"Hakkı muhteşem bir
kaleciydi. Eskişehirspor’u o şampiyon yaptı diyebilirim. Biz gol atıyorduk ama
o da kurtarıyordu." Bu sözleri iki yıl önce görüştüğümüz Fethi Heper
söylemişti. Eskişehirspor'un gol kralı kaptanı, takımın kurulduğu yıl ikinci
ligde şampiyon olup birinci lige nasıl yükseldiğini anlatırken başarıdaki aslan
payını kalecilerine vermişti. Eskişehirspor'un Türkiye birinci liginin
zirvesini salladığı sezonlar başlamadan önce takımdan ayrılan Hakkı Aygün,
kaleciliği bıraktıktan sonra teknik direktörlük de yapmadığı için gölgede
kalmış bir isimdi. Kaptan Fethi'nin onu öven sözleri üzerine İstanbul'a
döndüğümüzde Hakkı Aygün'ü bulup konuştuk. 1938'de, İstanbul'un tarihi
semtlerinden Balat'ta dünyaya gelen Hakkı Aygün çocukluk yıllarının muhitini
şöyle hatırlıyor: "O zamanlar Haliç'in kenarı şimdiki gibi boş değildi.
Sahil tarafında dükkânlar, tamirhaneler, atölyeler, meyhaneler vardı. Balat'ın
meyhaneleri meşhurdu. Koca bir tepsinin içinde ciğer, pilaki - ne istersen
alıyorsun, rakını da alıp gidiyorsun. Komalık oldun mu el arabasıyla
götürürlerdi. Bu anlattıklarım 1950 senelerinde oluyor, ben o vakit 12-13
yaşlarındayım. Balat'taki o meyhaneler Türkiye'nin hiçbir yerinde yoktu.
Hepsinin müdavimleri vardı."
Futbolla ilişkisinin nasıl
başladığını da şöyle anlatıyor: "Futbol oynamaya da Balat'ta başladım. O
zamanlar sokaklar, arsalar, her yer top sahasıydı. Fakat tabii esas maç yapılan
yer Alibeyköy ve Eyüp sahasıydı. Oralarda amatör küme maçları yapılırdı. Vefa
Stadı daha lükstü. Biz o sahalardaki maçları seyretmeye giderdik. Ben
kaleciliğe daha küçük çocukken merak sarmıştım. Yedi yaşındayken
Edirnekapı'daki Kariye camisi önündeki meydanda kalecilik yapardım. Tenis topu
büyüklüğündeki sünger toplara uçardım. Sonra on beş yaşındayken bir kaleye
koydular beni, bir daha da çıkamadım o kaleden. Babam polisti, hem de
komiserdi. Bayağı dini bütün bir insandı. 'Top oynamak günah' derdi. Top oynuyorum diye her gün döverdi beni.
Kayışlar böyleydi (avucunu açarak kemerin genişliğini gösteriyor). Annem
kurtarmaya çalışırdı, arada o da yerdi zavallı. Sonra Allah nasip etti,
Eskişehirspor'dan aldığım transfer parasıyla ev aldım. Babam 'Hayırlı olsun
oğlum,' dedi. 'Baba hep beni döverdin, bak ev aldık,' dedim. 'Oğlum Allah sana
o yoldan nasip kısmet etmiş,' diye geçiştirdi. Şimdi bizim Balat'a gitsen
görürsün, sahilde belediyenin futbol tesisleri var. Kadınlar hep çocuklarını
alıp kendileri götürüyorlar, onlar top oynarken bekliyorlar başlarında."
Hakkı Aygün henüz on beş yaşındayken
bir kulüpte futbol oynamaya başlamış: "Amatör olarak Yenişehir takımında
oynamaya başladım. Dolapdere'de mobilyacı bir Rumun yanında çalışıyordum. Ustam
Aleko çok iyiydi, İstanbul'da üç tane marangoz varsa onlardan biri oydu. Eski Kurtuluş, yeni Kurtuluş diye yerler
vardı. Yeni Kurtuluş diye bir yere koydular beni. Yenişehir'de bir top sahası
vardı. Dolapdere'den Kasımpaşa'ya gelirken sağdaydı, şimdi hep bina yapmışlar
oraya. O sahada top oynamaya başladım. Yenişehir hep Rumların takımıydı, iyi
topçular vardı. Vahan, Garbis, Arap Güngör (Sürel), onun dışında Beyoğluspor'un
birçok topçusu, rahmetli Sabri (Dino), rahmetli Piç Kadri (Aytaç) hep oradan
yetişme. Maçları, antrenmanları hep Yenişehir sahasında yapardık. Orada
görüyorlardı kulüp idarecileri adamı. Yenişehir'den sonra Haliç kulübüne
geldim. Orada çeşitli aralıklarla dokuz senem geçti. Transfer ücretim bir takım
elbiseydi. Haliç kulübünde terzi bir idarecimiz vardı, hiç unutmam Hızır
abi. 'Tamam Hakkı, sana bir takım elbise
ben dikeceğim,' dedi. Mavi güzel bir kumaştı. Birinci amatör kümede oynuyorduk.
Bütün transfer ücreti o elbiseydi. Sonra bir ara Yenişehir'e geçtim. Oradan
aldım biraz para ama o zaman 17-18 yaşındayım, 1956 senesi. 50 lira bile
verseler iyi para o zaman."
"Haliç'te oynarken askere
gidip geldim. Askerde İzmir Karagücü'nde oynadım. İki sene Türkiye şampiyonu
olduk. İyi topçular oynuyordu takımda.
Beşiktaşlı sol iç Nedim, Galatasaraylı sol bek Deli Doğan, Feriköylü
Ünal vardı. Ben terhis olurken Zeynel
geldi. İhtilalde (27 Mayıs 1960) ben askerdeydim. Askerlik boyunca neredeyse
hiç tüfek tutmadık. Yirmi dört kişi hep kamptaydık. Bütün maçlarımız Alsancak
Stadı ve Göztepe sahasında olurdu. Kavga çıkacak maçları Alsancak'a alırlardı.
Karagücü ile Havagücü arasında büyük çekişme vardı. Havagücü yenileceğiz diye
korktu, direkleri kesti bir ara. Ama yine yendik onları. Kartlarımız vardı.
Amatör kümede para kazanmıyorduk ama herkese o kartı verirlerdi. İdarecimize de
yedi tane kapalı, yedi tane açık tribün kartı verirlerdi. Şimdi onlar bile yok.
Bazen Haliç'in maçına gidiyorum, topçular bayağı para alıyorlar şimdi. Amatörün
bile süper ligi var artık. Karagücü'nde oynarken beni Karşıyaka almak
istemişti. Askerliğimin bitimine on beş gün kala romatizma yüzünden rapor alıp
İstanbul'a gelmiştim. Karşıyakalı idareciler beni transfer etmek için evime
kadar geldiler fakat ben İstanbul'dan ayrılmak istemedim. Askerlik bitince bir
sene daha Haliç kulübünde oynadıktan sonra Vefa'ya geçtim."
1963-64 sezonunda, yirmi beş
yaşındayken amatör kümeden profesyonel bir takıma, o sezon Türkiye ikinci
ligine düşen Vefa'ya transfer olmuş: "Beni aldıkları zaman Vefa'da ne
kaleciler vardı. Markuço, Turgut, Sümer - üç tane kaleci. Bizim şansımız hep
öyle. Eskişehir'e gittim, orada da aynı. Beni Haliç'in bir maçında görmüşler,
Vefalı idarecilere söylemişler. Orhan Ayhan'ın babası Mehmet Ayhan Vefa'da idareciydi
o zaman. 2.500 lira lisans parası verdiler Haliç kulübüne, en çok lisans parası
alan kulüp olmuştu. Biz de 12.000 liraya anlaştık. 10.000 lirasını verdiler,
2.000 lirasını vermediler. Mehmet Ayhan'la kapıştık. Sonra İsmet Abi
(Tahtabacak İsmet) geldi Balat'a, 'Tamam Hakkı, kalan parayı vereceğiz,' dedi.
O sene ikinci ligde şampiyon olduk. 1964-65 sezonunda Bursa'yı averajla geçtik.
İbrahim Tusder'in tuzağı oldu. Bursa Beyoğluspor'la oynarken 'Vefa mağlup'
demişler. İki golle mi ne - Ersel, Mesut, Hasan'ların olduğu devir - geçtik
onları, şampiyon olduk."
"Vefa'da iki sezon
oynadım. Zeki'ler, Güray'lar sonra geldi bize. Hepimizden yaşlı bir Erdoğan abi
vardı, sol iç. Galatasaray'dan geldi, o çok iyi topa vururdu. Hilmi Kiremitçi
abi geldi. Esas Bekir vardı, Vefa'nın bütün kahrını çeken oydu. En samimi
arkadaşımdı. Sene 1963, Vefa ile
Ankara'ya gidiyoruz. Güneşspor ve Altındağ ile oynuyoruz. Adana'ya gidiyoruz,
Demirspor ve Mersin İdman Yurdu ile oynuyoruz. İzmir'e gidiyoruz, Ülküspor ve Demirspor
ile oynuyoruz. İki gün üst üste maç. Sakatlık diye bir şey yok. Kulüpler fakir.
Yola çıkarken paketler hazırlanıyor -
zeytin, peynir, helva. Yolda bir yerde durup çay içersin, yemek yersin.
İki sene öyle gidip geldik deplasmanlara. Yiyeceklerin yanında malzemeleri -
ayakkabıları, formaları da biz taşırdık. Bekir'le ikimiz çok taşıdık o yükleri.
Kimse kaçmazdı o işlerden."
Vefa 1964-65 sezonunda şampiyon
olup tekrar Türkiye birinci ligine dönerken Hakkı Aygün de yeni kurulan
Eskişehirspor'a transfer olmuş: "Eskişehir'e gitmem oradaki eniştelerim
vasıtasıyla oldu. Beyoğluspor istemişti beni, oraya gidecektim. Fakat eniştelerim
ısrarla çağırınca Eskişehirspor'la anlaştım. Benim günüm dolmuştu. Temmuz ayı
bittiğinde kulüp parayı yatırmadı mı serbest kalıyorduk. Eskişehir'e ilk
gittiğimde 15.000 lira almıştım. Ben 1965'te Eskişehirspor'a geldiğimde
profesyonel olarak benim dışımda bir de Beşiktaş'tan gelen Yüksel vardı. Sezon
bitiminde ikinci lig şampiyonu olarak Ankara'da Trabzon İdmanocağı takımıyla
başbakanlık kupası maçı oynadık. O zaman Trabzonspor yoktu daha. Üç kaleci
gittik Ankara'ya. Ben oynamayacaktım aslında ama Abdullah Matay ısrar etti. O
maçta çok iyi oynadım, onun üzerine ücretime 10.000 lira zam yapıldı.
İdmanocağı çok kuvvetli takımdı o zaman, bütün Karadeniz'in karması gibiydi.
Maçtan sonra Süleyman Demirel kupayı bana vermişti."
Bir yandan rakiple, bir yandan çamurla yapılan bir mücadeleden sonra. |
Eskişehirspor'u çalıştıran
Abdullah Matay ve Abdullah Gegiç ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
"Abdullah Matay iyi bir antrenör değildi belki ama takımdaki kardeşlik
havasını çok iyi sağlamıştı. Antrenörlüğü iyi bilmiyor dediysem de yanlış
anlama, taktik filan bilmiyordu belki ama çalıştırması çok iyiydi. Adamı
öldürürdü idmanda. Sahaya çıktığımız zaman kondisyonumuz çok iyiydi. Ben Eskişehir'de
oynarken 69 kiloydum, 70 bile değil. Sonra Gegiç geldi, adamın beş tane
diploması var. Bizi çok bilimsel çalıştırıyor fakat ilk zamanlar alışmakta
zorluk çektik tabii. PTT ile bir kupa maçı oynayacaktık. Bizi yarım saat önce
sahaya çıkartıp ısındırdı. Meğer Avrupa'da hep öyle ısınırlarmış ama bizim
turşumuz çıktı. PTT bize iki tane attı."
Kulübün o zaman içinde
bulunduğu koşulları da şöyle hatırlıyor Hakkı Aygün: "Eskişehir'de eski
otogarın yanında bir otel vardı. Otelin altında dükkanlar vardı. Bir dükkanı
kiralamıştı kulüp. İçeri giriyorduk, kapkaranlık bir yer. Orada soyunup
gidiyorduk antrenmana. Külüstür Skoda'lar vardı o zaman. Onlarla götürüyorlardı
bizi. Antrenman bittikten sonra o dükkandan elbiseleri kucağımıza alıp hamama
giderdik. Gegiç geldikten sonra Şeker stadındaki antrenmanlardan sonra sıcak su
akmaya başladı. Neler çektik neler, topçuluk kolay değildi."
Eskişehirsporlu futbolcular 27 Mart 1966'da İstanbul'da Beyoğluspor'u 3-1 yendikleri ikinci lig yükselme grubu maçından sonra taraftarı selamlıyor. |
1965'te kurulan Eskişehirspor,
o sezon (1965-66) katıldığı ikinci ligde şampiyon olurken komşusu Bursaspor ile
büyük bir çekişme içine girmiş ve aralarındaki maçlarda şiddet olayları
yaşanmıştı. Hakkı Aygün'ün o maçlarla ilgili hatırladığı ayrıntılar şöyle: "Bursa
ile çok kapıştık biz. Bursa'da bize tabanca bile çektiler. Rahmetli Aziz Bolel
kaldığımız otelde emniyet müdürüne 'Buradan bir tek Bursalı girerse vururum,
ruhsatlı tabancam var, mesul sizsiniz,' demişti. Fethi ile İsmail arabaya
binerken vurmuşlar, yüzlerinden kan akıyor. Son maçtan önce Bursa'da bize
kalacak otel vermediler. Mudanya'ya gittik, bir tane izbe han vardı o zamanlar
orada kaldık. Hepimiz koridorda yatmıştık. Ertesi gün maç yemeğini yedik,
otobüse binip yola koyulduk. İçeride sinek uçsa duyarsın, öyle bir girmişiz ki
havaya bizi dışladılar diye. Ben arkada bir sigara içiyordum, Matay gördü
sesini çıkarmadı. Soyunma odasına
geldik, formaları giydik yine çıt yok.
Biz 3-0 öne geçtik. Fakat arkamdaki tribünden durmadan taş atıyorlar,
küfür ediyorlar. Avuta çıkmak üzere olan bir top vardı, tuttum Bursalı
Mustafa'nın önüne doğru attım topu. Mustafa golü atınca arkamdaki seyirciler
sustu."
Şampiyonluk turu. |
Eskişehirspor birinci lige
yükselirken Hakkı Aygün de oynadığı bütün takımlarda şampiyonluk yaşamak gibi
nadir görülen bir başarıya erişmişti: "Orhan Ayhan bir televizyon
programında bir soru sormuştu: iki sene üst üste ikinci ligde bir takımın
kalesini koruyup birinci lige çıkan kaleci kimdir diye. Kimse bilemedi, sonra o
söylemişti cevabı. Çok şampiyonluk yaşadım ben. Haliç'te çok şampiyon olduk.
Amatör küme şampiyonluğu ama şimdi ikinci ligdeki takımlara taş çıkartırdı.
Topçu yoktu ki, az topçu vardı, taş gibi adamlar oynuyordu. Topçu olmak da bir
şanstır, inan buna. Haliç'te Adnan diye bir 10 numara vardı. Çamur havada,
Bakırköy'deki Sümerspor sahasında santradan kapar topu, o çamurda sürüp bir
topa vururdu - Ankaragüçlü Ertan abi gibi, İstanbulsporlu Kel İhsan abi gibi.
Haliç kulübünden iyi futbolcular yetişti. En tanınanları İstanbulspor ve
Fenerbahçeli Nedim Doğan, Mersin İdman Yurdu'ndan Fener'e transfer olan
Muharrem. Yine Fenerbahçeli idareci Şadan Kalkavan Haliç'te top oynardı. Haliç'ten
sonra İzmir Karagücü'nde Türkiye amatör şampiyonluğu yaşadım. Vefa'da ikinci
lig şampiyonluğu, Eskişehirspor'da ikinci lig şampiyonluğu yaşadım."
Eskişehirspor ile birinci ligde
iki sezon geçirdikten sonra 1968-69 sezonunda Kütahyaspor'a transfer olmuş
Hakkı Aygün: "İyi bir takım kurulmuştu orada. Bandırmalı Sarı Ahmet vardı,
sonra Galatasaray'a gitti. Ali İhsan'ın kardeşi Enver vardı. Çok iyi oyuncuydu.
Fakat ben Kütahya'da birkaç maç oynayabildim. Orada bir otobüs kazası geçirdik.
Ayağım sakatlandı, bir müddet basamadım. Sonra Eskişehir'e döndüm fakat kaza
yüzünden oynayamadım. Onun üzerine İstanbul'a döndüm, bir sene daha Haliç
kulübünde oynadım. Rumların yanında mobilyacılık mesleğini öğrenmiştim. Futbolu
bıraktıktan sonra mobilya dükkanı açtım."
Hakkı Aygün'lü Kütahyaspor kadrosu. (Fotospor) |
Kalecilik konusundaki
düşünceleri şöyle: "Ben kolay kolay penaltı yemezdim. Üç çeşit kaleci
vardır. On sekiz kalecisi, altı pas kalecisi, üç direk kalecisi. Bence iyi bir
kaleci on sekize hakim olmalı. Benim zamanımda Turgay, Seyfi, Ali iyi kalecilerdi.
Ben askerdeyken Ali'nin evi Göztepe sahasının arkasındaydı. İyi kaleci olacağı
o çocuk yaşında belliydi. Bizim idmanlarda çalıştırırdım onu. Bu saydığım
kaleciler yere atlamazdı. Bunlar iyi yer tutardı. Bir adım sağa, bir adım sola
atarak çoğu topu kurtarırlardı."
Kızılcahamam'da kampta diğer kaleci Yusuf Şimşek (yerdeki) ile. |
İsmail Arca (sağdaki) ile. |
Zaman zaman amatör küme
maçlarına gitmeye devam eden Hakkı Aygün, Vefa stadı içindeki Vefa kulüp
binasının durumuyla ilgili üzüntüsünü şöyle dile getiriyor: "Üç-dört kere
Vefa Stadında Haliç'in maçlarına gittim, kulüp binasının halini görünce
gözlerim yaşardı. Orada ne topçular yetişti: Galipler, Atom İsmetler,
Tahtabacak İsmetler, Hilmiler. O güzelim kapıya kilit vurmuşlar, kocaman bir
demir, bir de zincir. Hiçbir gazeteci de gidip oranın o halini çekmiyor."
Fethi Aytuna bu bloglarıyla çoğumuzun bilmediği bilgileri açığa çıkarıyor öğreniyoruz.Sağol Fethi Aytuna
YanıtlaSilFethicim yine güzel bir portre... beynine sağlık
YanıtlaSilFethi bey merhaba,Güzel çalışmalrınızdan dolayı sizi tebrik ederim. Hakkı Aygün'ün telefon numarası veya herhangi bir ulaşım bilgisini 532 275 18 50 GSM iletebilirseniz memnun olurum. Selamlar. ATİLLA KURTER
YanıtlaSilEyüp Demirkapı da mobilya cila atölyesin de çalıştım bana eski günlerini anlatırdı ellerinden öperim ALLAH uzun ömürler versin
YanıtlaSil