12 Temmuz 2016 Salı

Turgay Şeren: Keşke Bir Zaman Tüneli Olsa da O Zamana Geri Dönsek

Sene 1948. Galatasaray'ın Beyoğlu'nda, Hasnun Galip Sokağındaki kulüp binasının üst katında yer alan spor salonunda, Galatasaray Lisesi orta kısım takımı bir voleybol maçı yapıyor. Galatasaray takımı aldığı iki setle rakibini zorlanmadan mağlup ederken, yaşıtlarına göre uzun boyu ve ince yapısıyla dikkat çeken bir oyuncu bu galibiyette önemli rol oynuyor. Yine aynı yıl, daha sonra genişletilip Ali Sami Yen Stadı adını alacak Mecidiyeköy Stadı'nda İstanbul ortaokullar arası hentbol birinciliğinin final maçı oynanıyor. Darüşşafaka Lisesi ve Galatasaray Lisesi orta kısım takımları on birer kişilik kadrolarıyla sahada mücadele ediyorlar. İnce, uzun boylu santrforun dört gol attığı maçı Galatasaray Lisesi 7-3 kazanarak şampiyon oluyor. Bundan üç yıl sonra, Galatasaray Lisesi futbol takımı Vefa Stadı'nda Yeni Kolej takımıyla oynuyor. Artık lise talebesi olan aynı uzun boylu genç, takımın santrforu olarak Galatasaray'ın 15-0 kazandığı maçta tam dokuz gol birden atıyor.



Tahmin ettiğiniz gibi bütün bu müsabakalarda başarıyla mücadele eden gencin adı Turgay Şeren. Futbol, hentbol ve voleybolun yanı sıra basketbolda da okul takımında yer almış ve hatta bunlara ilaveten atletizmde de Galatasaray Lisesi adına yarışlara katılmış. Eskilerin deyimiyle bir "atlet komple". Futbol oynadığı dönemde sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da sayılı kalecilerinden olan bu büyük ustayla iki kez görüştük. İkinci görüşmede futbol tarihçisi arkadaşım Mehmet Yüce de vardı. Onun bu görüşmeden sonra kaleme aldığı yazısını, Türkiye'nin futbol tarihini anlattığı kitaplarının üçüncüsü olan ve kısa bir süre önce piyasaya çıkan "Romantik Yürekler"de okuyabilirsiniz.

Turgay Şeren'le daha önce çeşitli mecralarda onlarca röportaj yapıldı. Vefatından sonra da kısa yaşam öyküsü birçok haber sitesinde ve basın organında yayımlandı. Yine de bu büyük kalecinin, kendisiyle yaptığım ilk görüşmede anlattığı çocukluk yılları hakkındaki detayları bir kez daha ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum: "15 Mayıs 1932’de Ankara’da doğdum. Babam Atatürk’ün kalemi mahsus (özel kalem) müdür muavinlerinden bir tanesiydi. İsmimi Atatürk koymuş Türkay diye. Biliyorsunuz müdür muavinleri iki üç tane olurdu, babam onlardan bir tanesiydi. Çok da sevilen bir insandı. Annem Bulgaristanlı, Nevrokop şehrinden. Annemin ailesi oralı. Nerede görmüş, nasıl olmuş bilmiyorum, annemi almış evlenmiş. İki oğlu olmuş. Biri Oğuz Şeren, diğeri Turgay Şeren. Biz hayata Ankara’da başladık. Ankara’da Keçiören’de oturuyorduk. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olunca Atatürk’ün bütün adamlarını görevden ayırdı. Babam maddi bakımdan çok zayıfladı. Galatasaray lisesinin imtihanına girmemi istedi. Ben imtihanı kazanıp on ikinci sınıfa kadar parasız yatılı okudum."

Şeren ailesi. Anne Münevver, baba Sabit Şevki, küçük oğul Türkay, büyük oğul Oğuz.

İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte birçok bürokratın mevkisi ve görev yeri değişirken, babası da Ağrı'nın bir ilçesine kaymakam olarak atanır. Küçük Türkay ve ağabeyi ise Fransızca öğretmeni olan anneleriyle birlikte Çorlu'ya taşınırlar. İlkokula Çorlu'da başlayan Türkay, dördüncü sınıfa geçtiğinde Galatasaray Lisesi'nin parasız yatılı sınavını ikincilikle kazanır ve böylece hayatının akışı değişir. İlk değişiklik isminde gerçekleşir. Okulda ağırlığı oluşturan Fransız öğretmenler Türkay adını Turgay olarak telaffuz ederler. Böylece kimlik ve resmî evrakta Türkay olan adı kamuoyunun bildiği Turgay şeklini alır. Pek çok dostunun mahkeme kararıyla bu ismi resmîleştirme teklifini, Türkay ismini Atatürk koyduğu için geri çevirir.

Turgay Şeren sayısı, 2 Temmuz 1951.

Ortaokula başlayınca Ortaköy'den, orta ve lise kısımlarının bulunduğu Galatasaray'daki binaya geçer. Sıra arkadaşı, kendisi gibi kısa sürede Galatasaray'ın unutulmaz futbolcuları arasına girecek olan Coşkun Özarı'dır. Genç Turgay'ın sporcu kişiliğinin şekillenmeye başlaması bu ortamda gerçekleşir. Yukarıda okuduğunuz gibi topla yapılan bütün sporlarda ve atletizmde okul takımlarında yer alır. Lakin sadece sporda değil, derslerinde de başarılı olur. Kendisiyle yaptığımız görüşmede bunu nasıl başardığını şöyle izah etti: "Lisede çok iyi talebe olduğum için hocalarla aram çok iyiydi. Bilmediğim ders yok gibiydi. Ağırıma gitmişti leyli meccani (parasız yatılı) okumak. Devlet parasıyla okuduğum için çok iyi okumam lazım diye kendi kendime telkinde bulundum. Neticede hep birincilik veya ikincilikle sınıfları geçtim. Onun mutluluğunu hâlâ yaşıyorum."

                                                       ("Turgay" jübile kitabı)

Okulda sporla yoğun biçimde haşır neşir olan genç Turgay yaz tatillerinde de futbol oynamaya devam eder. Bir dönem mahalle arkadaşı olan Fenerbahçe kalecisi Şükrü Ersoy o günleri şöyle hatırlıyor: "Turgay  o zamanlar santrfor oynardı. Taksim Talimhane'de bir Yahudi takımı vardı, o takımda ben kaleciydim, o santrfordu. O zamanlar mektep maçları çok çekişmeli geçerdi. Galatasaray, Haydarpaşa, Kabataş, Boğaziçi, Taksim gibi liselerin takımları arasındaki maçlar ses getirirdi. Bir gün Şeref Stadı'nda Galatasaray-Boğaziçi maçına çıkacağız, bir baktım Turgay Galatasaray Lisesi takımında kaleci. 'Nasıl oldu?' diye sordum. Galatasaray A takımında sol açık Mehmet Ali (Gültekin) vardı, mektepte de beden eğitimi hocasıydı. 'Hocamız beni kaleci yaptı,' diye cevap verdi."
 
Galatasaray Lisesi futbol takımı. Santrfor Turgay Şeren ayakta soldan ikinci.
Sıra arkadaşı Coşkun Özarı oturanların ortasında.
                                                               (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası)

Daha önce çeşitli kaynaklarda da Mehmet Ali Gültekin'in onu kaleciliğe yönlendirdiği belirtilmekle birlikte, Turgay Şeren bir başka öğretmeninin daha bu konuda rol oynadığını bize şöyle anlattı: "Galatasaray Lisesi'nde voleybol oynarken jimnastik hocamız Ali Sabri Besen bey, ‘Sen ne diye voleybol oynuyorsun oğlum?’ diye sordu bana. ‘Sen kaleciliğe çalışsana,’ dedi. Hakikaten o günden sonra kaleci olmak için çok çalıştım. Onun öğüdünü tutmakla milli takıma kadar yükseldim."

