Sene 1948. Galatasaray'ın
Beyoğlu'nda, Hasnun Galip Sokağındaki kulüp binasının üst katında yer alan spor
salonunda, Galatasaray Lisesi orta kısım takımı bir voleybol maçı yapıyor.
Galatasaray takımı aldığı iki setle rakibini zorlanmadan mağlup ederken,
yaşıtlarına göre uzun boyu ve ince yapısıyla dikkat çeken bir oyuncu bu
galibiyette önemli rol oynuyor. Yine aynı yıl, daha sonra genişletilip Ali Sami
Yen Stadı adını alacak Mecidiyeköy Stadı'nda İstanbul ortaokullar arası hentbol
birinciliğinin final maçı oynanıyor. Darüşşafaka Lisesi ve Galatasaray Lisesi
orta kısım takımları on birer kişilik kadrolarıyla sahada mücadele ediyorlar.
İnce, uzun boylu santrforun dört gol attığı maçı Galatasaray Lisesi 7-3
kazanarak şampiyon oluyor. Bundan üç yıl sonra, Galatasaray Lisesi futbol
takımı Vefa Stadı'nda Yeni Kolej takımıyla oynuyor. Artık lise talebesi olan
aynı uzun boylu genç, takımın santrforu olarak Galatasaray'ın 15-0 kazandığı
maçta tam dokuz gol birden atıyor.
Tahmin ettiğiniz gibi bütün bu
müsabakalarda başarıyla mücadele eden gencin adı Turgay Şeren. Futbol, hentbol
ve voleybolun yanı sıra basketbolda da okul takımında yer almış ve hatta
bunlara ilaveten atletizmde de Galatasaray Lisesi adına yarışlara katılmış.
Eskilerin deyimiyle bir "atlet komple". Futbol oynadığı dönemde
sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da sayılı kalecilerinden olan bu büyük
ustayla iki kez görüştük. İkinci görüşmede futbol tarihçisi arkadaşım Mehmet
Yüce de vardı. Onun bu görüşmeden sonra kaleme aldığı yazısını, Türkiye'nin
futbol tarihini anlattığı kitaplarının üçüncüsü olan ve kısa bir süre önce
piyasaya çıkan "Romantik Yürekler"de okuyabilirsiniz.
Turgay Şeren'le daha önce
çeşitli mecralarda onlarca röportaj yapıldı. Vefatından sonra da kısa yaşam
öyküsü birçok haber sitesinde ve basın organında yayımlandı. Yine de bu büyük kalecinin,
kendisiyle yaptığım ilk görüşmede anlattığı çocukluk yılları hakkındaki
detayları bir kez daha ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum: "15 Mayıs
1932’de Ankara’da doğdum. Babam Atatürk’ün kalemi mahsus (özel kalem) müdür
muavinlerinden bir tanesiydi. İsmimi Atatürk koymuş Türkay diye. Biliyorsunuz
müdür muavinleri iki üç tane olurdu, babam onlardan bir tanesiydi. Çok da
sevilen bir insandı. Annem Bulgaristanlı, Nevrokop şehrinden. Annemin ailesi
oralı. Nerede görmüş, nasıl olmuş bilmiyorum, annemi almış evlenmiş. İki oğlu
olmuş. Biri Oğuz Şeren, diğeri Turgay Şeren. Biz hayata Ankara’da başladık. Ankara’da
Keçiören’de oturuyorduk. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olunca Atatürk’ün bütün
adamlarını görevden ayırdı. Babam maddi bakımdan çok zayıfladı. Galatasaray
lisesinin imtihanına girmemi istedi. Ben imtihanı kazanıp on ikinci sınıfa
kadar parasız yatılı okudum."
