Beşiktaş Kazan’da mekânın sahibi Celal Soydan’la sohbet ediyoruz. Futbolseverlerin,
özellikle Beşiktaş taraftarlarının yakından tanıdığı bu mekânın bir duvarı
Celal Soydan’ın forma giydiği kulüplerin fotoğraflarıyla kaplı. Sohbetimiz daldan
dala atlıyor. Ankara’daki çocukluk ve gençlik yıllarını, Hacettepe kulübü,
Beşiktaş’a geliş, Adalet, Demirspor ve Samsunspor günlerini, futbol dünyamızdan
Tatar Rauf, Baba Hakkı, Şükrü Gülesin gibi renkli kişilikleri, askerliğini
yaptığı sırada gerçekleşen 22 Şubat 1962 hareketini birer birer anlatıyor.
Araya fazla girmeden sözü ona bırakıyoruz:
1937 doğumluyum. Baba
toprağımız Erzurum. Ankara’da doğdum, Atatürk Bulvarında Kızılay’a yakın bir
yerdeydi evimiz. Ankara’da Büyük Sinemanın hemen üstünde meşhur Piknik vardı.
Orası futbol sahasıydı, ağabeylerimiz futbol oynardı, biz de seyrederdik. O zaman Stadyum takımı
vardı, orada idman yapardı. Cumhuriyet kurulduğu zaman İstanbul’dan bütün
bürokratlar Ankara’ya geliyor. Onların çocukları üniversite okuyan, hep
varlıklı çocuklardı. Onlar futbol oynardı. Eski tenis federasyonu başkanı
Yıldırak Daş benim çok yakın arkadaşımdı. Alpay sol ayaklı çok iyi bir
futbolcuydu, bizim mahallenin sol açığıydı. Biz çocukken Ankara’da Saracoğlu
mahallesinde, içişleri bakanlığının o betonunda yalınayak tenis topuyla
oynardık. Top tekniği öyle bir gelişiyor
ki, futbol topu çocuk oyuncağı oluyor o zaman.
Bizim mahallede iki tane
Beşiktaşlıydık, çoğunluk Fenerbahçeli ve Galatasaraylıydı. Beşiktaşlı
arkadaşımın babası diş hekimiydi. O
zaman çıkan mecmuaları alırdı ki bunların başında Kırmızı-Beyaz geliyordu. Ben
de arkadaşımdan alır okurdum. Beşiktaş takımı Ankara’ya maça geldiği zaman
Bulvar’da Belvü Palas’ta konaklardı. O zamanlar Kızılay’da otel filan yoktu.
İlkokul bire veya ikiye gidiyordum. Beşiktaş Demirspor’la oynuyordu.
Bilet-milet yok, demirlerin altından önce kafamı sonra vücudumu sokup içeri
girdim. Baba Hakkı’yla Şükrü’yü seyrettim.
Çocukluğumda Ankara’da çok
müteşebbistim. O zaman Tekel biranın içi 35 kuruş, şişesi 35 kuruş, toplam 70
kuruştu. Kalıp buz alır kırar, bira şişelerini içine koyardık. Bilyeli rulman
alıp araba yapardık. Bütün mahallenin çocukları yüz şişe birayı arabaya koyar
götürürdük. Polis Kolejinin olduğu yerde Subay Evleri ve Mızıka Okulu vardı.
Okulun sahasında Amerikalılar beyzbol oynardı. Biz birayı 1 liraya satardık.
Onlar içince şişeleri atardı, onları toplardık. Kendi getirdiklerini de
atıyorlardı, böylece biz iki yüz boş şişe topluyorduk.
Ben sabah çıkıyordum, öğlen eve
gitmiyordum, akşam gidip bir kere dayak yiyordum. Alpay’ın babası Devlet
Demiryollarında hukuk müşaviriydi. Alpay’ın bir mavi futbol topu vardı. Futbol
ayakkabıları vardı. Bir de Yıldırak Daş çok zengindi. İlhan Cavcav’ın kuzeni
olan Tayyar Cavcav Yıldırak’ın dayısı olurdu. Tayyar İlhan’dan bir nesil
büyüktür, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizdi. Cavcavların Kayaş’ta un fabrikaları
vardı. Yıldırak’la Yenişehir istasyonundan trene binip Kayaş’a giderdik.
Onlarda kalırdık. Tayyar Abi çok değerli bir insandı. İşte Alpay ve Yıldırak
ayakkabıyla oynarken biz yalınayak oynuyorduk. Sonra lastik ayakkabı giymeye
başladık. Sonra Atatürk Lisesi bizim sahamız oldu. Ankara’da ticaret lisesinde
okudum. Eskiden 1. Ligde oynayan takımların nüvesi liselerdi. Haydarpaşa,
Galatasaray, Boğaziçi, Vefa. Atatürk Lisesi Ankara karması gibiydi. Bizim
Ticaret Lisesinde benim dışımda Yıldırak, bizden evvel Akgün Abi (Akgün Kaçmaz)
gibi isimler vardı.
Sonra İstatistik Genel
Müdürlüğü bir takım kurdu. Federe olarak Ankara 4. Kümede başladık. Bizim
mahallenin bütün çocukları orada oynuyordu. Hepimiz on dört ile on altı
yaşlarındaydık. Ertesi sene 2. Kümede oynayan Kalespor’la birleştik. Bu takım
Hisar’ın (Ankara Kalesi) takımıydı. Bir yıl da 2. Kümede oynadık. Hisar
takımında çok renkli kişilikler vardı. Önce Hacettepe’de, sonra Fenerbahçe’de
oynayan Akgün Kaçmaz vardı mesela. Zaten o Fenerbahçe’ye gelince Hacettepe’de
onun yerinde ben oynadım. Burhan Abi (Burhan Sargın) İstanbul’a geldi mesela.
Kalespor’dan 1. Kümede oynayan Hacettepe’ye transfer oldum. Üç sene arka arkaya
şampiyon olduk. Kulüp Hacettepe semtinin takımıydı. Hacettepe İstanbul’daki
Tophane gibi bitirimlerin semtiydi ama çok iyi insanlar vardı. Mesela Karagöz
Kemal vardı, Veli Dayı vardı, Kabadayı Mehmet vardı.
Hacettepe takımında altı tane doktor adayı vardı, yani Tıp
Fakültesini bitirmek üzerelerdi. Takım kaptanımız Alaaddin Yolaç vardı mesela,
sonra Amerika’ya gitti röntgen mütehassısı oldu. Vacit Tanyeri vardı, o da
Amerika’ya gitti döndü. Sonra Gençlerbirliği’nde oynadı. İki tane Nihat vardı,
onlar da doktordu. Kaleci Korkut vardı, halen Amerika’da çocuk doktoru. Oğluma
onun adını koyduk, bebekken onun da doktorluğunu yaptı. Korkut çok iyi
kaleciydi. Bir ara Türkiye’ye döndü, tekrar Amerika’ya gitti.
Ayaktakiler: Kazım Türesin, Korkut, Doğan, Atilla, Nihat, Alaattin, Sedat. Oturanlar: Kemal, Arnavut İlhan, Dodurgalı Hüseyin. Celal Soydan. |
Hacettepe’deyken genç milli
takımda iki devre oynadım. Genç milli takımda ilk antrenörüm Cihat Arman’dı.
Cihat Abi çok mükemmel bir insandı. Daha sonra Sabri Kiraz antrenörlük yaptı.
Gerek Cihat Abi’nin gerek Sabri Abi’nin futbolcuya yaklaşımları çok önemliydi.
Genç milli takımla bir kez İtalya’ya, bir kez Macaristan’a gittik. Zaten ikinci
gidişin dönüşünde Beşiktaş’a transfer oldum. İlk katıldığımız turnuvada Tayyar,
Metin Oktay, Kasapoğlu vardı, ama üç gün sonra profesyonel oldukları için
takımdan çıkardılar. Ankara takımı çok iyiydi, sekiz kişi gittik Ankara’dan. Molnar
Budapeşte’de bize sekiz milimetrelik filmle Macar milli takımının çalışmalarını
gösterdi. Normal idman bitiyor, yirmi tane monitör giriyordu sahaya. Her
futbolcuyu özel yeteneği olan alanlarda çalıştırıyorlardı.
Hacettepe’de antrenörümüz bir
ara Kova Osman’dı. Çok renkli bir kişiliği vardı. Herhalde Osman Abi ile Şükrü
Abi (Gülesin) talk show yapsalardı Cem Yılmaz’ı sollarlardı. Osman Abi beni hep
Galatasaray’a almak istiyordu. Galatasaray daha iyi imkânlar veriyordu ama ben çocukluğumdan
beri tuttuğum Beşiktaş’ı tercih ettim. Ankara temsilcisi Ali Tozkonmaz
vasıtasıyla Arap Sadri (Sadri Usuoğlu) döneminde Beşiktaş’a geldim. 5 bin lira
transfer ücreti almıştım. O zaman iyi paraydı. Ben 500 lira maaş alıyordum,
Nusret Abi 300 lira maaş alıyordu. Kambur Ahmet Ankara’da askerdi, Karagücü’nde
oynuyordu. Askerlik bitince Beşiktaş’a geldi, 6 bin lira aldı. Ben Beşiktaş’a geldiğimde Can Akbel’in babası
Danyal Akbel başkandı ama kulüple hiç alakası yoktu. Kimse tanımazdı
Beşiktaş’ın başkanını. Arap Sadri genel
sekreterdi, kulübü fiilen o yönetiyordu.
Beşiktaş’ta üç yıl, 1956-59
arası oynadım. Haf hattı benimle birlikte Gürcan Berk ve Özcan Esinduy’dan
oluşuyordu. Gürcan sağ haf ben sol haf oynuyorduk. Özcan, Metin Erman ve Coşkun
Taş birlikte dolaşırdı. Üniversitede okudukları için onlara talebe derdik.
Kamil Abi (Kamil Üzülme) ‘talebeler’ diye kızdırırdı onları. Gençlerle
büyüklerin kaynaşması genelde sorunlu olur ama bizde olmamıştı. İlk
antrenörümüz Macar Meşaros’tu, o da çok iyi insandı. Beşiktaş’ta Kadırga’dan
yetişen çok insan vardı. Eşref, Çengel Hüseyin, Altıparmak Sami, Muharrem hep
Kadırgalıydı. O zamanın altyapısı mahalle sahalarıydı.
İstanbul’a geldiğimde on dokuz
yaşındaydım. Önce bir müddet kulüpte, sonra Kumbaracı yokuşunda kaldım. Orada
Fatin Rüştü Zorlu’nun apartmanı, Gençlerbirliği kurucularından ve eski
bakanlardan Mümtaz Tarhan’ın apartmanı vardı.
Yeşilköy’de denize sıfır Deniz Park oteli vardı. Orada kampa girerdik. O
zaman daha E-5 yoktu. Davutpaşa’nın oradan, şimdiki Merter’in arkasından
dolaşır giderdik. Çobançeşme vardı. Tayyar Cavcav bir gün bana, ‘Ben Ankara’ya
döneceğim, burada benim arazim var, 3 bin liraya sana vereyim,’ dedi. Ben
almadım. O zamanın zihniyeti mülk edinmek değil, çalışan bir araç, dükkân vs.
almaktı. Ben Tophane’deki Salı Pazarı gümrüğünde çalışan kamyon almıştım. O
zamanlar şimdiki gümrük binaları yoktu. Akşamüstü Tophane’de Karabaş’ta oturan
insanlar semaverini, böreğini filan alır, oradaki çimenlere yayılırdı. O
binaları 1957 yılında Tophane-Kabataş yolunu açarken Menderes yaptırdı. Sonra
Ankara’ya dönerken kamyonu sattım.
Şeref Stadında bir idman. En önde Özcan Esinduy ve Coşkun Taş koşuyor. Dördüncü sıradaki Celal Soydan'ın yanında siyah eşofmanlı Kamil Üzülme var. Ali İhsan Karayiğit en arkada görülüyor. |
1957’de Beşiktaş kulübünün
kongresini kaybettiği zaman Arap Sadri’nin adamı diye bizi kadro dışı
bıraktılar. O kongreyi milletvekili Nuri Togay kazandı. Gençlerbirliği’nde çok
kısa bir dönem sol bek oynamıştı. O zaman da kulüpte aynı bugünkü kaos vardı. Yeni
yönetim Ali İhsan, Eşref, Nusret gibi isimleri uzaklaştırdı. Takımın iskeleti
bozuldu. Yeniden mukavele imzaladım ama pişman oldum çünkü Beşiktaş’taki ortam
hiç iyi değildi. 1958’de Galatasaray’ı iki maçta 1-0 yenip Federasyon kupası
şampiyonu olmuştuk. Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında temsil
edecektik. Fakat Nazmi Bilge ile beni Real Madrid maçının kadrosuna almadılar.
Bu olaylar beni futboldan soğutmuştu. Antrenörümüz Remondini sonra Galatasaray’a
gitti. Nazmi’ye ve bana iki kere haber gönderdi.
Fakat ben Ankara’ya dönmek
istiyordum. Tophaneli Arap Nasri’den mukaveleyi çözmek için para istedim. Sadri
Abi bana sabırlı olmamı söyledi. O sırada Adalet takımına menajer olmuştu. Adalet’te
oynayan Gungadin Ayhan vardı, onunla takas yaptım. Böylece Beşiktaş’tan
Adalet’e gittim. 1959-60’ta yani bir sezon Adalet’te oynadım. Selahattin Torkal
epey yaşlanmıştı, fazla oynamıyordu. Burhan Abi ile beraberdik. Küçük Erol
vardı, çok iyi futbolcuydu. Adalet’te antrenörümüz eski Fenerbahçeli Küçük
Halil’di (Halil Özyazıcı). O da kaliteli bir insandı. Adalet Mensucat fabrikası
Balat’daydı. İdmana çıkmadan önce orada buluşur, oradan idman yapmak için Eyüp
sahasına giderdik.
Adalet 1959-60 kadrosu. Ayaktakiler: Celal Soydan, Muhittin Kıpçak, Bülent, Tezer, Ömer Kandemir. Oturanlar: Erol 3, Vural, Çetin Noyan, Yüksel, Burhan Sargın. |
Adalet’ten Ankara Demirspor’a
gittim. O zaman çok iyi bir kadroya sahipti. İlk gittiğimde Fikri Elma,
Selahattin’in kardeşi Celal Torkal, kaleci Pire Mehmet, Süreyya gibi isimler
vardı. 1960-65 arası oynadım orada. Yalnız iki sezon askerdeydim. 22 Şubat
olayları (22 Şubat 1962 hareketi) olduğu sırada ben Ankara’da askerdim.
İhtilallerin yapıldığı tank taburunda görevliydim. O zaman 27 Mayıs
harekâtından sonra profesyonel futbolcuların takımlarında oynaması
yasaklanmıştı. Yedek subay okul komutanı Turgut Alpagut paşaydı. Hüsamettin
Topuzoğlu vardı, o zaman binbaşıydı ve basketbol hakemliği yapıyordu. Beni
Turgut Alpagut’la tanıştırdı. O da beni alıp Harp Okulu komutanı Talat
Aydemir’e götürdü. Aydemir, Doğan Andaç’a telefon etti. Ondan sonra ben Doğan
Andaç’la idmana çıkmaya başladım. Fakat 22 Şubat hareketi olunca, o idmanlar
kesildi. 22 Şubat’ta tanklarla meclisin duvarına kadar dayandığımızı
hatırlıyorum. Muhafız Alayı ile bizim birlik arasında gerilim vardı. İnönü
büyük bir devlet adamıydı. Onun devreye girmesi sayesinde büyük bir facia
önlendi, yoksa kan gövdeyi götürecekti.
Ankara Demirspor 1964-65 kadrosu. Ayaktakiler: Celal Soydan, Mithat, Atilla, Yalçın, Teoman Yamanlar, Fikri Elma. Oturanlar: Doğan, Hakkı, Abdürrezzak, Hüsnü, Birol. |
Son olarak 1965-66 sezonunda
Samsunspor’da oynadım. Samsunspor’un kuruluşunda benim de emeğim vardır.
Demirel döneminde orman ve ulaştırma bakanlığı yapan Hüseyin Özalp Hacettepeli
Miki Muzaffer (Muzaffer Gür) ile beni Samsun’a götürdü. Ben oynadım, Muzaffer
Abi antrenördü. O Etibank’ta çalışıyordu, onun nakil işini yapamadılar. Sonra
bir ara takımı ben çalıştırdım. Sonra Demirspor’da beraber oynadığımız Celal
Torkal’ı götürdüm. O dönem bir Yolspor takımı vardı, hocası Sıtkı Karavin o
takımda çok iyi futbolcular yetiştirdi. Onunla ‘hazırlık maçı’ yapalım diye
öneride bulunduk fakat bizi konuşturmadılar, katiyen dinlemediler. Aynı şehrin insanları
birbirine cephe almışlardı. Samsunspor’un kuruluşunda Samsun Galatasaray ve
Fener Gençlik takımları vardı. Yolspor katılmayı kabul etmedi diye onu aforoz
ettiler. Kısır bir çekişme vardı. Bu spora yansıyor tabii. Yoksa Türkiye’de çok
iyi futbolcular çıkardı. Anatomik yapı olarak, hırs olarak bilhassa Karadeniz
çok uygundu. Ama başka bölgeler de uygun. Mesela geçen yıl Antakya’ya gittim. O
bölgenin çocukları anatomik yapı olarak Kuzey Afrikalılara benziyor. Fizikleri
çok mükemmel. Orada da iyi bir altyapı kurulabilir.
Beylerbeyi kaptanı, eski Karagümrüklü Gökçen Dinçer ile. |
1968’de antrenör kursunu
bitirdim. Bende 16 mm.lik Viktor marka sinema makinesi vardı. Federasyonun
yurtdışından getirdiği eski dokümanter filmler vardı. Sahir Abi (Gürkan) o işi
gayet iyi beceriyordu. Kendisinin de 8 mm.lik makinesi vardı. Bunlar yoktan var
eden insanlardı. O zaman para filan yoktu. Kursu bitirdim ama Samsun’a gidip
bıraktıktan sonra futboldan tamamen uzaklaştım, uzun süre ilgilenmedim.
Orduspor başkanı Dayı Mustafa beni bir gün maça götürdü. Bir de Süleyman Abi
başkan olunca beni yönetime aldı. Yoksa Beşiktaş’ta oynayanları bile
tanımıyordum.
Eskiden İstanbul’da da küçük
çocukları tarayıp bulan ve çok iyi yetiştiren ağabeyler vardı. İstanbulsporlu
Ali Mortaş mesela böyle birisiydi. Türkiye’nin her yerinde böyle insanlar vardı.
İşte Ankara’da Tatar Rauf bunlardan biriydi. Yine buradan İstanbul’a giden
Sabri Abi (Kiraz) binlerce futbolcu yetiştirdi. Tertemiz bir insandı. Yarışmacı
antrenör olamazdı belki ama gençliğe çok büyük hizmeti vardı. Onun heykelini
dikmek lazım. Aslında liglerde de çok muvaffak oldu ama esas meziyeti oyuncu
yetiştirmekti. Kaleci Özcan’ı bir ayda genç milli takıma soktu. Özcan Arkoç o
zaman Vefa’daydı. Sabri Abi bu işe kendini adamıştı. Mesela biz Ankara’da -
1961-62 sezonuydu galiba - idman yapıyorduk, hava kararmış artık, ışıklandırma
da yok. Bakıyordum Sabri Abi hâlâ orada idmanı seyrediyor. ‘Sabri Abi yenge eve
almayacak,’ diye takılıyordum.
İşte Sabri Abi gibi bize emeği
geçen bizim mahallemizin büyüğü Tatar Rauf oldu. Rauf Başer Romanya Tatarıydı.
1932 doğumluydu. Ailesiyle Edirne’ye gelmişler önce, sonra Ankara’ya geçmişler.
Babası Ziraat Fakültesinde memurdu. Saracoğlu evlerinde oturuyorlardı. O evler
buradaki Akaretler gibiydi. Rauf Başer çok iyi futbolcuydu, sol ayaklıydı.
Gençlerbirliği’nde tahminimce 1950-54 yılları arasında sol bek oynadı. Sonra
ayağı kırılınca futbolu bıraktı. Fenerbahçeli Ziya, kaleci Yavuz, Yaşar gibi
oyuncuları bulan oydu. Yetenekli çocukları Yıldırım Beyazıt Lisesinde
topluyordu.
Fenerbahçeli Şeref Has ile mücadelede. |
Süleyman Abi bana yetki
vermişti, Tatar Rauf’u Ankara’dan getirdim. Türkiye’yi beşe böldük. Onun her
yerde tanıdığı vardı. Bize isimleri verdiler. Mesela Bergama’dan Zeki’yi,
Maraş’tan Şifo Mehmet’i aldık. Onu Teoman Yamanlar tavsiye etmişti. Bolu’dan
Şenol ve Recep, Vefa’dan Saffet, Salihli’den Halim, Ordu’dan kaleci Metin’i
aldık. Aldıklarımızın hepsi aile terbiyesine sahip, düzgün çocuklardı. Aldığımız
çocuklara şunları tembihliyorduk: “Lütfen kılık kıyafetinize, yemek yiyişinize
dikkat edin. Çocuklar ülkenin cumhurbaşkanını, başbakanını tanımaz ama üç
büyüklerde oynayan futbolcuları tanırlar.”
Tatar Rauf çok büyük bir
ekoldü. Bizim futbol piyasamızda herkes tanırdı onu. Bırakın futbol piyasasını,
devlet adamlarına varıncaya kadar bütün Türkiye’de tanımayan yoktu onu. Yönetici
olarak PAF takımıyla Gaziantep’e gitmiştim. Muammer Güler o zamanlar orada
valiydi. Karşılaştığımızda, ‘Tatar Rauf nerelerde?’ diye sormuştu bana. Öyle
renkli bir kişilikti Tatar Rauf. Adaylığını koysa kazanırdı. Nihat Kahveci’yi o
kazandırdı Türk futboluna. Ben o zaman Beşiktaş yönetiminde değildim. Bana
geldi, ‘Esenler’de çok iyi bir futbolcu buldum ama almıyorlar,’ dedi. Biz
girdik devreye. Kime sorsan, ‘Nihat’ı biz getirdik,’ der ama Nihat’ı getiren
Tatar Rauf’tur. Süleyman Abi o sıralar maçlara gitmiyordu. ‘Altyapının maçına
gel, bir seyret şu çocuğu,’ dedim, gelmedi. En sonunda Cumhurbaşkanlığı
Kupasında Nihat’a şans verdiler. İki tane gol attı. Ondan sonra tabii Süleyman
Abi de bastırmaya başladı. Toshack’a da telkinde bulundu. Sonra bir baktık
Toshack onu İspanya’ya götürdü. Nihat aslen Giresunludur, Gökdeniz’le aynı
köydendir. Antalya’da bunun anketini yaptım, Türkiye’de futbol oynayanların
yüzde yetmişi Karadeniz kökenlidir. Eskiden mesela bütün beden eğitimi hocaları
Trabzonluydu. Orada eğitim kültürünün ayrı bir yeri var.
Ön sıra soldan: Celal Soydan, Vedat Özdemir, Yüksel Herat, Metin Erman, Kamil Üzülme, Bahattin Baydar. Arkadakiler: Ahmet Özacar, Gürcan Berk. |
Türkiye’nin değerli bir kıymeti
vardı Abbas Sakarya diye. Eski milli güreşçiydi. Budapeşte Spor Akademisin ilk
mezunlarındandı. Oradan gelince burada ne iş veriyorlar biliyor musunuz?
Halkalı Ziraat Mektebinde kütüphane memurluğu! O Beşiktaş’ta bizim kondisyonerimizdi.
Bize çok büyük yararları oldu. Onun sayesinde Beşiktaşlı futbolcuların
kondisyon sorunu yoktu. Ali İhsan Abi, Recep Abi gibi büyükler idmanlarda fazla
çalışamıyordu ama bize çok büyük faydası oldu. Abbas Sakarya İstanbul Yüzme
İhtisas kulübünü kurmuştu. Bütün hocalarını Macaristan’dan getirmişti. Gıdasına
çok dikkat ederdi Abbas Sakarya, et yediğini görmemiştim. Bir gün Yüzme
İhtisas’ta ziyaretine gittim. Yürüyüşe gitti dediler. Haftada üç gün
Ortaköy’den Sarıyer’e gidip gelirdi. Doksan küsur yaşında öldü.
Eşref Abi gibi bir orta saha
oyuncusu hayatımda görmedim. Ali İhsan Abi de öyleydi. Çok iyi bir santrhaftı.
Kim gelirse gelsin geçemezdi onu. Milan’daki Baresi biraz ona benziyordu. Ben
Beşiktaş’a gelmeden önce iki bek vardı. Sağ bek Kamil Üzülme ve sol bek Vedii
Tosuncuk. İkisinin de kademesine Ali İhsan Abi giriyordu. Keşke o zamanlara ait
görüntüler olsa da oynatılabilse.
Kasımpaşalı Tayyar ile. |
Baba Hakkı’yla çok beraber
olduğumuz için bende çok hikâyeleri var. Bize milli takımda iki kere kafile
başkanlığı yaptı. Biz oynarken deplasmanlara da gelirdi. Eskileri tanımakta
şanslıydık. Antrenör Meşaros zamanında bizde Çengel Hüseyin’le eski sol açık
Eşref Bilgiç vardı. Onlar eski anılarını çok anlatırdı. Kırklı yıllarda İzmir’e
Milli Küme maçları oynamaya gidiyorlar. Cumartesi günü ilk maç oynanırken
Yani’nin ayağı sakatlanıyor. Akşam yemek yiyorlar. Baba Hakkı, ‘Size bir saat
izin, gidin Kordon’da gezin gelin, sonra yatın,’ diyor. Herkes geliyor ama
Çengel Hüseyin yok. ‘Nerede?’ diye soruyor. Şükrü Abi, ‘İddiaya girdik, 2,5
lira verdik, denize attı kendini,’ diyor. Halbuki onu denize itmişler. Çengel
Hüseyin geliyor. Baba Hakkı, ‘Neredesin ulan?’ diyor. Rahmetli Hüseyin
sinirlendiği zaman kekelerdi. O meramını anlatana kadar Baba Hakkı buna bir
tane yapıştırıyor. Hüseyin nihayet denize itildiğini söylüyor. Ertesi gün
Yani’nin ayağı şiştiği için ayakkabıya girmiyor. ‘Getirin ayakkabısını, Yani’yi
de çağırın,’ diyor. Ayakkabının ortasını kesiyor. O şekilde giydirip bandajla tutturuyor.
Yani fizik olarak Baba Hakkı’nın iki misli ama bir şey diyemiyor.
Klişe bir laf olacak ama
şimdiki futbolcular çok şanslı. Bütün sezon boyunca aynı formalar, çoraplar
kullanılırdı. O çoraplar yıkanır, bir de kazık gibi olurdu. Ertesi maç Ahmet’in
çorabı Mehmet’e, onunki Ahmet’e giderdi. Biz ayakkabımızı eve götürür,
yağlardık, kalıba koyardık. İdmanlarda eski ayakkabılarla oynardık, Dinyakos
ayakkabımızı harcamazdık.
İkinci Dünya Savaşı bittikten
sonra 1950’li yıllarda Yugoslavya’da futbol ve basketbol 45 derecelik bir
açıyla zirveye çıktı. 2000 yılına kadar, yani elli yıl boyunca düz bir çizgide
kaldı. Bugün nasıl dünya futboluna Brezilya hakimse o zamanlar Yugoslavlar
hakimdi. Avustralya milli takımının altı tane oyuncusu Yugoslavdı. Almanya’nın
bölgesel liglerinde bile Yugoslavlar oynuyordu. Türkiye’de de çok Yugoslav
oyuncu vardı. Türkiye’nin artık dışarıdan transfer yapmasına gerek yok.
Avrupa’da gençlik artık futbol oynamak istemiyor. 1970’ten sonra Almanya’dan
bir virtüöz çıkmıyor. Türkiye’de malzeme var ama yetiştiren yok. Avrupa’yı baz
alırsak en çok genç nüfusa sahip ülke Türkiye. Bizim çocukluğumuzda altyapı
mahallelerdi. Ben şimdi yetkili olsam İstanbul’da ve Türkiye’de ne kadar federe
olmuş mahalle takımı varsa hepsini kapatırım. O körpecik yetenekli çocuklar
ehliyetsiz kimselerin eline düşüyor ve orada zaten törpüleniyor. Aralarından
tek tük çocuklar çıkıyor.
Sitedeki yazılar çok güzel, emeğinize sağlık. Bir konu hakkında sorum olacaktı, size e-mail yoluyla hangi adresten ulaşabilirim?
YanıtlaSil