Santrfor Turgay, attığı golden sonra topu kaleden çıkarıyor.
                                     (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası)

Turgay Şeren henüz lise talebesiyken, 1948-49 sezonunda, Galatasaray genç takımına kaleci olarak seçilir. Kaleci olmasında takımın İngiliz antrenörünün oynadığı rolü, yıllar önce bir röportajda şöyle anlatmış: "Hafta sonları okulda kaldığımda, bahçede arkadaşlarımla pastasına karşılıklı penaltı atardık. En çok penaltı kurtaran pastayı kazanıyordu. O dönemler Galatasaray'a Molloy adında bir teknik direktör gelmişti. Okul müdürümüz Behçet Gücer, müdür muavini Muslih Peykoğlu başta olmak üzere, okulun tekmil idareci kadrosuyla birlikte bizim oyunu seyrediyormuş. Mr. Molloy kurtardığım penaltıları görünce beni sormuş. Müdür bey de, '9. Sınıf öğrencisi, lise takımında santrfor,' demiş. Molloy beni çağırıp, ' Bizim idmanlara gelir misin?' diye sorduğunda kabul ettim. Ancak antrenmanda, 'Geç bakayım kaleye,' deyince şaşırdım. O zaman bana şöyle dedi: 'Bak evlat, eğer santrfor oynarsan üç beş sene sonra kaybolur gidersin. Ama kaleci olursan en az 20 sene oynarsın.'" (Zehra Yücebulut, Onların Hikayesi)

1949 İstanbul hentbol şampiyonu Galatasaray takımı. Turgay Şeren ayakta
soldan ikinci. Yanında (soldan üçüncü) milli basketbolcu Erdoğan Partener var.
                                             (Necati Karakaya, Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım)
Genç Turgay, Galatasaray A takımındaki ilk maçına Ocak 1949'da, yani henüz 17 yaşını sürerken çıktı. İnönü Stadı'nda Avusturya'nın Admira takımıyla yapılan hususi maçta kaleci Erdoğan Atlıoğlu 85. dakikada sakatlanınca kaleye geçti ve kulüp dergisindeki maç yazısına göre, "Son dakikalarda 3 yumruk çıkışıyla üç muhakkak golü önledi." 5 dakikalık oyununa rağmen Tevfik Ünsi onu Galatasaray'ın en iyi üç oyuncusu arasında göstermişti. Kendisi de bu maçla ilgili şunları hatırlıyordu: "Tribünlerde ismimi bilmeyenler birbirine sora sora öğrenmiş. O kadar iyi oynamışım ki herkes kim bu diye birbirine sormuş." Bu maçın üzerinden bir ay geçmeden Galatasaray Lisesi voleybol takımının bir üyesi olarak İstanbul şampiyonluğu sevincini yaşadı. 1949 Mayıs'ında, bu kez Galatasaray Lisesi futbol takımıyla İstanbul şampiyonluğu sevincini yaşadı. O sezon Beşiktaş ve Charlton gibi hususi müsabakalarda kaleyi başarıyla koruyan Turgay, ilk resmî maçına 4 Haziran 1949'da, Ankara 19 Mayıs Stadı'nda çıktı. İstanbul şampiyonu olarak Türkiye Futbol Birinciliğine katılan Galatasaray ilk maçında Recep Adanır'ın da yer aldığı Ankaragücü'ne 4-3 yenilip şampiyonluk iddiasını büyük ölçüde kaybetmişti. Bunun üzerine, Eskişehir Demirspor ile yapılan ikinci maçta, kale genç Turgay'a emanet edildi.

Turgay Şeren Galatasaray'daki ilk yıllarında Reha Eken (solda) ve
Bülent Eken ile birlikte.
                                                                                                            (Fotospor)