Şeren ailesi. Anne Münevver, baba Sabit Şevki, küçük oğul Türkay, büyük oğul Oğuz. |
İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı
olmasıyla birlikte birçok bürokratın mevkisi ve görev yeri değişirken, babası
da Ağrı'nın bir ilçesine kaymakam olarak atanır. Küçük Türkay ve ağabeyi ise
Fransızca öğretmeni olan anneleriyle birlikte Çorlu'ya taşınırlar. İlkokula
Çorlu'da başlayan Türkay, dördüncü sınıfa geçtiğinde Galatasaray Lisesi'nin
parasız yatılı sınavını ikincilikle kazanır ve böylece hayatının akışı değişir.
İlk değişiklik isminde gerçekleşir. Okulda ağırlığı oluşturan Fransız
öğretmenler Türkay adını Turgay olarak telaffuz ederler. Böylece kimlik ve
resmî evrakta Türkay olan adı kamuoyunun bildiği Turgay şeklini alır. Pek çok
dostunun mahkeme kararıyla bu ismi resmîleştirme teklifini, Türkay ismini
Atatürk koyduğu için geri çevirir.
Ortaokula başlayınca
Ortaköy'den, orta ve lise kısımlarının bulunduğu Galatasaray'daki binaya geçer.
Sıra arkadaşı, kendisi gibi kısa sürede Galatasaray'ın unutulmaz futbolcuları
arasına girecek olan Coşkun Özarı'dır. Genç Turgay'ın sporcu kişiliğinin şekillenmeye
başlaması bu ortamda gerçekleşir. Yukarıda okuduğunuz gibi topla yapılan bütün
sporlarda ve atletizmde okul takımlarında yer alır. Lakin sadece sporda değil,
derslerinde de başarılı olur. Kendisiyle yaptığımız görüşmede bunu nasıl
başardığını şöyle izah etti: "Lisede çok iyi talebe olduğum için hocalarla
aram çok iyiydi. Bilmediğim ders yok gibiydi. Ağırıma gitmişti leyli meccani
(parasız yatılı) okumak. Devlet parasıyla okuduğum için çok iyi okumam lazım
diye kendi kendime telkinde bulundum. Neticede hep birincilik veya ikincilikle
sınıfları geçtim. Onun mutluluğunu hâlâ yaşıyorum."
Okulda sporla yoğun biçimde
haşır neşir olan genç Turgay yaz tatillerinde de futbol oynamaya devam eder.
Bir dönem mahalle arkadaşı olan Fenerbahçe kalecisi Şükrü Ersoy o günleri şöyle
hatırlıyor: "Turgay o zamanlar
santrfor oynardı. Taksim Talimhane'de bir Yahudi takımı vardı, o takımda ben
kaleciydim, o santrfordu. O zamanlar mektep maçları çok çekişmeli geçerdi.
Galatasaray, Haydarpaşa, Kabataş, Boğaziçi, Taksim gibi liselerin takımları
arasındaki maçlar ses getirirdi. Bir gün Şeref Stadı'nda Galatasaray-Boğaziçi
maçına çıkacağız, bir baktım Turgay Galatasaray Lisesi takımında kaleci. 'Nasıl
oldu?' diye sordum. Galatasaray A takımında sol açık Mehmet Ali (Gültekin)
vardı, mektepte de beden eğitimi hocasıydı. 'Hocamız beni kaleci yaptı,' diye
cevap verdi."
Galatasaray Lisesi futbol takımı. Santrfor Turgay Şeren ayakta soldan ikinci. Sıra arkadaşı Coşkun Özarı oturanların ortasında. (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası) |
Daha önce çeşitli kaynaklarda
da Mehmet Ali Gültekin'in onu kaleciliğe yönlendirdiği belirtilmekle birlikte,
Turgay Şeren bir başka öğretmeninin daha bu konuda rol oynadığını bize şöyle
anlattı: "Galatasaray Lisesi'nde voleybol oynarken jimnastik hocamız Ali
Sabri Besen bey, ‘Sen ne diye voleybol oynuyorsun oğlum?’ diye sordu bana. ‘Sen
kaleciliğe çalışsana,’ dedi. Hakikaten o günden sonra kaleci olmak için çok
çalıştım. Onun öğüdünü tutmakla milli takıma kadar yükseldim."
