Eskiden birkaç branşta
maharetle yarışan sporcular için “atlet-komple” diye bir terim kullanılırdı. Bunların
bir kısmının birden fazla branşta milli formayı giymişliği de vardı. Lakin her
şeyin profesyonelleştiği günümüzde artık böyle sporcular kalmadı. Futbola
başlamadan önce öğrencilik yıllarında birçok spor dalıyla uğraşan Tuncay Becedek
de bunun örneğiydi. Futbol oynadığı yıllarda da birçok kulübün formasını
giymiş, her kulüpte kaldığı kısa süre içinde taraftarın ağzına bir parmak bal
çalıp takım değiştirmişti. Futbolu bıraktıktan sonra uzun süre sendikacılıkla
da uğraşan Tuncay Becedek’le renkli hayat hikâyesi üzerine uzun bir sohbet
yaptık. Futbola başlamadan önceki çocukluk ve öğrencilik yılları da zengin
ayrıntılarla dolu olduğundan araya fazla girmeden sözü ona bırakıyoruz:
“19 Temmuz 1942’de Fatih
Kıztaşı’nda doğdum. Rahmetli babam Yugoslavya Manastır kökenliydi. Beş vakit
namaz kılardı. Dedem Manastır’da imammış. Bütün Manastır tanırmış dedemi. Babam
o dini havayla büyümüş. Ben Fatih Camisinin avlusunda top oynardım. Babam
camiye gidiyor, ‘Elime makineli tüfek versinler, sen içlerinde ol, hepinizi
tarardım,’ diye anlatırdı. Babam beni top oynarken hiç görmedi. Arsada top
oynardık. Sokağın köşesinden geldiğini görünce öbür taraftan çaktırmadan
kaçardım. Ayakkabımızı babam yapardı bizim, kunduracılığı da vardı. Uzun
seneler itfaiyede çalışmıştı. Bir hafta kamp gibi sürekli orada kalırdı. O
zaman ayakkabı yapar, çizme tamir ederdi. Örsü, çekici, her şeyi vardı.
Bayramlarda babamın yaptığı yepyeni ayakkabıları giyerdik. Fakir bir aileydik,
beş tane çocuk. Annem ev hanımı, bir tek babam çalışıyor. Adamcağız işten
çıkardı, bazen taksi şoförlüğü yapardı. Çok sıkıntılarla büyüdük. O yüzden top
oynarken görseydi çok kızardı. Futbol dışında yazın sokakta misket oynardık.
Ben çok iyi misket oynardım, o yüzden kimse benle oynamak istemezdi. Yuttuğum
misketleri satar, parasını 5 kuruş, 10 kuruş torbaya atardım. Günde 3-4 lira
kazandığım olurdu.”
“İlkokulu İstanbul Erkek Lisesi
yakınındaki Mahmutpaşa İlkokulunda okudum. Büyük dayım Yeşildirek’te
oturuyordu, okul müdürünü tanıyordu. Okula bir sene erken başlattılar beni.
Altı yaşında Kıztaşı’ndan o kış kıyamette Aksaray’a yürüyordum. Rahmetli babam
şofördü, iki tane halk otobüsü vardı. Biri Eminönü’nden, diğeri Aksaray’dan
kalkardı. Şoförlere tanıttı babam beni. Şoför beni yanına alıyordu,
Cağaloğlu’nda indiriyordu. Ben karşıdan karşıya geçiyordum. Akşama kadar
tedrisat vardı. Amerikan yardımı süttozu verilirdi. Okuma kitabı, ayakkabı
yardımı yapılırdı. Altı yaşında hepsini kendim hallettim, ne anam geldi ne
babam yardıma. Okuldan çıkınca aynı yoldan Aksaray’a dönüyor, oradan da yine
Fatih’e yürüyordum. Evde o zaman soba bile yoktu, bir mangal vardı. O okula bir sene gittikten sonra
Saraçhanebaşı İlkokuluna devam ettim ve orada bitirdim. Sonra Gelenbevi
Ortaokuluna girdim.”
“Gelenbevi Ortaokulunda güreş
şampiyonası oldu. En hafif sıklette güreşlere girdim. Otuz kırk kişi girmiştik,
dört kişi finale kaldık. Ben hiç oyun bilmiyordum, dördüncü oldum. Okulda yarış
yapıldı, bütün yaş grupları katıldı. Uzun mesafede okul birincisi oldum.
Voleybol takımına daha Orta 1’de yedek olarak aldılar. Basketbol takımına yedek
aldılar. Bütün sporlara yeteneğim vardı. Yakan top oynuyorduk, okul takımına seçtiler. Hangi taşı kaldırsan
altından çıkıyordum yani. Sonra on iki on üç yaşlarında izci olduk, Pendik
Kaynarca’da kampa gittik. Darüşşafaka basketbol takımı kampa geldi, takımda
noksan oldu mu beni alıyorlardı. Rahmetli Şevket Taşlıca filan hep o kampa
gelmişti. Babam kampa beni ziyarete gelmişti. Ona, ‘Bu çocuk çok yetenekli,
büyük sporcu olacak,’ dediler. O kampta bir hafta veya on gün kalmıştık.”
"Pertevniyal Lisesinin bahçesi. Beş-altı kişilik takımlarla sınıf maçları yapardık." |
“Beni Gelenbevi Ortaokulundaki
arkadaşlarım voleybolcu, basketçi, koşucu, güreşçi, izci olarak tanıyordu.
Futbolla ilgim yoktu o yıllarda. Seneler geçti, Fenerbahçe Futbol Vakfını
kurmuştuk. Arkadaşlar sağ olsunlar beni oraya genel müdür yaptılar. Açılış için
protokole davetiye dağıtmak üzere Ogün Altıparmak ile tura çıktık. Hürriyet
gazetesine gitmiştik. Promosyon şirketi Yaysat’ın genel müdürü Erdoğan Bey’le
konuşuyorduk. Adam çok tanıdık geliyor. Gelenbevi Ortaokulunda okumuş o da.
Beni tanıyıp tanımadığını sordum. ‘O zamanlar bir Tuncay abi vardı, okulun
medarı iftiharıydı. Sonra futbolcu oldu,’ dedi. Ogün, ‘Tuncay işte bu,’ deyince
yerinden fırladı. ‘Abi sen yolda yürüyordun, arkandan hayranlıkla bakıyorduk, bütün
Fatih senin hayranındı,’ diye konuştu. Dediğim gibi futbol merakı sonra
başladı. Zamanla biz Fatih Camisinin avlusunda top oynamaya başladık. Yürüyerek
Vefa Stadına giderdik. Vefa’nın antrenmanlarını seyrederdik. Eski oyuncuların
hepsini tanırım. Oradaki maçları seyrederdik.”
“Ortaokuldan sonra Pertevniyal
Lisesine girdim. Futbol uğruna yüksek okula devam etmedim. Pertevniyal Lisesini
1960’ta bitirdim. Metin Akpınar ile sıra arkadaşıydık. Okul takımında önce
santrfor oynuyordum, santrhafa aldılar. Türkiye birincisi oluyorduk. Bizim
beden eğitimi hocamız – daha beş sene önce yüz yaşında öldü – maça
lisanslarımızı getirmemiş. Hükmen mağlup olduk. Tophane şampiyon oldu. Pertevniyal
Lisesindeyken Üner diye Fenerbahçe genç takımının kalecisi olan bir arkadaşım
vardı. O beni Florya’da Küçük Şeytanlar diye bir yazlık takıma götürdü. Her
gelene dört-beş tane atıyordu bu takım. Kulübün sahibinin villası vardı,
sahanın arkasına soyunma odaları yapmış. Saha bugünkü Bakırköy Şenlikköy
sahasıydı. Maç günü erken gider, evde yemek yerdik. Ben her maçta üç-dört tane
gol atardım. Bütün Florya’nın kızları rakip kale arkasına dizilir, ‘Bir tane de
benim için at’ diye bağırırdı. Ben de her gol attıkça, ‘Bu senin için,’ diye
onlardan birisine seslenirdim. Herkes bizimle maç almak için sıraya girerdi.”
Pertevniyal Lisesi futbol takımı. Tuncay Becedek ayakta soldan üçüncü. |
“On yedi yaşındaydım. 1959
Temmuz ayında Karagümrük kulübünün seçmeleri varmış. Beni oraya götürdüler.
Karagümrük altyapı sorumlusu rahmetli Cahit Candan bir takım yaptı, fakat beni
ilk on bire koymadı. ‘Ben denenmem, oynamıyorum,’ dedim. ‘Yavrum belki iki yüz
kişi var bekleyen, ikinci devre oynatacağım, yapma etme,’ dedi. İyi ki baştan
oynamamışım o maçta, her işte bir hayır var. Marmaraspor diye bir takım
denenenlere ilk yarıda üç tane gol attı. İkinci yarıda ben girdim, beş tane gol
attım. Temmuz sıcağı, saat 1. Maç bitti, tribündeki herkes sahaya girdi,
‘Kimsin? Adın ne? Nerede oturuyorsun?’ diye soruyorlar. Rahmetli Fahri Somer o
zaman gençlere çok meraklıydı. Beni ona ‘felaket bir adam’ diye anlatmışlar.
Beni o zamanlar Atikali’deki medresede bulunan Karagümrük kulübüne götürdüler. İki
saat bekledim. Akşam oldu, beni ne çağıran ne soran var. Eve geç gidersem babam
kızacak, yemeğe hep beraber oturmamız lazım. Kaçtım oradan. Yemeğe yetiştim,
hiç kimseye bir şey söylemedim. Ertesi
gün okula gittim. Üner Fenerbahçe kulübünde herkese anlatmış. Esat Kaner hemen
getir demiş. Üner’le gittik yanına. Şöyle bir baktı, ‘Hemen kulübe götür,
lisans çıkarsınlar,’ dedi.”
Karagümrük formasıyla |
“O gün kulüpte Lefter, Hilmi,
Naci, Puşkaş Ergun – ne kadar eski futbolcu varsa hepsinin mukavelesi
yenileniyormuş. Bütün gazeteciler oradaydı. Bu oyuncu da genç takıma transfer
dediler. Ahmet Erol omzuma elini koydu, ikimizin resmini çektiler. Ertesi gün
her gazetede benim resmim vardı. Karagümrüklüler bu gazeteleri okuyunca beş
altı arabaya toplanıp beni Florya’da oturuyor zannederek oraya gidiyorlar.
Orada sorup soruşturup rahmetli dayımı buluyorlar. Dayım ne bilsin, onlara
adresi veriyor. Gece 9’da veya 10’da ordu gibi bir kalabalık evin kapısına
dayanıyor. Ben 9’da uyurdum. Babam çıkmış kapıya. Adamlar ‘Tuncay’ı arıyoruz,’
deyince, ‘Ne yaptı, yanlış bir şey mi yaptı?’ diye sormuş. ‘Fahri Somer
bekliyor, Karagümrük kulübüne götüreceğiz,’ demişler. Babam, ‘Götüremezsiniz
oğlumu,’ diye karşı koyarken ben araya girdim. ‘Baba sen bana müsaade et,’
dedim. ‘Peki, sonra getirin oğlumu,’ dedi babam. Kulübe gittik. Fahri Somer,
‘Oğlum sen nasıl gidersin Fenerbahçe’ye?’ diye sordu. ‘Efendim, ben burada iki
saat bekledim. Kimse çağırmayınca gittim,’ dedim. ‘Yahu ben sana 500 lira maaş
bağladım, A takım kadrosuna aldım,’ dedi. Fenerbahçe o zaman bana talebe
lisansı çıkaracaktı. ‘Nüfus kâğıdını aldılar mı, bir işlem yaptılar mı?’ diye
sordu. ‘İstediler ama daha almadılar,’ dedim. ‘Bırak Fenerbahçe’yi, nüfus
kâğıdını bana getir, ben seni A takımında oynatacağım,’ dedi Fahri Somer. Babam
o zaman İstanbul Belediyesi sağlık işlerinde şoför olarak 740 lira maaş
alıyordu. Eve de 75 lira kira veriyorduk. Ben 500 lirayı duyunca tamam dedim.”
Tuncay Becedek Fenerbahçe'de oynadığı yıllarda babası, kardeşi, takım arkadaşları Selim Soydan ve Nedim Doğan ile birlikte. |
Karagümrük 1960-61. Ayaktakiler: Ali Soydan, Gökçen Dinçer, Tuncay Becedek, Doğan Sel, Nedim Yüney, Özcan Köksoy. Oturanlar: Kadri Kartal, Tarık Kutver, Nihat Çapalar, Sümer Yüzer, Bilgin Akın. |
Maçtan bir hafta önce kulüp
müdürüyle birlikte beni aldılar, Fatih’te bir otel vardı – oranın restoranında
kuvvetleneyim diye öğle yemeği yedirdiler. Çok zayıftım o zaman, 67-68
kiloydum. Istaka gibiydim. Fahri Somer’in o zamanlar Beyoğlu’nda Rebul
Eczanesinin hemen yanında ufak bir bijuteri veya parfümeri dükkânı vardı. Beni
dükkânına çağırdı, orada tatlı yedirdi. ‘Kulaklarını takımdaki ağabeylerine
tıka, genç takımda oynadığın gibi oyna,’ diye bir hafta boyunca beni hazırladı.
Feriköy’ün o zamanki hocası rahmetli Baba Gündüz’dü. Bülent Eken ile o zaman
aralarında bir dargınlık vardı. Maç günü soyunma odasına gideyim dedim. Üç saat
önce gitmişim, daha kimse gelmemiş. Köfte ekmek yiyip karnımı doyurdum. Nihayet
malzemeler geldi, girdim soyunma odasına. Sonra Bülent Eken geldi, çok
gergindi. Ben de çok heyecanlıyım. İkimiz de koridorda yürüyoruz. ‘Seni bugün
oynatacağım,’ dedi. ‘Sakin ol, genç takımda oynadığın gibi oyna,’ diye ara ara
nasihat verdi bana. 2-0 yendik o gün Feriköy’ü. Gol atmadım ama tek başına
yıktım bütün defansı. Maçtan sonra duştan çıktım, Fahri Somer beni bekliyordu.
Kendi paltom yoktu, rahmetli babam yeni palto yaptırmıştı kendine. Hiç
unutmuyorum, uzun bir paltoydu. Bana cüppe gibi geliyordu. Oraya paltosuz
gitmeyeyim diye kendi paltosunu vermişti babam. Şeref tribünü önünden geçerken
Şeref Görkey, ‘Fahri, Fahri!’ diye bağırdı. Amatör milli takımın hocasıydı.
‘Çocuğu bana ver,’ diye seslendi.