Turgay Şeren Galatasaray formasıyla ilk lig maçınaysa 30 Ekim 1949'da Vefa ile oynanan müsabakada çıktı. İstanbul Liginin dördüncü haftasında geçtiği kaleyi bir daha bırakmadı ve tam 18 sezon boyunca, sakatlanmadığı sürece 1 numaralı formayı giydi. İlk milli maçına da bu sezonun sonunda çıktı. 28 Mayıs 1950'de Mithatpaşa Stadı'nda oynanan ve Türkiye'nin İran'ı 6-1 yendiği maçı Fotomaç dergisinde şöyle anlatmış: "Milli takıma ilk seçildiğim günü hatırlıyorum, Galatasaray Lisesi onuncu sınıftayım... Okulda leyli idim, hafta sonlarında dayımın yanına çıkıyordum. Milli maçta bana yer vereceklerini söyledikleri zaman bayılacağımı zannettim... Beyoğlu'nda bir dükkandan aldığım yeşil kazağın göğsüne ay yıldızı yengem işledi. Nişantaşı'ndan Dolmabahçe'ye gidişimi hatırlıyorum. Bu bir gidiş değil, uçuştu sanki. Rehalarla, Lefterlerle, Muzaffer, Naci ve niceleriyle bir arada ve milli takımda oynayacaktım... Bin bir titizlikle (okunmuş) göğsü ay yıldızlı yeşil kazağımı giydim. O zaman teknik komite başkanı olan Nedim Kaleci sırtımı okşadı: 'Korkma, Allah sana yardım edecek,' dedi. 90 dakika nasıl geçti hatırlamıyorum, maçı 6-1 kazanmıştık. İlk milli maçımda galip gelmiştik. Ne muvaffakiyetti, adeta sevinçten yerimde duramıyordum."

6-1 kazanılan İran maçının kadrosu. Ayaktakiler (soldan): Reha Eken, Turgay Şeren, Kamil Ekin, İsmet Berberoğlu, Halit Deringör, Galip Haktanır, maçın hakemi. Oturanlar: Muzaffer Tokaç, Lefter Küçükandonyadis, Erol Keskin,  İsfendiyar Açıksöz, Naci Özkaya.
                                                                                                                                                                   ("Turgay" jübile kitabı)
Turgay Şeren'in bütün Avrupa'da tanınmasını sağlayan maç, 17 Haziran 1951'de Berlin'de Batı Almanya'yı 2-1 yendiğimiz müsabaka oldu. Bu maçta yaptığı kurtarışlardan sonra "Berlin Panteri" diye anılmaya başlandı. Bu maçla ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyordu usta kaleci: "Berlin’de sahaya çıktığımız zaman öyle bir uğultu vardı ki birbirimizle konuşamıyorduk. Statta boş yer kalmamıştı. Fevkalade güzel bir defans hattımız vardı. Gündüz abi, Muzaffer, Lefter gibi çok iyi oyunculardan oluşan bir takıma sahiptik. Hepimiz çok iyi oynadık. Savaş malulleri maçı saha kenarından seyrediyordu. Maç bittikten sonra biz saha dışına çıkarken içlerinden biri koltuk değneğiyle kafama vurmuştu. Zaten savaşta yenilmiş, bir de biz yenince adamcağız kızmış."

"Berlin Panteri" topu çift yumrukla uzaklaştırırken Eşref Özmenç onu
dikkatle takip ediyor.
                                                                                                                     (Hürriyet)     

Berlin Olimpiyat Stadı'nın tribünleri tamamen dolu. Turgay bir topu daha
göğsünde bloke etmiş. Naci Özkaya (2) ve Ali İhsan Karayiğit hemen
arkasında tetikte.
                                                                                                            (Hürriyet)

Turgay'ın başarısı Alman gazetelerinin manşetlerine yerleşmişti.
                                                                (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası)
Turgay Şeren'in daha on dokuz yaşındayken yurt dışında bile tanınan bir kaleci olmasında çeşitli unsurların bir araya gelmesi rol oynamıştı. Öncelikle o dönem için oldukça uzun sayılan 1,85'lik bir boya sahipti. Okul takımında basketbol ve voleybol oynaması sayesinde elleriyle topa iyi hakim olmayı öğrenmişti. O yıllarda voleybolda smaç vurma yerine çekme denilen bir teknik kullanılıyordu. Bu teknikte oyuncular topu elle taşıyarak rakip sahaya bırakıyordu. Genç Turgay da başarılı bir voleybol oyuncusu olarak iyi sıçrayıp topu tutmasının semeresini kalecilik yıllarında görmüştü. O yıllardaki kaleciliğe getirdiği farkı bize şöyle anlatmıştı: " Ben ceza sahasına çıkan ilk kalecilerdenim. Benim zamanımdaki kalecilerin çoğu çizgi kalecisiydi. Sağdan soldan ortalanan toplarda yüzde doksan kurtarırdım. Toplara çabuk çıkardım. Koşarak çıkar, rakibin kafasının üstünden topu kapardım."

1957'deki bir Beşiktaş-Galatasaray maçına ait bu
fotoğraf Turgay'ın hava hakimiyetini ortaya koyuyor.
                                                          (İstanbul Ekspres)
Genç Turgay'ın iyi bir kaleci olmasında o zamanın tecrübeli kalecilerinden destek görmesinin de payı vardı. Bize anlattıkları bunu destekliyor: "Ben takıma katıldığımda kaleciler Erdoğan Atlı ve Osman’dı. Necdet (Erdem) abi beni çok çalıştırdı. Beni Cihat Arman bile çalıştırdı. İkimizi de milli takıma çağırmışlardı. İnönü Stadında haftada üç gün beni çalıştırırdı. Cihat abi öyle zarif bir insandı. Benim pek çok eksiğimi Cihat Arman kapatmıştır. Ben onun son zamanlarına yetişmiştim. Galatasaray Lisesinin kum havuzu vardı. Orada hem Necdet abi, hem Cihat abi beni çok çalıştırmıştır. Cihat abi, Fener’i yendiğimiz zaman gelir beni tebrik ederdi. Sadece sahada değil soyunma odasına kadar gelerek tebrik ederdi. Fener’e mağlup olduğumuz maçlardan sonra da ben Cihat abiyi sahada kucaklardım."

Bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı. Lefter frikiği çekmiş, Turgay uçarak kurtarıyor.
                                                                                                                                                                    ("Turgay" jübile kitabı)

Galatasaray ve milli takım kalesini çok erken denebilecek bir yaşta tekeline almasının ardından, yine genç yaşında Baba Gündüz'ün el vermesiyle takım kaptanlığına getirilmesini şöyle anlatıyordu Turgay Şeren:  "Çok şeyi Gündüz abiden öğrendim, bir defa insanlığı ondan öğrendim ben. Kaptanlığı kendisi bana verdi, benim arkama geçti. Kimle olduğunu şimdi hatırlamıyorum, İnönü Stadı'nda bir maçımız vardı.  Gündüz abi, ‘Çocuklar bugün size bir müjde vereceğim. Bugünden sonra takım kaptanımız Turgay olacak,’ dedi. Hepimiz başladık ağlamaya, ona sarıldık. Hakikaten beni tuttu, öne geçirdi. Faik Gökay da hakemdi. Beni önde, Gündüz abiyi arkamda görünce şaşırdı. ‘Oğlum sen kaptan değilsin, arkaya geçsene,’ dedi. Ben durumu açıklayınca o da beni tebrik etti."

Gündüz Kılıç ve Turgay Şeren 1951'deki İsveç ve
Almanya seyahati sırasında.
                                   (Galatasaray Haftalık Spor Mecmuası)

Genç Turgay, yirmili yaşlarının daha ilk yarısında birçok başarıyı tattı. Galatasaray'la İstanbul Liginde üç kez şampiyonluk sevinci yaşadı. 1954'te Dünya Kupası elemeleri için İspanya ile İstanbul'da oynanan ve 1-0 kazandığımız maçta ilk kez milli takım kaptanlığını yaptı. İspanya'yı eleyip Dünya Kupasına katılan milli takımın kalesini korudu. 1956'da oynanan, Macaristan'ı 3-1 yendiğimiz unutulmaz maçta da kalecimiz oydu. Ne var ki, başarılı insanların göklere çıkarıldığı, fakat ilk hatada bu başarıların unutulup aynı insanların yerin dibine batırıldığı bir toplumun üyesiydi. Romanya maçında sakatlanıp oyundan çıkması üzerine insafsız eleştiriler yapılınca yurt dışından gelen bir teklifi değerlendirdi. Daha önce başta Almanya olmak üzere çeşitli yabancı kulüplerden teklif almış, fakat Galatasaray'ı bırakmayı düşünmemişti. Bu kez River Plate kulübünden gelen teklif üzerine, 1959 yılının Şubat ayında hazırlık maçlarında yer almak üzere Arjantin'in yolunu tuttu. Akşam gazetesinde bu yolculukla ilgili şu satırları yazmıştı: "Galatasaray'dan ayrılacağımı hiçbir zaman düşünmemiştim. Hele Türkiye'den çok uzaklardaki bir diyarda futbol oynamak hakikaten bana hâlâ zor gelecek. Fakat ne yapayım ki, en iyi oynadığıma kâni olduğum günler karşıma 'Artık eskidi' diyerek çıktılar. Canımı dişime taktığım bir milli maçta kaburgalarımı kırdım. 'Mahsus sahayı terk etti' dediler. Hatta diplomalı bir doktor da bu kanaate ayak uydurdu. Artık 'futbol ahlakı ve anlayışı' bakımından o kadar derin bir tenakuza düştüm ki, futbolümü başkalarının ve beni senelerden beri isteyenlerin ölçüsüyle tartmak istedim. Arjantin'e gidişimin hakiki sebebi budur. Gitmiyorum... Kaçıyorum..."

