra gördüm, istedim. Parayı yine vermedi (gülüyor).”
“Haftada 5 lira harçlık
alıyordum. Harçlıkları biriktirerek almıştım o ayakkabıyı. Bir Çingene Hasan
abimiz vardı Egespor’da. Ben Gençlik Kulübünden önce gayri federe Egespor’da
oynamıştım. Bizim arka mahallenin takımıydı. Bu Hasan kunduracı, ayakkabı
tamircisiydi ama futbolcudan çok iyi anlardı. Eskişehir’de onun gibi üç-dört
tane kaliteli adam vardı futbolcu keşfeden. Bu Çingene Hasan bir, Canboy vardı
ikinci olarak, üçüncü sinemacı Arnavut rahmetli Ramiz Aga vardı, bir de
Abdürrahim Cef. Bu dört kişi adamın gözüne baktığı zaman futbolcu olup
olmayacağını anlayan tiplerdi. Hasan da bizim Egespor’un idarecilerindendi. Ona
vermiştim 20 lira ayakkabı yapması için, o da giyemeden gitti. Bir kere giysem
belki bu kadar üzülmeyecektim. Ondan sonra ayakkabımı bir daha kimseye
vermedim.”
“Zannedersem 1958 yılıydı.
Eskişehir Kolejinde yatılı okuyorduk. Cumartesi günleri evci çıkardık. Pazar
sabahı annem saat sekiz buçukta ekmek almaya gönderirdi. Bisiklete bindim. Yüz,
yüz elli metre kadar gittim. Buraya kadar gelmişken şu Egespor’da ne var ne yok
bir bakayım dedim. Beni görünce, ‘Ooo, iyi ki geldin, saat 9’da maç var,’
dediler. 9’da maçı oynadık, 11’de başka bir takım geldi onlarla oynadık, 1’de
başka bir takım geldi onlarla da maç yaptık. Annem hâlâ ekmek bekliyor! Saat 3
buçukta eve gelmiştim. O zaman da hep forvet oynardım. Başlarda kalecilik de
yapmıştım ama bir maçta parmağım döndü, ondan sonra vazgeçtim.”
İlk Eskişehirspor kadrolarından biri. Ayaktakiler: Agop Mehmet, İsmail, ?,Ünver, Fethi, Nihat, Muzaffer, Hakkı. Oturanlar: Hasan, Abdurrahman, Kamuran. (Ünver Şeren albümü) |
“Gençlik Kulübü iyi bir
takımdı. Ligi hep üçüncü veya dördüncü bitirirdik. Dayımın oğlu Bilgin
Şekerspor’da oynuyordu. O sene Akademi Kulübü kuruldu ve ikinci lige girdi.
Bizim Şeker Stadında iki tane saha vardı: bir ön saha, bir de arka saha. Arka
sahada ikinci lig takımları, ön sahada birinci lig takımları oynardı. Biz
Bilgin’le maçları tamamladık, arka sahaya geçtik. O gün de Akademi’nin
Çağlarspor ile maçı vardı. Kulübün kurucusu Orhan Oğuz geldi. Yanında İlhan
Cemalcılar, Ercan Güven, Akar Öcal –
bütün asistanlar, doktorlar maçı seyrediyorlar. Biz de yanlarına oturduk. 13-0
mı, 15-0 mı ne mağlup oldular. Orhan Hoca futbolu bilmiyor tabii, bize döndü,
‘Haftaya ikiniz bu takımda oynuyorsunuz,’ dedi. ‘Hocam ancak seneye
oynayabiliriz,’ diye zor anlattık durumu. Ertesi yıl Akademi ile Gençlik
kulüpleri birleşip Akademi Gençlik adını aldı. İşte o yıl Demirspor ile
şampiyonluğa oynadık. Bir puanla şampiyonluğu kaybettik. İyi ki kaybetmişiz.
Kaybetmeseydik, Türkiye bölgeler arası müsabakalarına katılacaktık, belki
Eskişehirspor da olmayacaktı.”
(İstikbal gazetesi) |
Eskişehirspor'un ilk kadrosunda birlikte oynayan Fethi Heper ve Ünver Şeren (ayakta soldan ikinci ve üçüncü), Akademi takımı formasıyla. (Ünver Şeren albümü ) |
Türkiye yüksek okullar şampiyonu Akademi takımı kaptanı Abdullah Matay'a Eskişehir bölge müdürü ödül verirken. |
“Eskişehir 1965 yılında
gerçekten bir kasaba gibiydi. İki tane oteli vardı – bir Büyük Otel, bir de
Şale Oteli. Esasında şimdi orduevi olan yer Hilton Oteli olarak yapıldı ama
çalışmadı. Sonradan bakın Eskişehir’de kaç tane otel yapıldı, kaç yılda? Elli
yılda. Elli yılda Eskişehir’in ekonomisi, Eskişehirspor ile birlikte ileriye
gitti. İsabetli bir karar vermiştik. Tabii kurulmasın diyenler de çıktı. Dışa
açılmak istemiyorlardı, beceremeyiz diye korkuyorlardı. O sene kurulduk ve
İkinci Lige alındık. İki grupta oynanıyordu ve play-off maçları vardı. Sekiz
takım play-off’a kaldı. Bizim amacımız buydu zaten. Biraz pişelim, öğrenelim
ondan sonra şampiyonluğa oynarız diye düşünüyorduk. Fakat bir baktık, önümüze
gelen takımı yeniyoruz.”
“İyi futbolcular vardı ve
kaliteli oynuyorduk. Nihat’la ikimiz kendi kendimize verkaç diye bir şey
uydurduk. O bana veriyor, ben ona veriyorum. Adamlar bakıyor, aralarından geçip
golleri atıyoruz. Bize bu verkaçtır diyen olmadı, biz kendimiz icat ettik.
Bilmeden modern futbol oynuyoruz yani. Orta sahada Ayhan’ı var, Kamuran’ı var,
kısacası muhteşem futbolcular var. Müdafaa taş gibi – İsmail, Hakkı kalede.
Hasan, Mahmut, Agop Mehmet, yani takım taş gibi. Herkesi yendik, bir iki
mağlubiyetimiz vardı tabii ki. Kurulduğumuz sene Birinci Lige çıktık. Dünyada
da iki takım varmış kurulduğu yıl bir üst lige geçen. Bunlardan birisi bizim
takım.”
Eskişehirspor'un ilk resmi müsabakası olan 1965-66 sezonundaki Kasımpaşa maçında Fethi Heper kulüp tarihinin ilk resmi golünü atıyor. |
“Birinci lige çıkınca ne
yapacağız? Transfer lazım. Cihat Arman geldi antrenör olarak. Sağdan soldan
birkaç kişiyi aldılar ama taşıma suyla değirmen dönmedi. İkinci ligde oynarken
takımın yüzde sekseni üniversite öğrenicisi ve hepsi Eskişehirliydi. Dışarıdan
adamlar geldikçe mertlik bozulmaya başladı. Gerçi biz onları aramızda asimile
ettik ama bazen de olmuyor. İşte Trabzonspor’un başarılı dönemlerine bakın, sonra
neden başarısız oluyor? Dışarıya açıldığı için. Bir yerde yaşayan insanlardan
oluşan takım, mağlup olduğu veya berabere kaldığı zaman utanıyor. Biz
Köprübaşı’na çıkamazdık berabere kaldığımız zaman. İkinci ligdeyken Ankara’da
Toprakspor ile 0-0 berabere kaldık. On beş gün taraftar bize küstü. Ondan sonra
yenilmeyi öğrendiler. Ondan sonra Türkiye’nin en modern seyircisi oldular. Bazı
bozguncular yok mu var, ama genelde Eskişehir seyircisi çok kalitelidir.”
“Birinci Ligde Cihat Arman bize
isteneni veremedi. Altmışıncı dakikada kondisyon bitiyordu. Saha etrafında iki
tur koşardık. Biraz kültür-fizik, ondan sonra çift kale. Biz Akademi Gençlik ve
ikinci lig zamanında Abdullah Matay ile çalıştık. O antrenör değildi ama
Fenerbahçe ve Beykoz’da oynamış, orada gördüklerini bize aktarıyordu. İçkisi
olmasaydı Türkiye’nin en iyi teknik direktörü olurdu. Muhteşem bir insandı. Hem
insanları kaynaştırmayı çok iyi biliyordu, hem antrene etmeyi çok iyi
biliyordu. Biz onun antrenmanlarına alışmışken iki tur koşup çift kale yapmak
bizi tatmin etmedi. O sene sekizinci olduk.”
Finlandiya'nın Mikkeli takımıyla yapılan Fuar Şehirleri Kupası maçında attığı dört golden biri. |
“Ertesi sene Gegiç geldi ve
modern futbolu başlattı. Sezonu dokuzuncu olarak bitirdik. Fakat ertesi yıldan
başlayarak 1969’dan 1972’ye kadar şampiyonluğu hep bir iki puanla kaybettik.
Türkiye’nin en modern futbol oynayan ekibi haline geldik. Bazen ben sol açığa
gider, durup seyrederdim maçı. Bu kadar keyif verici bir futbol oynanırdı. Bir
ara Beşiktaş yalan söylemeyeyim, İstanbul’da sekiz-on dakika ayağımızdan top
alamamış, o kadar güzel bir paslaşma. Bunlar tamamen Gegiç’in eseriydi. Adam
futbol aşığıydı. Yalova Termal’de bir ay kamp yapardık. Orada çalışırdık. Yola
çıkacaktık, hanımı geldi. Çocuğu Anadol yeni doğmuştu. Böbreklerinde bir
problem varmış, kan işiyor. Ankara’ya gitmesi lazım. Hocaya gitmesini söyledim
tercüman aracılığıyla. ‘Ben takımı götürürüm, sen yarın gel,’ dedim. Hanımını
bir idareciyle beraber Ankara’ya gönderdi, bindi otobüse bizimle geldi. Neden
öyle yaptığını sorduğumda, ‘Bu benim görev,’ dedi. Sabah sekizde girerdi
sahaya, akşam altıya kadar kalırdı. Güneş batmasa neredeyse sabaha kadar
kalacak. Derdi hep bir şeyler öğretmekti. Kâğıtlara yazar, ödev olarak verirdi.
Akşam oturur okuruz. Ertesi gün sahaya gideriz, kara tahtada tekrar anlatır.
Sahaya çıkarız, uygulama yaparız. Böyle öğrendik futbolu. Futbolcuların büyük
bir kısmının akademi öğrencisi olması çok büyük bir avantajdı tabii, bir kerede
öğreniyorduk ne yapmamız gerektiğini.”
Gegiç ve talebeleri idmanda. |
“Şöhret olmak çok kolaydır,
herkes şöhret olabilir ama zirvede kalmak zordur. Bazıları düşüverir aşağıya.
Biz gece 12 oldu mu yatardık. Eskişehir’de gidilebilecek bir yer yoktu zaten.
İstanbul’a geldiğimizde de bir iki çok kaliteli gece kulübü vardı Cumhuriyet
veya Maksim gazinosu gibi; Emel Sayın veya Zeki Müren’in programı oldu mu gidip
onları izlerdik. İstanbul’a geldiğimiz zaman Mecidiyeköy’de, Ali Sami Yen Stadı
karşısındaki King Otel’de kalırdık. Çok güzel, kaliteli bir oteldi. Bazen de
Caddebostan’da caminin yanından sahile inen yolda, butik bir otel vardı, orada
kalırdık. Orayı daha sonra Gazanfer Bilge almıştı. O zamanlar oraları çok
güzeldi. Gegiç sinemayı çok severdi. Sabahtan akşama kadar film izlerdik. Bazen
akşamları karşıya tiyatroya giderdik. Mesela bir Galatasaray maçından önce
Beyoğlu’na gittik. Şimdi adını hatırlamadığım bir tiyatroda, ‘Astronot Niyazi’
oyununu seyretmiştik. Saat bire kadar güldük. Ertesi gün Galatasaray’la maç
yaptık, muhteşem bir futbol oynadık ve kazandık.”
1971'de Galatasaray'ı 3-2 yenerek kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası. |
Fethi Hoca’ya 1968-69 sezonunda
İstanbul’da Galatasaray’la 2-2 berabere kaldıkları maçı hatırlatıyoruz. Zira
herkes o maçın kırılma noktası olduğunu, kazanılmış olsa Eskişehirspor’un o
sezonu şampiyon bitireceğini düşünüyor:
“Bir maçla şampiyonluk kaçmaz. Ama o maçı alsaydık belki bir dönüm noktası olabilirdi. Belki o zaman sonuna kadar
götürürdük. Birinci devre 2-0 öndeydik. İkinci devre Avusturyalı hakem aleyhimize
anlaşılmaz bir penaltı verdi. Yenebilirdik yine de. Son dakikalarda bizim sol
iç Burhan İpek kaleci Nihat ile karşı karşıya kaldı. Top ayaklarına çarptı,
dışarı gitti. Golü atsa 3-2 bitecekti maç. Sonra Ankara’da Şekerspor ile 1-1
berabere kaldık. 90. dakikada Güngör frikikten bir gol attı. O zaman altı yedi
tane takımın başında eski Galatasaraylı futbolcu vardı. Bu takımlar bize karşı
daha hırslı oynuyorlardı. Yani Bizans’a karşı kavga verdik ama kaybettik. Fakat
Anadolu’nun bağrından çıkıp kendi yağıyla kavrulan bir takımdık.”
Fuar Şehirleri Kupasında İspanya'da Sevilla ile oynanan ilk maçtan önce. |
Fethi Heper’in Eskişehirspor’da
oynadığı yıllarda en unutulmaz olaylardan biri Sevilla ile yapılan maçtı. Fuar
Şehirleri Kupası turnuvasında İspanya’da oynanan maçı ev sahibi 1-0 kazanmış,
rövanş maçında da 79. dakikada attığı golle 1-0 öne geçmişti. Kısacası ümitler
tamamen tükenmiş görünüyordu. Gerisini Fethi Heper’in kaleminden okuyalım: “Bütün
hayallerimiz yıkılmıştı. Maçı kazanmamız için üç gol atmamız gerekiyordu. 81. dakikada
bir pozisyon doğdu ve ilk golümüzü attım. Yanıma hiç kimse gelip tebrik
etmedi. Zaten seyirciler de yavaş yavaş
stadı terk ediyorlardı. 87. dakikada 25 metre uzaktan nefis bir şutla ikinci
golümüzü de attım. İsmail yanıma yaklaştı, ‘Kaptan keşke bu golü biraz daha
erken atsaydın. Şimdi hiç zamanımız kalmadı,’ dedi. Gerçekten üç dakika
kalmıştı ve biz gol yemeden bir gol daha atmak zorundaydık. Ancak bir mucize
gerekiyordu. 90. dakikada İlhan sağdan kayarak nefis bir orta yaptı ve yine ben
kafa ile üçüncü golümüzü Sevilla ağlarına gönderdim. Büyük bir mucize
gerçekleşmiş ve İspanyolların dev takımı Sevilla’yı birinci turda elemiştik.”
(Top Bir Dünyadır, sayfa 28)
(Hürriyet) |
Fethi Heper 1974’te futbolu
bıraktıktan sonra kendini tamamen akademik kariyerine verdi. 1967’de mezun
olduğu EİTİA’da asistan olarak göreve başladı. 1981’de doçent, 1988’de profesör
oldu. Futbol Federasyonunda ilk kez birinci Haluk Ulusoy döneminde görev
aldıktan sonra 2012’de işbaşına gelen federasyonda bir kez daha yönetim kurulu
üyeliğine seçildi. Halen bu görevini sürdürüyor.
Ünver Şeren albümündeki fotoğrafları paylaşan Hasan Hüseyin Çakın'a teşekkür ederim.
1.liğdeki Fethili İsmail li Kamuranlı Omerli Eskişehir ı özlüyoruz, şimdi ise TFF 1.LİĞ in si sırasında yer alıyor üzülüyoruz.Yok mu çaresi dostlar fesubhanallah
YanıtlaSil