Santrfor Turgay, attığı golden sonra topu kaleden çıkarıyor. (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası) |
Turgay Şeren henüz lise talebesiyken, 1948-49 sezonunda, Galatasaray genç takımına kaleci olarak seçilir. Kaleci olmasında takımın İngiliz antrenörünün oynadığı rolü, yıllar önce bir röportajda şöyle anlatmış: "Hafta sonları okulda kaldığımda, bahçede arkadaşlarımla pastasına karşılıklı penaltı atardık. En çok penaltı kurtaran pastayı kazanıyordu. O dönemler Galatasaray'a Molloy adında bir teknik direktör gelmişti. Okul müdürümüz Behçet Gücer, müdür muavini Muslih Peykoğlu başta olmak üzere, okulun tekmil idareci kadrosuyla birlikte bizim oyunu seyrediyormuş. Mr. Molloy kurtardığım penaltıları görünce beni sormuş. Müdür bey de, '9. Sınıf öğrencisi, lise takımında santrfor,' demiş. Molloy beni çağırıp, ' Bizim idmanlara gelir misin?' diye sorduğunda kabul ettim. Ancak antrenmanda, 'Geç bakayım kaleye,' deyince şaşırdım. O zaman bana şöyle dedi: 'Bak evlat, eğer santrfor oynarsan üç beş sene sonra kaybolur gidersin. Ama kaleci olursan en az 20 sene oynarsın.'" (Zehra Yücebulut, Onların Hikayesi)
1949 İstanbul hentbol şampiyonu Galatasaray takımı. Turgay Şeren ayakta soldan ikinci. Yanında (soldan üçüncü) milli basketbolcu Erdoğan Partener var. (Necati Karakaya, Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım) |
Turgay Şeren Galatasaray'daki ilk yıllarında Reha Eken (solda) ve Bülent Eken ile birlikte. (Fotospor) |
Turgay Şeren Galatasaray
formasıyla ilk lig maçınaysa 30 Ekim 1949'da Vefa ile oynanan müsabakada çıktı.
İstanbul Liginin dördüncü haftasında geçtiği kaleyi bir daha bırakmadı ve tam
18 sezon boyunca, sakatlanmadığı sürece 1 numaralı formayı giydi. İlk milli
maçına da bu sezonun sonunda çıktı. 28 Mayıs 1950'de Mithatpaşa Stadı'nda
oynanan ve Türkiye'nin İran'ı 6-1 yendiği maçı Fotomaç dergisinde şöyle
anlatmış: "Milli takıma ilk seçildiğim günü hatırlıyorum, Galatasaray
Lisesi onuncu sınıftayım... Okulda leyli idim, hafta sonlarında dayımın yanına
çıkıyordum. Milli maçta bana yer vereceklerini söyledikleri zaman bayılacağımı
zannettim... Beyoğlu'nda bir dükkandan aldığım yeşil kazağın göğsüne ay yıldızı
yengem işledi. Nişantaşı'ndan Dolmabahçe'ye gidişimi hatırlıyorum. Bu bir gidiş
değil, uçuştu sanki. Rehalarla, Lefterlerle, Muzaffer, Naci ve niceleriyle bir
arada ve milli takımda oynayacaktım... Bin bir titizlikle (okunmuş) göğsü ay
yıldızlı yeşil kazağımı giydim. O zaman teknik komite başkanı olan Nedim Kaleci
sırtımı okşadı: 'Korkma, Allah sana yardım edecek,' dedi. 90 dakika nasıl geçti
hatırlamıyorum, maçı 6-1 kazanmıştık. İlk milli maçımda galip gelmiştik. Ne
muvaffakiyetti, adeta sevinçten yerimde duramıyordum."