1954 Dünya Kupasına katılmak için İspanya ile Roma'da oynadığımız üçüncü maçta Turgay bir kurtarış yapıyor.
                                                                                                                              (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi)

Buenos Aires'te gerek Türkiye büyükelçisi, gerek River Plate kulübü yetkilileri ve oyuncuları tarafından yakın ilgi gösterilen Turgay, bir aya yakın bir süre Arjantin'de kaldı ve çeşitli hazırlık maçlarına çıktı. İdareciler kendisini beğendiler ve bir ön sözleşme imzalattılar. Fakat Galatasaray kulübü başta bonservisini ücretsiz vermeyi kabul etmişken, sonradan çok yüksek bir bedel isteyince bu transfer gerçekleşmedi. Bu kısa serüvenden geriye, Akşam gazetesinde tefrika edilen ve yer yer akıcı bir seyahatname tadında okunan gezi anıları kaldı. Usta kaleci, o günlerden hatırında kalanları bize şöyle anlatmıştı: " Arjantin’de çok rahat oynayabilirdim ama çok uzaktı. Uçakla bile iki gün sürüyordu yol. River Plate takımıyla üç-dört tane maça çıktım. Çok beğendiler ama ben de yeni evlenmiştim. Ben dönerken teşekkür ettiler. Futbol kültürü açısından bizimle farkları yoktu. Artık neredeyse imza atacaktım. Fakat Galatasaray kulübü telefon etti bana, sana çok ihtiyacımız var, dön diye. Dönerken bana bir zarf verdi River Plate kulübü. İçinde 300 veya 400 dolar vardı, miktarını şimdi tam hatırlamıyorum. Ne zaman istersen gel dediler. Daha önce Almanya’dan da teklif almıştım fakat o zaman Türkiye’de oynamak varken orada oynamayı düşünmemiştim. Ama Arjantin güzel bir ülkeydi. River Plate’in sahası da güzeldi. Kulüp yöneticileri de, seyirciler de beni beğenmişti."

Kısa süren Arjantin seyahati sırasında Turgay, River Plateli takım
arkadaşlarıyla bir gezintide.
                                                                                                                (Akşam)
Turgay Şeren'in Arjantin yolculuğu, Türkiye futbol tarihinde yeni bir sayfanın açıldığı günlere denk gelmişti. Onun River Plate ile maçlara çıktığı günlerde Türkiye'de Milli Lig başlamıştı. İlk maçlarda yer alamasa da döndükten sonra kaleyi Yüksel Alkan'dan devraldı. İki grup üzerinden oynanan ilk sezonda Fenerbahçe ile Galatasaray finale kalmıştı. Turgay Şeren'in yer aldığı ilk maçı Galatasaray 1-0 kazandı. Fakat dört gün sonra yapılan rövanş maçına belkemiğinde çatlak tespit edilen kaptan çıkmadı ve ezeli rakibini 4-0 mağlup eden Fenerbahçe Milli Ligin ilk şampiyonu oldu. Usta kaleci, Galatasaray'la ulusal düzeydeki ilk lig şampiyonluğunu kazandığı 1961-62 sezonunda artık otuzlu yaşlarına girmişti. O yıllarda 30 yaşına gelmiş bir futbolcuya 'artık futbolu bırakmalı' gözüyle bakılıyordu. Oysa Berlin Panteri, kol kırılması gibi çok ciddi sakatlıklar yaşamasına rağmen 35 yaşına kadar oynamayı sürdürdü. Bir lig şampiyonluğu daha kazanmanın yanı sıra  üst üste dört Türkiye Kupası sevinci yaşadı.

