2014 Haziran ayında,
Brezilya'da başlayacak Dünya Kupası öncesinde, ülkemizin futbol kamuoyunda yeni
kuşakların pek tanımadığı iki isim sık sık gündeme geldi. Bunun sebebi özel bir
bankanın, 1950'de yine Brezilya'da düzenlenen kupaya katılmaya hak kazandığı
halde yüksek seyahat masrafları yüzünden gidemeyen milli takımımızdan hayatta
kalan iki futbolcuyu bir kupa maçına götürmesiydi. O takımdan hayatta kalan iki
isim - Bülent Eken ve Erol Keskin - oyuncu olarak hak ettikleri halde gidemedikleri
Brezilya'ya altmış dört yıl sonra izleyici olarak gittiler. Bu yaşayan
efsanelerden Erol Keskin ile seyahatten döndükten kısa bir süre sonra görüşüp
hatıralarını dinledik. Özellikle çocukluk günlerine dair anlattıkları,
İstanbul'un ne kadar anormal bir hızda büyüyüp değiştiğini bize bir kez daha hatırlattı:
"1927'de İstanbul
Feneryolu'nda doğdum. Ailemin köşkü
vardı, orada büyüdüm. Köşk Feneryolu tren istasyonuna çok yakın bir yerdeydi.
Top oynamaya Feneryolu çayırında başladım. Onun dışında Kızıltoprak çayırı, Göztepe
çayırı, Erenköy'de istasyonun altındaki top sahası vardı. Ben ailenin tek
çocuğuydum. Babam yüksek ziraat mühendisiydi, Paris'te okumuştu. Türk Tütün
Limited'in kurucusuydu. Otuz iki odalı bir köşkte oturuyorduk. Halamla
evlerimiz bitişikti. Köşkün arazisi bir hayli büyüktü, on altı dönüme yakındı.
Tren yolundan şimdiki minibüs caddesinin yakınına kadar uzanıyordu. Evin arka
tarafında sebze meyve yetiştirirdik. Bahçıvanımız vardı. Dışarıdan binde bir
alışveriş yapardık. Bizde her zaman iki at bulunurdu. Annem, babam da binerdi,
halam da binerdi. Kayışdağı'na kadar giderlerdi. O zamanlar herkes ata binerdi.
Fakat ben ata binmekten korkardım, o yüzden binmezdim."
"Bu bizim evin ön kapısı. Tütün eksperi, yüksek
ziraat mühendisi Feyzi bey köşkün önünde."
|
"İlkokulu
Göztepe'deki Taşmektep'te okudum, Erenköy Kız Lisesine yakın bir yerdeydi.
Arabacı Reşat efendi vardı, tek atın çektiği bir arabası vardı onun, o götürür
getirirdi beni okula. Erenköy Kız Lisesinde okuyan kızları da yoldan alır
götürürdü. O zamanlar İstanbul'un o bölgeleri çok tenhaydı. Otomobil filan
yoktu. İstanbul'a gideceğimiz zaman da trene binerdik. İstasyon zaten evimize
çok yakındı, tren geleceği vakit çıkardık evden. O senelerde kara trenler
çalışıyordu. Vapurda da kalabalık olmazdı. Her gün işe gidip gelen insanların
vapurda oturduğu yer belliydi. Onların yerine başkası oturmazdı."
Burada araya girip
dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyoruz. Erol bey, "İstanbul'a gideceğimiz
zaman trene binerdik," diyor. Onun bu sözlerini duyunca, Anadolu yakasında
oturanların 1970'lerin sonuna kadar "İstanbul'a gitmekten" bahsettiğini
hatırladık. Aynı durum Bakırköy, Yeşilköy gibi semtler için de geçerliydi.
Hatta Bakırköy istasyonunda "İstanbul yönü" levhası bugün bile
durmaktadır.
Parantezi kapadıktan
sonra Erol Keskin'in futbola başladığı günler üzerinde duralım. Ünlü spor
tarihçimiz Cem Atabeyoğlu, Öz Fenerbahçe dergisinde kendisi hakkında yazdığı
makalede futbola başlama yaşını şöyle tespit etmiş: "Futbola Feneryolu
çayırında başlamış ve 1939 senesinde, henüz 12 yaşında iken Fenerbahçe'ye
intisap etmiştir." Nitekim Erol
bey de bunu doğruluyor: "Bize çok yakın Şevket Soley diye bir ağabeyimiz
vardı, babamın dostuydu. Onun vesilesiyle Fenerbahçe kulübüne girdim. Daha
ortaokul talebesiyken girmiştim kulübe. Genç takımda başladım, kısa zamanda
birinci takıma intisap ettim. Ben birinci takıma geçtiğim zaman Büyük Fikret
vardı. Küçük Fikret, Naci Bastoncu, Boncuk Ömer, Cihat vardı. Onların hepsi
benden büyüktü, ben takımın en küçüğüydüm. Fenerbahçeli Küçük Fikret de
Feneryolu'nda otururdu. Benden yaklaşık yedi yaş büyüktü. Seyahatlere annem
izin vermezdi ama babam verirdi. Kulüpten gelirlerdi seyahat için, babam izin
verirdi, öyle giderdim."
