30 Aralık 2012 Pazar

Abdülmetin Kocaoğlu - Vefa'da Oynadı, Beşiktaş'ta Yetiştirdi


1950’lerin İstanbul’u… Şehrin merkezini henüz sur içindeki semtlerin oluşturduğu, Anadolu yakasının henüz yaz sıcaklarında sığınılan bir sayfiye olarak kullanıldığı yıllar. Ve bu yıllarda şehrin sokaklarını, arsalarını, camilerin avlularını top sahası olarak kullanan çocuklar. Kulüplerin futbol okulu, altyapı gibi kavramlarla henüz tanışmadığı o günlerde Bizans sarnıçlarından bozma ‘Çukurbostan’ sahalarından, arsalardan, sokak aralarından nice futbolcu yetişmiştir. İşte bunlardan biri Galatasaray genç takımında başladığı futbol hayatını onlarca oyuncunun son durak olarak gördüğü Vefa’da uzun yıllar sürdüren, sekiz sezon formasını giydiği bu kadim İstanbul kulübünün altmışlı yıllardaki en istikrarlı oyuncularından olan Abdülmetin Kocaoğlu’dur. 



Yazının güncellenmiş halini okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:



18 Aralık 2012 Salı

Güler Aksel - Göztepe'nin İlk Profesyonel Futbolcusu



1955 senesinde Manisa’nın amatör bir takımından Göztepe’ye iki kardeş futbolcu geldi. Aralarında sadece iki yaş vardı. Zaman içinde kardeşlerin küçüğü Gürsel, Göztepe’nin efsane kadrosunun en önemli unsurlarından biri olup “Koca Kaptan” namıyla unutulmazlar arasına girerken; büyüğü Güler üniversite eğitimini ve meslek hayatında yükselmeyi seçmişti. Seyredenler onun da kardeşi gibi çok iyi bir futbolcu olduğunu söylüyordu. Ne yazık ki futbol hayatı kendi kararıyla 1961 yılında, Göztepe’nin tırmanışa geçmesinden kısa bir süre önce sona erdi. İzmir’in Güzelyalı semtinde sessiz sedasız yaşamını sürdüren Gürsel Aksel futbola nasıl başladığını anlattı.

“1935 Uzunköprü doğumluyum. Babam mübadele sırasında 1925’te ailesiyle birlikte  Selanik’ten Türkiye’ye gelmiş. Bursa’nın Mustafakemalpaşa kazasına yerleşmişler. Buraya gelince memur olmuş. Uzunköprü Ziraat Bankasında müdürken Gürsel’le ben dünyaya gelmişiz. Gürsel 1937 doğumlu. Babam buradan Balıkesir’e, oradan Ödemiş’e, ardından Manisa’ya tayin oldu. Çocukluğum Balıkesir’de geçti, ilkokulu burada okudum. Futbola Ödemiş’te mahalle arasında oynayarak başladık." 



Aksel kardeşlerin kaderi Manisa'ya taşınmalarıyla birlikte değişecekti. Bir yandan lisede okuyorlar, diğer yandan kentin başta gelen takımlarından birinde oynuyorlardı: "Gürsel'le birlikte Manisa Gençlik takımına girdik. Göztepe Manisa'ya gelerek bizim takımla bir hazırlık maçı oynadı. Güzel oynadık ve 2-1 yendik. İki golü de ben atmıştım. Zaten daha önceden maçlarımızı takip ediyorlarmış. Demokrat Parti Manisa milletvekili Cevdet Özgirgin kulübü haberdar etmiş. Göztepe'yi yendiğimiz maçtan sonra  Zeki Çırpıcı gelip bizi aldı."

Aksel kardeşler Manisa Gençlik takımında. Güler oturanlar arasında soldan üçüncü, Gürsel sağ başta.
Elinde flama tutan küçük çocuksa kulüp başkanının oğlu ve geleceğin ünlü müzisyeni İlhan Şeşen.

Böylece Aksel kardeşler 1955 yılında İzmir'e gelirler: "1955 Haziran ayında Göztepe’ye geldik. Ben yirmi yaşındaydım, Gürsel on sekiz yaşındaydı. Hatta Gürsel on sekiz yaşını doldurmamıştı, bir ay beklediler profesyonel mukavele imzalamak için. Ben Göztepe kulübünün ilk profesyonel futbolcusuyum. O zamanki parayla ikimize toplam 1000 lira vermişlerdi. Biz hayatımızda 1000 lirayı bir arada hiç görmemişiz, o zaman bizim için büyük paraydı. Ayda 200 lira da maaş veriyorlardı. Ayrıca maç başına 25 lira, 50 lira prim alırdık."

Güler Aksel (solda), Güzelyalı'da şimdi sahil yolunun geçtiği,
dönemin ünlü mekânı Mez Gazinosunda profesyonel futbolcu
olmasını sağlayan mukaveleyi imzalıyor.

Birbirine bağlı olan aile fertleri böylece futbol yüzünden ayrı düşerler: "İlk sene ailemiz Manisa’da kaldı. 
Kulüp bize Göztepe’de Kilise Sokağında ev tutmuştu. Fakat intibak etmekte zorlandık. Bizim ufağımız 
kız kardeşimiz vardı. Onun kaydını İzmir Kız Lisesine aldırdık, böylece bizim yanımıza geldi. 
Ertesi sene de annem yanımıza geldi. Babam zaten banka müfettişi olmuştu, sürekli dolaşıyordu."


İki kardeşin birbirine ne kadar bağlı olduğu bütün fotoğraflarda birlikte poz vermelerinden bellidir. 
Başlangıçta futbol sahasında da yan yana mevkileri paylaşırlar: "Ben sağ açık oynardım. Gürsel 
benim yanımda oynadı bir süre, yan yana çok güzel maçlar çıkardık. Sonra onu sol içe aldılar."

Göztepe'nin 1959-60 sezonundaki kadrosu.

1955'te Göztepe'ye geldiklerinde Milli Lig henüz kurulmadığından İzmir Ligindeki maçlarda yer alırlar. 
Böylece İzmir dışındaki futbolseverler onları izlemekten mahrum kalır. 1959'da Milli Ligin kurulmasıyla 
birlikte üç şehrin takımları birbiriyle maç yapmaya başlar ve diğer kulüp yöneticilerinin dikkatini çekerler.

Göztepe'nin  1959 kadrosundan beş oyuncusu (soldan):
Güler, Gürsel, Hakkı, Ayhan, Rahmi.

"1959 senesinde Karagümrük bize o zamana göre büyük para teklif etti. İkimizi 50 bin liraya transfer etmek 
istediler. Kadri Aytaç o zamanlar 60 bin liraya Galatasaray’dan Karagümrük’e geçmişti. Biz toplam 20 bin 
liraya Göztepe’de kaldık. İzmir’i ve Göztepe’yi sevmiştik, muhit değiştirmek istemedik. Daha sonra Gürsel’e Fenerbahçe’den filan çok büyük teklifler geldi ama gitmedi." 

Güler ve Gürsel Aksel, 1959 yılında Milli Ligin ilk sezonunda
Alsancak Stadında Karagümrük'ü 3-0 yendikleri maçtan sonra
dönemin büyük yıldızı Kadri Aytaç ile birlikte.


İki kardeş bir yandan futbol oynarken diğer yandan eğitimlerini sürdürüp üniversiteyi bitirirler: "İkimiz de 
Yüksek Ticaret Mektebini bitirdik. 1950’lerde Teknik Üniversite hariç bütün üniversitelere imtihansız 
girilebiliyordu. Hatta okula girmeden önce beni Gençlerbirliği istemişti. Ankara’da Siyasal Bilgiler’de 
okuyacaktım. Koç Yurdunda yatıp kalkacaktım, aylık da vereceklerdi. Gözüm o okulda olduğu halde 
gitmedim, Göztepe’de kaldım."

  
Güler Aksel birlikte çalıştığı hocaları şöyle sıralıyor: "İlk antrenörümüz Ruhi Karaduman’dı. Sonra Reha Eken 
ve Bülent Eken’le çalıştık. Sonra Alman bir antrenör geldi. Daha sonra Adnan Abi’yle (Süvari) çalışmaya 
başladık.  Ben onunla bir sezon çalıştım."


Güler Aksel belki en verimli olacağı bir dönemde, yirmi altı yaşındayken yedek subaylık hizmetine başlar: 
"1961’in Ekim ayında askere gittim. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra askeri idare, asker futbolculara oynamayı yasakladı. O zaman yedek subaylık iki sene sürüyordu. Bu dönem boyunca hiç oynayamadım. Askerden 
dönünce de futbolu bıraktım. Emlak Kredi Bankasına girip çalışmaya başladım. İki sene hiç top oynamayınca 
tekrar başlamak zor geldi. Ben zaten oynarken de futboldan istikbal beklemiyordum. 
Önceliğim okulumu bitirmek, aileme yük olmamaktı."  

Aksel kardeşler Alsancak Stadında bir Beşiktaş
maçından önce Kaya Köstepen'le birlikte.



Böylece Gürsel yoluna devam ederken Güler Aksel erken yaşta futbola veda ederek futbolseverleri iyi bir oyuncuyu izlemekten mahrum bıraktı; bankacılık mesleğini sürdürüp emekli oldu. Emeklilikten sonraki günlerini Güzelyalı parkının karşısındaki dükkanına sık sık uğrayan futbolcu dostlarıyla eski günlerini yad ederek geçirdi. 


Göztepe kulübünün unutulmazları arasına adını yazdıran Güler Aksel, kendisiyle son görüşmemizden kısa bir süre sonra, 4 Nisan 2013'te hayata veda etti.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Erkan Velioğlu - Her Daim Altınordulu


Altınordu… Bu köklü İzmir takımı 1960’lı yıllarda üst sıraları zorlamasa da şampiyonluğa oynayan takımları her zaman korkutan bir ekipti. İstanbul takımlarının yanı sıra bir dönem liderliği ele geçiren hemşehrisi Göztepe’yi de çelmelemişti. Bu ekibin en önemli isimlerinden biri Rize’de doğup futbola İstanbul’da başlayan, Altınordu’ya geldikten sonra İzmir’e yerleşen ve bir daha bu kentten kopmayan Erkan Velioğlu’ydu. Ege’yle öyle bütünleşmişti ki, yirmi altı yıl süren teknik direktörlük yaşamında hep İzmir ve Ege takımlarını çalıştırdı. Kendisini İzmir futbol tarihi ve özellikle Altay tarihi üzerine araştırmalar yapan Orhan Berent ile ziyaret ettik.


Erkan Velioğlu kendisi gibi futbolcu olan oğlu Volkan’ın işlettiği “İddaa” bayiinde bize hayat hikâyesini anlattı: “1942’de Rize’de doğdum. On yaşında babamı kaybettikten sonra ilkokulu bitirip İstanbul’a geldim. On üç – on dört yaşında güçlü kuvvetli bir çocukken Çırçırspor’da eski federasyon başkanı Kemal Ulusu’yla yan yana oynadık. Daha sonra İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken okul takımında ve İstanbulspor genç takımında oynamaya başladım. İstanbul Erkek Lisesi takımı liseler arası maçlarda hep iyi sonuçlar alır, İstanbul şampiyonu olurdu. Kaleci Ercan bizdeydi; Galatasaray, Fenerbahçe ve Karagümrük’te oynayan Selçuk bizdeydi; sonradan Beşiktaş’ta oynayan Erkan Yanardağ bizdeydi, ben onların takım kaptanıydım. Kısacası, beni bu çocuk başbakan olur diye Rize’den gönderdiler, futbolcu oldum.

Erkan Velioğlu (sağ başta) İstanbulspor genç takımında (Bilge Tarhan arşivi)
56-57 sezonuydu. İstanbulspor’da kaleci Sabih, Erdoğan, Kenan, Güngör, Kasapoğlu, Aydemir, İbrahim, İhsan gibi isimler oynuyordu. Bir de sol açık Yüksel Abi vardı, çok büyük futbolcuydu. İskenderun’a askere gitti. Orada teğmeniyle kavga etmiş, bir tokat atmış. Bunun üzerine bir yıl hapis cezası vermişler. Yüksel Abi gelemeyince beni hemen A takıma aldılar. 400 lira maaşım vardı, Ali Sohtorik, ‘Çocuğun maaşını 600 lira yapın,’ dedi. Oynadığım ilk maçta Beykoz’u yenince 200 lira da prim verdiler, oldu mu 800 lira. O zaman çok büyük para. Eve gittim, annem, ‘Nereden buldun bu kadar parayı?’ diye sordu. 


1960 senesinde genç milli takımla Ankara’da Bulgaristan’la oynarken ayağım kırıldı, ondan başka ciddi bir sakatlık geçirmedim. O maçtan sonra altı ay top oynayamadım. Sonra tekrar geldim İstanbulspor’a. Tabii biraz acemilik çektim, düzenli olarak oynayamadım. 1961-62’de Karagümrük’e gittim, o zaman çok iyi bir takımdı. Kadri Aytaç oradan FB’ye yeni gitmişti. Sümer, Gökçen, Nihat, Orhan, Kadri Kartal, Doğan, Tarık Kutver, Ali Soydan gibi isimlerin olduğu kadroda doğrudan oynamaya başladım. Karagümrük’te iki sezonum geçti. Ertesi sene Naci Erdem bana, ‘Burada ne işin var?’ dedi. İstanbul’da kalsam 8-10 bin lira kazanacaktım. ‘Bak ne güzel mektepte okuyormuşsun, gel seni İzmir’e gönderelim. Git orada 15-20 bin lira kazan,’ dedi. Böylece Altınordulu oldum.”

Erkan Velioğlu (ayakta, sol başta) Karagümrük takımında; yanında Gökçen Dinçer,
 Ali Soydan (K. Ali - sağ başta), Doğan Sel (oturan, sol başta), kaptan Nihat, kaleci
Sümer ve Kadri Kartal (sağdan ikinci) ile birlikte.
Burada Orhan,  “Altınordu’yu tercih etmenizin sebebi neydi?” diye soruyor. “En iyi parayı Altınordu verdi. Amatör statüde olduğum için aynı şehrin kulüpleri arasında transfer yapamıyordum. Osman Kibar zamanında Altınordu’ya geldim. Kulübün divan başkanıydı. Başkan Nazif Çağatay’dı, İzmir milletvekiliydi. Baba adamdı, çok disiplinli, güzel bir başkandı. Eskiden başkanların resmini bile göremezdin. Şimdi her gün gazetede resmi çıksın diye başkanlık yapıyorlar. Güzel günlerimin geçtiği Altınordu’da dokuz senede oynamadığım maç sayısı çok azdır. Mümin-Neyir, Muzaffer- İsmet, Sedat, Melih- Cenap, Zadel, Şiyatski, Erkan, Hüseyin; 1963-64’te kurulan bu iyi takım beş sene idare etti. Dönem dönem birçok futbolcuyla oynadım. Geçenlerde hesapladım, dokuz senede yüz altı futbolcu oynamış Altınordu’da.”

                                                                                                                  (Fotospor)


                                     (Yeni Asır)



Hangi hocalarla çalıştığını soruyoruz. “Geldiğimde Sait Hoca menajer, Lütfü Atamer antrenördü. Sonra Coşkun Özarı, Eşfak Aykaç, Molnar antrenörlük yaptı. Altınordu çok büyük kulüptü. Ostia Simiç geldi, dünya karmasının antrenörüydü.”

Anlaşamadığı bir antrenör olup olmadığını sorunca kimseyle bir anlaşmazlık yaşamadığını söylüyor. “Futbola âşıktım. Antrenman kaçırdığımı bilmem. Türkiye’de en çok maç oynama konusunda belki Lefter Abi beni geçer. Takım kaptanlığı yaparken en geride koşardım, koşmayanı azarlardım, benden korkarlardı. Transfer parası aldıkları zaman kaç para aldıklarını sorardım. Mesela 40 bin liraya anlaşmış, 20 binini peşin almış. ‘Ne yaptın?’ diye sorardım. ‘Anneme gönderdim,’ diye cevap verirse adresini isterdim. O zaman her yerde telefon yok, evine mektup yazardım. Şimdi Altınordu Hastanesinin olduğu yer bizim yatakhanemizdi. Gece saat ondan sonra geleni lojmana almazdım. Prim dağıtıldığı zaman idare heyetine ilk önce oynamayanları çağırın derdim.”


1964-65 sezonunun İzmir'de oynanan ilk maçında Altınordulu Erkan'ın İzmirspor'a attığı gol.   (Yeni Asır)
Altınordu takımının bütün sol kanadında forma giyer Velioğlu. “İlk geldiğimde sol açık oynuyordum. Sonra sol iç oynamaya başladım, orayı daha çok sevdim. Yugoslav antrenör gelince sol haf oynattı.”
Futbola başladığı yıllarda Eren olan soyadının Altınordu’ya geldikten sonra Velioğlu olarak değişmesini soruyoruz. “Sait Altınordu benim soyadımı Altınordu yaptıracaktı. Böylece ben de onun gibi oynadığım kulübün adını taşıyacaktım. Ancak o sırada sülalem soyadını değiştirmiş, Velioğlu yapmıştı. İleride hukuki açıdan bir ihtilaf yaşanmaması için benim soyadım da Velioğlu olarak değişti.”

Galatasaray kaptanı Ayhan Elmastaşoğlu'yla Alsancak Stadında.
Hakem Ertuğrul Dilek.
                                         (Yeni Asır)
60’lı yıllarda İzmir taraftarı konusunda söyledikleri, kulüplerin bu konuda nasıl bir değişim geçirdiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: “60’ların başında en çok seyirci Altınordu’daydı. Mesela Göztepe’nin 67’den önce beş yüz taraftarı varken bizim on beş bin taraftarımız vardı. Altay taraftarı da azdı. Altınordu’dan sonra en çok İzmirspor ve Karşıyaka’nın taraftarı vardı.”
Kendisine özel bir çalım stili olduğunu hatırlattığımızda, “Evet, ayak numaralarım vardı,” diyor. “Lefter Abi öğretmişti bana. Yaz aylarında yapılan Kınalıada-Burgaz maçlarında Lefter Abi’nin takımında oynardım. Turgay Abi santrfor oynardı. Takımımız Kasapoğlu, Cimikakis, Turgay, Lefter ve benden oluşuyordu.”
“Nasıl yapardınız?” diye sorunca yaptığı hareketi gösterip anlatıyor: “Ayağımın dışıyla basardım. Rakip kayardı, ben öbür taraftan giderdim. Çok çabuk yapardım bu hareketi. Bazen bir maçta on kere yaptığım olurdu. Candemir Abi, Küçük Ahmet, Büyük Ahmet bana yalvarırlardı. ‘Bak milli maçımız var, kadroya seçilirsem sana elbiselik kumaş getireceğim, ne olur o hareketi yapma,’ gibi ricalarda bulunurlardı.
Söz milli maçtan açılmışken sorunca on dört kez ordu milli takımında oynadığını öğreniyoruz. "Bağdat'ta yüz otuz bin seyirci önünde oynadığımız maçta dünya ikincisi olduk. İki üç kez A milli takıma da çağrıldım ama Lefter Abi'nin, Kadri Abi'nin olduğu yerde nasıl oynayacaksın?"


Altınordu’dan ayrıldıktan sonra bir sezon Göztepe’de forma giyer. Fakat her daim Altınordulu olduğunu şu sözlerle vurguluyor: “Göztepe’de bir sene oynadım, altı sene antrenörlük yaptım. Bu yüzden genç nesil beni Göztepeli bilir ama aslında Altınorduluyum.”

Mümin, Cengiz, Sedat ve Erkan idmanda.    (Yeni Asır)
Söz burada giydiği formanın hakkını verme konusuna geliyor. Bunu eskilerden örnek vererek açıklıyor: “Sait Altınordu İzmirspor’u çalıştırırken Altınordu’yu yenince küfür etmiş Altınordu taraftarı. Aynı şey benim de başıma geldi. 80-81 sezonunda İkinci Ligde oynayan Göztepe’yi çalıştırırken Altınordu’yu yendik, bana da küfrettiler. Gode Cengiz Altınordu forması giyerken, Karşıyaka-Altınordu maçında gol attı. Tribünden Karşıyakalı seyirciler küfür ettiler. Maçtan sonra tellere tırmanıp, “Kim küfür ettiyse çıksın ortaya?” diye bağırdı, kimse gıkını çıkaramadı. Giydiğin formanın hakkını vereceksin.”

Bir zamanlar İzmir'den tam beş takım Birinci Ligde oynardı. İşte takım kaptanları
bir arada (soldan): Gürsel Aksel - Göztepe, Sezen Kadıoğlu - İzmirspor,
Erkan Velioğlu - Altınordu, Erol Baş - Karşıyaka, Yılmaz Canlısoy - Altay.
                                                     (Okan Yüksel, İzmir Sporunda İz Bırakanlar)
Göztepe’den sonra Karagümrük’te birlikte forma giydiği Baba Recep’in (Adanır) çalıştırdığı Balıkesirspor’a gider ve bir sezon da burada oynar.  Futbolculuk yaşamının son durağı Antalyaspor olur. O sırada ikinci ligde mücadele eden takımda iki sezon forma giyer ve otuz dört yaşındayken futbolu bırakır. 


Futbolu bıraktıktan sonra İzmirsporlu arkadaşı Turgay Meto ile birlikte İzmir genç karmasını çalıştırmaya başlar. Kendi ifadesiyle en az otuz tane futbolcuyu alıp sıfırdan yetiştirir. Bunlardan biri İzmirspor’dan Gençlerbirliği’ne, oradan Galatasaray’a giden İsmail Demiriz’dir. Onun hikâyesini şöyle anlatıyor Erkan Velioğlu: “Bir gün Karşıyaka’da idmana çıkacaktık. Bir adam elinde bir çocukla geldi. ‘Hocam şu çocuğa bir şans ver,’ diye rica etti. Oradakilerden birisi de, ‘Hocam bu çocuk çok iyi,’ dedi. O gün sağanak yağmurlu bir hava vardı, dışarıda duracak gibi değil. O yüzden idmanı iptal etmek üzereydim. Sırf onu göreyim diye kapalı salonu açtırdım. Ayağında kot pantolon vardı. İsmail o gün bir oyun oynadı, aklın durur. Ertesi gün Göztepe sahasında çalışacaktık, oraya çağırdım. Turgay Meto’yla birlikte çalıştırıyorduk karmayı. Levent Eriş de vardı. Onları İzmirspor genç takımına götürdü, orada yükseldiler.”

İzmirspor'u çalıştırırken.   (Ati Göksu arşivi)
Teknik direktörlük yaşamında çeşitli başarılar kazanır Erkan Velioğlu. Bunların en önemlisi 1980-81 sezonunda Göztepe'yi İkinci Lig şampiyonu yapmasıdır. Sezonun sonuna kadar Karşıyaka'yla çekişip, sondan ikinci hafta seksen bin kişiyle seyirci rekorunun kırıldığı o unutulmaz maçta ezeli rakipleriyle karşılaşırlar. Şampiyonluk düğümü son hafta çözülür, İzmir ise bir daha öyle çekişme ve heyecan yaşamaz. Göztepe'nin dışında Denizlispor'u İkinci Lig play-off maçlarına taşıma, Uşakspor ve Salihlispor'u Üçüncü Ligde şampiyon yapma başarısını gösterir Erkan Hoca. Karşıyaka, İzmirspor, Altınordu, Manisaspor, Bandırmaspor çalıştırdığı diğer takımlar arasındadır. 

1981 Mayıs'ında Göztepe'nin şampiyonluk turu.
Daha uzun süre takım çalıştırabilecek enerjiye sahip olmasına rağmen çok sevdiği eşini kaybetmesi üzerine futbol sahalarına veda eden Erkan Velioğlu, dost canlısı tavrıyla, "Ne zaman yolunuz buralara düşerse uğrayın muhakkak," diyerek bizi uğurluyor.
Erkan Velioğlu Altınordu'da birlikte forma giydiği arkadaşı
Yılmaz Dinçer ile. Orhan Berent (ayakta solda), Fethi Aytuna.





17 Kasım 2012 Cumartesi

1964 Manisa Antrenör Kursu

Türkiye'de futbol antrenörlüğü 1964 yılına kadar bugün bildiğimiz anlamda bir düzenleme altında değildi. Futbolu bırakan oyuncular usta-çırak ilişkisi içinde, o anda takım çalıştıran hocalarının yanında yardımcılık yaparak mesleğe adım atıyorlardı. Bu durumu bir disiplin altına almak isteyen Futbol Federasyonu, Türkiye Futbol Antrenörleri Cemiyeti ile işbirliği içinde bir antrenör kursu açmaya karar verdi. Böylece alaylı çalıştırıcı devri kapanıyor, artık diplomalı teknik adam devri başlıyordu. Kurs yeri olarak Manisa'daki Ordu Beden Eğitimi Okulu seçildi. Kurs direktörlüğüne ünlü Alman çalıştırıcı Sepp Herberger'in yardımcısı Klaus-Peter Kirchrath getirildi. Adnan Süvari direktör yardımcısı, Cihat Arman, Gündüz Kılıç, Sabri Kiraz ve Doğan Andaç asistan oldular.

                                                                                           Hürriyet

                                                          Milliyet
Alman antrenör Kirchrath Türkiye'ye geldiği andan itibaren basının ilgisini çekmişti. Nereye adım atsa muhabirler tarafından izleniyordu.

                                                                                            Hürriyet

                                                                                        Yeni Asır

                                                                                     Milliyet
Manisa'daki Ordu Beden Eğitimi Okulu tepeden tırnağa elden geçirilerek kursa hazır hale getirildi. Müracaat eden iki yüz yetmiş kişiden elli sekizi kabul edilerek 10 Temmuz 1964'te eğitim başladı. Katılanlar yirmi gün boyunca tam bir yatılı okul öğrencisi statüsünde çeşitli mesleki eğitim ve derslere tabi tutuldular.
Kahraman Bapçum kursun başladığı güne ait izlenimlerini 11 Temmuz 1964 tarihli  Milliyet gazetesinde şöyle yazmıştı: "Memleketimizde ilk defa tertiplenen ve büyük bir hamle olarak kabul edilen kurs, Türk futbolunun eski yıldızlarını ve şöhretli hocalarını bir araya toplamaktadır. (...) Kursta ilk göreve başlayanlardan Kurs Asistanı Sabri Kiraz sabahtan akşama kadar dosyaların tanzimi ile uğraşmış, daha sonra yine asistanlık görevi bulunan Ordu Spor Okulu beden eğitimi öğretmeni Doğan Andaç'la birlikte antrenörlerin yatak numaralarını hazırlamıştır. Hazırlanan listeye göre antrenörler 4'er kişilik odalarda yatacaklardır. (...) Kampın idare müdürlüğüne tayin edilen İzmirsporlu Sami Özok '40 yıldır futbolun içindeyim, bu kadar yıldızı bir arada görmedim' demektedir."

Kurs boyunca Manisa'daki okula kamp kurduğu anlaşılan Kahraman Bapçum Milliyet'te "Şöhretler Kursundan" başlığıyla hemen her gün röportajlar yayınlıyordu. Bapçum kursa katılan antrenörlerin yaş yelpazesini şu sözlerle özetliyordu: "Son resmi maçını 1939'da oynamış ve o maçta attığı iki golle G.Saray'a 4-0 yenik durumdan, takımını 5-4 zafere ulaştırmış Altaylı Vahap Özaltay, ilk resmi maçını 1939'dan çok sonra oynamış eski F.Bahçe kalecisi Selahattin Ünlü'ye hoş geldin diyordu."



Açılış töreni devletin üst düzey spor bürokrasisinin gövde gösterisine sahne olmuştu. Dönemin Devlet Bakanı Malik Yolaç ve Futbol Federasyonu Başkanı Muhterem Özyurt birer konuşma yaptılar.

                                                                           Yeni Asır


Kahraman Bapçum bir başka gün şunları yazıyordu:
"Türk futbol antrenörlerinin hemen hepsinde doğrudan doğruya futbol konusunun dışında kalan fizyoloji ve hijyen problemleri şuurlandırılmaktadır. Ama gene açıkça görülüyor ki, antrenörlerimiz - belki birkaç istisna vardır, biz rastlamadık - konunun çok yabancısıdırlar.
'Haftaymda eski bir alışkanlığı devam ettirip gidiyor ve limon yediriyoruz, halbuki... ya gittiğimizde...'
'Maç günü yemek meselesini bir türlü halledemedim birader. Acaba şimdiye kadar yaptığımız gibi o gün hafif yemek vermemiz doğru mu?'
Sonra bunlar devam edip gidiyor. Sohbetlerde bu konu açılmaya görsün: Hepsinde bir boşluğu dolduramamış olmanın üzüntüsü. (...)
En az okumuşundan, en bilgilisine kadar, en meşhurundan en isimsizine kadar, en eskisinden en yenisine kadar Türk futbol antrenörleri futbolcunun futbol dışındaki davranışının nasıl olması gerektiğini, ve bu gerekişin nedenlerini aramak yolundadırlar. Ve yazık, çok yazık ki pek çokları hiç, ama hiçbir şey bilmediğini açıklamaktan çekinmemektedir."

                                                                                                                       Milliyet

Futbol sahalarında çektiği unutulmaz fotoğraflarla tanıdığımız İsmet Gümüşdere ise Hürriyet gazetesinde şunları yazıyordu:
"İşte futbol piyasamızın ön planda gelen 58 siması. Bir revizyon amacıyla tertiplenen seminerde tekrar futbol öğreniyorlar. Manisa'daki seminer çok enteresan sahnelerle dolu. Vaktiyle birbirlerine tekme atmış veya gol atmış olanların hatıraları o kadar çok ki. Bir bakıyorsunuz, salon kahkahadan kırılıyor. Şakalaşmalar, espriler gırla gidiyor. Ama bir de ders saati başladığı zaman her şey değişiyor, sıralarında kuzu gibi sessizleşiveriyorlar (...)
Bu arada kursiyerler hocaya, 'Sizin bütün bu anlattıklarınız iyi hoş. Ama bu dediklerinizi yapmak için bizde tesisler yok. Varsa da eksik...' (...)
'Tesisler hakkında şikayetinizi bana değil de açılışı yapan Devlet Bakanına söyleyiniz.' "

                                                                                                                       Hürriyet

Spor basınımız alışıldığı üzere bu organizasyonu da sansasyonel başlıklar atmak için kullanıyordu. Alman hocanın antrenörlerimizi 'fırçaladığı' yazılıyordu.

                                                                                                                   Yeni Asır

Kurs sonunda yapılan sınav yine magazinvari bir şekilde işlenmişti.

                                                                                     Hürriyet

Yirmi gün boyunca işlenen teorik ve pratik derslerin ardından yapılan sınavla birlikte kurs 30 Temmuz 1964 tarihinde sona erdi. Kursa katılanlar diplomalarını aldılar. 

                                                                                             Milliyet

Kurs sırasında çekilen bu 'aile fotoğrafı' Türk futbolunun birkaç kuşağını bir araya getiren önemli bir belge oldu.

En üst sıra, soldan: Yüksel Doğanay, Arif Sevinç, Ahmet Arıboğan, Necdet Erdem, Bülent Esel, Fevzi Büyükyıldırım, Hüseyin Biran, Sabri Kiraz, Sahir Gürkan, Emin Çandarlı, Erdoğan Tokol. İkinci sıra: Şeref Görkey, Gündüz Kılıç, Vahap Özaltay, Mehmet Pür, Sabahattin Erman, Necmi Onarıcı, Günaydın Özyurt, Murat Özpoyraz, Nusret Ükten, Galip Haktanır, Refik Vardaroğlu, Bayram Dinsel, Basri Dirimlili, Lütfü Atamer, Selahattin Ünlü, Hasan Değirmencioğlu. Üçüncü sıra: Cihat Arman, Tarık Gençay, İbrahim Tusder, Mustafa Ertan, Nazım Koka, Ali Mortaş, Bahadır Olcayto, Esat Kaner, Naci Özkaya, tercüman, Kirchrath, Adnan Süvari, Bülent Eken, Coşkun Özarı, Hüseyin Saygun, Doğan Koloğlu. En alt sıra: Ali İhsan Karayiğit, Doğan Andaç, Fahrettin Cansever, Aydemir Nemli, Muhtar Tuçaltan, Şevket Yorulmaz, Bülent Giz, Ruhi Karaduman, Recep Adanır, Doğan Emültay, Selahattin Torkal, M. Ali Par, Şerafettin Benibol, Ziya Taner.
                                                                                                                                                                            (Galip Haktanır arşivi)









10 Kasım 2012 Cumartesi

Ahmet Cücen - Hayatı Göztepe'de Geçti


Yaşı kırkın üzerinde olan futbol meraklıları Göztepe’nin ‘altın çağını’ iyi bilir. Adnan Süvari yönetiminde başarıdan başarıya koşan Göztepe’nin ‘efsane on birini’ sadece bu takımın taraftarları değil, Türkiye’nin dört bir yanındaki futbolseverler ezbere sayabilir. Bu başarı öyküsünün bir de perde arkası kahramanları vardır ki, onları ancak kulübün yakın çevresine mensup insanlar tanır. İşte bunlardan biri, Adnan Süvari’den önce Göztepe’ye gelip uzun yıllar boyunca adeta onun sağ kolu gibi hizmet veren menajer Ahmet Cücen’dir. Gerek kendi hayat hikâyesini gerek Göztepe’nin zirvede olduğu yılları bir de onun ağzından dinlemek için kendisini ziyaret ettik.


- Nasıl başladı futbolla ilişkiniz?

- 1929’da Karataş’ta doğdum, Göztepe’de büyüdüm. Beş kardeştik biz. Annemi hiç hatırlamıyorum, babamı delikanlıyken, henüz okurken kaybettim. On beş yaşındayken, 1944’te Göztepe’de futbola başladım. Hava teknik okulunda okuyordum. Bir süre sonra antrenmanlara gitmeyi yasakladılar. Futbola karşı sevgim fazla olduğu için bitirmeme üç ay kala okulu bıraktım.
Futbolculuğum aşağı yukarı dört sene sürdü. O zaman Göztepe, altmışlardaki efsane takımın bir benzerine sahipti. 1942-47 yıllarında bir on biri vardı ki, değişme imkânı yoktu. Kaleci Deli Mahmut, sağ bek Yusuf, sol bek Alaattin, sağ haf Deli Halit, santrhaf Macit, sol haf Mehmet Öktem, sağ açık Nezihi, sağ iç Pala Halit, santrfor Fuat Göztepe, sol iç Emcet Sayar, sol açık Emin Çandarlı. Bu on bir beş sene değişmedi. Sonra 1946’da Karagücü kuruldu. Genç yaştaki oyuncuları asker olarak topladılar. Bizim iyi üç-dört oyuncumuz gidince takım bir çöktü, ondan sonra uzun zaman toparlanamadı. Bu takımda Deli Halit gidince ben sağ haf oynadım.
Babamızı erken kaybettiğimiz için evin yükü benim üzerime kalmıştı. O zaman futbolda para yoktu, o yüzden mecburen bıraktım ve çalışmaya başladım. 1949’da askere gittim. Askerden gelince Şevket Filibeli yanına aldı. Tütün, pamuk ve un tüccarıydı. Onun şirketinde üç-dört sene çalıştım. 1953-55 arası iki sene onların şoförlüğünü yaptım. 1955’te Şevket Bey kulüp başkanı olunca beni menajer yaptı. 1974’e kadar iki kısa dönem hariç Göztepe’den ayrılmadım. 

Ahmet Cücen Göztepe'de
menajerliğe başladığı yıllarda
- Adnan Süvari’den önce hangi hocalarla çalıştınız?

- Menajerliğe başladığımda Bülent Eken vardı. Bir sene sonra kardeşi Reha geldi. Onlardan sonra Hans Müller diye bir Alman çalıştırıcı geldi. Sonra Ruhi Karaduman görev yaptı. Macar Kutik bir sezon çalıştı. 1961’de Adnan Abi Göztepe’yi çalıştırmaya başladı.

- Adnan Süvari’nin Göztepe’ye gelişi nasıl oldu?

- Adnan Süvari eski futbolcumuzdu, basketbol da oynamıştı. O A takımında oynarken ben genç takımda oynuyordum. Futbolculuğu da basketçiliği de iyiydi. Bizden sonra Yün Mensucat takımına girdi. İngiltere’de tekstil mühendisliği okumaya gitti. Orada antrenörlük kurslarına da gitmiş. İzmir’e dönünce Karşıyaka’da başladı fakat orada tutunamadı. Ağabeyi Sabahattin Süvari kulüp başkanıydı. Karşıyaka’dan ayrılınca Göztepe’ye çağırdı. 1960 senesinden itibaren yavaş yavaş efsane takımı oluşturduk. 60-62 senelerinde takım küme düşmemeye oynadı. Son maçlarda ligde kaldı. Efsane kadro 62’den sonra tırmanışa geçti.  Ondan sonra kimse tutamadı. Şu dönemde öyle futbol oynayan takım inan ki yok. Türkiye’ye onun gibi antrenör gelmedi.

                                                      (Fotospor)

- Türkiye’de başarılı olamayan çalıştırıcıların işine çabucak son verilir. Anlaşılan teamüle aykırı bir şekilde görevinde kalmış.

- Ağabeyinin başkan olması bunda büyük etkendi. Çalıştıkça oturdu takım. İlginç çalışma yöntemleri vardı. Pazartesi günleri yazıhanesine giderdik, haftalık programı yapardık. Hafta içinde ben takımı hazırlardım, antrenman başlangıç saatinde Adnan Abi gelirdi. Antrenman bitti mi, “Bundan sonrası sana ait,” derdi ve giderdi. İngiltere’deki kulüplerin çalışma yöntemlerini incelemiş, bizde de aynısını uygulardı. Rahmetli Adnan Abi geldikten üç ay sonra bize İngilizce dersi vermeye başladı. “Seyahatlere çıktığımız zaman boş gözlerle bakmayın,” diyordu. “Hiç olmazsa ‘anahtarı ver, odam neresi’ gibi birkaç cümle bilin,” derdi. Beş lisan bilirdi. Avrupa’da maça gittiğimiz zaman gazetecilere kendi dilinde cevap verirdi. Antrenmanlar dışındaysa çocukların her türlü derdiyle ben ilgilenirdim. Ailesi hasta olan, çocuğu dertli olan, parası kalmayan bana koştururdu. Hepsinin üzerinde emeğim vardır. Bazen otellerde kampa girdiğimizde, kaçan olmasın diye çocukların odalarını bir koridorda tutardım. Ben de koridorun başında sandalyeye otururdum sabaha kadar. 

- Birbiriyle iyi anlaşan bir ekip kurmuşsunuz.

- Mukavele yapılacağı zaman önce ben gelip imzayı atardım. Arkadan Gürsel gelirdi. O da imzayı attı mı bütün takım sıraya girerdi, kimse itiraz etmezdi. Para problemi yoktu hiç. Kulüp az verirdi ama temiz verirdi. Güler’le Gürsel’e Karagümrük’ten o zamanın parasıyla 40bin lira verdiler. Çok büyük paraydı o zaman. Bizim kulüple 20 bin liraya mukavele imzaladılar.
Nevzat, Çağlayan, Gürsel – bunların bir araya gelmesi çok büyük şans. Çağlayan çok iyi sol bekti. Çağlayan, Gürsel, Nevzat – üçü bir araya geldi mi yandın. Gürsel’in futbolculuğu harikaydı. İki ayağını da iyi kullanırdı. Sahada tek söz sahibi rahmetli Gürsel’di. Ondan başka sahada kimsenin sesi çıkmazdı. Hepsi ondan çekinirdi. Aynı zamanda çok severlerdi. Öte yandan golcü ekipte Fevzi, Ertan, Nihat’ın bir araya gelişi ayrı bir şans. Fevzi topu aldı mı yandın. Ertan’ı hiç tutamazsın, nasıl kaçtığı belli değil. Nihat şeytan gibi adamdı. Göztepe futbolcular bakımından çok şanslıydı. Çok iyi çocuklardı, çok iyi insanlardı.

Ahmet Cücen (ayakta, sağ başta) Göztepe'nin en güçlü dönemindeki  kadrosuyla. (Fotospor)

- İstikrarı koruyunca Avrupa’da da başarı gelmiş anlaşılan.

- Şimdi UEFA kupası olan Fuar Şehirleri Kupasına her sene iştirak etmeye başladık. İtalya’ya maç yapmaya otobüsle gitmiştik. O zamanlar para yok ki. Bolognalı yöneticiler bizi karşılamak için seferber olmuşlar. İstasyonlara bakıyorlar Göztepe’den haber yok, uçaklara bakıyorlar yok. Bizden ümidi kesmişler. Biz otobüsle gelince şaşırdılar. Ondan sonraki maçlarımızda sabah buradan çıkıyorduk, akşam Balkanlarda bir otelde kalıyorduk, ertesi gün maç yapacağımız yere ulaşıyorduk. Avrupa kupalarında da ilk senelerde başarısız olduktan sonra tecrübe kazandıkça turları atlamaya başladık. 1967 senesinde Atletico Madrid maçını kazandık. Yer yerinden oynadı. 


- Nasıldı o maçın atmosferi?

- Alsancak Stadının bütün seyirciyi almasına imkân yoktu. İçerideki kadar dışarıda seyirci kalmıştı. Öyle olmasına rağmen para kazanamadı kulüp çünkü İspanya’ya uçakla gidip gelmek o zaman bayağı masraflı olmuştu. Umumi kaptan Zeki Çırpıcı vardı. İdareciler aralarında ne prim vereceğiz diye konuşmuş. O zaman bin lira büyük para. Zeki Çırpıcı nasıl olsa tur atlayamayız diye üç bin lira vermeyi önermiş. Bombacı Halil aslında sol açık oynardı, maçtan bir gece önce sağ bek Mehmet hastalandı. Adnan Abi, “Ahmet ne yapalım, kimi koyalım oraya?” diye sordu. “Abi, Halil’i oynatalım,” dedim. İki ayağını da iyi kullanırdı. Ondan uygun adam yok. Maçta penaltı oldu, Gürsel atmadı. Bir sene önce Yugoslav takımına karşı oynarken penaltı kaçırmıştı, 1-0 yenilip elenmiştik. Hüseyin atacaktı,  Adnan Abi’ye, “Abi Halil atsın, kaleyi bulursa yüzde yüz gol,” dedim. Neyse Halil öyle bir penaltı attı ki, ağları yırttı. Bir de son dakikada bir gol attı, santrası bile yapılmadı. O zaman Cemal Tural genelkurmay başkanıydı. Birinci devre 2-0 bitince telgraf çekmiş. Telgraf sahaya geldi. “Aslanlarım yüzümüzü ağarttınız, başarınızın devamını bekliyorum,” yazıyordu.

- Ertesi sezon Avrupa’da yarı finale çıkan ilk Türk takımı olmuşsunuz.

- İlk turda Marsilya’yı eledik. Ardından Romen Argeş Piteşti takımını, sonra Yugoslav OFK Beograd’ı eledik. Çeyrek finalde Alman Hamburg takımıyla eşleşmiştik. Onlar gelmekten vazgeçince otomatikman yarı finale çıktık.

- Adnan Süvari ne zaman ayrıldı?

- Adnan Süvari o sezondan sonra iki sene daha kaldı, sonra 1971’de ayrıldı. 1973’te Sabri Kiraz geldi, bir seneliğine. Süvari ayrıldıktan sonra Göztepe havasını kaybetti. Gelen yöneticiler kulübü kurtarmak için değil şahsi reklamını yapmak için görev üstlendi. O sırada ben de Göztepe’den ayrıldım.

-Adnan Süvari neden ayrılmıştı?

-Takım çökmeye başlamıştı. Yeni idareciler geldi, yeni transferler yapılamadı. O takım dağıldı. Efsane takım yaşlanmaya başladığında, gençler zamanında birer ikişer eklenebilseydi takım çökmezdi. O da bıraktı. Hâlâ yarattığı o isimle devam ediyor.

(Soldan sağa): Adnan Süvari, Halil Kiraz, Ceyhan Yazar,
Seyfi Talay, Ahmet Cücen. (Fotospor)
- Efsane kadroya hangi futbolcuların katılmasını sağladınız?

- Ali’yle Fevzi’yi ben buldum. Bursa Toprakspor’da Mümin diye bir sağ açık varmış. İdareciler onu seyredip iyiyse getirmem için Bursa’ya gönderdi. Tribünde maçı seyrediyordum, birisi arkadan omzuma vurdu. Dönüp baktım, sivil kıyafetli ama İzmir Havagücü’nde beraber oynadığımız Özcan Binbaşı. Mümin’i seyretmeye geldiğimi söyleyince, “Ne yapacaksın Mümin’i?” dedi. “Karacabey’de yedek subay öğretmen Fevzi Zemzem diye bir adam var, git onu al,” dedi. Binbaşı iyi futbolcuydu, ona inanmıştım. İzmir’e dönüp durumu bildirdim. Fevzi o sırada terhis olmuş, İskenderun’a dönmüş. Şevket Filibeli oranın Sanayi ve Ticaret Odasına telefon etti. Fevzi’yi hemen bulup bize gönderdiler. Ben karşılamaya havaalanına gittim. Yanımda Halil’in yedeği sol açık Ceyhan da vardı. Uçaktan inenlere bakıyoruz, futbolcuya benzer adam yok. “Yahu Ceyhan, yanlış mı yaptık acaba?” dedim. Baktım iri yarı biri var, gidip sordum, “Fevzi Zemzem sen misin?” diye, “Benim,” dedi. Kulüpte anlaşma yapıldı. O sırada Fenerbahçe de öğrenmiş Fevzi’yi. Bizim başkana vermesi için üç tane futbolcu teklif etmişler. Şevket Filibeli kabul etmemiş. Fevzi ilk bir sene boyunca Adnan Abi’yle bana kan kusturdu. Tribünlerden ne küfürler yedik onun için, ne goller kaçırıyordu, aklın durur. Ama bir sene sonra bir oturdu, tabii arkasında Nevzat’la Gürsel vardı. Armut gibi top topluyordu, yakaladığı pozisyonu affetmiyordu. Çok kuvvetliydi, karşısında santrhaf dayanmıyordu. 


- Ali'yi nasıl keşfettiniz?

- Bizim bir prensibimiz vardı, her antrenmandan sonra çift kale maç yapardık. Antrenmanda gösterdiğimiz hareketleri maç içinde tekrarlama şansı verirdi bu. Bir gün yine çift kale yapacaktık – Adnan Abi’yle ben hiç oynamazdık – yirmi bir kişi var, yirmi ikinci oyuncu yok. Arkada kara kuru bir çocuk, top topluyordu. Yanıma çağırdım, “Sen ne mevkide oynuyorsun?” diye sordum. “Santrfor oynuyorum,” dedi. “Sen bu maçta kaleci oyna, ondan sonraki maçlarda ben seni santrfor oynatacağım,” dedim. Geçti kaleye, bir yatış kalkışları var, bir refleksleri var, tam bir kalecide aranacak vasıflara sahip. Nerede oturduğunu sordum, meğer evi sahanın yakınındaymış. “Sen her akşam gel, beraber topla oynayacağız,” dedim. “Peki,” dedi. On yedi yaşındaydı o zaman. Çok genç olduğu için ilk zamanlar Adnan Abi oynatmaya cesaret edemiyordu. Bu arada yirmi beş kez genç milli oldu, fakat Adnan Abi hâlâ oynatmıyor. İstanbul deplasmanına gelmiştik, ertesi gün İstanbulspor’la oynayacaktık. Takımı üç kişi yapardık, Adnan Abi, ben, bir de genel kaptanımız ve eski futbolcumuz Özdemir Boyer. O sırada birinci kalecimizin form durumu iyi olmadığından ben kalede Ali’nin oynatılmasını önerdim. Adnan Abi Özdemir’e döndü. “Ben Ahmet’e katılıyorum,” dedi. Bunun üzerine, “Sabah tekrar konuşalım,” dedi. Sabah ben yine “Ali oynasın,” diye ısrar ettim. Sabah Özdemir’le ben yine Ali’de ısrar edince bir gerginlik oldu ve Adnan Abi soyunma odasını terk etti. Bunun üzerine Özdemir Boyer bana, “Çıkar takımı sahaya,” dedi. Zaten takımın on kişisi belli, bir kaleci değişecekti. O gün Ali hilafsız altı gol kurtardı. İstanbulspor’la 0-0 berabere kaldık. Maçtan sonra Bandırma treniyle İzmir’e dönüyorduk, trende bize katıldı Adnan Abi. Herhalde Ali kötü oynasaydı benim ipimi çekecekti. Ali’nin takıma girişi böyle oldu.

- Bunun dışında bir ihtilafınız oldu mu hocayla?

- Abi-kardeş gibiydik, hiçbir ihtilafımız olmadı. Ben haddimi bildim. Başka takımlara gitsem belki başarılı olurdum ama Göztepe’de kalmayı tercih ettim.

- O yıllarda Türkiye Kupasını, Cumhurbaşkanlığı Kupasını almanıza rağmen ligde üçüncülüğün üstüne çıkamamışsınız. Şampiyonluğu hiç düşünmediniz mi?

-O dönemde FB-GS-BJK üçgenini delemedik, gerçi şimdi de öyle. O zaman onlar bize göre çok güçlüydü. Basın, federasyon, hakemler, herkes onların arkasındaydı. Ligde şampiyon olamıyorduk ama kupa eleme usulü olduğu için eleyip geçiyorduk.

Göztepe'nin efsane kadrosundan hayatta kalanlar bir arada. Ahmet Cücen ayakta, sağdan üçüncü.
- 1974’te Göztepe’den ayrılmadan önce hangi takımları çalıştırdınız?

- 1966 yılında Antalyaspor’u çalıştırdım. Antalyaspor o yıl kurulup 2. Lige katılmıştı, dolayısıyla ilk teknik direktörü bendim. İkinci sezon için bana Antalya’dan aylık 12.500 lira para artı Kemer’de yirmi dönüm arsa verdiler. Adnan Abi, “Ahmet gel, sana ihtiyacım var,” deyince Antalya’yı hemen bıraktım, aylık 2.500 liraya İzmir’e döndüm. 1972 senesinde de Konyaspor’da çalıştım ama sezon tamamlanmadan bıraktım. Ankara’ya maça gittik, kötü bir otelde kalıyoruz sırılsıklam rutubet. Kafile başkanına, “Ben bu otelde çocukları yatırmam,” dedim. Belediye başkan yardımcısı olduğunu sonradan öğrendiğim zat orada kalmak için ısrar etti. Aldım çocukları, gittik iyi bir otele. Parasını ben ödedim otelin. Maçtan sonra Konya’ya döndük. Ertesi gün idare heyeti toplantısı vardı. Hemen istifamı bastım, aldım çantamı, doğru İzmir’e döndüm.


- Yurtdışındaki teknik direktörlük kurslarına da katılmışsınız.

- Türkiye’de ilk kez 1964’te Manisa’da düzenlenen antrenörlük kursuna katılmıştım.1968’de İstanbul’da düzenlenen A kursunu bitirdim.  1973’te Futbol Federasyonu beni Macaristan Spor Akademisinde kursa gönderdi. O sene başarılı olduğum için ertesi yıl beni akademi davet etti. O zamanlar Macar futbolu Avrupa’da söz sahibiydi. Kursun çok faydasını gördüm. Ayrıca 1987 yılında Avrupa Antrenörler Birliğinin Atina’da düzenlediği sempozyuma Türkiye’yi temsilen katıldım.

Ahmet Cücen 1987'de Atina'da düzenlenen sempozyum
sırasında Jupp Derwall ile birlikte.
- Göztepe’den ayrıldıktan sonra hangi takımları çalıştırdınız?

- Yine bir İzmir takımı olan Ülküspor’u, ardından Nazillispor’u çalıştırdım. 1979-80 sezonu başlamadan önce Fevzi Zemzem’le birlikte yine Göztepe’ye döndüm. Romanya’da hazırlık kampı yapıp maçlar oynadık ve başarılı sonuçlar aldık. Fakat yönetim oturmuş ekibin üstüne Kadri Aytaç’ı getirmek isteyince istifa ettim. 1982’de Keşan’a gittim. Bir süre Tekirdağspor’u çalıştırdıktan sonra tekrar Keşan’a döndüm. Burada toplam on sene kaldım. Orada antrenörlüğün yanı sıra otel ve restoran işlettim. Son çalıştırdığım takım Keşan oldu. Daha sonra İzmir’e döndüm.

Macaristan Spor Akademisi'nden aldığı diploma.
- Kardeşiniz de Göztepe’de başkanlık yapmış.

- Üç yaş küçük kardeşim Mustafa Cücen başkanlık yaptı. Onun yüzünden iki sene antrenörlük yapamadım. Bırakmadı. “Abi, ya sen antrenör ol, ya ben başkan olayım. Şimdi herhangi bir şey olur, hemen dedikoduya başlarlar, seni yıpratırlar. Onun için ben başkanken antrenörlük yapma,” dedi.

TÜFAD İzmir Şubesinin 2011 yılında Ahmet Cücen
adına düzenlediği seminerin afişi.
- Diğer takımlarda birinci adam olabilecekken uzun zaman Göztepe’de ikinci adamlığı tercih etmişsiniz.

- Göztepelilik sevgisi yüzünden geri planda kaldım. Adnan Abi’den ayrılamadım, ikinci adam kaldım daima. Diplomaları alınca belli bir seviyeye ulaştım ama onu geçmeye teşebbüs etmedim hiç. Benim hayatım Göztepe’de geçti. 





Ahmet Cücen ve eşi, 2012 yazında Göztepe'deki evlerinde.