Bir İstanbul Ligi şampiyonluğundan sonra Turgay omuzlarda.
Turgay Şeren futbolculuk hayatının son demlerinde, milli formayla da sevinçler yaşadı. 1966'da Ankara'da oynanan, Batı Almanya'ya 2-0 yenildiğimiz müsabakada 50'nci milli maçına çıkarak altın madalya kazandı. Birkaç gün sonra Moskova'da Sovyetler Birliği'ni 2-0 yendiğimiz müsabakada, sakatlandığı 17. dakikaya kadar kaleyi korudu ve 51'nci milli maçıyla o dönemdeki milli olma rekorunu kırdı. Sahalarda son kez mücadele ettiği 1966-67 sezonunda fazla oynama şansı bulamamasına rağmen, Bülent Gürbüz'ün form düşüklüğü göstermesi üzerine kendisine tekrar görev verildi. Uzunca bir aradan sonra kaleye geçmesine rağmen, Galatasaray'ın son altı lig maçında yer aldı ve bunların dördünü gol yemeden tamamladı. Usta kaleci son resmî maçına 11 Haziran 1967'de İzmir Alsancak Stadı'nda çıktı. Galatasaray'ın Karşıyaka'yı 3-2 yendiği maçtan önce, sadece Karşıyakalı değil, Altaylı ve Göztepeli idareciler ona çiçekler sundular. İzmirli seyirciler maç bitiminde onu sevgi dolu tezahüratlarla uğurladılar.

Ankara'da oynanan Batı Almanya karşılaşması,
Turgay'ın 50'nci milli maçıydı.
                                                ("Turgay" jübile kitabı)

Turgay Şeren son maçından sonra eldivenlerini hatıra
olarak isteyen Karşıyakalı Atilla'ya hediye ediyor.
                                                                  (Yeni Asır)

Jübilesi de görkemli oldu büyük kalecinin. 2 Temmuz 1967'de, Mithatpaşa Stadı'nda Galatasaray ile Şöhretler Karması arasında yapılan maçta, o zamanlar dünyanın bir numaralı kalecisi kabul edilen Lev Yaşin'in yanı sıra, Romanyalı yıldızlar Pircalap ve Nunweiller de yer aldı. Turgay Şeren'e son golü atma "şerefi", Göztepeli Fevzi'ye nasip oldu. Usta kaleci, 20 yıl boyunca koruduğu Galatasaray kalesini, ikinci yarının başında gencecik meslektaşı Yasin Özdenak'a teslim etti. Ardından, sahanın etrafını gözyaşları içinde dolaşarak, tribünleri "Turgay, Turgay" diye inleten seyirciye veda etti.
   
Jübile için İstanbul'a gelen Lev Yaşin (soldan ikinci) ile beraber.

Futbolu bıraktıktan sonra kısa bir müddet, Galatasaray'ı çalıştıran Bülent Eken'in yardımcılığını yaptı. 1968-69 sezonunda Mersin İdman Yurdu teknik direktörlüğünü üstlendi. Takımı başarılı bir sezon geçirdi. İstanbul'da Fenerbahçe'yi 1-0 yendi ve ligi altıncı sırada bitirdi. Ertesi sezon, yedinci haftadan itibaren Vefa'nın başına geçti. Sezon boyunca ligden düşme endişesini yaşayan Vefa'nın sondan ikinci hafta İstanbul'da Gençlerbirliği ile oynadığı kader maçı, herhalde Turgay Şeren'in antrenörlük hayatının en unutulmaz maçlarından biriydi. İstanbul'un yeşil-beyazlı takımı maçı 3-2 kazanarak ligde kalırken, Ankaralı rakibini 13 yıl sürecek ikinci lig macerasına itmişti. 1970-71'de Samsunspor'u, 1971-73 arası iki sezon Mersin İdman Yurdu'nu çalıştırdıktan sonra yolu bir kez daha Vefa ile kesişti. 1973-74 sezonunda üst üste başarısız sonuçlar alan bu tarihî İstanbul kulübünde son 14 maçta teknik direktör olarak sahaya çıktı. Fakat kötü gidişi o da önleyemedi ve Vefa ikinci lige düştü.

Mersin İdman Yurdu İstanbul'da Fenerbahçe'yi 1-0
yendikten sonra.
                                                                (Fotospor)

Vefa'nın küme düşmesi ardından Turgay Şeren uzun süre sadece spor yazarlığıyla ilgilendi. Hürriyet, Milliyet gibi büyük gazetelerde yazarlık yaptı. 1979-80 sezonunda Galatasaray ilk beş lig maçında hiç galibiyet alamayınca, sınıf arkadaşı Coşkun Özarı'nın yerine teknik direktörlüğe getirildi. Sıkıntılı bir sezon geçiren Galatasaray ligi 9'ncu sırada bitirirken, küme düşen Göztepe'nin iki puan üstündeydi. Bunun ardından bir daha teknik direktörlük yapmadı. Gazete yazılarının yanı sıra, 90'larda hayatımıza giren özel televizyon kanallarında yorumculukla futbol dünyamıza hizmet vermeye devam etti.

Gazetecilik yıllarından: Turgay Şeren Panathinaikos'u çalıştıran Puşkaş'la.
                                                                                                                                                                                      (Hürriyet)

Büyük kalecinin son yılları üzüntülü ve sıkıntılı geçti. Büyük bir sevgiyle bağlandığı eşinin vakitsiz ölümüyle ciddi bir sarsıntı yaşadı. Ardından, yıllar boyu zımpara gibi sahalarla ve rakiplerle mücadelesi sırasında yaşadığı sakatlıkların neticesi olan sağlık sorunlarıyla uğraştı. Bundan iki yıl kadar önce Ulus'taki evinde ziyaret ettiğimizde, bir zamanlar birkaç spor dalında birden başarıyla mücadele eden bu dev gibi insanın, artık evin içinde bile yürümekte zorlandığını görünce zamanın insafsızlığına hayıflanmıştık. Nitekim fotoğraflar, kupalar, şiltler, plaketler eşliğinde geçmişe yönelik sohbetimiz sırasında bir an durdu. Efsanevi kalecinin gözleri dolmuştu. Kısık bir sesle konuştu: "Keşke bir zaman tüneli olsa da o zamana geri dönsek. Yok mu öyle bir zaman tüneli? Hem iyileşeyim, hem de kalecimize yedek olayım..."

Turgay'ın ilk zamanlarında bir Galatasaray-Kasımpaşa maçından önce iki takım oyuncuları, bugün göremeyeceğimiz
bir şekilde bir arada fotoğrafçılara poz vermişler.

Turgay, dayısı Mithat Perin'in sahibi olduğu İstanbul
Ekspres gazetesinin genç spor muhabiri Abdi İpekçi'ye
röportaj verirken.
                                                                    (İstanbul Ekspres)
Futbol hayatlarının başındaki iki genç Turgay ve
Füze Selami, Adana Demirspor-Galatasaray
maçından önce.
Bir Fenerbahçe maçında Turgay Şeref'in ayaklarından topu
alırken arkada Ahmet Berman izliyor.
                                                        ("Turgay" jübile kitabı)
 Aralık 1964'te İzmir'de oynanan İzmirspor maçında kolu kırılan
Turgay Şeren o sezon uzun süre oynayamamıştı.
                                                                                         (Yeni Asır)

50'nci milli maç dolayısıyla hak kazandığı altın madalyayı dönemin
başbakanı Süleyman Demirel takarken.

1966'da oynanan Batı Almanya maçından önce Alman televizyoncular
röportaj hazırlığında. Sağ baştaki gazeteci Örsan Öymen.
                                                                                            ("Turgay" jübile kitabı)
Kınalıada'da yapılan bir yaz turnuvasında
santrfor Turgay gol atarken.
                                      (Günlük Spor)


Gündüz Kılıç'ın Feriköy'ü çalıştırdığı dönemde Turgay Şeren de kısa bir
dönem adı konmamış şekilde  kaleci antrenörlüğü yapmış.
                                                                                                                (Hürriyet)
2000'li yıllarda Profesyonel Futbolcular Derneği başkanı olarak görev yapmıştı.


2 yorum: