"Gençlerbirliği'nde bana
canlı tarih derler." Gençlerbirliği tesislerindeki odasında oğlu Kayhan'la birlikte sohbet ettiğimiz
Oktay Arıca bu sözleri bir övgü vesilesi değil, doğal bir durumun ifadesi
olarak içtenlikle söylüyor. Gerçekten de bahsettiği Ankaralı futbolcuların bir
kısmını ilk defa duyuyorum. Daha sonra İstanbul'a döndüğümde, bu "canlı
tarih" için "resmi tarih" ne demiş diyerek Tanıl Bora'nın meşhur
kitabı "Ankara Rüzgarı"ndan şu satırları okuyorum: "Ankara'da
1950'lerin belki en parlak takımı olan Hacettepe'nin kaptanı iken
Gençlerbirliği'ne transfer edilen Oktay Arıca, 1967'ye kadar formasını giydiği
bu camiayla özdeşleşecek, daha sonra futbolculuğunun ardından hem teknik
adamlık hem yöneticilik yapan (Hasan Polat, Kemal Kaya, Hadi Pozan... gibi)
sayılı Gençlerliden biri olacaktır." Sözü Oktay Arıca'ya bırakıyorum:
"1935 doğumluyum. Rahmetli
annem ve babam İstanbul Beylerbeyi’nden. Daha sonra Beşiktaş’a yerleşmişler. Babam
inşaat mühendisiydi, o zamanki adıyla nafia vekaletinde, yani bayındırlık
bakanlığında çalışıyordu. Görevi icabı Antep’e tayin olmuş. Ben Antep
doğumluyum. Altı yaşında Ankara’ya gelmişim. Şimdi seksen yaşındayım, hâlâ
Ankara’dayım. Yani artık Ankaralı sayılırız. Biz üç kardeşiz. En büyükleri
benim. Erkek kardeşim dört yaş, kız kardeşim dokuz yaş küçük benden. Babam top
oynamama kızmak bir yana bilakis teşvik etti. O denizi çok severdi.
Evlatlarının aile disiplininden çıkmadan, istediklerini yapabilmelerini isteyen
bir karakteri vardı. Annem onun aksine son derece tutucu bir kadındı. ‘Futbol oynarsan serseri olursun
oğlum,’ diye futbol oynamama kesinlikle karşı çıkardı. Hatta resimlerimi çok
güzel bir şekilde dosyalamıştım. Lise ikide ikmale kalınca annem kızmış,
hepsini yırtmış. Babam onu ikna ederdi, biz öyle fırsat bulduk top oynamaya.
Benim küçük kardeşim Teoman da çok iyi bir futbolcuydu. Robert Kolej’de okudu.
Sonra İngiltere’ye gidip mühendislik tahsili yaptı. Robert Kolej’de okurken
Galatasaray çok istedi onu, rahmetli Gündüz abi vasıtasıyla. Hatta Gündüz abi
milli takıma çağırıldığım zaman kampta anlatmıştı, ‘Senin kardeşin de çok iyi
futbolcuydu ama alamadık,’ diye."
"Futbolla Ankara’ya
geldikten sonra tanıştım. Bahçelievler’de otururduk. O zamanlar orada beş tane
ev varsa, on beş tane de arsa vardı. Her yer top oynamaya müsaitti. Türkiye’de
futbolun geriye gidiş nedeni şu anda arsaların yok oluşudur. Öyle olunca, o
mahalle arasında yetişen futbolcular kalmadı artık. Bırak onu, okullarda da
bitti. Ben Atatürk Lisesi mezunuyum. Okulumuz Sıhhiye’deydi, toprak ama çok
güzel bir futbol sahası vardı. Sonradan orayı otopark yaptılar, orası da bitti.
Lisanslı futbolcu olmam okuduğum sırada gerçekleşti. Bir tesadüf eseri rahmetli
babam gene bir işi icabı Kırıkkale’ye gitmişti. On beş yaşındaydım.