Turgay Şeren'in bütün Avrupa'da
tanınmasını sağlayan maç, 17 Haziran 1951'de Berlin'de Batı Almanya'yı 2-1
yendiğimiz müsabaka oldu. Bu maçta yaptığı kurtarışlardan sonra "Berlin
Panteri" diye anılmaya başlandı. Bu maçla ilgili hatırladıklarını şöyle
anlatıyordu usta kaleci: "Berlin’de sahaya çıktığımız zaman öyle bir
uğultu vardı ki birbirimizle konuşamıyorduk. Statta boş yer kalmamıştı.
Fevkalade güzel bir defans hattımız vardı. Gündüz abi, Muzaffer, Lefter gibi
çok iyi oyunculardan oluşan bir takıma sahiptik. Hepimiz çok iyi oynadık. Savaş
malulleri maçı saha kenarından seyrediyordu. Maç bittikten sonra biz saha
dışına çıkarken içlerinden biri koltuk değneğiyle kafama vurmuştu. Zaten
savaşta yenilmiş, bir de biz yenince adamcağız kızmış."
"Berlin Panteri" topu çift yumrukla uzaklaştırırken Eşref Özmenç onu dikkatle takip ediyor. (Hürriyet) |
Berlin Olimpiyat Stadı'nın tribünleri tamamen dolu. Turgay bir topu daha göğsünde bloke etmiş. Naci Özkaya (2) ve Ali İhsan Karayiğit hemen arkasında tetikte. (Hürriyet) |
Turgay'ın başarısı Alman gazetelerinin manşetlerine yerleşmişti. (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası) |
Turgay Şeren'in daha on dokuz
yaşındayken yurt dışında bile tanınan bir kaleci olmasında çeşitli unsurların
bir araya gelmesi rol oynamıştı. Öncelikle o dönem için oldukça uzun sayılan
1,85'lik bir boya sahipti. Okul takımında basketbol ve voleybol oynaması
sayesinde elleriyle topa iyi hakim olmayı öğrenmişti. O yıllarda voleybolda
smaç vurma yerine çekme denilen bir teknik kullanılıyordu. Bu teknikte
oyuncular topu elle taşıyarak rakip sahaya bırakıyordu. Genç Turgay da başarılı
bir voleybol oyuncusu olarak iyi sıçrayıp topu tutmasının semeresini kalecilik
yıllarında görmüştü. O yıllardaki kaleciliğe getirdiği farkı bize şöyle anlatmıştı:
" Ben ceza sahasına çıkan ilk kalecilerdenim. Benim zamanımdaki
kalecilerin çoğu çizgi kalecisiydi. Sağdan soldan ortalanan toplarda yüzde
doksan kurtarırdım. Toplara çabuk çıkardım. Koşarak çıkar, rakibin kafasının
üstünden topu kapardım."
1957'deki bir Beşiktaş-Galatasaray maçına ait bu fotoğraf Turgay'ın hava hakimiyetini ortaya koyuyor. (İstanbul Ekspres) |
Bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı. Lefter frikiği çekmiş, Turgay uçarak kurtarıyor. ("Turgay" jübile kitabı) |
Galatasaray ve milli takım
kalesini çok erken denebilecek bir yaşta tekeline almasının ardından, yine genç
yaşında Baba Gündüz'ün el vermesiyle takım kaptanlığına getirilmesini şöyle
anlatıyordu Turgay Şeren: "Çok şeyi
Gündüz abiden öğrendim, bir defa insanlığı ondan öğrendim ben. Kaptanlığı
kendisi bana verdi, benim arkama geçti. Kimle olduğunu şimdi hatırlamıyorum,
İnönü Stadı'nda bir maçımız vardı.
Gündüz abi, ‘Çocuklar bugün size bir müjde vereceğim. Bugünden sonra
takım kaptanımız Turgay olacak,’ dedi. Hepimiz başladık ağlamaya, ona sarıldık.