Fenerbahçe genç takımı Şeref Stadında. Erol Keskin alt sırada sağdan ikinci. |
Okul hayatı konusunda
da şunları anlatıyor Erol bey: "Ortaokuldan sonra harp senelerinde bir
sene Haydarpaşa Lisesinde okudum. Ardından kulüp beni Boğaziçi Lisesine
gönderdi. Feneryolu ile Arnavutköy'ün arası uzak olduğu için yatılı olarak
okudum. Mehmet Ali ile Selahattin Torkal da orada okuyordu. Tanıdık şoförler
Cumartesi öğleyin gelip beni alırdı. Kabataş'tan arabalı vapurla geçerdik. Pazartesi
sabahları da okula bırakırlardı. Liseyi bitirdikten sonra bir sene hukuk
fakültesine gittim. Fakat zor bir okuldu, futbolla birlikte yürütmek zordu.
Baktım olacak gibi değil, bıraktım." Söz Boğaziçi Lisesinden açılmışken,
bu okulun başta Fenerbahçe olmak üzere birçok kulüpten genç futbolcuyu
bünyesinde toplayarak şampiyonluklar kazandığını belirtelim. Nitekim Erol
Keskin de 1944-45 sezonunda okul takımıyla İstanbul ve Türkiye şampiyonluğu
yaşamış.
Şampiyon Boğaziçi Lisesi futbol takımı. Soldan 2. Erol Keskin, 5. Beşiktaşlı Yavuz, 6. Fenerbahçeli Küçük Halil, 7. Selahattin Torkal, 10. Samim Var. (Aylık Spor Ansiklopedisi) |
Erol Keskin'i
Fenerbahçe ve milli takımın değişmez sağ içi olarak bilsek de kendisi ilk
mevkisinin farklı olduğunu söylüyor: "Sağ açık olarak oynamaya başladım,
fakat Fikret de sağ açık oynadığı için Molnar beni sağ içe aldı. Ondan sonra
sağ iç oynadım." Kırklı yılların ünlü spor dergisi Kırmızı-Beyaz'da hem bu
konuda hem birinci takımdaki ilk maçı konusunda ayrıntılı bilgi veriliyor: "Beş
sene kadar genç ve ikinci takımların sağaçık mevkiinde yer aldıktan sonra 26
Mart 1944 günü Milli Küme müsabakasında Harbiye'ye karşı birinci takımda ilk
maçını oynamıştır. Erol 17 yaşında iken birinci takımda oynadığı bu maçtan
sonra, birçok maçlarda sağaçık mevkiinde Fikret ağabeyine vekâlet etmiştir.
Nihayet 1947 senesi Şubat ayında Hungaria takımına karşı ilk defa sağiç
mevkiinde yer almış ve bu mevkide yerleşmiştir. Şimdi bu mevkiin en göz
dolduran elemanıdır ve dört defa milli takımda sağiç oynamıştır." (Kırmızı
Beyaz, sayı 57)
Fenerbahçe'nin 1947'de İran'a yaptığı seyahatten bir hatıra. Ayaktakiler: Erol Keskin, Cihat Arman, Ahmet Erol, Suphi Ural. Oturanlar: Lefter Küçükandonyadis, Selahattin Torkal, Erdal Kocaçimen. |
Cem Atabeyoğlu da Fenerbahçe'nin 1947-48 şampiyonluğu
dolayısıyla hazırlanan albümde bu konuda şöyle diyordu: "Sağiç Erol'un en
büyük hususiyeti Küçük Fikret'le yaptığı deplasmanlardır. Bu mevkiindeki en
muvaffakiyetli oyunu da Sparta'ya karşı oynadığı şahane oyundur." Merhum spor tarihçimiz,
sağ açık Erol'un meziyetleri konusundaysa şunları yazmış: "Çelimsiz
vücuduna rağmen karşısındaki en güçlü kuvvetli bir müdafiiden dahi kolaylıkla
sıyrılmasını bilir. Bilhassa ayağına gelen topları durdurtup beklemeden
ortalaması, diğer for arkadaşları için büyük avantaj teşkil eder. Topun
üzerinden atlayarak yaptığı çalımlar ve en müşkül anlarda rahatça orta
yapabilmesi en büyük hususiyetleridir. Sağ ayağından çıkan şutlar isabetli ve
kuvvetlidir. Sol ayağının zayıf olması kendisinin aleyhine kaydedeceğimiz yegâne
fena puandır. Ortalara kayarak top sürmesi yüzünden sık sık gol pozisyonlarına
girer."
Fenerbahçe A takımına
yükseldiği yıllarda devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu, aynı zamanda kulüp
başkanlığını da sürdürüyordu. Onunla ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyor
Erol Keskin: "Şükrü Saracoğlu başbakanken Ankara'ya gittiğimizde bizi
muhakkak bakanlığa çağırırdı. Maroken koltuklara oturturdu bizi. Bana, 'Gel
küçük sen şöyle yanıma,' derdi. Takımın en ufağı bendim o zaman, belki yirmi
yaşında bile değildim. 'Anlat bakalım ne var ne yok,' deyince ben, 'Efendim,
anlatacak bir şey yok, siz bana sorarsanız ben anlatırım,' diye cevap verirdim.
Bir gün yine gittiğimizde, 'Bak Erol, bunu sana kimse söylemez ama ben
söylüyorum. Bunu hiç unutma, bu çok önemli bir şeydir. Sen çok genç yaşta futbola
başlamışsın. Herkes seviyor seni. Ben seni takip ettiğim için biliyorum, aman
dikkat et; bu efendiliğini hiç bozma. Senin çok iyi bir ailenin çocuğu olduğunu
biliyorum,' diye nasihat etmişti."
Erol Keskin Galatasaray santrhafı Doğan Koloğlu'yu geçmeye çalışıyor. Hemen arkalarında Lefter ve Muzaffer Tokaç pozisyonu takip ediyor. |
Erol Keskin'in
Fenerbahçe kadrosunda sağlam bir yer edindiği yıllar, aynı zamanda milli
takımın harp nedeniyle uzun bir ara verdiği maçlarına yeniden başladığı
dönemdi. Nitekim o da Türk milli takımının on bir yıl aradan sonra, 23 Nisan
1948'de Atina'da yaptığı Yunanistan maçında sahada yer aldığında, henüz yirmi
bir yaşındaydı. Genç Erol, futbol takımının üyesi olarak 1948 Londra olimpiyat
oyunlarına da katıldı. Yazının girişinde de bahsettiğimiz gibi, 20 Kasım
1949'da Ankara'da Suriye'yi 7-0 yenerek Dünya Kupasına katılmaya hak kazanan
milli takımın oyuncularından biriydi. O maçta beşinci golümüzü attığı gibi, iki
golün de ortasını yapmıştı. Erol Keskin futbol tarihimizin en unutulmaz
maçlarından biri olan, 17 Haziran 1951'de Berlin'de Batı Almanya'yı 2-1
yendiğimiz maçta da forma giydi. Onun milli takım kariyerindeki ilginç bir not,
o tarihte henüz İstanbul ikinci kümesinde oynayan Adalet takımına transfer
olduktan sonra Batı Almanya'ya İstanbul'da 2-0 yenildiğimiz maçta yer
almasıydı.
Yeri gelmişken Erol
beye, profesyonelliğin henüz resmiyet kazanmadığı bir devirde yaptığı
transferlerle futbol tarihimizde önemli bir yer işgal eden Adalet kulübünü
sorduğumuzda şunları söylüyor: "Futboldan neredeyse hiç para kazanmadık.
Antrenman masrafı diye ayda 15 lira gibi bir para verirlerdi. Adalet kulübüne
transfer olduğum zaman ilk defa para kazandım diyebilirim. O zaman da pek nakit
para yoktu ama dokuma tezgâhı veriyorlardı. Adalet Mensucat fabrikası meşhur
Süreyya Paşa'nındı. Balat'ta Haliç kenarında bir yerdeydi. Çok güzel
battaniyeler dokunurdu. Fabrikanın ustaları vardı. Bir tane usta bulduk, tezgâhlara
o bakıyordu. Benden başka Fenerbahçe'den Mehmet Ali geçmişti Adalet kulübüne.
Sonra Selahattin ile Canavar Burhan da geldiler. Çok iyi bir takımımız vardı. Önümüze çıkanı
yeniyorduk. Müessese takımı olduğumuz için taraftarımız yoktu ama bizim futbolumuzu
seyretmeye geliyordu insanlar bizim maçlara. Oscar müthiş topa vuran bir
adamdı. Ömer çok iyi bir kaleciydi. Necmi gördüğüm en iyi futbolculardan
biriydi. İki ayağını ve kafasını çok iyi kullanırdı."
Adalet şampiyonlukta
hiçbir zaman iddia sahibi olmasa da bünyesinde topladığı şöhretli isimlerle,
seyircilerin maçlarını her zaman ilgiyle izlediği bir takımdı. Erol Keskin,
Adalet formasıyla mücadele ederken, yaklaşık üç yıl aradan sonra tekrar milli
takıma çağrıldı. Üstelik bu kez futbolun zirvesi olan organizasyon için
seçilmişti; 1954'te İsviçre'de düzenlenen Dünya Kupasına katılan Türk milli
takımının kadrosundaydı. İsviçre'de oynadığımız üç maçın hepsinde forma giyen
Erol Keskin, böylece Lefter'le birlikte dünya sporunun en önemli iki organizasyonu
olan olimpiyat oyunları ve dünya kupası finallerinde yer alarak tarihe geçti.
Milli takım İsviçre'de uçaktan iniyor. Erol Keskin'in hemen arkasında teknik direktör Sandro Puppo görülüyor. |
"Sandro Puppo çok terbiyeli, efendi bir adamdı. Çok sakin bir kişiliği vardı."
Erol beye bu blogun
ismini söylediğimde yüzünde bir tebessüm beliriyor ve eski günlere gidiyor:
"Dinyakos'a ayakkabı yaptırmaya gittiğimde çabuk bitirsin diye bir şişe
rakı götürürdüm. 'Vre gene ne getirdin?' derdi. 'Ustacığım sen şunu afiyetle
iç, bana da keyif olsun,' derdim. Küçücük bir dükkânda çalışırdı ama çok usta
bir adamdı. Çok terbiyeli, beyefendi bir insandı. Her futbolcunun ayak
numarası, kalıplar vardı onda. Son zamanlarda hiç gitmezdim; telefonla arayıp,
'Ayakkabılarım eskidi,' derdim. 'Vre çocuğum gelme, kalıp bende hazır, ne
istersen yapayım,' diye cevap verirdi. Kulüpte Lambo lakaplı bir malzemecimiz
vardı, ne çalışkan adamdı. Bütün ayakkabıları tek tek temizler, yağlar, tekrar
hazır hale getirirdi. Belki üç jenerasyona hizmet etmişti. Herkes hürmet
ederdi."
"Molnar iyi antrenördü. Ben şahsen her şeyi ondan öğrendim. Topa doğru dürüst kafa vurmasını bile ondan öğrendim. Cambaz gibi bir adamdı; topu alır, iki ayağıyla tık tık tık, oyuncak gibi oynardı. Ayağında sektirir, omzuna alır, sonra öbür omzuna aktarırdı. Yarım yamalak Türkçesiyle, 'Siz bunlara bakmayın, bu hokkabazlık tarafı işin,' derdi bize."
Ankara'daki yedek subaylık günlerinden bir hatıra. |
"Bir müddet Yedek Subay takımında oynadım fakat o takım fazla uzun sürmedi. Fenerbahçe'nin maçlarına gidip geliyordum."Futbol tarihimizde müstesna bir yeri olan Erol Keskin, Fenerbahçe formasıyla iki İstanbul Ligi ve üç Milli Küme şampiyonluğu yaşadı. 1951-52 sezonunda henüz ikinci kümede mücadele eden Adalet'e geçti ve takımının birinci kümeye çıkmasında büyük pay sahibi oldu. Burada da 1955'te efsanevi Atatürk Kupasını kazanmanın sevincini yaşadı (dev boyuttaki bu kupanın bugün nerede olduğu, spor tarihimizin bilinmezleri arasındadır). 1957-58 sezonu sonunda futbolu bıraktı. Futbolu bırakan birçok oyuncunun aksine, antrenörlük veya kulüp yöneticiliğiyle ilgilenmedi. Kuşağının birçok temsilcisi gibi sadece futbol oynamak ekonomik açıdan yeterli olmadığından iş hayatına atıldı ve ithalatla uğraştı.
teşekkürlerimi borç bilirim bu blok hazırladıgın için nesiler boyu bizelere
YanıtlaSilkaynak ulasacaçagımız bi kayanak
Merhaba blogunuzu google'dan tesadüfen buldum.Sizden bir isteğim vardı?Metin Oktay zamanında maç başlamadan önce yazı tura atışında kullanılan paranın resmi var mı?Rahmetlinin bu yazı tura hakkında ki söylediği cümleyi birileri ti ye aldı onun için arıyorum..Şimdiden tşklr
YanıtlaSilSöz konusu yorumunuzdan dört adet fotoğraf alınmış, aşağıda linki verilen yorumda kullanılmış, detaya dair iş bu yorumun linki verilmiştir. Bilgilerinize. Gebze'den sevgilerimle
YanıtlaSilhttp://gebzegundemi.blogspot.com.tr/2016/10/erol-keskinin-tannmadan-anldg-macta.html?spref=fb
blogunuz bir harika emekleriniz için teşekkürler
YanıtlaSil