Kırıkkale’nin bir takımıyla orada çalışan mühendislerin kurduğu bir takım maç
yapacaklar. Babamın takımı futbolcu arıyor. Babam, ‘Benim oğlan mahallede top
oynuyor, isterseniz oynasın,’ demiş. Bunun üzerine çağırdılar beni, o maçta sol
açık oynadım. Kırıkkale takımında oynayan Ankaragüçlü rahmetli Ercüment Güder
abi beni beğenmiş ve Ankaragücü’ne tavsiye etmiş. Kulübün idarecileri bizim eve
geldiler konuşmaya ama ben adamları sevemedim. Sonra Hacettepe kulübünün
idarecileri geldi. Ercüment abi Hacettepeli meşhur Karagöz Kemal’e söylemiş
beni. Karagöz Kemal geldi, ‘Evladım seni Hacettepe’ye aldık,’ dedi."
"Ben Hacettepe’ye geldiğim zaman kadro şöyleydi: Kaleci Korkut, doktor - şimdi Amerika’da. Alaattin abi doktor, Kazım Türesin çok iyi bir futbolcuydu, hukukçuydu. Ruhi ekonomistti, bunlar Beylerbeyli Erman kardeşler. Rahmetli Sabahattin Erman albaydı, ben askerken komutanımdı. Metin Erman Beşiktaş’ta sağ açık oynardı. Ruhi abi de bizde oynardı. Arnavut İlhan vefat etti. Sedat Galatasaray’da oynadı, Tayyar da öyle. Vacit daha bir hafta oldu öleli. Tıp okumuştu. Cici Necdet Almanya’da. Sedat, Tayyar ve Cici Necdet birlikte gittiler Galatasaray’a. Ben de onlarla birlikte gidiyordum. Rahmetli babam top oynamamı çok istemesine rağmen, ‘Oğlum İstanbul’a gitme, oranın hayatı seni bozar,’ dedi."
1955-56 sezonu Ankara 1. Ligi, Otoyıldırım-Hacettepe maçı. Otoyıldırım kalecisi Cemal, Hacettepeli Hayri ve Oktay'ın bir hücumunu karşılıyor. Yer, Ankaragücü sahası. |
"Ben 1950 yılında, yani 15
yaşındayken Hacettepe’nin birinci takımında lisanslı olarak futbol oynamaya
başladım. Hemen hemen on sene, 1960 yılına kadar Hacettepe’de forma giydim.
Hacettepe’nin bir efsane takımı vardır. 1954 senesine kadar Ankara amatör
liginde oynadık. Ankara’daki takımlar 1954 senesinde profesyonel olmaya mecbur
edildi. Benim oynadığım senelerde Ankara’daki futbolcuların hepsi tahsilliydi.
Hacettepe’nin efsane takım dediğimiz kadrosu ki zaten on bir kişi takım, on
dört – on beş kişi de bütün kadro, başka yok – altı tane tıp talebesi, üç tane
hukuk talebesi, bir ben lise talebesi; etti on. Bir tane hiç okumamış, şoförlük
yapan sol bek rahmetli Hamdullah abi vardı ki içimizde en efendi insan da oydu."
Ellili yıllar Hacettepe kulübünün Ankara liginde iddia sahibi olduğu
devirlerdi. Nitekim mor-beyazlı kulüp 1953-54, 1954-55 ve 1957-58 sezonlarında
Ankara şampiyonluğunu kazandı.
"Timuçin rahmetli, ben sol içe geçtikten sonra sol açık oynadı. Hacettepe dağıldığı zaman Demirspor’a gitti. Kalecimiz meşhur Deli Hikmet, Beykoz’da da oynamıştı. Arap İlhan, küçük Oktay hepsi rahmetli oldu. İsmet bir ara Beşiktaş’ta sol bek oynadı. Gündüz Tekin Onay’ın yardımcılığını da yaptı. İmam Abdullah. Hayri Ankaragücü’nde de oynadı. Tayyar, Hayri, İsmet Ankaragücü’ne gitti. Gençlerbirliği’ne bir tek ben gittim. Bu kadrodan Timuçin, Hikmet, İlhan, K. Oktay, İsmet, Tayyar vefat etti. Cahit hayatta mı değil mi bilmiyorum."
"Ankara karmasının Ankaragücü sahasında yaptığı bir maçın devre arası. Kramponların çivileri çıkmış, ayağımıza batıyor. Örse koymuşuz, ters taraftan vurup aşağıdaki çivileri yamultuyoruz ki ayağımıza batmasın. O zaman malzemeci filan da yok, herkes kendisi çakıyor. Dinyakos’un yaptığı ayakkabılar en mükemmeli ama toprak sahada oynayınca bir müddet sonra çiviler çıkıyor. Maç bittiğinde soyunma odasına gelirsin, ayağından ayakkabılar çıkmaz çünkü çiviler batmış tabanlarına. Karşındaki arkadaşın ayağından bir çeker, çoraplar kan içinde çıkar. Sen de onunkileri çıkarırsın. Zaten benim hanım bana bazen soruyor, şimdiki futbolun nesini beğeniyorsun diye. Ayakkabıları, futbol topunu, bir de sahayı beğeniyorum."
1958'de Bükreş'te Romen ordu takımıyla oynayan Ankara karması. |
"Ankara Karması için Romanya'da hazırlanan tanıtım afişi. Mustafa Ertan, meşhur Beton Mustafa. Zekai Selli Karagümrük’te oynadı. Ergun sol haf oynardı. Sıtkı Beykoz’un kalecisiydi, o sırada Ankara Muhafızgücü’nde askerdi. Karadenizli Orhan, Beykoz ve Ankaragücü’nde sol bek oynadı. Arnavut İlhan. Orhan Sözeren kaleci. Nevzat Ankaragücü’nde oynardı, çok iyi bir futbolcuydu. Cici Necdet. Kahraman İstanbul’dan gelmişti, Gençlerbirliği’nde santrhaf oynadı."
Oktay Arıca'nın Hacettepe'de forma
giydiği yıllarda Ankara karması oyuncusu olarak unutamadığı maçlardan biri de 1956'da
meşhur Macar milli takımıyla yapılan müsabakaydı: "O maçta 4-2 yenildik,
ikinci golü de ben attım. Ben ikinci yarıda Hadi Pozan'ın yerine girdim. Bu
maçtan sonra Eşfak Aykaç hepimizi İstanbul'da yapılacak maça davet etti.
Böylece federasyonun davetlisi olarak İstanbul'a gidip maçı seyrettik. Zaten
ilk maça da gitmiştik futbolcu arkadaşlarla kendi imkanlarımızla fakat çok
şiddetli kar yağdı, buzlar falan indi. O yüzden maç tehir olunca dönmüştük.
Kısmette varmış, tekrar gidip seyrettik. Ankara'daki maçta biz şahane oynadık.
Son derece soğuk bir hava olmasına rağmen o kadar çok bilet satılmış ki, 19
Mayıs Stadında sahanın etrafındaki atletizm pistine seyyar tribün koydular.
Stadın o zamanki kapasitesi - tam bilmiyorum ama - 15 binse, o buz gibi havada
20 bin seyirci vardı o gün. Benim rahmetli annem babam bile gelmişti. Hiç
hayatlarında maça gelmeyenler şu Macarları bir görelim diye gelmişlerdi."
Oktay Arıca'nın futbola
başladığı ellili yıllar tüm dünyada WM sisteminin egemen olduğu zamanlar. Her
futbolcunun kendi mevkisi var. Ona hangi mevkide oynadığını sorduğumuzda o
zaman hakim olan zihniyeti de anlatarak cevap veriyor: "Ben Hacettepe'de genellikle
sol açık oynadım. Bizim oynadığımız yıllarda bütün dünyada WM sistemi
uygulanıyordu. O sistemde açık dediğin zaman çizginin kenarından ayrılmayan
futbolcu akla gelirdi. İki açık sürekli yanlarda ileri geri gitmekten yan
hakemlerin yanındaki bölgeyi yol yapmışlardı. Başka hiçbir yere gidemezlerdi.
Santrhaf ve iki bekin ileri gitmesi mümkün değil. Santra çizgisine
yaklaştıkları vakit, o zaman antrenör filan pek yok, idareciler, 'Geriye,
geriye!' diye bağırırlardı. Ben de açık başladım fakat zaman geçtikçe daha
tecrübe kazandım herhalde. Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun oğlu Aydın Saracoğlu
Hacettepe’de genel kaptanımızdı. Futbolu çok severdi. O bana, ‘Sen artık yavaş
yavaş çizgiden içeri girip takımı yönetecek duruma geldin. Bundan sonra sol iç
oynayacaksın,’ dedi. Böylece 10 numara olduk ondan sonra."
"1950-59 yılları arası oynadığım Hacettepe'den ayrılıyorum. Çünkü takım büyük ekonomik sıkıntıda. Mukavelem bitmiş, eskiden beri takdir ettiğim ve ileri yıllarda çok daha fazla seveceğim bir takıma, Gençlerbirliği'ne transfer oluyorum. Maltepe 14. noterinde yeni takım arkadaşlarım Aykut ve Selçuk'un arasında ve genel kaptan rahmetli Enver Evrensel'in yanında imzayı atıyorum."
"Daha sonra, 1959'da Milli
Lig başladı. Hacettepe’nin durumu sarsıldı. Başkanımız Hatay milletvekili
Mustafa Deliveli idi. O vefat edince kulüp başkan bulamadı. Hepimiz bir yere
dağıldık." Burada sözü Oktay Arıca'dan bir süre alıp Tanıl Bora'ya
verelim. "Ankara Rüzgarı"nda, kulüp değiştirme hikâyesi şöyle anlatılmış:
"1959'da sözleşmesi sona erdiğinde, Ankaragücü talip olmuştu ona: 'Ancak
bizde ailecek Gençlerbirliği'ne karşı bir sempati vardır. Hatta rahmetli babam
hep niçin Hacettepe'de oynadığımı sorar, Gençlerbirliği'nde oynasam daha iyi
olacağını söylerdi. Ama o zaman Hacettepe'nin de bir popülaritesi vardı, büyük
bir patlama yapmıştı, halkın takımıydı. Kısmet orasıymış. Ankaragücü beni
isteyince ben dedim ki 'ben Ankaragücü'ne gitmek istemiyorum, teşekkür ederim'
dedim ve kendim gittim Kemal Kaya'yı buldum. Kemal Kaya bizim ağabeyimiz,
dostumuz, dert ortağımız. 'Kemal abi,' dedim, 'ben Gençlerbirliği'ne gelmek
istiyorum'. Kemal abi 'memnuniyetle' dedi. Yani Gençlerbirliği beni istediği
için değil ben Gençlerbirliği'ni istediğim için transfer oldum."
Böylece Oktay Arıca 1960-61
sezonundan itibaren mor-beyazlı formayı çıkarıp kırmızı-siyahlı formayı giymeye
başlamış. Hacettepe'deki son yıllarında 10 numara, yani sol iç oynarken yeni
takımında farklı mevkilerde oynamış: "Gençlerbirliği’ne geçtikten sonra
rahmetli Orhan Şeref Apak’ın jokeriydim. Nerede 6 numara, 10, 4, 8 numara
eksikse oraya koyardı. Hatta sağ açık bile oynattı beni. Yani takımı o yapardı.
O zaman umumi kaptandı, sonra başkan oldu ama öyle olunca da hiçbir şey
değişmedi gene o yapardı takımı." Söz başkanlardan açılmışken bir diğer
efsanevi Gençlerbirliği başkanı Hasan Polat'ı sorduğumuzda şunları söylüyor:
"Rahmetli Hasan Polat o sıralarda İstanbul’a yerleşmişti. İstanbul’daki
her maçımızdan önce soyunma odasına gelip başarılar dilerdi. Maçtan sonra da yenmişsek
tebrik eder, yenilmişsek teselli ederdi. Müthiş bir insanlara tesir etme
yeteneği vardı, çok iyi ağabeylik yapardı."
"Rahmetli Orhan Şeref Apak o zamanki Gençlerbirliği’nde yepyeni bir forvet hattı yapmıştı. WM sisteminin beşli forveti bu: Gürkan, Özkan, Orhan, Temel, ben. Gürkan iyi bir futbolcuydu, Almanya’ya gitti ve orada oynadı. Türkiye’de fazla oynamadı. Özkan Demirspor ve Gençlerbirliği’nde oynadı. Müthiş topa vuran bir adamdı. Orhan’ı zaten anlatmaya gerek yok. Temel bizim altyapıdan geldi. Çok yetenekli bir futbolcuydu ama futbolu sevmedi, kısa sürede bıraktı. Aslında Orhan Şeref’in yaptığı bu takımda Oktay burada (sol iç - soldan dördüncü) olacak, Zeynel burada (sol açık - soldan beşinci) olacaktı. Ama Zeynel askere gittiği için – o sırada askerler oynayamıyordu – takımda yer alamadı."
O devirler malum, futbolcuların
ad-soyadlarıyla değil lakaplarıyla anıldığı seneler. Oktay Arıca'nın lakabı da
Paçoz Oktay. Bu lakabın nereden kaynaklandığını da "Ankara Rüzgarı" kitabından
okuyalım: "Oktay Arıca Gençlerbirliği'nde en verimli yıllarını 1964-1966
döneminde geçirdi. Orta sahada ağır işler görüyor, lakabının da hakkını
veriyordu: Paçoz Oktay! Arıca'nın kendisi lakabının kökenini şöyle anlatıyor:
'Hacettepe'de oynadığım dönemlerde, benim Akademi'deki arkadaşım Horvat Aydın
vardı, Yugoslav ünlü stoper Horvat gibi çok uzun boylu bir adamdı, onun için
Horvat derdik biz ona. Benim o zaman Meksikalılar gibi çok uzun siyah saçlarım
vardı, bana 'Panço' diye isim taktı Aydın. Fakat o Panço'yu anlayamadı birçok
kişi, Paçoz'a çevirdiler!' "
Gençlerbirliği 1965-66. Ayaktakiler (soldan): Abdullah, İhsan, Ali, Cevdet, Zeynel, Selçuk, Tevfik. Oturanlar: Oktay, Naci, Faik, Burhan. (Hayat dergisi / Koray Gürtaş arşivi) |
Oktay Arıca Gençlerbirliği'nde
futbolu bıraktıktan sonra bir süre de amatör futbolcu olarak sahalarda mücadele
etmiş. Bunun hikayesini şöyle anlatıyor: "1960’tan 1967’ye kadar
Gençlerbirliği’nde oynadım. Askere çok geç gittim. Futbolu 32 yaşında
bıraktıktan sonra gittim askere. Muhafızgücü’nde top oynayabilmem için amatör
olmam lazımdı. O zaman bir kanun vardı, eğer kulüp müsaade ederse
profesyoneller bir kereye mahsus olmak üzere amatörlüğe dönebiliyordu. Kulüp
bana müsaade etti. İki sene de Muhafızgücü’nde top oynadım. Bir Ankara
şampiyonluğumuz, bir Türkiye ikinciliğimiz var."
1968-69 Ankara amatör şampiyonu Muhafızgücü takımının kaptanı olarak sahada. |
"1969-70 sezon sonu Bolu'da açılan antrenör kursundayız. Federasyon başkanı rahmetli Orhan Şeref Apak, antrenörler cemiyeti başkanı rahmetli Sahir Gürkan ve o devrin birçok eski futbolcusu: Necmi, Sabahattin, Kuzman (BJK), Şeref, Ogün (FB), Oktay, Tevfik (G.Birliği), Gündüz Tekin Onay."
Yazımızın başında belirttiğimiz "canlı tarih" mevzuuna dönelim. Oktay abi artık hayatta olmayan ve halen yaşayan birçok Ankaralı futbolcudan bahsettikten sonra şunları söylüyor: "Gençlerbirliği’nde bana canlı tarih derler. Kulübe geldiğimde rahmetli Orhan Şeref Apak başkandı. Yedi-sekiz sene orada top oynayıp, askere gidip döndükten sonra kulüpte yardımcı antrenörlük, antrenörlük, teknik direktörlük derken epey bir süre geçirdim. Bütün bu görevleri de bıraktıktan sonra İlhan Cavcav’ın ilk başkan olduğu sene yönetime girdim. Yönetimde epey çalıştım. Sonra divan kuruluna geçtim. Şimdi de divan kurulu başkan yardımcısıyım. Yani 1950’den beri Ankara futbolunun içindeyim, 1960’tan beri hem Ankara futbolu hem de Gençlerbirliği kulübünün içindeyim."
Sohbet keyifli ama artık
bitirmek zorundayız. Vedalaşırken Oktay abi tembih ediyor: "Bir daha
Ankara'ya gelmeden iki-üç gün önce bana haber ver. Buradaki eski futbolcuları
ayarlayayım, onlarla görüş."
(Kayhan Arıca) |
(Kayhan Arıca) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder