Alsancak’ın gözde mekânlarından Sevinç pastanesini ve Gazi ilkokulunu
gören bir daire. Karşımda oturan saçları ağarmış beyefendi, 1940’lı ve 50’li
yıllarda Altınordu’da futbol oynamış Matteo Vitali. Çocukluğunun İzmir’ini,
Altınordu’da forma giydiği yılları anlatıyor. Sait Altınordu ile, Clark
kardeşlerle, Adnan Süvari ile birlikte top koşturmuş bir kuşağın hayattaki son
temsilcilerinden biri olarak anlattıklarını merakla dinliyorum. Sözü fazla uzatmadan
ona bırakıyorum:
19 Kasım 1922 İzmir doğumluyum.
Ailemizin kökleri Sicilya’ya, Palermo’ya dayanıyor. Büyüklerimiz yıllar önce
İzmir’e yerleşmişler. Çocukluğum hep bu muhitte (Alsancak’ta) geçti. Aile
büyükleri kumaş ticaretiyle uğraşıyorlarmış. Fakat harpten sonra dayanamadık.
Yabancıların çalışması yasaklanmıştı. Babam Yunanistan’a gitti. Ben annemle
burada kaldım. Babam bir iki sene sonra orada öldü. Annem dikiş dikerek
geçimimizi sağlıyordu. Evimiz yine buradaydı ama şimdiki gibi değildi. İki katlı,
müstakil bir evdi o zaman. Etrafımız hep yangın yeriydi. Yalnız bu hastane
vardı (Alsancak devlet hastanesi), o zaman Fransız hastanesiydi. Yangından
sonra sadece birinci Kordon’daki evler kalmıştı. İkinci Kordon’da da birkaç
tane ev duruyordu. Onun dışındaki bütün binalar yanmıştı. Sonra, 1940’lardan
itibaren yavaş yavaş binalar yükselmeye başladı. Önce Mustafabey caddesinde
binalar yapıldı. Bir katlı, iki katlı evler yapıldı o cadde üzerinde. Sonra
hepsi apartman oldu.
Okula İzmir’de başladım. Okul
senelerimin bir kısmı Karşıyaka’da geçti. Durmuş Yaşarlar ile komşuyduk.
Evlerimiz şimdiki Karşıyaka sahasına yakındı. Orada Selçuk Yaşar’la birlikte
top oynardık. Sahanın arkasında da Fransız okulu vardı. Sonra İstanbul’daki
İtalyan kolejinde devam ettim okumaya. Fakat harp zamanı (İkinci Dünya Savaşı)
korktuk, tekrar İzmir’e dönüp Fransız St. Joseph Lisesini bitirdim. İtalyan
okulu ve Fransız okulunda Adnan Süvari ile birlikte okumuştuk.
En altta topu tutan Matteo Vitali ilk gençlik yıllarında arkadaşlarıyla görülüyor. |
Futbol oynamaya çocukluk
yıllarında başladım. O zamanlar hastanenin duvarı yoktu. Ben on altı, on yedi
yaşındayken Vahap Özaltay ve kardeşi Saim yanımızdaki evde oturuyordu. Yangın yerini temizleyip küçük bir saha
yapmıştık. Orada aramızda maçlar yapardık. Ayrıca Alsancak’tan arkadaşlarımla
beraber bir takım kurmuştuk. Eskiden Halk Sahası vardı, şimdi spor salonu var
orada. Halk Sahasına gidip top oynuyorduk. Yine Alsancak'ta bir tütün deposunun yanında bir saha vardı, orada oynardık. Ara sıra Karşıyaka'da maçlar
yapardık. O vakit birinci takımlarda ecnebilerin oynaması yasaktı.
"Bu takımı Edwin ve Alaaddin ile birlikte kurmuştuk. Sağ baştaki çubuklu formalı Alaaddin Karaoğlu, yanında Edwin Clark, Steno, Orhan. Başı sarılı oyuncu benim." |
Eskiden
şilt maçları vardı, lig maçları başlamadan yapılırdı. O maçlarda birer ecnebi
oyuncu takımlarda yer alabiliyordu. Sonra lig maçlarında da oynamamızı kabul
ettiler. Önce bir kişi, sonra iki, üç kişi oynadı. 1942-43 senesinde bizim oradan birkaç kişi
seçtiler. Clark kardeşler Altay’da oynadı. Ben de Altınordulu oldum. Bir gün
Sait (Altınordu) beni Elhamra sinemasında görünce yanına çağırdı. Nazif Çağatay
da vardı. Beni Halk sahasındaki maçlarda görüp beğenmişler. ‘Altınordu’da
oynamak istiyor musun?’ diye sordular. “İstiyorum ama amatör olarak oynarım,
ben öyle büyük kabiliyeti olan biri değilim,” dedim. “Sen merak etme,” dediler.
Ben Altınordu’da sağ açık
olarak oynamaya başladım, sonra sol ve sağ haf oynadım. İstanbul’da bir
Galatasaray maçında sağ açıktım. Galatasaray’da da sağ açık oynayan Sarı
Muzaffer vardı. O çok koşuyordu ve çok tehlikeli ataklar yapıyordu. Ben de çok
koşan bir oyuncuydum, nefesim iyiydi. O yüzden Sait Muzaffer’i marke etmemi
istedi. O maçta sol hafa geçtim ve iyi oynadım. O maçtan sonra Sait beni hep
sol hafa koydu. Sol ayağımı da kullanırdım. Beni ekseriyetle Karşıyakalı Çamur
Nebil zorlardı. Aslında Altınordu’dan gitmişti. Karşıyaka’ya geçtikten sonra
onlarla yaptığımız maçlarda, “Yanıma gelme” derdi bana.
1940'larda bir Altınordu-İzmirspor maçı. Formalarda henüz numara yok. Solda Vitali, sağda kafa vuran Fehmi. (APİKAM, Fehmi Özırmak bağışı) |
Galatasaray’la İzmir’de
yaptığımız bir maçta sakatlandım. Gündüz’le kafa topuna çıkmıştık. Yere
düşerken ayağım burkuldu. Hemen şişti. Menisküs olmuşum. Birkaç ay oynayamadım.
Ameliyat olmadım, yavaş yavaş düzeldi sakatlığım ama tabii artık eskisi gibi
oynamam mümkün olmadı. O zamanlar forma, ayakkabı, doktor filan yoktu. Her şeyi
biz kendimiz hallederdik. Ayakkabıları kendimiz yaptırırdık. Altı ızgaralıydı.
Sahalar hep topraktı. O ızgaralar zamanla aşınır, çiviler ortaya çıkardı. Biz
Clark’la birlikte örs almıştık. Maçlardan sonra ayakkabıları örse koyup
düzeltirdik. Bizim oynadığımız senelerde Alsancak Stadı da küçüktü. Bir tarafta
küçük bir kapalı bir tribün, karşıda yine küçük bir açık tribün. Onun arkasında
mezarlık vardı. Bir ara orasının da alınıp stadyumun büyütüleceği söylendi ama
vermediler. Kale arkasındaki tarafta da hem fabrikalar vardı, hem Devlet
Demiryollarının arazisi vardı. Orasını da vermediler. Stat böyle kaldı.
Sait Altınordu, Adil, Fehmi,
Zeki Egeli, Memduh, Rıdvan, Adnan, Mazhar benim takım arkadaşlarımdı. Bunların
en meşhuru tabii Sait’ti. Onunla belki on sene beraber oynadık. Bizden büyüktü
ama kırk dört yaşına kadar futbol oynamıştı. İleri yaşına rağmen güzel oynardı.
Çok iyi çalım atardı. Şutları çok güzeldi. Frikikleri, kornerleri meşhurdu. Biz
oynarken Sait çoğu zaman hem oynar hem antrenörlük yapardı. Dışarıdan antrenör
getirecek para yoktu kulüpte. Sait’i Fenerbahçe almayı çok istedi ama o gitmek
istemedi. Kendi muhitini çok seviyordu. Biz amatör ruhla oynuyorduk futbolu.
Hafta içinde işimizde çalışırdık. Sonra antrenmana giderdik. Eskiden haftada
iki maç olurdu, bir Cumartesi bir de Pazar günleri. Haftada iki gün de Halk
Sahasında antrenman yapardık. O vakitler çalışmayan futbolcu yoktu. Onun için
antrenmanlara gitmek zor oluyordu. Patronların kimisi bırakıyordu, kimisi
bırakmıyordu antrenman için. Konak’ta kapalı bir salon vardı, bazen orada
antrenman yapardık. Beş kişi gelirdi, dört kişi gelmezdi. Onun için akşamları
orada bir müddet çalıştık. Fakat ekseriyetle Halk Sahasında çalışırdık.
Sonra milli küme maçlarına da
katıldık. İstanbul dört takım, Ankara ve İzmir liglerinden iki takım olurdu.
Biz de o maçlarda oynadık. Baba Hakkı, Küçük Fikret, Lefter – onlara karşı hep
oynadık. İstanbul ve Ankara’ya deplasmana giderken işimizden izin alırdık. O
zaman İstanbul’a gemiyle, Ankara’ya trenle giderdik. Cuma günü yola çıkar,
Cumartesi- Pazar maç yapar, akşam geri dönerdik. Altay’dan Clark kardeşler,
Bayram, Beşiktaş’a giden santrhaf Ömer, sağ açık Hakkı, Altınordu’dan Sait,
Adil, Fehmi, Mazhar benim oynadığım devirlerde İzmir’in iyi futbolcularıydı.
Adil hem santrfor hem santrhaf oynardı ve milli takıma çağrılmıştı. Metin Oktay
ile karşılıklı çok oynadık. O Yün Mensucat takımında Adnan Süvari ile birlikte
oynuyordu. Benim oynadığım tarihlerde
İzmir’de en kuvvetli takımlar Altay, Altınordu ve Göztepe’ydi. Kültürspor’un
kurulması Altınordu’ya büyük darbe vurmuştu. İdarecilerden İskender Yumlu
vardı, eski basketbolcuydu. Bir anlaşmazlık neticesi ayrılıp Kültürspor’u
kuranlar arasında yer aldı. Altınordu’dan da birkaç futbolcu götürdü.
Adil Bumen (sol başta), Fehmi Özırmak ve Matteo Vitali Halk sahasında. Artık bu sahanın yerinde Atatürk spor salonu var. (APİKAM, Fehmi Özırmak bağışı) |
Dışarıdan pek fazla takım
gelmiyordu çünkü masraflıydı. Stadyum en fazla 8 bin kişi alıyordu. Karşıdaki
tribün sonradan yapılmıştı ve küçüktü, şimdiki gibi değildi. O yüzden fazla
hasılat toplanmıyordu. Biz en çok Ankara ve İstanbul’a giderdik. Bir kere Rodos
adasına gittik, zannederim 1955 senesiydi. Birkaç Göztepeli oyuncuyu da takviye
olarak almıştık. Fakat o seyahatte çok berbat olduk. Biz Marmaris’e geldik.
Telefon ettiler, fırtına var dediler. Tekne gece gelecek dediler. Gemiye binmek
istedik. Kaptan denizde çok fırtına var geç gideceğiz dedi. Bizim idareciler
gidelim diye ısrar ettiler. Sonunda yola çıktık. Çok korktuk yolculuk
esnasında. Gemi batarsa nereye sığınacağız diye düşündük. Ertesi gün o
vaziyette maça çıktık, tabii 2-1 yenildik. Sonraki maçta berabere kaldık.
Göztepe beni almak için çok
uğraştı ama gitmedim. Benim patronum Melih Özakat Göztepe’nin başkanıydı bir
ara. BMC’nin ve Egebank’ın sahipleriydi. Ben zaten dediğim gibi amatörce bir
zevkle oynuyordum futbolu. Göztepe’nin dışında Demirspor da beni almak istedi.
Ben para için gitmem dedim çünkü para aldığın zaman mecbursun sürekli o işi
yapmaya.
Benim futbolculuğumun son
senelerinde profesyonellik çıkmıştı. Fakat büyük paralar söz konusu değildi.
50-60 lira maaş karşılığı oynuyordu futbolcular. 100 lira alan padişahtı. Ben
1957 senesine kadar futbol oynadım. O tarihte çalıştığım için artık
Altınordu’yu terk etmek mecburiyetinde kaldım. Futbolu bıraktıktan sonra
kulüple fazla irtibatım olmadı. Yalnız Sait bıraktıktan sonra Szobel isimli bir
Macar antrenör getirmişlerdi. Biraz İtalyanca biliyordu. Ona tercümanlık
yapmıştım. Ama o da çok durmadı.
Matteo Vitali futbolu bıraktıktan sonra kendini tamamen çalışmaya
vermiş ve futbol dünyasını uzaktan izlemiş. Şimdi günlerini İzmir’deki evinde
ve yaz aylarında Çeşme’de geçiriyor. Süper ligde hiçbir İzmir takımının
bulunmayışına üzülüyor ve Altınordu’nun liglerimizin en üst kademesine döneceği
günleri ümitle bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder