1963 yılının Eylül ayında, İzmir’in Güzelyalı semtindeki
Göztepe Stadının toprak zeminli atletizm pistinde bir grup genç atlet idman
yapıyordu. Pistte toplu olarak koşup ısınan gençlerin içinde bir tanesi güçlü
fiziğiyle diğerleri arasında öne çıkıyordu. Bu delikanlının sporla haşır neşir
olduğu belliydi. Genç atletler idmanlarını tamamladıktan sonra çıkmak üzere
saha kenarına yöneldiler. O sırada, “Delikanlı, bir dakika bakar mısın!” diye
bir ses duyuldu. Seslenen elli yaşlarında bir adamdı. Genç kendisine seslenen
adamın yanına gitti. “Birazdan maçımız var, sen de oynamak ister misin?” diye
sordu orta yaşlı adam. Top oynamayı zaten çok seven genç hiç düşünmeden, “Olur,”
diye kabul etti bu teklifi. Maç başladıktan biraz sonra saha kenarından
seyreden orta yaşlı adam yanılmadığını anlamıştı, futbolcu kumaşı vardı bu
delikanlıda. Böylece henüz lise öğrencisiyken Altınordu takımına katılan gencin
adı İsmet Orhunbilge, saha kenarında onu izleyerek maçta oynatan orta yaşlı
adamsa Türk futbolunun büyük isimlerinden, Altınordu kulübünün simgesi Sait
Altınordu idi.
İsmet Orhunbilge 1945 senesinde İzmir’in Tepecik semtinde
doğdu. Nüfus cüzdanındaki resmi doğum günüyse 1 Ocak 1946 tarihini taşıyordu.
Altınordu’nun unutulmaz futbolcularından Hikmet Orhunbilge iki yaş büyük
ağabeyiydi. Baba Ahmet Bey seyyar satıcılık yaparak iki oğlu ve bir kızını
okutup adam etmek için var gücüyle çabalıyordu. Fakat oğulları “haylaz”
çıkmıştı. Akılları fikirleri hep top oynamaktaydı. Bütün günü Kemer tren
istasyonunun karşısındaki Langar sahasında top oynayarak geçiriyorlar, zemini
zımpara gibi toprak olan bu sahada taşlardan kale yaparak sabahtan akşama kadar
maç yapıyorlardı.
Futboldan hiç anlamayan babaları okulu asıp top oynamalarına elbette çok kızıyordu. Fakat bir noktadan sonra artık pes etmiş, futbol oynamalarına karışmamıştı. O anı Hikmet Orhunbilge şöyle anlatıyor: “Bir gün İsmet’le ikimiz Boğaziçi sahasına maç yapmaya gitmiştik. Maç esnasında bir baktım babam geliyor. Elinde kocaman bir kazma sapı vardı. İsmet’e ‘Eyvah yandık’ dedim. Başladı elimiz ayağımız titremeye. Babam ağaçların altına oturdu, bizi izlemeye başladı. Maç bitince titreye titreye yanına gittik. Yüzümüze baktı baktı, sonra, ‘Ulan top oynamamanız için o kadar uğraştım faydası olmadı, hadi oynayın serbest bırakıyorum sizi,’ dedi. Biz sevinçten havalara uçtuk. Ondan sonra hangi mahalle maçına gitsek peşimizden o da gelirdi. Elinde torbayla ekmek, peynir, helva filan bizi beslemeye çalışırdı. Allahtan topçu olduk. Olmasak ne bir sanatımız vardı, ne okuma. Vasıfsız birer insan olacaktık.”
Lakin futbol oynamayı çok sevmesine rağmen küçük İsmet’in lisanslı
olarak uğraştığı ilk spor dalı atletizm oldu. Kapılar semtindeki 27 Mayıs
Ortaokulunda okurken komple bir sporcu olmaya yatkın fiziği ve yeteneği fark
edilerek okulun atletizm takımına alındı. Bu sıralarda 1.65 ile yüksek atlamada
yıldızlar Türkiye rekorunu kırdığında henüz on beş yaşındaydı. İzmir Atatürk
Lisesi’nde okurken de spor yapmaya devam etti. İzmir’in spordaki başarılarıyla
öne çıkan bu tarihi lisesinde futbol ve voleybolun yanı sıra atletizm takımında
da yer aldı. Bir yandan da o yıllarda atletizm dahil birçok amatör branşa büyük
önem veren Karantina Spor Kulübünde lisanslı olarak yarışmalara katıldı.
İsmet’in atletik yetenekleri onun yüksek atlama, üç adım atlama, cirit atma,
uzun atlama gibi bu sporun teknik branşlarının birkaçında birden yarışmasına
olanak sağlıyordu.
Bu doğuştan gelen yeteneğini çok geçmeden yeni bir Türkiye
rekoruyla süsledi. 1962 yılının Eylül ayında Yunanistan’ın başkenti Atina’da
düzenlenen Balkan gençler atletizm şampiyonasında 1.77’lik derecesiyle Türkiye
rekoru kırarak altın madalya aldı. Kısa bir süre sonra cirit atma rekorunu da
eline geçirdi. Bir Avrupa ülkesinde yaşasaydı muhtemelen dünya çapında bir
atlet olur, olimpiyat ve dünya şampiyonalarında kürsüye çıkabilirdi. Türkiye’de
atletizme devam etse amatör branşların gördüğü üvey evlat muamelesi yüzünden
muhtemelen birkaç yıl içinde sporu bırakıp geçim derdine düşerdi. Sait
Altınordu’nun onu yukarıda bahsettiğimiz maçta oynatması kaderini değiştirdi.
Genç takıma alındıktan sonra çabucak Altınordu A takımına yükseldi. Ağabeyi
Hikmet onun bu hızlı yükselişini şöyle anlatıyor: “O Altınordu’ya girdiği
sırada ben askerdeydim. Takımda İsmet diye bir isim duyuyorum ama kardeşim
olduğunu hiç tahmin etmiyorum. Bir gün izin alıp maça gelmiştim. ‘Kim bu
İsmet?’ diye sordum. ‘Kim olacak, senin kardeşin,’ dediler.”
Atatürk Lisesi futbol takımı. İsmet Orhunbilge ayakta soldan ikinci. |
Santrhaf mevkiinde oynayan İsmet, ilk kez 1963-64 sezonunda yer
aldığı Altınordu’da o sene fazla oynamadı ama ertesi sezondan itibaren takımın
değişmez unsurlarından biri oldu. 1965 yılında genç milli takıma seçilerek yedi
maçta forma giydi. Bu konuda ilginç bir not, Avrupa Gençler Şampiyonasında
Hollanda ile yapılan maçta Cruyff’a karşı oynamasıydı. 1967’de amatör milli
takımda yer aldı. Böylece futbol ve atletizm olmak üzere iki farklı branşta
milli olma başarısına ulaşan nadir sporcuların arasına katıldı. Atletik
yeteneklerinin avantajını futbolda iyi kullanıyordu. Ondan kolay kolay kafa
topu alabilen oyuncu yoktu. Bunu ancak Metin Oktay gibi çok üstün yetenekli
santrforlar zaman zaman başarabiliyordu.
İsmet sahadayken müthiş bir kazanma hırsıyla oynuyordu. Rakip
ceza alanında gereksiz çalım yapıp topu kaptıran bir arkadaşı oldu mu bütün
sahayı hışımla geçip onun yanına gelerek azarlardı. Hikmet Orhunbilge de gerek
idmanlarda gerek maçlarda sürekli tartıştıklarını hatırlayarak bu konuda
şunları söylüyor: “Gol yediğimiz zaman, ‘Yahu İsmet o gol yenir mi?’ diye konuşurdum.
Ben gol kaçırdığım takdirde o da bana, ‘Bu gol kaçar mı?’ diye çıkışırdı.”
Öfkesi sadece saha içiyle de kalmıyordu. Atatürk Stadında Altınordu’nun mağlup
oynadığı bir maç sırasında seyircilerden bir grup aleyhinde tezahürat yapınca oyunu
bırakıp tel örgülere tırmanarak o gruba çıkışmıştı. Fakat öfkesi anlıktı, maç
esnasında bağırıp çıkıştığı takım arkadaşlarının gönlünü maçtan sonra özür
dileyerek almayı asla ihmal etmezdi. Kazanma hırsını yazları Langar sahasında
kendi aralarında yaptıkları maçlarda bile ortaya koyuyordu. Hikmet’le
karşılıklı birer takım oluşturarak yaptıkları maçlar genellikle sonuna kadar sürmeyip
sert kavgalarla nihayet bulur, fakat
biraz sonra semt kahvesinde içilen çaylar eşliğinde bu kavgalar kahkahalar
eşliğinde anlatılırdı.
1961'de çekilen bu fotoğrafın arkasına şu satırları yazmış: "Resimde görülen çıtanın yüksekliği 1.65 m'dir. Bu irtifayı geçerken görülüyorum. Bu atlayıştan sonra birinci oldum ve 9. madalyayı aldım." |
İsmet Orhunbilge sağ başta. Yanındakiler Fikret, kardeşi Hikmet ve Akın. |
Karşıyaka'ya maça giden bir grup Altınordulu. Sol başta Zeki, en arkadaki takım elbiseli Ningür, ortada İsmet, yanında Beytullah Baliç ve Rafet. |
Ülküspor yılları. İsmet ayakta sol başta. Hikmet oturanlardan soldan ikinci. |
İsmet Orhunbilge U11 Liginin tanıtımından bir kare. Arka sırada ortadaki ceketli genç, İsmet'in oğlu Hakan Orhunbilge. |
İsmet, Sait Altınordu için düzenlenen jübilede kulüp tarihinin bu en büyük ismiyle bir arada. |
Gode Cengiz ve İsmet. İkisi de hayata çok erken veda ettiler. |
yine muazzam. buraya yazı yazmalı okuyanlar. yazarın hoşuna gider...
YanıtlaSilMehmet abinin dediği doğru. Öyleyse yazayım. Blogla ilgili düşündüğüm ilk şey; bu blogda hazine yattığıdır. Futbolu sevenler, futbolun tarihini merak edenler için harika bir bilgi kaynağı.
YanıtlaSilMetin Oktay, futbol oynadığı dönemlerde transfer komitesi üyesi gibi çalışmış sanırım. Sevildiği için işi bitirsin diye mi görevlendiriliyordu acaba. Fethi Heper'de de aynı mevzu var. İkisi de parayı kabul etmemişler. Parayı bir takım değerlerin üzerine çıkarmayan insanlar görmek bana iyi geliyor.
Teşekkür ederim. Evet Metin Oktay'da dediğiniz özellik var gerçekten. En çok da sanırım İzmirli futbolculara transfer teklifi için görevlendiriliyor. Herhalde kendisinin de İzmirli olmasının payı var. İzmirli futbolcular onu gerçekten çok seviyor.
Sil