Hakikaten beni tuttu, öne geçirdi. Faik Gökay da hakemdi. Beni önde, Gündüz
abiyi arkamda görünce şaşırdı. ‘Oğlum sen kaptan değilsin, arkaya geçsene,’
dedi. Ben durumu açıklayınca o da beni tebrik etti."
Gündüz Kılıç ve Turgay Şeren 1951'deki İsveç ve Almanya seyahati sırasında. (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası) |
Genç Turgay, yirmili yaşlarının
daha ilk yarısında birçok başarıyı tattı. Galatasaray'la İstanbul Liginde üç
kez şampiyonluk sevinci yaşadı. 1954'te Dünya Kupası elemeleri için İspanya ile
İstanbul'da oynanan ve 1-0 kazandığımız maçta ilk kez milli takım kaptanlığını
yaptı. İspanya'yı eleyip Dünya Kupasına katılan milli takımın kalesini korudu.
1956'da oynanan, Macaristan'ı 3-1 yendiğimiz unutulmaz maçta da kalecimiz oydu.
Ne var ki, başarılı insanların göklere çıkarıldığı, fakat ilk hatada bu
başarıların unutulup aynı insanların yerin dibine batırıldığı bir toplumun
üyesiydi. Romanya maçında sakatlanıp oyundan çıkması üzerine insafsız
eleştiriler yapılınca yurt dışından gelen bir teklifi değerlendirdi. Daha önce
başta Almanya olmak üzere çeşitli yabancı kulüplerden teklif almış, fakat
Galatasaray'ı bırakmayı düşünmemişti. Bu kez River Plate kulübünden gelen
teklif üzerine, 1959 yılının Şubat ayında hazırlık maçlarında yer almak üzere
Arjantin'in yolunu tuttu. Akşam gazetesinde bu yolculukla ilgili şu satırları
yazmıştı: "Galatasaray'dan ayrılacağımı hiçbir zaman düşünmemiştim. Hele
Türkiye'den çok uzaklardaki bir diyarda futbol oynamak hakikaten bana hâlâ zor
gelecek. Fakat ne yapayım ki, en iyi oynadığıma kâni olduğum günler karşıma
'Artık eskidi' diyerek çıktılar. Canımı dişime taktığım bir milli maçta
kaburgalarımı kırdım. 'Mahsus sahayı terk etti' dediler. Hatta diplomalı bir
doktor da bu kanaate ayak uydurdu. Artık 'futbol ahlakı ve anlayışı' bakımından
o kadar derin bir tenakuza düştüm ki, futbolümü başkalarının ve beni senelerden
beri isteyenlerin ölçüsüyle tartmak istedim. Arjantin'e gidişimin hakiki sebebi
budur. Gitmiyorum... Kaçıyorum..."
1954 Dünya Kupasına katılmak için İspanya ile Roma'da oynadığımız üçüncü maçta Turgay bir kurtarış yapıyor. (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi) |
Buenos Aires'te gerek Türkiye
büyükelçisi, gerek River Plate kulübü yetkilileri ve oyuncuları tarafından
yakın ilgi gösterilen Turgay, bir aya yakın bir süre Arjantin'de kaldı ve
çeşitli hazırlık maçlarına çıktı. İdareciler kendisini beğendiler ve bir ön
sözleşme imzalattılar. Fakat Galatasaray kulübü başta bonservisini ücretsiz
vermeyi kabul etmişken, sonradan çok yüksek bir bedel isteyince bu transfer
gerçekleşmedi. Bu kısa serüvenden geriye, Akşam gazetesinde tefrika edilen ve
yer yer akıcı bir seyahatname tadında okunan gezi anıları kaldı. Usta kaleci, o
günlerden hatırında kalanları bize şöyle anlatmıştı: " Arjantin’de çok
rahat oynayabilirdim ama çok uzaktı. Uçakla bile iki gün sürüyordu yol. River
Plate takımıyla üç-dört tane maça çıktım. Çok beğendiler ama ben de yeni
evlenmiştim. Ben dönerken teşekkür ettiler. Futbol kültürü açısından bizimle
farkları yoktu. Artık neredeyse imza atacaktım. Fakat Galatasaray kulübü
telefon etti bana, sana çok ihtiyacımız var, dön diye. Dönerken bana bir zarf
verdi River Plate kulübü. İçinde 300 veya 400 dolar vardı, miktarını şimdi tam
hatırlamıyorum. Ne zaman istersen gel dediler. Daha önce Almanya’dan da teklif
almıştım fakat o zaman Türkiye’de oynamak varken orada oynamayı düşünmemiştim.
Ama Arjantin güzel bir ülkeydi. River Plate’in sahası da güzeldi. Kulüp
yöneticileri de, seyirciler de beni beğenmişti."
Kısa süren Arjantin seyahati sırasında Turgay, River Plateli takım arkadaşlarıyla bir gezintide. (Akşam) |
Bir İstanbul Ligi şampiyonluğundan sonra Turgay omuzlarda. |
Ankara'da oynanan Batı Almanya karşılaşması, Turgay'ın 50'nci milli maçıydı. ("Turgay" jübile kitabı) |
Turgay Şeren son maçından sonra eldivenlerini hatıra olarak isteyen Karşıyakalı Atilla'ya hediye ediyor. (Yeni Asır) |
Jübilesi de görkemli oldu büyük
kalecinin. 2 Temmuz 1967'de, Mithatpaşa Stadı'nda Galatasaray ile Şöhretler
Karması arasında yapılan maçta, o zamanlar dünyanın bir numaralı kalecisi kabul
edilen Lev Yaşin'in yanı sıra, Romanyalı yıldızlar Pircalap ve Nunweiller de
yer aldı. Turgay Şeren'e son golü atma "şerefi", Göztepeli Fevzi'ye
nasip oldu. Usta kaleci, 20 yıl boyunca koruduğu Galatasaray kalesini, ikinci
yarının başında gencecik meslektaşı Yasin Özdenak'a teslim etti. Ardından,
sahanın etrafını gözyaşları içinde dolaşarak, tribünleri "Turgay,
Turgay" diye inleten seyirciye veda etti.
Futbolu bıraktıktan sonra kısa
bir müddet, Galatasaray'ı çalıştıran Bülent Eken'in yardımcılığını yaptı.
1968-69 sezonunda Mersin İdman Yurdu teknik direktörlüğünü üstlendi. Takımı
başarılı bir sezon geçirdi. İstanbul'da Fenerbahçe'yi 1-0 yendi ve ligi altıncı
sırada bitirdi. Ertesi sezon, yedinci haftadan itibaren Vefa'nın başına geçti.
Sezon boyunca ligden düşme endişesini yaşayan Vefa'nın sondan ikinci hafta
İstanbul'da Gençlerbirliği ile oynadığı kader maçı, herhalde Turgay Şeren'in
antrenörlük hayatının en unutulmaz maçlarından biriydi. İstanbul'un
yeşil-beyazlı takımı maçı 3-2 kazanarak ligde kalırken, Ankaralı rakibini 13
yıl sürecek ikinci lig macerasına itmişti. 1970-71'de Samsunspor'u, 1971-73
arası iki sezon Mersin İdman Yurdu'nu çalıştırdıktan sonra yolu bir kez daha
Vefa ile kesişti. 1973-74 sezonunda üst üste başarısız sonuçlar alan bu tarihî
İstanbul kulübünde son 14 maçta teknik direktör olarak sahaya çıktı. Fakat kötü
gidişi o da önleyemedi ve Vefa ikinci lige düştü.
Vefa'nın küme düşmesi ardından
Turgay Şeren uzun süre sadece spor yazarlığıyla ilgilendi. Hürriyet, Milliyet
gibi büyük gazetelerde yazarlık yaptı. 1979-80 sezonunda Galatasaray ilk beş
lig maçında hiç galibiyet alamayınca, sınıf arkadaşı Coşkun Özarı'nın yerine
teknik direktörlüğe getirildi. Sıkıntılı bir sezon geçiren Galatasaray ligi
9'ncu sırada bitirirken, küme düşen Göztepe'nin iki puan üstündeydi. Bunun
ardından bir daha teknik direktörlük yapmadı. Gazete yazılarının yanı sıra,
90'larda hayatımıza giren özel televizyon kanallarında yorumculukla futbol
dünyamıza hizmet vermeye devam etti.
Gazetecilik yıllarından: Turgay Şeren Panathinaikos'u çalıştıran Puşkaş'la. (Hürriyet) |
Büyük kalecinin son yılları
üzüntülü ve sıkıntılı geçti. Büyük bir sevgiyle bağlandığı eşinin vakitsiz
ölümüyle ciddi bir sarsıntı yaşadı. Ardından, yıllar boyu zımpara gibi
sahalarla ve rakiplerle mücadelesi sırasında yaşadığı sakatlıkların neticesi
olan sağlık sorunlarıyla uğraştı. Bundan iki yıl kadar önce Ulus'taki evinde
ziyaret ettiğimizde, bir zamanlar birkaç spor dalında birden başarıyla mücadele
eden bu dev gibi insanın, artık evin içinde bile yürümekte zorlandığını görünce
zamanın insafsızlığına hayıflanmıştık. Nitekim fotoğraflar, kupalar, şiltler,
plaketler eşliğinde geçmişe yönelik sohbetimiz sırasında bir an durdu. Efsanevi
kalecinin gözleri dolmuştu. Kısık bir sesle konuştu: "Keşke bir zaman
tüneli olsa da o zamana geri dönsek. Yok mu öyle bir zaman tüneli? Hem
iyileşeyim, hem de kalecimize yedek olayım..."
Turgay'ın ilk zamanlarında bir Galatasaray-Kasımpaşa maçından önce iki takım oyuncuları, bugün göremeyeceğimiz bir şekilde bir arada fotoğrafçılara poz vermişler. |
Turgay, dayısı Mithat Perin'in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesinin genç spor muhabiri Abdi İpekçi'ye röportaj verirken. (İstanbul Ekspres) |
Futbol hayatlarının başındaki iki genç Turgay ve Füze Selami, Adana Demirspor-Galatasaray maçından önce. |
Bir Fenerbahçe maçında Turgay Şeref'in ayaklarından topu alırken arkada Ahmet Berman izliyor. ("Turgay" jübile kitabı) |
Aralık 1964'te İzmir'de oynanan İzmirspor maçında kolu kırılan Turgay Şeren o sezon uzun süre oynayamamıştı. (Yeni Asır) |
50'nci milli maç dolayısıyla hak kazandığı altın madalyayı dönemin başbakanı Süleyman Demirel takarken. |
1966'da oynanan Batı Almanya maçından önce Alman televizyoncular röportaj hazırlığında. Sağ baştaki gazeteci Örsan Öymen. ("Turgay" jübile kitabı) |
Kınalıada'da yapılan bir yaz turnuvasında santrfor Turgay gol atarken. (Günlük Spor) |
Gündüz Kılıç'ın Feriköy'ü çalıştırdığı dönemde Turgay Şeren de kısa bir dönem adı konmamış şekilde kaleci antrenörlüğü yapmış. (Hürriyet) |
2000'li yıllarda Profesyonel Futbolcular Derneği başkanı olarak görev yapmıştı. |
Harika bundan iyisi can sağlığı.Bravo Fethi harikalar yaratıyorsun.
YanıtlaSilHarika olmuş
YanıtlaSil