Fenerbahçe Stadının çok
yakınında dünyaya gelmişti. Yani bir bakıma doğuştan Fenerbahçeli sayılırdı. Fakat
futbol kariyeri bir başka İstanbul kulübünde başladı. 1950’lerde milli takım
forması için büyük bir rekabet içinde olduğu Turgay Şeren’le çocukluk
arkadaşıydı. Uzun yıllar Avusturya’da forma giymiş, daha sonra ünlü Köln Yüksek
Spor Okulunda antrenörlük kursu görüp birçok kulübümüzde görev yapmıştı. İşte
futbol tarihimizin bir dönemine damgasını vurmuş kalecilerimizden Şükrü
Ersoy’un yaşam öyküsü:
“14 Ocak 1931 yılında
Kadıköy’de doğdum. Kurbağalıdere’de bir tahta köprü vardı, şimdi stadın
arkasında aynı yerde beton bir köprü var. Eskiden orada köşkler vardı. Babam
askeri eczacıydı, bahriye albayıydı. Dedem eski paşalardan. Benim ismim Ali
Şükrü’dür. Annemin babasıyla babamın babasının isimlerini taşıyorum. Annemin
babası da denizciydi, çarkçıbaşı olarak görev yapıyordu. Babam aslen
Üsküdarlıdır ama subaylıktan emekli olunca Sarıyer’e yerleşmiş ve eczane açmış.
Üç kardeştik biz. Babamın ilk eşinden iki kızı olmuş. Eşi ölünce annemle
evlenmiş. Babam ben beş yaşımdayken vefat etti. Onun için babasız büyüdüm
diyebilirim. Bir ara Taksim’de oturduk. İlkokulu orada okudum.”
|
Babasıyla birlikte eczanenin önünde. |
“Eskiden mahalle maçları vardı.
Yazın lig maçlarına çok uzun ara verilirdi, o zaman semt sahalarında semt
maçları yapılırdı. Bizim Cihangir takımı vardı, Samim Var’la birlikte o takımda
oynuyorduk. Anadoluhisarı sahasında bir maç yapıyorduk. Sabri Abi beni o maçta
görmüş, maçtan sonra yanıma geldi, ‘Seni Fenerbahçe’ye alalım,’ dedi. Futbola
ilgi duymamda Fenerbahçeli olan dayımın büyük payı vardır. Kendisi de albay
olan dayım o zamanlar çıkan Kırmızı-Beyaz mecmuasını alırdı. O dergilerde
gördüğüm Cihat Arman’a büyük hayranlık duyardım. Hatta bir gün evde Cihat gibi
atlarken bir koltuk vardı, koltuğun üstüne düşünce kolumu kırdım. O zamanlar
evler iki katlıydı ve merdivenliydi. Aşağıya ‘Anne kolumu kırdım,’ diye
bağırıyorum, annem inanmadı. Ben aşağı inince halimi bir gördü, hemen Numune
Hastanesine gittik. Sabri Kiraz beni Fenerbahçe genç takımına aldırdı. Allah
gani gani rahmet eylesin, ilk antrenörüm olarak Sabri Abi’nin üzerimde çok
büyük emeği vardır. Kabiliyetli olduğum görülünce mektebe de yazdırdılar.
Ortaokulu Haydarpaşa Lisesi orta kısmında bitirmiştim. Sonra Boğaziçi Lisesinde
okudum. Zaten Sabri Abi mektepte müdür muaviniydi. Kabiliyetli çocukları kulüp
o mektepte okutuyordu. Okulla ilgili bütün masraflarımı Fenerbahçe verdi.”
|
Fenerbahçe genç takımında Cihat
Arman'dan devraldığı kazakla. |
O yıllarda okul maçları büyük
çekişme içinde geçiyordu, zira geleceğin pek çok ünlü yıldızı İstanbul’un
çeşitli liselerinde okurken bir yandan da okullar arasında düzenlenen maçlarda
boy gösteriyordu. İşte bu maçlardan biri geleceğin iki ünlü kalecisini, Şükrü
Ersoy ile Turgay Şeren’i karşı karşıya getirmişti: “Turgay benim mahalle
arkadaşımdı. O zamanlar santrfor oynardı. Taksim Talimhane’de bir Yahudi takımı
vardı, o takımda ben kaleciydim, o santrfordu. O zamanlar mektep maçları çok
çekişmeli geçerdi. Galatasaray, Haydarpaşa, Kabataş, Boğaziçi, Taksim gibi
liselerin takımları arasındaki maçlar ses getirirdi. Boğaziçi’nde zaten
Fenerbahçeli oyuncular vardı. Bir gün
Şeref Stadında Galatasaray-Boğaziçi maçına çıkacağız, bir baktım Turgay
Galatasaray Lisesi takımında kaleci.
Nasıl oldu diye sordum. Galatasaray A takımında sol açık Mehmet Ali
vardı, mektepte de beden eğitimi hocasıydı. Turgay o zamanın şartlarına göre
basketbolu, voleybolu da çok iyi oynardı. ‘Hocamız beni kaleci yaptı,’ diye
cevap verdi.”
|
Şükrü Ersoy ve Turgay Şeren |
Şükrü Ersoy bir yandan Boğaziçi
Lisesinde okurken diğer yandan Fenerbahçe genç takımının kalesini koruyordu.
Çocukluğundan beri tuttuğu kulübün A takımına yükselme hayalleri kurarken hiç
ummadığı bir şekilde kendini bir başka İstanbul kulübünde bulmasını şöyle
anlatıyor: “Cihat Abi yanlış hatırlamıyorsam 1948 senesinde, ‘Ben yakında
bırakacağım, kale senin’ dedi. O zamanlar şimdiki maddi şartlar yoktu. Maaşım
25 liraydı, 50 liraya çıktı. Sonra 75 ve en son 125 lira oldu. 1949 senesinde
artık önümüzdeki sene ben oynayacağım diye düşünüyordum. Bir gün sabah gazeteyi
elime aldım bir baktım ‘Fenerbahçe Erdal’ı aldı’ diye haber var. Erdal
Kocaçimen Ankara muhtelitinde oynamış, sezonun sonunda İran maçında da milli
olmuştu. Ben üzüldüm tabii. O tecrübeli kaleciydi, o alınırsa ben oynayamam
diye üzüldüm. Ben o halde otururken yanıma rahmetli Melih (Ilgaz) geldi. ‘Seni
oynatmaz bunlar, gel seni Vefa’ya götüreyim, para kazanırsın,’ dedi. O zaman
beni yönlendirecek babam gibi insanlar olmadığı için kararlarımı kendi başıma
veriyordum. Beni elimden tuttuğu gibi başkan Remzi Tatari’ye götürdü. Başkan
bana 5.000 lira para, 250 lira maaş verdi. Böylece Vefalı oldum.”
|
Vefa'ya geldiği gün başkan Remzi Tatari ile.
Arkada kulüp binası görülüyor. |
Şükrü Ersoy Vefa’da Ağustos
1949’dan askere gittiği Nisan 1952’ye kadar üç sezon boyunca forma giydi. Takıma
katıldığında daha on sekiz yaşında bir gençti. Burada geçirdiği günlere dair
hoş anılarını anlatıyor: “Vefa’ya ilk gittim, idmana çıktık. Kulüp binasında
duşlar vardı. Sıcak su açılınca etrafı buhar basıyor, kimse birbirini
görmüyordu. İçeri girip bir baktım göz gözü görmüyor, ‘ben burada yıkanmam’
dedim kendi kendime. Üstüm başım çamurlu gittim soyunma odasına. Biraz sonra
Galip Abi geldi, ‘Niye yıkanmadın?’ diye sordu. ‘Abi ben evde yıkanırım,’
dedim. Ben öyle deyince bana güldü. Yine Vefa’daki ilk senemde bir gün Süleymaniye
ile oynuyoruz, daha on yedi on sekiz yaşında çocuğum yani. Süleymaniyeli oyuncular bana sataşıyorlardı.
Bağırmaya başladım, ‘Galip Abi, baksana bu Necmi bana saldırıyor,’ dedim. Galip
Abi hemen yanımıza geldi, ‘Çocuğu rahat bırakın,’ deyince benle uğraşmaktan
vazgeçtiler.”
|
Şükrü Ersoy'lu Vefa kadrosu. Ön sırada soldan ikinci Rahmi, üçüncü
kaptan Galip, sağ başta Zeki. Orta sırada soldan üçüncü Garbis
ve yanında Şükrü Ersoy. Sağ başta Ördek Mustafa.
Arka sırada sağ başta Tahtabacak İsmet. |
“O senelerde Vefa takımı çok
iyiydi. Galip Haktanır, Ördek Mustafa, Tahtabacak İsmet yanında Galatasaray’dan
İsfendiyar gelmişti. Beşiktaş’a yenilip şampiyonluğu kaybettik. İlk defa yedi
tane futbolcu milli takımda oynadı. Galip Abi zaten daha önceden de milli
takıma seçiliyordu. İsfendiyar, Garbis, Rahmi de milli oldular.” Şükrü Ersoy da
ilk kez 1950’de, Vefa forması giydiği sırada milli takıma seçilmişti. İlk maça
çıktığı günü şöyle hatırlıyor: “Eskişehir Demirspor’da oynayan zamanın meşhur
kalecisi Abdülkadir ile birlikte İsrail’le yapılacak maç için milli takıma
seçildik. Ben o gece heyecandan uyuyamadım. Abdülkadir çok tecrübeliydi, o
oynatılır diye düşünüyordum. Galip Abi beni hep yatıştırmaya çalıştı, ‘Yarın
sen oynayacaksın,’ dedi. Maçtan iki saat önce yemek yedik. Yemekten sonra
Ankara’da federasyonda tespit edip yazılarak zarfın içine konulan kadro
açıklanacaktı. Ben heyecandan bekleyemeyip tuvalete gittim. O sırada kadro
okunmuş. Galip Abi beni görünce ‘Sen oynuyorsun’ anlamında bir işaret yaptı.”
|
1956'da oynanan İstanbul-Peşte karmaları arasındaki maçta Puşkaş'ın
ayağından topu alırken. Arkada Mehmet Ali Has görülüyor. |
İsrail maçı hiç beklenmeyen bir
neticeyle sonuçlanmış ve milli takımımız 5-1 yenilmişti. Bu maçtan bir hafta
sonraysa Vefa Galatasaray’la oynamış ve tarihinin en parlak sonuçlarından
birini almıştı. Şükrü Ersoy bir hafta arayla yaşadığı üzüntü ve sevinci
anlatıyor: “İsrail’deki maçta 5-1 yenildik. Milli takımımız o zamana göre en
iyi takımdı. Gündüzler, Rehalar gibi çok tecrübeli oyuncular vardı. Bir tek ben
on dokuz yaşındaydım. Takım tecrübeliydi ama bir şekilde yenildik. Turgay da
genç milli takımın kalecisiydi. Onlar Ankara’da Mısır’ı 3-1 yendiler.
Türkiye’ye döndük ama beş tane yedim diye üzüntülüyüm tabii. Bütün arkadaşlar beni
teselli ettiler. ‘Biz de Galatasaray’ı yeneceğiz ve Turgay’dan rövanşı alacağız
merak etme,’ dediler. Hakikaten maçı 5-1 kazandık. Her gol attığımızda yanıma
gelip, ‘Ne haber, daha atalım mı?’ diye soruyorlardı. Ben de ‘Atın tabii, daha
beş olmadı,’ diyordum.”
1951-52 sezonu devam ederken Şükrü
Ersoy askerliğini yapmak üzere Ankara’ya gitti ve askerlik bitince ilk göz
ağrısı Fenerbahçe’ye döndü. “O zaman popüler futbolcular askeri takımlarda
oynuyordu. Ben de iki sene Ankara’da Karagücü’nde oynadım. Askerden dönünce
yine Fenerbahçe’ye katıldım. Erdal Abi o sırada sakatlanmıştı. Böylece tekrar
kaleye geçme fırsatını yakaladım. O senelerde diğer kaleci Selahattin Ünlü ile
rekabetimiz vardı. Daha sonra Özcan Arkoç geldi. Yıllar sonra ben Avusturya’ya
gittiğimde onun oraya gelmesinde yardımım oldu.” Fenerbahçe’de beş şampiyonluk
gören Şükrü Ersoy, bunların ilkini İstanbul Profesyonel Liginin1956-57
sezonunda yaşadı. “Galatasaray’ı bir bayram arifesinde 3-0 yenerek şampiyon
olduk. Bir hafta önce İstanbulspor’la berabere kalmıştık. Son maçı Galatasaray
ile oynayacaktık. Biz iki puan gerideydik. Yani Galatasaray’la berabere bile
kalsak şampiyon olamıyorduk. O maçı 3-0 kazandık.”
|
1956-57 şampiyonu Fenerbahçe kadrosu. Ayaktakiler: Turhan Bayraktutan, Nedim Günar, Niyazi Tamakan, Şirzat Dağcı,
Lefter Küçükandonyadis, Şeref Has, Basri Dirimlili, Avni Kalkavan, Can Bartu, Necdet Çoruh. Oturanlar: Ergun Öztuna,
Selahattin Ünlü, Orhan Erkmen, Şükrü Ersoy, Seracettin Kırklar, Naci Erdem. |
1954 yılında önce İspanya’yla
yapılan Dünya Kupası elemelerinde, ardından İsviçre’de düzenlenen finallerde
milli formayı giydi: “1954 dünya kupası elemelerinde bize İspanya düştü.
İspanya o zamanın en büyük takımlarındandı, kadrosu çok güçlüydü. Madrid’teki
maçta ben oynadım, 4-1 yenildik. Buradaki maçta biz yendik. O zaman gol averajı
yoktu, üçüncü maç Roma’da oynandı. O maçta Turgay sakatlanınca çıktı. Orada bir
kurtarışım vardır, arkadaşlarımın söylediğine göre çok iyi bir kurtarış
yapmışım. Sonunda kura çekildi ve ilk kez dünya kupasına katılmaya hak
kazandık. İlk maçı Almanya ile oynayıp yenildik. İkinci maçta Kore’yi yendik.
İkisinde de Turgay oynadı. Puanlar eşit olunca bir kere daha Almanya ile
oynadık. O maçta ben kaleciydim. Santrhafımız Kasımpaşalı Çetin sakatlanıp
çıkınca on kişi kaldık ve 7-2 yenildik. Ben gayet üzgündüm. Tam otobüse
binerken kapıda federasyon başkanı Ulvi Yenal duruyordu. ‘Kaldır kafanı,’ diye
arkamı okşadı. ‘Şükrü senin bir kabahatin yok,’ dedi. ‘Ben kaleciliğimde altı
gol yemiştim, en fazla gol yiyen kaleci unvanı bendeydi, bunca senedir
bekliyordum sen beni geçtin, artık ben rahatladım,’ dedi. Ondan sonra ben
beklemeye başladım. Yıllar sonra Polonya’ya ve İngiltere’ye 8-0 yenilince ben
de rahatladım. Maçtan evvel futbolcular büyük heyecan duyar, strese girer ama
maç başlayınca o sona erer. Kalecilik bambaşka bir yer. Bir başarı sonuna kadar
gidip netice hâsıl olursa başarıya ortak oluyorsun ama kaybettiğin zaman bütün
yük kalecinin üzerine kalıyor. Mesela 5-2 yensen bu bir galibiyettir ama iki
tane nasıl yedi diye kaleci sorgulanır. O bakımdan kritik bir yer.”
|
Şükrü Ersoy'un evinin duvarında yer alan çeşitli milli takım fotoğrafları. |
Kalecilerin konumunun bıçak
sırtında olduğunu bir başka anısıyla şöyle ortaya koyuyor: “Bir gün yine bir
maça çıkacağız. Soyunma odasında duşların yanına gidip ellerimi açarak dua
etmişim. O zaman takımlar arasında büyük güç farkı vardı. 5-1, 6-0 gibi
sonuçlarla yeniyorduk. ‘Allah’ım gol yiyeceksem top köşelere filan gitsin de
kimse beni suçlamasın,’ demişim. Bunu sonradan arkadaşlar söyledi.” Fenerbahçe’de
geçirdiği yıllara ait hoş bir anısını da şöyle anlatıyor: “Eskiden takım fazla
değişmezdi. Onca sene oynadım, iki defa takım kaptanlığı yaptım. Ankara’da
Ankaragücü ile oynuyoruz, takım kaptanı benim. Köprünün altından sahaya
fırlayıp koşarak çıkardık. O şakacı Can bizim çocuklara, ‘Şükrü Abi fırlasın,
biz arkasından koşmayalım,’ demiş. Ben döndüm arkaya, ‘Hazır mısınız çocuklar?’
diye sordum. ‘Hazırız’ cevabı alınca, ‘Hadi’ deyip fırladım. Sahanın ortasına
gelip arkama bir baktım kimse yok, tünelin ağzında gülüşüyorlardı.”
|
Şükrü Ersoy, Can Bartu, Naci Erdem ve Basri Dirimlili. |
Şükrü Ersoy Fenerbahçe kalesini
1961-62 sezonu ortasına kadar korudu. 27 Ocak 1962’de oynanan Yeşildirek maçı
onun Fenerbahçe formasıyla son resmi maçı oldu. “1962’de menisküs sakatlığı
yaşadım. Tedaviden sonra Avusturya’dan bir teklif geldi. Eski hocamız Molnar
orada çalışıyordu. Böylece Salzburg kulübüne transfer oldum ve beş sene de
orada oynadım.” Ondan bir sene sonra Özcan Arkoç, ertesi yıl da Ergun Öztuna
Avusturya’ya transfer oldu. Üç futbolcumuz bu ülkede başarılı maçlar
çıkardılar. Şükrü ve Özcan bazı maçlarda birbirlerine rakip oldular.
|
Avusturya'da bir lig maçında. |
Şükrü Ersoy Avusturya’da
futbolu bıraktıktan sonra Köln’de bulunan ünlü Yüksek Spor Okuluna gitti ve
dokuz ay süren antrenörlük kursuna katıldı. Kurs bitiminde Türkiye’ye döndü ve
antrenörlük kariyerine başladı. “1967’de başlayan antrenörlük hayatımda ilk
çalıştırdığım kulüp Balıkesirspor’du. Kulüp yeni kurulmuştu ve 2. Ligde ilk kez
mücadele edecekti. Dolayısıyla ben Balıkesirspor’un ilk antrenörüyüm. Ondan
sonra yirmiye yakın takımda çalıştım. Bunların arasında Fenerbahçe, 1. Lige yeni
çıktığında Trabzonspor, Altay, Denizlispor, Manisaspor, Kayserispor gibi
takımlar var."
|
Balıkesirspor'da bir idmanda. |
"1991’de Futbol Federasyonuna katıldım ve genç milli takımın
muhtelif kademelerinde vazife aldım. İlk kez bayan milli takımını kurdum.
Antrenör kurslarında hocalık yaptım. Yeni bir branş olarak kaleci antrenörlüğü
organize edilmişti. Onun kurulmasında görev yaptım. 2003’e kadar federasyonda
görev yaptıktan sonra o tarihte emekli oldum.” Eşinin şu sözleri onun
antrenörlük anlayışını da özetliyor: “Ben de futbolla yakından ilgileniyorum.
Bazen antrenörlerle oyuncular takışıyorlar. Bu ihtilaf sonunda futbolcunun
takımdan ayrılmasına kadar varıyor bazen. Şükrü’nün antrenörlük hayatında böyle
şeyler olmadı. Mesela Manisaspor’u çalıştırırken bir oyuncusuyla
tartışmışlardı. Fakat milli takıma oyuncu önermesi istendiğinde Şükrü önce onun
adını verdi.”
|
Avusturya'da bir zamanların ünlü kalecisi Zamora ile
birlikte. Arkada Molnar görülüyor. |
Kendi oynadığı dönemle bugünün
futbolu arasındaki karşılaştırmayı şu sözlerle yapıyor: “Eskiden futbolda
şimdiki kadar koşma, ikili mücadele yoktu. Futbolcunun estetik meziyetleri ön
plana çıkar ve taraftarı cezp ederdi. Bu özellikler de Fenerbahçeli
futbolcularda çok vardı. Büyük Fikret, Küçük Fikret, Naci, Cihat gibi oyuncular
seyirciyi tatmin ederdi. Şimdiyse takım oyunu, ikili mücadele, pres, her
tarafta kademe var. Futbolcunun kendi meziyetlerini fazla gösterme imkânı yok.
Bizim zamanımızdan bugün olsa kim oynardı diye düşünüyorum, mesela bir Kadri
Aytaç oynardı ama bir Metin Oktay, bir Can Bartu bu sistemde oynayamazdı çünkü
bu kadar koşmazlardı. Eskiden ferdi meziyetler ön plana çıkıyordu, şimdiyse bir
muharebe var.”
|
Başbakan Adnan Menderes 1956'da Macaristan'ı 3-1 yenen milli takım
oyuncularına birer kol saat hediye etmişti. Fotoğrafta Menderes'le birlikte
Saim Tayşengil, Turgay Şeren, Şükrü Ersoy, Ali Beratlıgil
ve Nazmi Bilge görülüyor. |
Geçmişin zorluklarıyla bugünkü koşullar
arasındaki farklar konusunda şunları söylüyor: “Bizden evvelki oyuncular daha
büyük yokluk içinde oynamıştı. Hatta bize ‘siz iyisiniz, para alıyorsunuz,’
derlerdi. Ama şimdi futbolda anormal para var. Oynanana karşı verilen para çok
daha fazla. Arada bu kadar anormal fark olmaması lazım diye düşünüyorum.
Şimdiki imkânlar keşke o zaman olsaydı. Yollar bile günümüzde çok gelişti.
Balıkesirspor’a antrenör olduğumda buradan Balıkesir’e sekiz saatte gidilirdi.
O zamanlar bir Dinyakos ayakkabı vardı, onu da almak meseleydi. Biz kaleciler
yün kazak giyerdik. Zaten ağırdı, yağmurlu havada suyu çekince iyice
ağırlaşırdı. Konçlar desen öyle. Gençliğimde annemin verdiği eldivenlere pinpon
raketlerinin üstündeki tırtıklı zemini kesip yapıştırırdım. O zaman da eldiven
vardı ama şimdiki eldivenlerle kıyaslayınca çok ilkel kalıyordu. Aynı eldiveni
sezon boyu kullanırdık. Saha zeminleri kötüydü. Eskiden yağmur yağınca saha
kurusun diye kum dökerlerdi. Şimdi kulüpler yılda altmış dört maç oynamaktan
yakınıyor. İşin bu, profesyonelsin; altmış dört de oynarsın, yetmiş dört de.
Biz o zamanın şartlarında Cumartesi-Pazar maç yapardık. Biz sakatlandığımız
zaman en büyük tedavi yöntemimiz, Bursa’da Çekirge’ye gidip kaplıca suyuna
ayağımızı sokmaktı. Veyahut Reşat Abi’nin muayenehanesine giderdik. Sıcak ampullerle
tedavi yapılırdı. Sıcak faydalı mı değil mi bilinmezdi. Ağır şekilde
sakatlanınca da futbolu bırakırdık. Şimdiki antrenörlerin onlarca yardımcısı
var. Maç izleyicisi ayrı, oyuncu izleyicisi ayrı, kaleci çalıştıranı, sakatları
çalıştıranı ayrı.”
|
Şükrü Ersoy'un 30 Temmuz 1967'de Balıkesir'de yapılan jübilesine birçok
ünlü futbolcu katılmıştı. Soldan sağa: Turgay Şeren, Şükrü Ersoy, Selahattin
Torkal, Recep Adanır, Naci Erdem, Burhan Sargın, Basri Dirimlili, Ogün
Altıparmak, Candemir Berkman, Suat Mamat, Metin Oktay, Osman Göktan
ve Ergun Öztuna. (facebook.com/Mazideki Balıkesir - Altuğ Oymak ve Asaf Güngören'e teşekkürler) |
Tüm bunlara rağmen futbol
oynamaktan, kalecilik yapmaktan dolayı pişman değil. Son sözleri şöyle oluyor
Şükrü Ersoy’un: “Şunu yapamadım diye hiçbir düşüncem yok. Kendi kapasiteme göre
erişebileceğim her şeye eriştim.”
Harika olmuş! Elinize sağlık!
YanıtlaSilBahis oynamak istiyorsanız Mobil Bahis Giriş sitemizde en yüksek oranlarla bedava bahis veren bir site olan Mobil Bahis üzerinden kuponunuzu kolayca yapabilirsiniz.
YanıtlaSil