26 Aralık 2016 Pazartesi

Muammer Tokgöz - Şenlikköy Çayırlarından Milli Takıma

Kalitarya... Florya tren istasyonundan yukarı doğru çıkınca bağların, çiftliklerin göz alabildiğine yayıldığı, yemyeşil bir yerdi burası. Milli mücadele ardından gerçekleşen mübadelede bölgenin sakinleri Yunanistan'a gönderilirken, onların yerini Selanik ve civarında yaşayan Türk ahali aldı. Bu değişimle birlikte Kalitarya'nın adı Şenlikköy oldu. Bu yazıda hayat hikâyesini anlatacağımız Muammer Tokgöz'ün ailesi de mübadele sonucu 1924'te Selanik'ten önce Yeşilköy'e gelmiş, ardından Şenlikköy'e yerleştirilmişti.


Üç kardeşi Selanik'te dünyaya gelen Muammer, ailenin son çocuğu olarak 1925'te Şenlikköy'de doğdu. İlkokula Florya'da başlamış, üçüncü seneden itibaren Yeşilköy İlkokulu'na gitmişti. Evinden Yeşilköy'e kadar olan birkaç kilometrelik mesafeyi her gün yürüyerek gidip gelirken belki farkında olmadan sporcu kişiliğinin de temelini atmıştı. Onun hayatının unutulmaz olaylarından biri bu dönemde gerçekleşti. Florya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde kalan Atatürk bir gün Şenlikköy civarında ava çıkmıştı. Av esnasında bir kuş vurdu. Küçük Muammer düşen kuşu bulup koşarak götürünce Atatürk, "Çocuk, av vuranın değil bulanındır," dedi ve kuşu ona hediye etti.   

Muammer Tokgöz (solda) Şenlikköy'deki sahada.
Bu dönemine denk gelen otuzlu senelerde, Florya tren istasyonuyla Şenlikköy arasındaki radarda görev yapan İngilizler boş vakitlerinde burada sürekli futbol oynuyordu. Günümüzde otopark ve pazar yeri olarak kullanılan sahada İngilizler bazen köyün takımıyla maç yapıyorlar, bazen kendi aralarına köyün gençlerini de alarak rakip takımlarla oynuyorlardı. Şenlikköy'ün her çocuğu gibi Muammer'in futbolla tanışması da böyle gerçekleşti. Hatta ilk zamanlar ayakkabısı olmadığından yalınayak oynuyordu. Bir maçtan önce bu kabiliyetli gencin yalınayak oynamasına razı olamayan bir sportmen kramponlu ayakkabılarını ona vermiş, fakat buna alışık olmayan genç Muammer o maçta iyi oynayamamıştı.

Muammer Tokgöz'ün çocukluğunda oynadığı sahada köyün gençlerinden bir
grup. Günümüzde bu saha otopark ve pazar yeri olarak kullanılıyor.

Futbol köyün delikanlıları için vazgeçilmez bir tutku haline gelince Florya Şenlikspor adıyla gayrifedere bir takım kurdular. Sayfiye olarak Florya ve Şenlikköy'e rağbet arttıkça rakipleri de çoğaldı. Yazlığa gelenlerin kurduğu takımlarla oynadılar, mahalleler arası maçlar yaptılar. Annesi ve babası dinî inançları nedeniyle futbol oynamasına karşı çıkmasına, zaman zaman eve kapamasına rağmen genç Muammer'in içindeki futbol sevgisini söndüremediler. Hatta milli maça gideceği zaman yine odasına kilitlemişler, fakat o penceresinin önündeki ceviz ağacına çıkarak aşağı inmeyi başarmış ve kapıları kapanan İnönü Stadına ancak maraton kapısını açtırarak girebilmişti.


Ailede futbol oynamasına destek veren tek kişi, kendisi de futbolu seven albay abisiydi. Beykoz Çayırında yapılan bir yazlık maçın ancak ikinci yarısına yetişen Muammer, ilk yarıyı 5-0 mağlup kapatan takımına katılınca maç 6-5 bitmiş ve bu olay köyde büyük ses getirmişti. Bu yerel şöhretin üstüne abisinin 'Bu çocuk oynayacak' şeklindeki desteği de eklenince artık ailesi futbol oynamasına daha fazla karşı çıkamamıştı. Bu arada Muammer Bakırköy Ortaokulu'nu bitirmiş, Pertevniyal Lisesi'nde okumaya başlamıştı. Okullar arası maçlarda göze batınca Vefa kulübü idarecileri onu 11.sınıfta Vefa Lisesi'ne aldılar.

Vefa takımı kulüp binası önünde (soldan sağa): Mehmet Kızılgül, Rahmi Denizöz, Nevruz Güven, Cevdet Barlas,
İsmet Ermetin, Talha Oktaymen, Muammer Tokgöz, İsmet Artun, Galip Haktanır, Melih Ilgaz, Kazım Demircioğlu.

Böylece 1944 yılında Vefa Lisesi'ne kaydolan genç Muammer, aynı zamanda Vefa takımında futbol oynamaya başladı. Muhtelif mevkilerde oynamakla birlikte sol ayaklı bir futbolcu olarak en çok sol bek ve sol haf mevkiinde forma giydi. Vefa'daki birinci döneminde beş sezon yeşil-beyazlı formayla mücadele etti. Bu dönemde, İstanbul şampiyonluğunun averajla Fenerbahçe'ye kaptırıldığı 1946-47 sezonu, Vefa kulüp tarihinin en parlak senelerinden biri oldu.

Fenerbahçe ve Vefa takımları Fenerbahçe Stadı'nda bir maçtan önce (muhtemelen 1946-47 sezonu). Ön sırada kaptanlar Naci Bastoncu (Taka Naci) ve Galip Haktanır. Arkadaki futbolcularsa şöyle dizilmiş (sağdan sola): Zeki Gökbora, Necip Ocaklı, Emin Akar, Selahattin Torkal, Mustafa Şenkal, Fethi Tosun, Hüsnü Terzioğlu, Ömer Boncuk, Ferdi Güngör, Murat Alyüz, Cevdet Barlas, Suphi Ural, Muammer Tokgöz, Halil Özyazıcı, İsmet Ermetin, Mehmet Ali Has, Talha Oktaymen,
Ahmet Erol, Abdülkadir Arun, Melih Kotanca.

Muammer Tokgöz (solda) Melih Ilgaz ve Cevdet Barlas.


1948-49 sezonunda Vefa'dan ayrılan Muammer Tokgöz yedek subay olarak askerlik hizmetini yerine getirdi. Askerliğini tamamladığında kendisini yeni bir takım ve yeni bir iş bekliyordu. 1950-51 sezonunda İstanbul Ligi'nin iddiasız takımlarından Emniyet'te forma giydi. Ancak o sıralarda İstanbul polis teşkilatının takımı olan Emniyet'te oynayacak futbolcuların polis olması gerekiyordu. Böylece Muammer Tokgöz hiç aklında yokken kendisini polis olarak buluverdi. Mesleki tecrübesi olmadığı için başına komik olaylar da geliyordu. Bir gün yakalanan bir hırsızın eline kelepçe takıp arabanın arkasına onunla birlikte bindirmişlerdi. Yol boyunca hırsızla futbol üzerine sohbet ettiler. Karakola geldikleri zaman kelepçe açılınca hırsız, yolculuk esnasında onun cebinden çaldıklarını çıkarıp geri verdi.

Muammer Tokgöz (sağda, arkada) Emniyet formasıyla Kasımpaşa maçında.
                                                           (Türkspor)
Mesleki acemilikler bir yana, bir futbolcunun o tarihlerde yaşayabileceği en büyük mutluluğu Emniyet takımında oynarken tattı Muammer Tokgöz ve milli takıma seçildi. Önce 1950 Ekim sonlarında, İsrail'de yapılan milli maçın ardından İstanbul ve Tel Aviv karmaları arasında yapılan maçta İstanbul Karması formasını giydi. Ardından, 3 Aralık 1950'de, İstanbul İnönü Stadı'nda oynanan İsrail maçında sol bek olarak yer aldı ve Emniyet kulübünden milli takıma seçilen tek oyuncu olarak tarihe geçti. Bu maçtan bir yıl kadar sonra İsveç'le oynanan maçın kadrosuna da çağırıldı.

3 Aralık 1950'de İstanbul'da İsrail'i 3-2 yenen milli takım (soldan sağa): Erol Keskin, İsfendiyar Açıksöz,
Lefter Küçükandonyadis, Mehmet Ali Has, Naci Özkaya, Muammer Tokgöz, Halit Deringör, Muzaffer Tokaç,
Bülent Eken, Turgay Şeren, Gündüz Kılıç. Antrenör Jimmy McCormick. 

O sezon Emniyet takımında başarılı maçlar çıkarınca hem İtalya'dan Juventus kulübünün hem de üç büyüklerin dikkatini çekti. Annesi yurtdışına gitmesi için izin vermeyince Juventus'ta oynama ihtimali de gündemden çıkmıştı. Yurt içindeyse ona ilk talip olan kulüp Galatasaray'dı. Hatta Galatasaray Lisesi'ndeki meşhur Grand Cour'da idmanlara da çıktı. Fakat oradaki ortamdan biraz korkmuştu zira kendi ifadesine göre hepsi okumuş futbolculardı. Ona karşı en ufak bir olumsuz davranışları olmadığı halde kendisini bir köy çocuğu olarak gören Muammer Tokgöz o atmosferi biraz yadırgamıştı.

İstanbul Karması formasıyla Tel Aviv
maçından önce.

Bu düşüncelerin de etkisiyle Fenerbahçeli oldu Muammer Tokgöz. Fakat bunda esas rolü, bir zamanlar çok yaygın görülen futbolcu kaçırma hadiselerinin bir örneği oynamıştı. Bir gün yine Galatasaray Lisesi'nde idmandan çıkmış, trenle Florya'ya dönmek üzere Yüksek Kaldırım'dan aşağı inmişti. Galata Köprüsü'ne geldiği sırada iyi giyimli bir beyefendi koluna girdi. Kendisini Fenerbahçe kulübünün bir idarecisi olarak tanıtan beyefendi, oturup bir şeyler içmeyi ve sohbet etmeyi önerdi. Genç futbolcunun teklifi kabul etmesiyle köprüden bir tekneye bindiler. Boğaz'a doğru açıldıktan bir süre sonra idareci Fenerbahçe adına kontrat imzalamadan kendisini bırakmayacağını söyledi ve böylece Muammer Tokgöz'ün yeni takımı Fenerbahçe oldu.

Fenerbahçe 1952-53. Ayaktakiler (soldan): Muammer Tokgöz, (Donanma) Kamil Ekin, Müzdat Yetkiner, Niko Knezoviç,
Mehmet Ali Has, Akgün Kaçmaz. Oturanlar (soldan): Selahattin Ünlü, Fahir Ülgür, Abdullah Matay,
(Canavar) Burhan Sargın, Feridun Bugeker.
1951-52 sezonunda Fenerbahçe'ye geldiğinde sarı-lacivertli takım bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyordu. Cihat Arman, Fikret Kırcan, Murat Alyüz, Halit Deringör gibi takımın eskileri son demlerini yaşarken; kaleci Selahattin, Canavar Burhan, Akgün, Orhan gibi Ankaralı gençler de o sezon Fenerbahçe'ye katılmıştı. Bu dönemde Fenerbahçe'nin renkli simalarından biri kulüpte idarecilik yapan meşhur şekerci Hacı Bekir'di. Muammer Tokgöz'ün tam bir İstanbul beyefendisi olarak nitelediği Hacı Bekir, doğrudan para vermeyi ayıp saydığı için transfer olan futbolcuları önce berbere tıraşa, sonra takım elbise dikilmesi için kendi Rum terzisine yollardı. Bu zarif yönetici futbolculara parayı, diktirdiği elbiselerin cebine koyduğu cüzdanlar içinde verme yolunu seçmişti.

Mehmet Ali Has, Muammer Tokgöz, Burhan Sargın ve Fahir Ülgür,





Fenerbahçe'de oynadığı dönemde, Öz Fenerbahçe dergisinin 17 Mart 1952 tarihli sayısında Muammer Tokgöz'e ayrılan sayfada onun futbolculuk vasıfları için şunlar yazılmıştı: "Muammer futbolun kaleci hariç on yerinde de aynı muvaffakiyeti gösteren müstesna futbolculardan biridir. Fenerbahçe takımının daha ziyade forvet veya cenah haf mevkilerinde oynamasına rağmen sol bek olarak milli takımımızda yer almıştır... Rakip kale için daimi tehlike teşkil eden acar bir forvet oyuncusu olduğu kadar zorlu bir müdafi ve ileri çalışan faydalı bir haftır. Bek oynarken, forvete çıktığı maçlarda takımını çok defa mağlubiyetten kurtardığı görülmüştür. İki ayağını kullanabilen bir futbolcudur. Mamafih solu sağından daha kuvvetlidir. İlk kulübü Vefa'da önceleri forvet oynayan Muammer'i Rebii beke almış ve bu mevkide milli formayı giymek şerefine nail olmuştur."





Fenerbahçe'de iki sezon forma giydi Muammer Tokgöz. 1952-53 sezonunda ciddi bir sakatlık geçirince uzun süre futbol oynayamadı. Bu dönemde Şenlikköy sakinlerinden Fikriye hanımla hayatını birleştirdi. Uzun bir aradan sonra futbola eski kulübü Vefa'da döndü ve 1954-55 sezonunda son kez yeşil-beyazlı formayı giydi. Sezon sonunda futbolu bırakarak çalışma hayatına atılsa da fırsat buldukça top oynamayı uzun süre sürdürdü. Özellikle yaz aylarında, Şenlikköy sahasında aralarında Lefter'in de bulunduğu birçok ünlü futbolcunun katıldığı yazlık takım turnuvalarında top koşturdu.

Beşiktaş ve Vefa takımları Şeref Stadı'nda maça çıkarken.

Muammer Tokgöz ve İsmet Artun
(Atom İsmet).

Vefa takımı oyuncuları ve idarecileri vapurla çıktıkları bir yolculuktan önce Galata rıhtımında.



Muammer Tokgöz'ün futbolculuk dönemine ait anıları arasında, maçlardan sonra Çiçek Pasajı'nda yenen yemekler baş köşeyi işgal ediyor. İnönü Stadı'nda oynanan maçlar bittikten sonra rekabet sahada kalır, iki takımın futbolcuları birlikte doğru Beyoğlu'na çıkarmış. O gün kim gol attıysa veya sahanın yıldızıysa Pasaj'ın müdavimleri o futbolcuya tezahürat yaparmış. Futbolla ilgili birçok inceliği de yabancılara karşı oynarken görüp öğrenmişler. Yabancı bir takımla yapılan maçta rakip oyuncuların diz stopu yapması, o güne dek böyle bir şey görmeyen bizim futbolcuları ve seyircileri hayrete düşürmüş. Bütün stadın rakip futbolcuları alkışlaması Muammer Bey'in unutamadığı anıları arasında.

Vefa Şeref Stadı'nda. Ayaktakiler (soldan): Galip Haktanır, İsmet Ermetin, Talha Oktaymen, Fethi Tosun, Mustafa Şenkal,
Fahri Savaş, Emin Akar, Sami Oktaymen. Oturanlar: Cevdet Barlas, Muammer Tokgöz, Şükrü Demircioğlu.
(Tahminen 1945-46 sezonu)
Şeref Stadı'nda bir Galatasaray-Vefa maçı. Kaptanlar Faruk Barlas ve Galip Haktanır önde. İsimlerini tespit edebildiğimiz
futbolcular sağ baştan itibaren şöyle: Bülent Eken, ? , Fethi Tosun, ? , Muammer Tokgöz, Erdoğan Atlı, İsmet Ermetin, ? ,
Cevdet Barlas, Mustafa Şenkal, ? , Fahri Savaş, ? , Kazım Demircioğlu, Emel Yerkıvanç, ? , ? , ? , Şükrü Demircioğlu. 

Fenerbahçe 1952-53. Ayaktakiler (soldan): Muammer Tokgöz, Fahir Ülgür, Feridun Bugeker, Kamil Ekin, Fikret Kırcan,
Mehmet Ali Has. Oturanlar: Müzdat Yetkiner, Selahattin Ünlü, Abdullah Matay, Burhan Sargın, Akgün Kaçmaz.
Vefa'nın eski futbolcuları kulübün 1976'da düzenlediği bir yemekte bir arada
(soldan sağa): Mustafa Ergenç, İsmet Artun, Muammer Tokgöz, Galip Haktanır.
                                       

Dört beş yıl öncesine kadar çalışma hayatına ve spor yapmaya devam eden Muammer Bey, artık Florya'daki evinde eşi Fikriye Hanım ile birlikte günlerini sakin bir şekilde sürdürüyor.






Yazının hazırlanmasındaki yardımları için başta Cihat Tokgöz olmak üzere Tokgöz ailesinin bütün fertlerine, isimlerin tespit edilmesindeki yardımları için Vefa kaptanı Galip Haktanır'a ve dostum İzzet İsrael Benyakar'a çok teşekkür ederim. 
Fethi Aytuna

2 Aralık 2016 Cuma

Rasim Kara: Dünyaya Bir Daha Gelsem Yine Kaleci Olmak İsterdim

Yetmişli yıllarda futbol dünyamızı yakından takip edenler için Rasim Kara, Bursaspor'da yıldızı parlayan, özellikle Avrupa kupa maçlarındaki başarılarıyla milli takıma yükselen ve bunun sonucunda futbol hayatını Beşiktaş'ta devam ettiren bir kaleciydi. Onun kalecilik yaptığı senelerde doğan genç kuşaklar içinse, Avrupa Şampiyonasına ilk kez katılan milli takımdan başlayarak yurtiçi ve yurtdışındaki kulüp takımlarında  süren kariyeriyle başarılı bir teknik direktördü. Beşiktaş ve daha birçok takımda devam eden kulüp çalıştırıcılığını artık bırakmış bulunan Rasim Kara'yla, halen görev yaptığı federasyonda görüşüp özellikle oyunculuk dönemine ait renkli anılarla dolu keyifli bir sohbet yaptık. Öncelikle çocukluk ve gençlik yıllarını Rasim Hoca'dan dinleyelim:

"Gerçek doğumum 5 Aralık 1949 fakat resmî doğum tarihim 10.06.1950. Köyde doğmuşuz, kış mevsiminde vilayete gidemiyorlar. Ancak yazın yazdırıyorlar nüfusa. Eskişehir'de merkeze bağlı Eğriöz köyünde dünyaya geldim. Ben altı kardeşin en küçüğüydüm. O yüzden biraz daha rahat büyüdüm. Babam top oynamama karışmazdı. Oyunu çok seviyordum, köy işlerinde fazla çalıştırmazlardı beni. Kendimi bildim bileli kalecilik merakı vardı bende. Köyde top oynardık, ben kaleye geçerdim, nedense. Şimdi dünyaya bir daha gelsem yine kaleci olmak isterdim. O zamanlar televizyon filan da yok, bataryalı radyolardan dinlerdik maçları. O zamanlar en meşhur kaleci Turgay abiydi. Köyde maç yaptığımızda birisi Metin olurdu mesela, öbürü Lefter olurdu, ben de Turgay olurdum." 

"İlkokulu köyde okudum. Ortaokulu, Kütahya'da azot fabrikasında çalışan abimin yanında okudum. Orada da hep futbol oynadığımız zaman kaleye geçerdim. Seçmeler oldu Kütahya Gençlik diye bir takımın, fakat o arada abim çalışmak için Almanya'ya gitti. Ben Eskişehir'e dönüp liseyi orada okudum. Liseyi bitirdikten sonra sınavı kazanıp Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisine girdim. Lisede okurken Eskişehir'de ikinci amatör kümede oynayan Işıkspor'da lisansım çıktı. Ben her sene bir üst takıma transfer oldum. Işıkspor'dan sonra Eskişehir Demirspor'da genç ve A takımlarda oynadım ve bir sene sonra da 2.ligdeki Uşakspor'da profesyonel oldum. Eskiden futboldan o kadar para kazanılmıyordu. Eskişehir Demirspor'da oynarken bana iş verdiler. Takım o zaman üçüncü ligdeydi. Oraya 30 ve üzeri yaştaki isimli oyuncular gelirdi çünkü iş veriyorlardı, sigorta yapılıyordu, emeklilik garantiydi. O futbolcular için en büyük transfer parasıydı o şartlar. Bana da iş verdiler. Demiryollarında matkap operatörü yazdılar beni. Hem akademide okuyordum hem de oynuyordum. Takımda işler kötü gidince işe giderdik, iyi netice alınca kart basar çıkardık." 

Eskişehir Işıkspor Rasim Kara'nın lisanslı oynadığı ilk kulüptü.
"Demirspor genç takımında bir sene oynadıktan sonra A takımına girdim. Genç takımdayken de hep A takımla antrenmana çıkardık. Genç takımlar liginde Eskişehirspor, Bolu, Zonguldak, Bursaspor, Uşakspor vardı. Uşağa gittik, orada 2-0 yenildik biz. Ama tek kale oynadılar. Bizden sonra Zonguldak maçı mı ne vardı, onu da seyrettik. Stadın yakınında bir arsaya arabayı park etmiştik. Biz oraya geldik. Arabanın üstünde Demirspor yazıyor, maçtan çıkanlar oraya gelip, 'Sizin kaleciniz kimdi?' diye soruyor. Bana da sordular, bendim dedim. Onun üzerine tebrik ettiler. Sonra geldiler, beni Eskişehir'den aldılar." 

Eskişehir İTİA takımı.

Uşakspor dönemine geçmeden önce Eskişehir Demirspor yılları üzerinde biraz daha duralım. Demirspor antrenörünün genç Rasim Kara hakkındaki düşüncelerinin, onun gelecekte başarılı bir kaleci olmasında rol oynadığı şu sözlerden anlaşılıyor:
"Rahmetli abim, meslek lisesi mezunuydu, yıllar önce güreş yapmış Demirspor'da. Beden eğitimi öğretmeni olan eski futbolcu Zekai Tabakoğlu vardı, o da Demirspor'da antrenörümüzdü. Abim benden habersiz Zekai hocaya gitmiş, 'Rasim benim kardeşim, akademide okuyor. Futbola da başlıyor, sizin öğrenciniz. Bundan oyuncu olur mu, yoksa okula mı ağırlık versin?' diye nabız yokluyor. Zekai Tabakoğlu, 'Rasim çok iyi çocuk ama kolları, ayak bilekleri zayıf,' diye cevap veriyor. Ne demek bu? Futbolcu olmaz demek. Abim de gelip ümitsizce bana söyledi. Ben de illa iyi bir kaleci olayım diye hiç gayret sarf etmedim. Bir işi yapıyorsam iyi yapayım diye düşünüyordum. Toprak zeminlerde atlamak gibi işler yapıyorduk. Fakat abimin aktardığı sözler benim hırslanmama sebep oldu. Eskiden Vita yağ kutuları vardı, onların ikisine çimento doldurtup ortasına bir sopa geçirerek birleştirdim ve halter yaptım. El çalıştırmak için yay aldım, ip aldım atlamak için ve durmadan bunlarla çalıştım."

Eskişehir Demirspor. Ayakta sağ başta Zekai Tabakoğlu.

Rasim Hoca'nın Zekai Tabakoğlu'yla başka bir anısına ileride tekrar döneceğiz. Fakat önce 1971-72 sezonunda kalesini koruduğu Uşakspor anılarını dinleyelim:
"Ben Uşakspor'da bir sene oynadım. Hatta o sene, Fatih hocayla birlikte ümit milli takımına seçildik. Ankara'da Cihan Palas'ta topladılar bizi. Bursaspor'dan dört-beş kişi vardı. Rahmetli Hayrettin, Necati, Orhan, Sinan. Bize maçlar yaptırdılar. Uşak'ta oynarken profesyonel oldum. O zaman şehre hep Demokrat İzmir, Yeni Asır gibi İzmir gazeteleri geliyor. Eskişehir'de gazetelerde fazla ismimiz çıkmıyordu. Ama Uşak'tayken, İzmir gazetelerinde biz sanki Fenerli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı futbolcuymuşuz gibi her gün resmimiz çıkıyor. Ben hep Rasim yazan yerleri kesiyorum o zaman. Hocamız eski Beşiktaşlı rahmetli Bülent Esel'di. Ligler başlayacak, Afyon'a gidip son hazırlık maçımızı yapacağız. İkinci ligde iki grup vardı, Afyonspor öbür gruptaydı. Oruç Otel'de kamp yapıyoruz. Maç akşam üzeri oynanacak. Hoca, 'Kahvaltıdan sonra eşofmanları giyin, yürüyerek Afyon kalesine çıkarız, orada çay içeriz, hem de bir ter atmış oluruz,' dedi. Biz üçer dörder kişi sohbet ederek mahallelerin içinden geçip gidiyoruz. Bir mahalleden geçerken çocuklar peşimize takıldı.  Bir tanesi geldi, 'Abi senin adın Rasim mi?' dedi. Benim bir hoşuma gitti, 'Evet, nereden biliyorsun?' diye sordum. Gazeteden biliyorum diyecek diye bekliyorum ben tabii. 'Abi ayakkabının arkasında yazıyor,' dedi. Hakikaten bir baktım, bizim malzemeci ayakkabıları karıştırmasın diye arkalarına isimleri yazmış!"


Rasim Kara sezon sonunda Uşakspor'dan ayrılırken yerini yine Eskişehirli olan Adil Eriç'e bırakmış:
"Adil'i Uşakspor'a ben tavsiye etmiştim. Ben oradan ayrılırken dediler ki, 'Eskişehir'den çok futbolcu çıkıyor, birkaç kişi daha alalım.' Ben Demirspor genç takımında oynarken o Eskişehirspor genç takımındaydı. Sonra Toprakspor'a geçti, yaşı büyüdü. Onu söyledim, gidip aldılar. Bir sene sonra o Fener'e gitti, ben Beşiktaş'a gittim. Sonra Uşakspor Faik diye bir kaleci aldı, o da Galatasaray'a gitti ama oynayamadı. Ben Eskişehir'de Akademi'de okurken, Konya'da üniversiteler arası futbol maçları vardı. Ben oynuyorum, Adil yedekti, üçüncü kaleci de Eskişehirspor'un kalecisi Doğan Şenoğlu idi. Üniversite takımının kadrosu bu, düşünebiliyor musun?"

Rasim Kara 1972-73 sezonundan itibaren Bursaspor forması giymeye başladı, lakin Uşakspor'dan ayrılmasının biraz hadiseli olduğu şu anısından anlaşılıyor:
"Eskiden futbolcu kaçırmalar vardı. Sezon bitince Altay beni Çeşme'ye kaçırdı. Eskiden iki sene kontrat iki sene de kulübün temdit hakkı vardı. Futbolcu dört sene bağlanırdı. Yani daha kontratım devam ediyor. Uşaklı yöneticiler kaçırıldığımı öğrenmiş; cep telefonu filan yok tabii, gazetelerden okuyorlar. Ali Yavaş, rahmetli Beşiktaşlı Reşit - o zaman Adanaspor'daydı - ve benim gibi beş-altı oyuncuyu Altaylılar kaçırmışlar, başımızda bekliyorlar. Uşaklı yöneticiler gelmiş, 'Sizin yaptığınız ayıp'  demişler. Fakat o arada Altaylı yöneticiler onlara gözdağı vermişler. Gazetelerde Uşaklı yöneticilerin, 'Rasim'in futbol hayatını bitiririz' şeklinde beyanatını okudum. Altaylılara, 'Ben gidip halledeyim,' dedim. Ben gittim oraya, fakat Bursasporlular bekliyormuş. Oradan Bursa'ya geçtik. Fakat onlar kaçırmadı, yöneticilerle konuşup anlaşmışlar. Biz o sene Bursaspor'a transfer olduk."


Rasim Kara 1972-1976 yılları arasında Bursaspor'da oynadı. İlk geldiği sezon takımın birinci kalecisi Osman Güven'di. Fakat Kıbrıslı olan Osman yaz tatilini memleketinde geçirdiği sırada Kıbrıs Barış Harekâtı olunca adada mahsur kaldı. Böylece 1974-75 sezonunda sürekli oynama imkânı bulan Rasim Kara yükselişe geçti. Avrupa Kupa Galipleri Kupası turnuvasında Türkiye'yi temsil eden Bursaspor çeyrek finale kadar yükseldi. İkinci tura çıkmanın bile mucize gibi karşılandığı bir dönemde bir Anadolu takımının üçüncü tura yükselmesi büyük yankı yaratmıştı. Bursaspor ilk turda İrlanda'nın Finn Harps takımını, ikinci turda İskoçya'dan Dundee United takımını elerken, dört maçın üçünde gol yemeyen Rasim Kara, başarıda büyük pay sahibi olmuştu. Özellikle İrlanda'daki maça ait hoş anılarını şöyle anlatıyor Rasim Hoca:



"İrlanda'da oynadığımız Finn Harps maçı benim en iyi maçımdır. Bursa'da onları 4-2 yendik. Orada 0-0 berabere kaldık. Donegal körfezinde bir kasaba takımı. Dublin'den otobüsle beş saat sürüyor. Maçta bir yağmur yağıyor aklın durur, sürekli şimşekler çakıyor. Bir tane küçük portatif tribün var. Biz o maçta orta sahayı geçemedik. Adamlar Liverpool gibi oynuyor, sağdan soldan ortalar. Ben belki 20 tane gol kurtardım. Savunmamız da çok iyi oynadı. Maç bitti, adamlar çıkış kapısına koşmaya başladılar. Adamlar elenmişler, o yağmurda kapıya karşılıklı dizildiler ve bizi alkışlayarak aralarından geçirdiler. Soyunma odasında biz sevinçten ağlıyoruz. Otobüse bindik, eşyalar yüklendi. 25 yaşlarında bir kadın geldi, kucağında bir yaşlarında bir çocuk. 'Zafer sizin, tebrik ederiz,' dedi ve hepimizi tek tek öptü. Bir ara beni aşağı çağırdılar. Kulübün başkanı, yöneticileri aşağıda bekliyormuş. 'Biz bu saha kurulduğundan beri böyle bir kaleci izlemedik,' dediler. Birlikte fotoğraf çektirdiler."



İskoçya'da oynanan Dundee United maçı.
Rasim Hoca İrlanda'nın o bölgesinde hâlâ tanınan bir isim olduğunu yıllar sonra hoş bir tesadüf eseri öğrenmiş: "Gel zaman git zaman, ben 1996'da Beşiktaş'a hoca oldum. Takıma bir kaleci alacağım. Bir sürü aday var, milli takımdaki hocalığımdan dolayı da yabancı oyuncuların hepsini tanıyorum. Hırvat Mrmiç var, bir de İrlanda kalecisi Shay Given var. Hırvatistan ile İrlanda'nın bir maçı vardı o sırada. O maçta 0-0 berabere kaldılar. Given o zaman 20 yaşındaydı. İkisinin de boyu tribünden kısa geldi bana. Futbolcular çıkarken aşağı indim, o zaman gördüm ki ikisinin de boyu benim kadar. Önce genci almak istedim, satarsak ileride para kazanırız diye. Kamp yaptıkları otelleri öğrendik. İrlanda'nın kaldığı otele gittim. Given'la buluştuk. Hani askerde sorarlar ya, bir vilayetin neresindensin diye, ben de ona 'Sen İrlanda'nın neresindensin?' diye sordum. İçime doğmuştu. Donegalliyim dedi. Hesap ettim, 'Sen doğmadan iki sene önce ben orada maç oynadım, hatta resim çektirdik,' dedim. 'Belki kulüpte duruyordur, gittiğin zaman bir bak,' dedim. Bunun üzerine çocuk benimle bir samimi oldu, 'Ben gelirim Beşiktaş'a,' dedi. Fakat Blackburn takımı 4 milyon pound isteyince alamadık. Sonra yıllarca oynadı biliyorsunuz. O maçla ilgili bir anı daha: yıllar sonra UEFA'nın kaleci antrenörleri semineri için İsveç'e gittim. Herkes konuşmalar sırasında kendini tanıtıyor ya, seminer bittikten sonra, uzun zaman İrlanda milli takımı kalecisi olan, UEFA kaleci eğitmeni Pat Bonner yanıma geldi. 'Ben seni tanıyorum,' dedi. 'Nereden?' diye sordum. 'Donegal'deki maçını izledim, o zaman 10 yaşındaydım,' diye cevap verdi. Nereden nereye."

Bursaspor 1974-75. Ayaktakiler (soldan sağa): Orhan Özselek, Baykul Tüysüz, Ali Kahraman, Vahit Kol, İsmail Tartan.
Oturanlar: Vahap Çeki, Gürol Arkan, Turan Karadoğan, Kemal, Batmaz, İbrahim Altıngöz.
"Avrupa Kupasında o sezon çeyrek finale kadar çıktık. Kulüp ondan sonra bir daha aynı başarıyı elde edemedi. Çeyrek finalde Dinamo Kiev çıktı. O tarihlerde, o takım yedekleriyle beraber olduğu gibi, SSCB milli takımı olarak çıkıyordu. O turda Malmö, Ferençvaroş gibi takımlar vardı, onları gözümüze kestirmiştik. Onlar çıksaydı, bir tur daha geçip son dört takıma kalabilirdik. Dinamo Kiev'le ezilmeden, başa baş mücadele ettik. Oradaki maçta 70.dakikaya kadar 0-0 devam etti maç. O dakikada bir penaltı golü yedik. Sonra rahmetli Hayrettin'in sırtına bir şut çarptı, kontrpiyede kaldım. Yirmi gün sonra milli takım olarak gittik. Rahmetli Sabri Dino oynadı, 3-0 yenildik aynı takıma. Bursaspor olarak bizi 2-0 zor yenen takıma karşı santrayı geçemedik o maçta."

Sovyetler Birliği maçı sonrası antrenör Çetin Güler'le.

Söz milli takımdan açılmışken, Rasim Kara'nın henüz Bursaspor'da oynarken, kalenin Yasin Özdenak ve Sabri Dino tekelinde olduğu yıllarda ay-yıldızlı takıma seçildiğini hatırlatalım. İlginç bir tesadüf eseri, A milli takımdaki ilk maçına da 29 Ekim 1975'te İrlanda'da çıktı. İlk yarının son dakikalarında sakatlanan Yasin'in yerine kaleye geçti ve ikinci yarıda bir penaltıyı kurtardı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, o tarihlerde kulüp takımlarının Avrupa kupalarında tur geçmesi nasıl olay oluyorsa, milli takımın favori rakiplere karşı kazanması da büyük sevinç yaratıyordu.


Rasim Kara ikinci milli maçını İzmir'de, o yılların müthiş takımı Sovyetler Birliği'ne karşı oynadı:
"Herkes Rusya'nın farklı kazanacağını düşünüyordu. Maçtan önce biz öyle doldurulduk ki fark yiyeceğiz diye, ne kadar az yersek o kadar kâr diye düşünüyoruz. Hatta o zamanlar teknoloji yok, gazete başlıklarını önceden hazırlıyorlardı. Başlıklar şöyleydi: "Yazıklar Olsun!", "Yine Hüsran!", "Coşkun Özarı İstifa!" Fakat biz maçı 1-0 kazandık. Maçtan önce bir yağmur yağdı, sahayı süngerlerle temizlediler. Maç başladı, biz 1-0 öne geçtik. Skor levhasına bakıyorum: Türkiye 1 - SSCB 0 yazıyor. Allahım şu maçta yeter ki gol yemeyim, kolum kırılsın diye dua ediyorum. 90. dakika oldu, Allahım bacağım da kırılsın diyorum. Uzatmalar oynanıyor, saatin kenarındaki ışıklar söndü, ne kadar kaldığı belli değil. Dedim ki, Allahım gol yemeyeyim, ölürsem öleyim! Amatör ruh her zaman var olmalı. Onu kaybettiğin zaman işin cıvığı çıkıyor. Messi'de amatör ruh olmasa bu kadarını yapar mı o kadar tekme yerken. Michael Jordan - hepsi amatörlükten gelme."

Türkiye-SSCB maçının kadrosu (soldan sağa): İsmail Arca, Rasim Kara, Cemil Turan, Fatih Terim, Ali Yavaş,
Mehmet Türken, Turgay Semercioğlu, Ali Kemal Denizci, Sabahattin Erbuğa, Kadir Özcan, Gökmen Özdenak.
Rasim Hoca'nın bu maç sonrası dönüş yolculuğuyla ilgili anlattıkları da, profesyonelliğin sadece para kazanma anlamında değil, organizasyon açısından da o tarihte henüz tam olarak yerleşmediğini gösteriyor:
"Hiç unutmuyorum, rahmetli Orhan (Özselek) başkan ile Bursaspor'dan milli takıma giden iki oyuncuyduk o zaman. O tarihlerde fazla para kazanamadığımız için arabamız yok. Kazandığımız üç kuruşla ailemize yardım etmişiz. Şehirlerarası otobüsle Bursa'ya dönerken Akhisar'da mola verdik. Rahmetli Gündüz Kılıç bizi orada gördü. Gazetedeki köşesinde bunu yazmıştı."


Şimdi Eskişehir Demirspor döneminde bahsi geçen hocasına tekrar dönelim. Bir kaleci olarak Rasim Kara'nın enteresan bir özelliği maçlarda sık sık penaltı atışlarını kullanmasıydı. Bu vasfının ortaya çıkmasında yukarıda bahsi geçen hocası Zekai Tabakoğlu'nun da payı vardı:
"Gel zaman git zaman, ben Bursaspor'a transfer olduğumda Zekai hoca Demirspor'da antrenördü. Kupada eşleştik. Demirspor zayıf diye biraz eksik kadroyla çıktık. 2-0 galipken 2-2 oldu. Uzatmalar da bitti, penaltılara geçildi. Ben bir penaltı kurtardım, bir de penaltı attım, hocaya gidip geçmiş olsun dedim. Bir sene sonra Zekai hoca Eskişehirspor'a geldi. Eskişehir ile Bursa arasındaki rekabetin geçmişinde ölüler bile var. 16 plakalı arabaları Porsuk çayına atıyorlar mesela. Bursa'ya maça geldiler. Durum 0-0 iken penaltı oldu. Kaptan Sinan topu aldı, dikti. Fakat penaltıyı ben atmak istiyorum. Bendeki hırsa bak, kaçırsam sattı bile diyebilirler. Ben hocamız rahmetli Beton Mustafa'nın yanına gittim, 'Hocam şu penaltıyı ben atayım,' dedim. 'Atar mısın?' diye sorunca, 'Atarım,' dedim. Ben bir yandan koşuyorum penaltı noktasına doğru, bir yandan da kaptan diye bağırıyorum. Eskişehir kalesinde sonra Fener'e giden Fuat vardı. Tam doksana attım. Ben sonra Beşiktaş'ta da epey penaltı attım. Lig, kupa, özel maç - toplamda herhalde otuzun üzerinde penaltı golüm var. Sebebi de lise bitip Demirspor'a geçtiğim dönemde, ölü sezonda penaltı pavyonunda kaleci olarak çalışmamdı. Hem penaltı kurtarmama çok faydası oldu, hem de boş zamanlarımda penaltı atıyordum ve nokta atışlar yapıyordum."

1982-83 sezonunda oynanan Beşiktaş-Bursaspor (3-1) maçında Rasim Kara
penaltıdan ilk golü atıyor.

Rasim Kara, Bursaspor ve milli takımda çıkardığı başarılı maçların ardından 1976-77 sezonunda Beşiktaş'a transfer oldu. Kaderin garip cilvesi, yeni takımıyla çıktığı ilk lig maçı Bursa'daydı. 70'li yıllar siyah-beyazlı takımın lig şampiyonluğunu kazanmak bir yana, zaman zaman ligin dibine yaklaştığı bir dönemdi. Bununla birlikte Rasim Kara'nın ilk sezonunda Türkiye Kupasını finalde Trabzonspor'a kaybedip, Başbakanlık Kupasını Fenerbahçe'yi yenerek kazandılar. Yönetim krizleri, sürekli antrenör değişiklikleri gibi sebeplerle bir türlü istikrarın yakalanamadığı birkaç yılın ardından Beşiktaş 1981-82'de lig şampiyonluğunu kazandı. Rasim Kara iki sezon daha oynadıktan sonra 1983-84 sezonu sonunda, Malatyaspor'la oynanan bir jübile maçıyla futbolu bıraktı.

Rasim Kara'nın jübilesinde Malatyaspor'la oynayan Beşiktaş kadrosu. Ayaktakiler (soldan sağa): Ulvi Güveneroğlu, Samet Aybaba, Haluk Serenli, Kadir Akbulut, Necdet Ergün, Rasim Kara. Oturanlar (soldan sağa): Ziya Doğan, Serdar Bali,
Mirsad Kovaçeviç, Fikret Demirer, Cevad Şekerbegoviç.



Kaleciliği bıraktıktan sonra futbolla ilişkisini koparmayan Rasim Kara kursları bitirdikten sonra 1985-86 sezonunda Antalyaspor'da teknik direktör Adnan Dinçer'in yardımcısı olarak çalıştırıcılık serüvenine başladı. 1990'da Sepp Piontek'in göreve getirilmesiyle yeni bir yapılanma dönemine giren milli takımlarda Fatih Terim'le birlikte görev aldı. Bu dönemde ay-yıldızlı takım 1996'da tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonasına katılma başarısını gösterdi:
"Futbolu bıraktıktan bir sene sonra antrenör kursuna gittim. Uzun zamandır kurs açılmıyordu. Yaklaşık yedi sene sonraki ilk kursa gittim. Önce C ile başladık, sonra B ve teknik direktörlük kurslarını bitirdim. İlk kez Adnan Dinçer ile beraber Antalyaspor'a gittim. Takım ikinci ligdeydi o zaman. Gittiğimiz sene birinci lige çıktık. Orada bir müddet devam ettim. İkinci ligdeki Uzunköprü'yü çalıştırdım. Milli takımda Fatih hocayla altı sene ümit ve A milli takımda beraberdik. Sonra o Galatasaray'a gitti, ben Beşiktaş'a gittim. Bursaspor, Çanakkale Dardanel, Yimpaş Yozgat, Kocaelispor'u çalıştırdım. Çaykur Rizespor'u birinci lige çıkarttım. Bir sene Kanada'da Ottawa Wizards takımını çalıştırdım. Azerbaycan'da dört buçuk sene çalıştım. Karabağ ve Hazar Lenkeren takımlarında görev yaptım."

Adnan Dinçer ve Rasim Kara yönetimindeki Antalyaspor.
Haziran 1995'te Şili'de düzenlenen bir turnuvaya katılan milli takım kadrosu. Ayaktakiler: Rasim Kara, Tolunay Kafkas,
Osman Özköylü, Abdullah Ercan, Alpay Özalan, Rüştü Reçber, Fatih Terim. Oturanlar: Bülent Korkmaz,
Hami Mandıralı, Ertuğrul Sağlam, Tugay Kerimoğlu, Ogün Temizkanoğlu, Bülent Çetin.
Milli takımın İngiltere'deki Avrupa Şampiyonası finallerinde mücadele etmesi ardından, hatırlanacağı üzere 1996-97 sezonunda Fatih Terim Galatasaray'da, Rasim Kara Beşiktaş'ta teknik direktörlük görevini üstlenmişti. Beşiktaş o sezon ligde çok başarılı bir performans sergilemesine ve UEFA Kupasında üç tur atlayıp son 16'ya kalmasına rağmen, Galatasaray'ın ardından ligde ikinci sırayı alınca Rasim Hoca'nın görevine son verildi. "Beşiktaş'ta Daum'dan sonra teknik direktör oldum. Beşiktaş'ta benim dönemimde atılan 88 gol ve 62 averajlık rekor henüz kırılmadı. En önemlisi fair-play'de birinci olduk. Hiç derbi kaybetmedik. İç sahada hiç maç kaybetmedik. Bu da büyük ihtimalle bir rekordur. Avrupa Kupalarında bir tur geçemeyen Beşiktaş - benden önceki senelerde bir tek Kıbrıs'ın Apoel takımı gelmediği için tur atlamıştı - benim zamanımda dördüncü tura kadar çıktı."

Rasim Kara Beşiktaş'ı çalıştırdığı dönemde meşhur pardösüsü ile bir maçta. 
Rasim Hoca'ya kaleci antrenörü konusunu sorduğumuzda o günlerin şartlarını anlatmaya başlıyor: "Bizim zamanımızda kaleci antrenörlüğü yoktu ama Bursaspor'da eski kaleci Gündüz Özcebe vardı, o bizi çok çalıştırdı. Demirspor'da Doğan abi vardı, kaleciler kendi aramızda çalışırdık. Kaloperoviç Bursaspor'da kendisi çalıştırırdı kalecileri. Rahmetli Metin Oktay da o zaman menajerdi. İdmanın sonunda ikisi kalecilere şut çekerdi. Bir taraftan birisi, bir taraftan diğeri bir vuruyor toplara, direkler sallanıyor. Biri bir doksana, biri öbür doksana. Yugoslavlardan hiç topa kötü vuran yoktu zaten. Tezcan, Güvenç, Baykul'u almışlardı genç forvet olarak, çok iyi bir ümit kadrosu vardı. Fakat gol sıkıntısı çekiyoruz. Kaloperoviç ayrılınca Metin abi tek kaldı. Antrenman sonunda stoper Yusuf'u defansa, beni kaleye koydu. Sağdan soldan orta yaptırıyor, Güvenç, Tezcan, Baykul kafaya çıkıyorlar fakat doğru dürüst vuramıyorlar. Ya Yusuf kesiyor, ya ben alıyorum. Metin abi, 'Hepiniz savunma olun, ben tek santrfor olacağım,' dedi. O zaman kiloluydu. Orta geliyor, o kadar kişinin arasından çıkıp yükseliyor, kafayı bir çakıyor, şut atar gibi. Sonradan anlatıyordu: 'Ben her antrenmandan sonra kalırım. 500-600 defa yapılan ortaya kafa vururum, vole vururum, röveşata yaparım. Çalışırsan her şey olur,' derdi."

Antrenörlük kursu döneminden renkli bir anı. Adaylar kursu bitirmek için
hakemlik de yapmış. Rasim Kara, Osman Arpacıoğlu ve hakem Ayhan
Bölükbaşı Kartal Stadında bir amatör küme maçından önce görülüyor.
"Beşiktaş'ta oynarken de kalecileri malzemeci Ahmet çalıştırıyordu. Sekiz senenin altı senesi Ahmet çalıştırdı. Bir gün kaleci kursunda hocalık yapıyoruz Antalya'da. Ben o arada Ahmet'ten bahsettim. Kaleci Yaşar Antalya'da oturuyor. Gel konuşmacı ol, anılarını anlat dedim. Dedi ki, 'Sarıyer'de bizi de çalıştırdı Ahmet abi.' Bizden sonra Sarıyer'e malzemeci olmuş, onları da çalıştırmış. Bizi Beşiktaş'ta bir dönem de rahmetli Yusuf  Tunaoğlu çalıştırıyordu, o zaman yardımcı antrenördü."


Konu tekrar eski günlere dönünce o dönemdeki saha, malzeme gibi koşulları da anlatıyor Rasim Hoca: "60'ların sonlarında gurbetçi akını sırasında her gidenin mutlaka bir tanıdığı olurdu. Ben eldiven getirtirdim, Adidas, Puma ayakkabı getirtirdim. O zamanlar Nike filan yoktu. Dinyakos'a özel ölçü verirdik, yapardı. Toprak sahalarda bir-iki maç giydin mi kösele aşınır, çiviler açığa çıkıp ayağa batardı. Çıkardığımız zaman ayaklarımız kan içinde kalırdı. Birisi görse o halimizi korkardı. Fakat ne tetanos olurduk, ne bir şey. Zaten biz kalecilerin dirsekleri, kalçaları, dizleri kan revan içinde olurdu. Bir de ayakların altı kanardı onlara ilaveten. Fakat kariyerimdeki iyi maçların hepsinde giydiğim ayakkabılar Dinyakos'tu. Çünkü ayağı çok iyi kavrardı. Mesela ben Puma'ya bir türlü alışamadım. Biz de Vahit abi gibi Avrupa'dan gelen fakat uyum sağlayamadığımız ayakkabıları arkadaşlara verirdik. Ne eldiven, ne kazak, ne ayakkabı - hiçbir şey ayırmamışım kendime. Triko forma giyilirdi o zaman, yağmur yağdığı zaman üstümüzde ağırlaşırdı. Yaşlı bir malzemecimiz vardı, o yıkardı formaları. Nemli nemli eşofmanlarla çok antrenmana çıkmışızdır."


Soldan sağa: Zekeriya Alp, Ahmet Börtücene, Rasim Kara, Niko Kovi,
Hayri Kol, Ali Çoban, Kemal Kılıç, Reşit Kaynak, Kahraman Kartaloğlu,
Şaban Kartal, Mithat Mıhçı. 
"Bursa'da dört senem geçti. Antrenmanları Merinos sahasında yapardık, hep topraktı. Haftada bir gün çift kale için Atatürk Stadını ya verirlerdi, ya vermezlerdi. Dundee United mı yoksa Dinamo Kiev maçı mıydı, ertesi gün geldik. Antrenman var, Merinos sahasına gittik. Oradan geldik. Eski stadın altı soyunma odamızdı. Hırsız girmiş. Millet de yeni gelmiş yurtdışından. Herkesin cebinde dolar, mark filan var. Gelen cebine bakıyor, 'Soyuldum' diyor. Beşiktaş'a geldim, sekiz sene Şeref Stadında antrenman yaptık. İnönü Stadının hali zaten malum. Hiçbir zaman olduğu gibi yeşil oynayamadık. Yazın çim ekerlerdi. Sezon başında birkaç maç iyiydi, sonra ortadan başlayarak kenarlara doğru toprak olurdu. İşin kötü tarafı, drenajlar iyi olmadığı için, yağmur yağdığı zaman su tutmasın diye kum getirip dökerlerdi. Kumun içindeki istiridye kabukları jilet gibi keserdi."




"Jübile yaptığım zaman şimdi yıkılmış olan Carlton Otelinde medyaya, arkadaş ve dostlarıma bir yemek vermiştim. Birisi bana, 'Muhakkak bir sürü anın vardır, birisini anlatsana,' dedi. 'Var tabii ama hangi birisini anlatacağım,' dedim. Sonra o anda aklıma geldi. 'Bir gün öldüğümde mezar taşıma yirmi sene amatör, profesyonel oynadı. Doya doya çim sahada bir kaleci antrenmanı yapamadan futbolu bıraktı,' diye yazsınlar dedim. Hakikaten şimdi toprak zeminli bir yerde yürürken her tarafım ürperiyor. Bacaklarımdaki yaralar bir sene kapanmazdı."




Rasim Kara 1996'da milli takımı bıraktıktan sonra yaklaşık 15 yıl boyunca çeşitli kulüp takımlarını çalıştırdı ve 2011'den itibaren Futbol Federasyonu'nda görev yapmaya başladı. "Son beş senedir buradayım bölgeler sorumlusu olarak. Zaman zaman kurslarda da görev yapıyorum. Fatih Hoca ile birlikte milli takımda göreve başladığımızda, 'Türk kaleciliği için bir şey yapmak istiyorum,' dedim. 'Ne istiyorsan yap hocam,' dedi. Kaleci antrenörlüğü müessesesini burada başlattık. Tam 21 sene oldu. Avrupa'da üç günlük seminerlerle yapılan kaleci antrenörlüğü kurslarını biz 33 güne çıkardık. Şu an liglerde oynayan kaleciler, o zaman yetiştirdiğimiz hocaların sayesinde ortaya çıktı."






Bu yazının hazırlanmasında büyük yardımlarını gördüğüm değerli dostum Koray Gürtaş'a teşekkürlerimi sunarım.
Fethi Aytuna