“Ertesi gün okulda gazeteye
baktım. Genç milli takım kadrosu açıklanmış, beni seçmişler. Altında amatör
milli takım kadrosu var, orada da varım. Fahri Somer beni çağırdı, ‘Genç milli
takıma gitmeyeceksin,’ dedi. Genç milli takım sorumlusu rahmetli Kemal Halim
Gürgen’di. O geldi, ‘Göndermiyoruz,’ dediler. Yaşım ufak olduğundan babamın
velayetindeydim. Sonuçta Amatör milli takıma gittim. İtalya’ya gidip hazırlık
maçları yaptık. Ankara’da Rivera’nın da yer aldığı muhteşem bir İtalyan takımı
geldi. Topa vurdurmadılar bana. Şeref Görkey beni devre arasında çıkardı. Fahri
Somer’e Roma olimpiyatlarına gitmek istediğimi söyleyince Şeref hocayla
konuşmuş. O da hazırlansın demiş. Akşamları çıkıyorum, Vatan Caddesinde koşular
yapıyorum. Son anda Şeref Görkey beni kadrodan çıkarıp Selim Soydan’ı aldı. Ben
o arada dört-beş tane genç milli maç, Roma olimpiyatlarında üç-dört tane maç
kaçırdım. Toplam 22 milli maç oynadım. Bir kez amatör milli oldum, ama ertesi
sene genç milli takımın kaptanı olarak oynadım.”
Burada Tuncay Becedek’in
anlattıklarına kısa bir ara verip biraz soluklanalım. 1959 yazında
Karagümrük’te başlayan futbol serüveni bu kulüpte geçirdiği iki sezondan sonra
1961-62 sezonundan itibaren İstanbulspor’da devam etmiş. Bu kulüpte bir sezon
oynadıktan sonra çocukluğundan beri tuttuğu takım olan Fenerbahçe’de bulmuş
kendini. Sözü tekrar ona bırakıyoruz:
“19 yaşında İstanbulspor’a
geçtim. Amatörlerin o zaman transferi yoktu. Karagümrük başkanı İbrahim Sevin
aynı zamanda CHP Fatih ilçe başkanıydı. Partinin il başkanı da İstanbulspor’un
başkanlığını yapan Ali Sohtorik’ti. Karaköy’de Liman lokantasında yemeğe davet
etmiş İbrahim Sevin’i. O yemekte, ‘Tuncay’ı bana vereceksin,’ demiş. Böylece
tepeden gelen bir emirle İstanbulsporlu oldum. Arap Yılmaz, Yalçın, Bahattin
Abi, Kenan Abi, İhsan Abi, Arap Güngör, Bilge gibi isimlerin bulunduğu
İstanbulspor takımında bir sezon oynadım. İlk maç santrfor başladım, sonra orta
sahaya aldılar beni. O sezonun en iyi üç orta saha oyuncusundan biri seçildim.
Çok iyi bir sezon geçirmiştim. O zaman amatör futbolcuların transferi yasaktı.
Nedim Doğan benden bir sene önce İstanbulspor’dan Fenerbahçe’ye geçmişti. Altı
ay ceza aldı, oynayamadı. Ben geldiğimde de altı aylık süre üç seneye çıktı.
İstanbulspor’da hâlâ amatör statüde oynuyordum.”
“Fenerbahçe’de Hırsız Semai
vardı. Beni aldı Moda’da Rainbow Otele götürdü. Bir hafta orada kaldım, yani
kaçırıldım. İstanbulsporlu yöneticiler beni arıyormuş. Ali Sohtorik’in kızı
Sevinç Hanım benim ablamın okul arkadaşıydı. Ali Bey onun vasıtasıyla, ‘Bana
Tuncay’ı bulun,’ diyormuş. Neticede yöneticiler gidip pazarlık yapmışlar. 1961
Temmuz’unun parasıyla İstanbulspor 50.000 lira istemiş, pazarlıkla 35.000
liraya inmişler. Ben Fenerbahçe’yle 30.000 liraya anlaşmıştım. İstanbulspor
35.000 isteyince Fenerbahçeli yöneticiler bu parayı veremeyiz demişler fakat
sonunda o paraya beni almışlar oradan. O zamanki yöneticiler Ahmet Erol,
Muhittin Bulgurlu, Müslim Bağcılar, Mehmet Reşat Nayır, üç dört kişi daha hep
beraber oturduk. ‘Senin ne kadar iyi Fenerbahçeli olduğunu biliyoruz,’ dediler.
Ben de hakikaten hasta Fenerliydim. ‘O yüzden senden fedakârlık bekliyoruz,’
dediler. Bana 10.000 lira vermeyi teklif ettiler. Sonunda 20.000 liraya kadar
çıktılar. Yalnız o parayı peşin verdiler.”
İstanbulspor 1961-62. Ayaktakiler: Tuncay, Arif, Yalçın, Nazım, Kenan, Yılmaz. Oturanlar: Nejat, Güngör Okay, Nevzat, İhsan, Güngör Tetik. |
“Böylece yirmi yaşında
Fenerbahçeli olmuştum. Sezon açılışında formayı giyindim, aynanın karşısına
geçip baktım ve ağlamaya başladım. Oynayacağıma inanamıyordum. Lefter Abi
geldi, ‘Hayırlı uğurlu olsun Tuncay,’ dedi. Çocukken paramız olmadığı için
duhuliyeye bile giremezdik. Bir iki kere maçtan önce, ‘Lefter Abi bizi içeri
soksana,’ diye rica etmiştik de o stada sokmuştu bizi. Şimdi onunla aynı
formayı giyecektim. O sezon açılışı günü rüyada gibiydim. Çok iyi top oynadım o
sezon. Kokotoviç diye Yugoslav bir hocamız vardı. Her aldığım topu Lefter
Abi’ye atıyordum. Teknik kapasitem yüksek olduğu için iyi pasördüm. Hoca
oynanan hazırlık maçlarını tenkit ediyordu mesela, ‘Tuncay bütün istediklerimi
yaptı ama her aldığı topu Lefter’e atıyor, başka arkadaşlarına da pas vermesi
lazım,’ diyordu.”
“Lefter Abi deplasmanlarda
Vefa’dan gelen Özer Kanra ile aynı odada kalırdı. İletişimimiz artınca benimle
aynı odada kalmaya başladı. Bu diğer futbolcuların dikkatini çekti. Öbür
tarafta Şeref Abi, Basri Abi, Naci Abi gibi isimler var. Bir ara sakatlandım.
On gün kadar idmana da çıkamadım. Bir gün idmana gittim. Lefter Abi bana,
‘Arnavut, nerde kaldın? Beni bıraktın bu komünistlerin arasında yalnız,’ dedi.
Diğer oyuncular Lefter Abi’nin üstüne gitmeyi severdi. Mesela rahmetli Avni Abi
idmandan sonra topu penaltı noktasına diker, ‘Benden iyi penaltı atan yoktur,’
derdi. Lefter hemen fırlar, ‘Bak penaltı nasıl atılır, sana göstereyim,’ diye
atılırdı. Öyle çocuksu bir yanı vardı. Bir kere ben de takıldım. ‘Lefter Abi üç
senedir otuz sekiz yaşındayım diyorsun,’ dedim. ‘Arnavut sen de başlama,
kırarım kafanı,’ diye kızdı bana.”
Fenerbahçe 1962-63. Ayaktakiler: Lefter, Atilla, Hüseyin, Tuncay, Yüksel, Selim. Oturanlar: Şeref, Naci, Özcan, Hazım, Hilmi. |
“Lefter Abi antrenmanda birisiyle ters
gittiğinde o hafta onu oynatmazdı, mümkün değil. Ankara’da bir PTT maçına
çıktık. ‘Atom forvet’ denilen Şenol, Birol, Ali İhsan, Aydın, Ogün alınmıştı.
Fakat Ogün ayağı kırık olduğu için oynayamıyordu. Lefter Abi’yi o maçta
oynatmadılar. Beni de sağ bek oynatmışlardı. PTT o gün bizi 2-0 yendi. O
yıllarda oyuncu değiştirme olmamasına rağmen bütün stat Lefter, Lefter diye
inliyordu. Maçtan sonra otelde duşumu yaptım, gazete okuyordum. Lefter Abi ile
aynı odadaydık. Menajer Ahmet Erol geldi, onun yatağının kenarına oturdu.
Ertesi gün Hacettepe maçımız vardı. Lefter Abi başladı, ‘Kaleye şunu ver, sağ
beke şunu ver, sol beke şunu ver,’ diye takım yapmaya. Ne Şenol var, ne Birol
var; yeni transferlerin hiçbirisi yok. Eski takımı yaptı. Ahmet Abi itiraz
edecek oldu, Lefter oynamam dedi. Fakat Ahmet Abi sonunda Şenol ile Birol’u
kesemeyiz dedi. Zira gazeteler onlar transfer olduğu zaman aylarca yazmıştı. O
ikisi ve Lefter Abi oynadı, Hacettepe’ye dört gol attık. Lefter Abi sahanın
yıldızıydı o gün. Frikikten bir de gol attı.”
Genç milli takım. Ayaktakiler: Yılmaz, Tuncay, Ceyhun, Cumali, Müfit. Oturanlar: Nedim Doğan, Doğan, Candan Tarhan, İsmail, Abdullah, Nuri. |
Macaristan'ın MTK takımıyla tarafsız saha olarak Roma'da oynanacak üçüncü maç öncesi şehir gezisinde (soldan) Ali İhsan Okçuoğlu, Tuncay Becedek, Birol Pekel, Aydın Yelken. |
“On, on beş gün antrenmanlara
gitmedim. Florya’da oturan dayımın yanına gittim. Orada top oynayıp kendi
kendime idman yaptım. Ormanda kros yaptım. Takımın kötü gidişi devam ediyordu.
Bir gün eve bek Özcan geldi. ‘Büyük Fikret’in işine nihayet verdiler, Halit
Deringör teknik direktör oldu, seni bekliyor,’ dedi. Hemen onun yanına gittim.
İdmana çıkmadan önce onunla konuştuk. ‘Sana yapılanların hepsini biliyorum, bundan
sonra seni her maçta oynatacağım, beni mahcup etme,’ dedi. Teşekkür ettim. Ondan sonra devamlı oynadım. Takım toparlandı
ve şampiyonlukta iddialı hale geldi. Son hafta İzmir’e gittik. Cumartesi
İzmirspor’la oynadık. Ertesi gün Altay’la şampiyonluk maçı oynayacaktık.
Cumartesi günkü maçta anormal koşmuşum demek ki, sabah kalktığımda kasıklarım
ağrıyordu, yürüyemiyordum. Merdivenleri inemiyordum. Sonuçta şampiyonluk
maçında oynayamadım, o içimde ukde kalmıştır.”
“İstanbul’a döndükten sonra bir
antrenmanda dizimden sakatlandım. Reşat Dermanver beni sevmezdi, sebebi de
sakatlandığım zaman tedavi için Galatasaray’ın masörü Yorgo Tagar’a gitmemdi.
Oradan fatura getirirdim. Bu yönetim toplantılarında mevzu oluyormuş. Kulübün
doktoru Reşat Dermanver’e para veriyoruz, başka doktora gidiyor diye konuşmalar
olmuş. Bir gün sakatlandığım zaman Dermanver’e gittim. ‘Baba şu ayağıma bir
bak,’ deyince, ‘Yorgo’ya git,’ diye karşılık verdi. İşte o dizimden
sakatlandığım zaman, ‘Tuncay menisküs oldu, artık top oynayamaz,’ demiş. Bütün
futbolcuların mukavelesini 25.000 liraya iki sene daha uzattılar. Bana ayda 500
liradan iki senede 12.000 lira teklif ettiler. Ben itiraz edince ilk maçı oyna
25.000 lira senin dediler. Ben de o zaman çocukluk ettim, sinirlendim. ‘Beni
ayırdınız, artık kalmam bu takımda,’ dedim.”
Fenerbahçe 1962. Ayaktakiler: Özcan, Lefter, Semih, Şeref, Avni, Basri, Hazım. Oturanlar: Selim, Puşkaş Ergun, Mikro Mustafa, Tuncay. |
Burada tekrar kısaca araya
girelim ve Tuncay Becedek’in 1964-65’ten itibaren dört sezon boyunca İzmirspor
forması giydiğini belirtelim:
“O sırada Metin Oktay’ı tekrar
İzmirspor’a almak için Nazır Sipahi diye bir yönetici gelmişti İstanbul’a.
Çantasında 300.000 lira para vardı. Metin’in kayınpederi göndermiş o parayı. O
sırada bizim Ali İhsan Okçuoğlu görmüş onu. ‘Bizde Tuncay var, kaçırma onu,’
diyor. Adam beni buldu. Ben de o arada nişanlanacaktım, paraya ihtiyacım vardı.
Bindim uçağa, onunla İzmir’e gittim. O arada Beşiktaşlılar benim ayrılacağımı
duymuş. Spayiç beni istiyormuş. Sedat Kesen ile Beşiktaş’ın amigosu bizim
muhite beni aramaya gelmişler. Göztepeliler duymuş. Nevzat A milli takımdan
arkadaşımdı, birlikte Habeşistan’a gitmiştik. O gelmiş İstanbul’a, transfer
komitesine beni sormuş. Hatta Altaylılar beni arıyormuş. İzmirsporlu idareciler
bir hafta beni bir yerde tuttular. Kulüpte para yok, o sırada Eşrefpaşa’da para
topluyorlarmış. 7.500 lira toplamışlar. Ben imzayı attım, geldim İstanbul’a.
Ondan sonra bomba patladı. 35.000 liraya anlaştık fakat o parayı ancak dört
senede alabildim. İki senem bitti, iki sene de maaşla uzattılar.”
İzmirspor Ali Sami Yen'de sahaya çıkıyor. Önde kaptan Tuncay, arkada Cemil Gümüşdere ve Turgay Meto. |
“1966’da ilk iki senem
bittiğinde Baba Hakkı İzmir’e geldi. Altay beni istedi. Göztepe 30.000 lira
para, beş tane futbolcu teklif etti. Adnan Süvari, ‘Bana bir tek Tuncay’ı alın,
başka transfer istemem, şampiyonluğa oynarım,’ demiş. İzmirspor’dan ümit milli
takıma, A milli takıma çağrılmıştım. İki senem bittiğinde beni bırakın da bari
istikbalimi kurtarayım,’ dedim.
Altınordu başkanı Candoğan Sakaoğlu 200.000 liralık çek teklif etti
kulübe. Karşıyaka o sırada Danıştay kararıyla tekrar 1. Lige dönmüştü. Başkan
Pertev Molay para dolu çantayla geldi. Çantayı açtı, içinde 750.000 lira para
varmış. ‘Bırakın şu çocuğu da istikbalini kurtarsın,’ dedi. Fakat İzmirsporlu yöneticiler beni bırakmadı.”
“O sırada askere gittim.
Birliğim Bornova’daydı. Ümit milli takıma seçilmiştim. Acemi askerim diye izin
vermediler. Kurmay başkanı Selahattin Cambazoğlu bunu duymuş, çarşı iznine bile
çıkmamam için talimat vermişti. Kayınpederim geldi eşim hasta diye dilekçe
imzalattı. Nöbetçi subayı da hasta İzmirsporluymuş. Onun verdiği izinle dışarı
çıktım. Spor yazarları turnuvası maçları başlamıştı. İzmir’e gidince o maçlarda
oynadım. Selahattin Cambazoğlu da sporu seven bir adam. Maça gelmiş, benim onun
birliğinde asker olduğumu söylemişler. Pazartesi günü hemen tabura gelmiş.
Dağıtımda gönderildiğimi söylüyorlar. Oraya gidiyor, yok diyorlar. O gün de
eşimin rahatsızlığının devam etmesi gerekçesiyle tekrar nöbetçi subayından
Pazartesi akşamına kadar izin almıştım. Salı sabahı hemen viziteye çıktım.
Doktor olarak görev yapan bir arkadaşım vardı. Üç gün rapor aldım. Arkadaşım
kantinden dışarı çıkma diye tembihledi. Kurmay başkanı bana izin verildiği için
günlerdir bütün komutanları azarlıyormuş. Sonunda karşısına çıktım. ‘Neredesin
sen?’ diye bağırdı. Ben durumu izah edip izin kâğıtlarımı gösterdim.
‘Manisa’daki ordu milli takımı kampına çağırmışlar seni. Kurtuluyorum senden,
git defol,’ dedi. Manisa’ya gidince Doğan Andaç’tan müsaade istedim. Bana beş
gün izin verdi.”
“Askerliğim boyunca
İzmirspor’da oynamaya devam ettim. Bir sene ikinci lige düştü. 1967-68
sezonunda ikinci ligde şampiyon olup tekrar birinci lige çıktık. Askerliğim
sonunda ordular arası dünya şampiyonası için Irak’a gittik. Ben eşime bölgeden
satışımı istemesi için vekâlet vermiştim. O satışımı istedi. Irak’tan Ankara’ya
geldik. Havaalanında beni Sabri Kiraz ile Bursaspor başkanı Salih Kiracıbaşı
karşıladı. Sabri Hoca, ‘Arnavut seni Bursa’ya götürüyorum,’ dedi.
Arkadaşlarımla vedalaştım ve arabayla Bursa’ya gittik. Eşime haber verdim, o da
Bursa’ya geldi. Transfer dönemi açılana kadar bir hafta bir otelde kaldık.
İzmirspor beni 350.000 liraya satışa çıkardı. O sezon Muzaffer Sipahi Ankara
Demirspor’dan Galatasaray’a 350.000 liraya gelmişti. Gazetelerde sezonun en
pahalı iki sporcusu diye manşetler atıldı. O paranın 200 küsur bin lirasını
kulüp aldı. Ayrıca vergiler kesildi. Bana sonunda 60.000 lira para kaldı. O
parayı da peşin alamadım. Zaten Bursaspor kulübü o kadar parayı zorlukla
denkleştirmişti. Sonuçta bir müteahhidin elindeki bitmemiş daireyi aldık, yoksa
para filan alamayacaktım.”
Bursaspor. Ayaktakiler: Müfit, İsmail, Haluk, Osman, Tuncay, Cemal. Oturanlar: Mesut, Ersel, Canan, Osman, Stefanoviç. |
“Sonra Kaloperoviç antrenörümüz
oldu. Sezon açılışında Yeşil türbede merasim yapılıp dua ediliyordu. Hiç
tanışmadığımız halde bana geldi ‘Sırpça biliyor?’ diye sordu, ‘Hayır,’ dedim.
Sonra Fransızca bilip bilmediğimi sordu. İçimden beni tercüman mı yapacak diye
geçiriyorum. Sonra tercümanı vasıtasıyla izah etti. Galatasaray’da Metin’i
yardımcım yaptım, ben gittim o kaldı. Burada da seni yardımcım yapacağım,
hocalık sana kalır, Bursa’da herkes seni seviyor,’ dedi. ‘Ben top oynamak
istiyorum, çok seviyorum top oynamayı,’ cevabını verdim. Sezon öncesi Vefa ile
bir hazırlık maçı yapmıştık. Vefa’nın hocası olan Tasiç, Galatasaray’a
Kaloperoviç’in yardımcısı olarak gelmiş, sonra Vefa’ya geçmişti. İlk yarıda
Vefa 2-0 galipti. Hoca ikinci yarıda beni oyuna soktu, maçı 5-2 kazandık. Akşam
yemekte Tasiç Kaloperoviç’e, ‘İkinci yarı oyuna soktuğun 17 numaralı oyuncu çok
iyi futbolcu, ona bir beş kilo verdir, seni bütün sezon götürsün,’ demiş. Bana
ertesi gün tercüman Hasan söylemişti. Antrenmana çıkacağımız zaman hoca beni
kaplıcaya gönderip terlememi istedi. Akşam da bir kilometre kros yapmamı
istedi. Bana bir rejim listesi verdi. Ben de çok hırslıydım. On günde beş kilo
verdim.”
“Kaloperoviç bana, ‘Kondisyon çok iyi ama teknik yok,’ demeye başladı. Anladım ki oynatmayı düşünmüyor ama yedek soyundurmaya başladı beni. Fenerbahçe maçına çıktık, 2-0 mağlubuz. Beni oyuna soktu, maç 2-2 oldu. Her maçta ikinci devre beni oyuna koymaya başladı. Samsun’da oynuyorduk. 4-0 mağlupken oyuna soktu. ‘Hocam ben Pele miyim?’ dedim. Nitekim bir gol daha yedik, 5-0 bitti. Sezon sonunda Kocaeli’den beni çağırdılar. Oraya gittim çünkü sürekli oynamak istiyordum. Bir sezon Kocaelispor’da oynadım. Orada takımın kümede kalmasına büyük katkım oldu. Libero oynuyordum. Son on dakikada ileri çıkıyordum. Bu şekilde beş tane gol attım.”
“Kaloperoviç bana, ‘Kondisyon çok iyi ama teknik yok,’ demeye başladı. Anladım ki oynatmayı düşünmüyor ama yedek soyundurmaya başladı beni. Fenerbahçe maçına çıktık, 2-0 mağlubuz. Beni oyuna soktu, maç 2-2 oldu. Her maçta ikinci devre beni oyuna koymaya başladı. Samsun’da oynuyorduk. 4-0 mağlupken oyuna soktu. ‘Hocam ben Pele miyim?’ dedim. Nitekim bir gol daha yedik, 5-0 bitti. Sezon sonunda Kocaeli’den beni çağırdılar. Oraya gittim çünkü sürekli oynamak istiyordum. Bir sezon Kocaelispor’da oynadım. Orada takımın kümede kalmasına büyük katkım oldu. Libero oynuyordum. Son on dakikada ileri çıkıyordum. Bu şekilde beş tane gol attım.”
Böylece Tuncay Becedek’in faal
futbolculuk hayatı 1971-72 sezonu sonunda bitmiş. Bunun ardından yine renkli
bir sendikacılık dönemi başlamış:
“Kocaelispor’dan ayrılınca
Kağıtspor’dan teklif aldım. Orada hocalık yaptım. Namağlup Türkiye ikincisi
olduk. Sonra Gölcük’ü çalıştırdım. İzmit’te yedi sekiz tane amatör takımı
çalıştırıp üst kümeye çıkardım. Sonra sendika faaliyetlerine başlayınca
futbolla ilgimi kestim. SEKA kâğıt fabrikasına girdim. Selüloz-İş şube başkanı
oldum. Genel başkan vekili oldum. SEKA’da sigorta sicil servisinde
çalışıyordum, işçilere vizite kâğıdı veriyordum. Herkese yardım ediyordum.
Sokakta sıkıntısı olana ‘Tuncay’a git, yardım eder,’ diyorlarmış. Sendikanın
özel sektörle görüşmelerinde sorumlu bendim. Tire’ye, Denizli’ye, o şehirden bu
şehre hep özel sektördeki şirketlerle yapılan görüşmelere katılıyordum. Bu uzun
seyahatler sonucu sağlığım bozuldu. Sonunda emekliliğimi istedim.”
“İstanbul’a dönünce Selim ve
başka eski sporcularla birlikte Fenerbahçe altyapı oyuncu seçme komitesine
girdim. Futbol Federasyonu İstanbul bölge müdürü oldum. Şenes Erzik’e çok
yakındım, çok kıskandılar. Sonra asılsız haberler çıkarmışlar, aramızı
bozdular. Kemal Zorlu Şenes Bey’e ters düşüp ayrıldı. Ardından Şenes Bey de
beni işten çıkarttı. Kemal Bey’e ispiyonculuk yapıyor diye söylemişler. Benim
odamdan Kemal Zorlu’yla sürekli yapılan telefon görüşmelerinin listesini
çıkarmışlar. İşin aslı sonradan ortaya çıktı. Şeref Görkey sık sık benim yanıma
gelir, defterini çıkarıp bir sürü yere telefon ederdi. Kemal Zorlu’yu da sık
sık arıyormuş. Benim haberim yok. Bu yüzden işime son verildi.”
Kağıtspor'daki antrenörlük günleri (sol başta). (Hakan Aksoy arşivi) |
Bir toplu iş sözleşmesi imzalanırken dönemin bakanı İmren Aykut, holding ve sendika başkanlarıyla birlikte. |
Tuncay Becedek federasyondaki
görevi sonlandıktan sonra Fenerbahçeli eski futbolcuların kurduğu Fenerbahçe
Futbol Vakfının başkanlığını üstlenmiş. Halen bu görevini sürdürüyor.
Selam Tuncay.
YanıtlaSil