Futbolumuzun henüz
ulusal düzeyde bir lig organizasyonuna kavuşmadığı 1950'lerde, İzmir Ligi
renkli bir rekabete sahne oluyordu. İstanbul'da şampiyonluğu tekeline alan üç
takımın aksine İzmir'de beş kulüp - Altay, Altınordu, Göztepe, İzmirspor ve
Karşıyaka - zirve yarışına katılıyordu. Hatta zaman zaman Yün Mensucat ve
Demirspor gibi takımlar da bu yarışa ortak oluyor, aldıkları sonuçlarla
şampiyonluğun kaderinde rol oynuyorlardı. Bu yoğun rekabet içinde, Eşrefpaşa
semtinin takımı olan İzmirspor 1954-55 ve 1955-56 şampiyonluklarını kazanmayı
başardı. Santrfor, sol iç ve sol haf mevkilerinde oynayan Burhan Cevrem bu
başarılarda pay sahibi oldu. Futbolu bıraktıktan sonra da uzun yıllar boyunca İzmirspor
camiası içinde yer alan Burhan Cevrem'in eşi de bir dönem kulüp yönetiminde yer
almıştı. Burhan Cevrem İzmirspor ve futbolla ilişkisinin başladığı günleri
şöyle anlatıyor:
"1927'de İzmir'de
doğdum. Ailemin kökeni Girit'e dayanıyor. Eşrefpaşa'da doğup büyüdüm. İzmirspor'un
lokal takımları vardı. O takımlardan biri olan Hatayspor'da 15 yaşında oynamaya
başladım. Babam fırıncıydı, ekmeğin 6 kuruş olduğu devirlerde fırıncılık
yapardı. Üç erkek, bir kız kardeştik. Bir kardeşim kaleciydi, Aydınspor'da
oynadı. Şimdi rahmetli oldu. 1946 Kasım'da askere gittim. Tam 35 ay askerlik
yaptım. Hatta Balıkesir'de askerken benim lokal takımımı getirdim oraya.
1947'de askerden izinli geldim. O gün de İzmirspor'un bir hazırlık maçı vardı,
devre arasıymış. Sen oynayacaksın dediler. 4-1 yendik, iki golü ben attım. İşin
tuhafı da hakem Bedri Kaya vardı yüzbaşı, bizim rahmetli Tarık (Gençay) abiye
'Bunu niye oynatmıyorsunuz?' dedi. Asker olduğumu öğrenince hemen Balıkesir'e
bir telefon, ben İzmir Kayagücü'ne geldim."
Askeri bir takım olduğu
için ismi sık sık Karagücü olarak yazılan Kayagücü, askerliğini yapan iyi
futbolcuları kadrosuna alarak iddialı bir hale gelmiş ve 1946-47 sezonunda
İzmir ligi şampiyonu olmuştu. Burhan Cevrem bu takıma katılışını ve bazı
oyuncularını anlatıyor: "Kayagücü'nü kuran Ragıp Gümüşpala, Cemal
Gürsel'in yardımcısıydı. Beni makamına çağırdı, hemen İzmir'e gittim. Kayagücü
İzmir şampiyonu oldu. Bilhassa İzmir'de ne kadar iyi futbolcu varsa, hemen
onları aldı. O zamanki oyuncuları arasında Karşıyakalı Çamur Nebil vardı, sonra
Pala Halit, Altaylı Bayram Dinsel, İstanbulsporlu Toros, Gemlikli Mehmet vardı.
İzmirspor'un gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Tarık Gençay'dı. O benden bir yaş
büyüktü, 1926'lıydı. Kayagücü'nde birlikte oynadık.Fakat bir müddet sonra
Kayagücü lağvedildi, tekrar Balıkesir'e döndüm."
Söz Tarık Gençay'dan
açılınca Burhan abi kendi hayat hikâyesine ara verip büyük saygı duyduğu bu
futbolcuyu anlatıyor: "Askerdeyken bir gün onu garnizon kapısına
çağırdılar. Bana sen de gel dedi. Gittik kapıya, baktık Galatasaray idare
heyeti. Tarık'ın terhisine 15-20 gün vardı. İdareciler 1.500 lira transfer
ücreti, 300 lira aylık teklif ettiler. 1.500 lira o zaman çok büyük paraydı,
Alsancak'ta üç-dört tane daire alınırdı. Kabul etmedi. Tarık Gençay 1951'de
milli takımla İsveç ve Almanya'ya gitti. Berlin'de 2-1 yendiğimiz maçta
kadrodaydı, Mısır'a gitti kadrodaydı, Roma'ya gitti kadrodaydı. Fakat
hiçbirinde oynatmadılar. Niye oynatmadılar? Ulvi Yenal federasyon başkanıydı.
'Galatasaray'a imzayı at, hemen milli takımda oyna,' dediler. 'Ben
İzmirspor'dan başka takımda oynamam,' diye cevap verdi. Irak'ı İzmir'de 7-0
yendik, o maçta oynadı, üç tane gol attı."
Kendisinin daha sonra
neler yaptığını şöyle anlatıyor Burhan abi: "İzmirspor 1949'da İzmir
şampiyonu oldu. Ben o zaman daha askerdim. Ankara'da yapılan Türkiye
birinciliğine katıldı. Bir yazıyla beni Ankara'ya gönderdiler. İlk maçta
sakatlandım. Üç maç oynayacağıma bir maç oynadım. Ankaragücü karşısında 3-0
galipken 4-3 yenildik. Askerliğim bitince İzmir'e döndüm. Bir sezon
İzmirspor'da oynadım. Sonra bir sene (1950-51) Nazilli Sümerspor'da oynadım.
Sümerbank'ta çalışıyor gibi gözüküyorduk, oradan maaş alıyorduk. Daha sonra
Beşiktaş ve Galatasaray'da oynayan kaleci Bülent Gürbüz de o takımdaydı. Sonra
Ankaragücü'ne gittim. Ankaragücü'yle İzmir'de bir maç yapmıştık. Ben bir gol
attım, bir de Tarık penaltıdan attı. Ankaragücü idarecileri beni o maçta
beğenmiş. Bayağı iyi bir takımdı." Takımda kimler vardı diye sorduğumuzda
Burhan abi Ankaragücü'nün 1951-52 kadrosunu sayıyor: "Kaleci Semih, sağ
bek Necdet, sol bek İsmet, sağ haf Hasan, santrhaf Şevket, sol haf Hüseyin, sağ
açık Seyfi, sağ iç Ercüment, santrfor ben, sol iç kaptan Fikret, sol açık kel
Kenan. O sırada beni Fenerbahçe istiyordu. Gidecektim fakat o sırada rahmetli
babam felç oldu, İzmir'e dönmek zorunda kaldım."
"1952'de İzmir'e
dönünce Göztepe'de oynadım ve orada gol kralı oldum. Hatta ilk maç İzmirspor'la
idi. O maçı 5-1 Göztepe kazandı, ben dört gol attım. İkinci devrede oynanan
maçı 1-0 kazandık, o golü de ben attım. Göztepe'de bir sezon oynayabildim zira
dediler ki, 'Ya Eşrefpaşa'yı terk et, ya da İzmirspor'a gel.' Göztepe'den 300
lira aylık aldığım zaman genel müdürler alamıyordu o parayı. İzmirspor'a
döndüğüm zaman 40 lira aylıkla oynadım. Arkadaşım Nedim vardı, Göztepe'den
aldığım paraya inanamadı, benimle beraber geldi. Ruhi Karaduman de kulübün
müdürüydü. O parayı verdi bana, arkadaşım şaşırdı." O zamana göre iyi para
kazansa da, o günlerin bütün futbolcuları gibi hayatını sürdürmek için başka
işlerle uğraşmış Burhan abi: "Ben esas geçimimi futboldan değil,
nakliyecilikten sağladım. BMC fabrikasının nakliye işlerini yapardım."
"Şu yırtık fotoğraf Göztepe-İzmirspor maçında çekilmiş. Gazetede bu fotoğrafın altında 'İzmirsporlu Burhan İzmirspor'u dağıtırken' yazmıştı. Kaleci Emin (Terzioğlu) benim teyzemin oğluydu. En sağda rahmetli Doğan Emültay görülüyor. Onun arkasında Göztepeli Nezihi. Benim arkamda İzmirsporlu Galaga Mustafa var."
1952-53 sezonundaki Göztepe kadrosunu soruyoruz: "O zamanki Göztepe takımını sayayım sana. Kalede Sadi, sağ bek Semih, sol bek Ruhi, sağ haf Sedat, santrhaf Seracettin, sol haf Mehmet, sağ açık Nezihi, sağ iç Kaya, santrfor ben, sol iç Emcet, sol açık Özdemir. Ben Göztepe'deyken, Güzelyalı'daki sahada tribün yoktu, soyunma odası yoktu. İdmanlarda çizginin yanında soyunurduk." Hafızasının kuvvetinden cesaret alarak sorduğumuzda Burhan Cevrem 1947'de oynadığı İzmirspor kadrosunu da bir çırpıda sayıveriyor: "1947 takımında kaleci Sabri, sağ bek Salih, sol bek Ahmet, sağ haf Şener, santrhaf Durmuş, sol haf Sabri, sağ açık Orhan, sağ iç Şener, santrfor ben, sol iç Lütfü, sol açık Hüsamettin. Soruyorum gençlere, İzmirspor bir ay evvel Uşak'la maç yaptı, takımı say diyorum, öyle bakakalıyorlar bana. Bütün arkadaşlarımın telefonunu ezbere bilirim."
"Göztepe'den
döndükten sonra futbolu bırakana kadar hep İzmirspor'da oynadım. Altay'la bir
final maçı oynadık. Maç 3'teydi, sabah 9'da saha doldu. Bizden evvel Karşıyaka
- İzmir Demirspor maçı vardı. Kalabalıktan dolayı bizi sahanın içinden soyunma
odasına alacaklardı. Ben heyecandan dalmışım, sahanın içine doğru gidiyorum. O
maçı 2-1 kaybettik. Tarık abi temdit penaltısını kaçırdı. Gerçi atsaydı yine
Altay şampiyon olacaktı, beraberlik onlara yarıyordu. Benim rahmetli annem bile
futboldan anlamadığı halde gelmişti o maça. Alsancak stadı şimdiki halinde
değildi, daha küçüktü o zaman. Seyirciyle dolduğu zaman bile ancak 8-10 bin
kişi alıyordu. Fenerbahçe gelmişti İzmir'e. O zamanki Fener forveti K. Fikret,
Mehmet Ali, Feridun, Lefter, Burhan'dan oluşuyordu. Bizi burada 2-0 yendiler.
Bir ara bir pozisyon oldu. Bizim Tarık abi ile Feridun beraber depar attılar.
Türkiye'de Tarık abiye yetişecek adam yoktu. Bastı topa, geri pası verecekmiş
gibi 'Seyfi' dedi. Feridun kaleciye doğru fırladı. Tarık abi döndü bana, 'Yahu
bunda akıl da yokmuş,' dedi. Çok muzip adamdı. Takım mağlup durumdaysa
santrhaftan santrfora geçerdi. Mesela bir maçta2-0 mağlubuz, son 15 dakika
santrfora geçip üç gol atıyordu."
İzmirspor'un sahası "Talebe Çayırı"nda sezon açılış idmanı. Sol başta Burhan Cevrem, yanında Nurettin Terzi, bir adım geride Cahit Ellier ve sağ başta Kamuran Soykıray görülüyor. |
Avrupa Şampiyon
Kulüpler Kupası gibi turnuvaların henüz başlamadığı yıllarda, Türk kulüpleri
yabancı takımlarla özel maçlarda karşılaşıyordu. Bir tür milli maç havasında
yapılan bu karşılaşmalar için her kulüp diğer takımlardan bir veya iki oyuncuyu
takviye olarak kadrosuna alıyordu. Burhan abi de çeşitli İzmir takımlarıyla
böyle maçlar oynamış: "1950'lerde Altay ve Göztepe'yle Yunanistan'a,
Altınordu'yla Suriye'ye özel maçlar yapmaya gittim. Suriye seyahatine İzmirspor'dan
benimle Memduh'u götürdüler. Seksen sekiz saat trenle gittik. Çarşamba günü
bindik Basmane'den akşam saat 9'da, Pazar sabahı Halep'e vardık. Saat 3'te
maçımız vardı. Hiç dinlenemeden çıktık, beş tane yedik. Ertesi gün bir maçımız
daha vardı, bu sefer 1-0 galip geldik. Otobüsle Şam'a geçtik. İlk maçı berabere bitirdik. 3-2 mağlubuz, maçın
bitmesine 1 dakika filan vardı. Ben sol ayağımla bir vurdum doksana, 3-3 bitti.
Son maçımızı da kazanıp tekrar trenle döndük. O zaman kara trenler vardı. Bazı
yerlerde o kadar yavaşlıyor ki yürümek daha iyi. Adana'yı geçtikten sonra rampa
bir yere geldik, arkadan bir lokomotif itiyor. İnip yürüsen daha hızlı gidersin."
Futbolu milli lig
başlamadan önce, 1956-57 sezonunda bırakan Burhan Cevrem, başta İzmirspor olmak üzere çeşitli
kulüplerde antrenörlük yapmış. "Futbolu bıraktıktan sonra dört sene genç
takımı çalıştırdım. Talebelere bir şey öğretme hastalığı vardı bende. O yüzden
futbolu erken bırakıp antrenörlüğe başladım. Top oynamak başka, seçmek başka.
Adam seçmek bir sanattır. Bir ara İzmirspor'a 18 tane adam getirdim, 18'ini de
oynattım. Sami (Özok) abiye sorarlardı, 'Burhan'ın getirdiği adamı niye
denemiyorsun?' diye, o da 'Burhan'ın getirdiği adamı denemeye gerek görmem,'
derdi. Ödemiş'te iki takımı çalıştırdım. İkisi de şampiyon oldu. Isparta'ya,
Antalya'ya gittim, onlar da şampiyon oldu. 79 tane gol attık, bir tane de kendi
kalemize gol attık. Torbalılı bir arkadaşımın ricası üzerine Torbalı'ya gittim.
Düşmek üzere olan takım Türkiye dördüncüsü oldu."
"Rıdvan'la
Sercan'ı ilk fark edenlerden biri benim. Muğla'nın Çanakkale'yle maçı vardı.
Bir gittik Muğla'ya, ortalık jandarma dolu. Meğer Muğlalıları Çanakkale'de
dövmüşler. Biz Rıdvan ile Sercan'a transfer teklifi yaptık. Onlar bir milyon
istedi. Bizde para yok. Biz 750.000 verdik. Düşünelim dediler. Üç gün sonra
dört tane futbolcu sattık. Muğlaspor Ankara'da Türkiye şampiyonasına
katılıyordu. Biz de Erol Kaynak'la Cebeci Stadına gittik. Muğla külüstür bir
dolmuşla gelmişti, yolda görmüştük. Neyse maç oynandı, Erol Kaynak, 'Biz onları
İzmir'de hallederiz,' derken, 14 plakalı bir araç yanaştı. Onları arabaya
koydukları gibi hemen Bolu'ya götürdüler.
Beşiktaşlı Güven'i Aydın'dan ben getirmiştim. İlk antrenmana çıktığı
zaman Tarık abi bana döndü, 'Yahu bunu cambazhaneden mi aldın?' diye takıldı.
İsmail Demiriz'i de Çiğli'den, amatör takımdan aldım."
İzmirspor genç takımıyla idmanda. (Yeni Asır) |
Duvarda asılı İsmet
İnönü'yle birlikte çekilmiş fotoğrafın dikkatimizi çektiğini gören Burhan abi,
bunun hikâyesini anlatıyor: "1959 senesinde Isparta'ya gittim. Hem
Sümerbank'ta çalışıyordum, hem de Sümerspor kulübüne antrenörlük yapıyordum.
Bir gün İsmet İnönü geldi Isparta'ya. Gençlik kulübünün idarecileriyle de
samimiydim. O kulübün başkanı hasta CHP'liydi. Kulübün büyük bir salonu vardı.
İnönü oraya geldi. Ben de görmeye gittim. O zamanlar bir şoförü, bir de
koruması vardı İnönü'nün, o kadar. Fethi Çelikbaş'la beraber gelmişti. Ben orada
İnönü'yle yemek yedim diye ertesi gün Sümerbank'ta işime son verdiler, onun
üzerine İzmir'e döndüm. Ödemiş Gölcük'teydim. On gün sonra geldiler. Müdür
dayanamamış, gidin bulun, alın Isparta'ya gelin demiş. Yirmi gün sonra da
ihtilal oldu. 27 Mayıs ihtilalinde ben Isparta'daydım."
Asıl adı Yurdagül olan
fakat bütün camianın Gül abla dediği eşi eski gazeteleri getirerek bir haberi
gösterirken Burhan abi açıklıyor: "Benim hanım dört sene İzmirspor idare
heyetindeydi. Kadınlar kurulu başkanlığı yaptı. Türkiye'de ilk defa umumi
kaptan olarak sahaya çıktı. Elli üç senelik evliyiz. 1969 yılında günübirlik
Adana'ya, Ceyhan'a bile maçlara gittik." Sözü Gül abla alıp bir anısını
anlatıyor: "İzmirspor'un İstanbul'da Karagümrük'le maçı vardı. Biz de
küçük bir grup olarak takımla beraber gittik maça. İzmir'de birçok takımda
antrenörlük yapan Halil Bıçakçı o sırada Vefa kulübünde görev yapıyordu. Biz
Vefa stadına geldik. Rahmetli Halil bana aşçıbaşı derdi. 'Aman aşçıbaşı, ne
olur bir tek ricam var, hiç ses çıkarma,' dedi. Tamam dedim. Meğer Karagümrük
seyircisi çok fanatikmiş, daha bilmiyoruz. Biz gittik, normal bir tribüne
oturduk. Karagümrük antrenörü Metin Türel bizi görmüş. Bir görevli göndermiş,
bizi alıp şeref tribününe götürdü. Neyse biz bir gol attık. Ben farkında
değilim ama ani bir reaksiyon göstermişim o zaman. Sonra biz iki gol yedik.
İkinci golden sonra bir baktım bütün tribün dönmüş bana küfrediyor."
(Yeni Asır) |
Ayrılmak üzereyken
Burhan abi sözü bugünlere getiriyor. Bir zamanlar birinci ligde dördüncülüğü
kazanan İzmirspor'un günümüzde bulunduğu yere üzüldüğünü belirterek kulübün bu
duruma gelmesinin sebebini vefasızlık olarak açıklıyor. Sonra bir televizyon
programından yola çıkarak tekrar eski günlere dönüyor: "Geçenlerde bir
İzmir kanalında bir spor programı vardı. Bir gazeteci 'Damlacık kulübünden
İzmirspor'a gelen Metin Oktay'ın heykelini dikelim,' dedi. Bir kere Metin
İzmirspor'a Damlacık'tan değil, Yün Mensucat takımından geldi. Sonra
İzmirspor'da tam bir sezonu da tamamlamadı. Altı, bilemedin yedi ay oynadı. Biz
İzmir şampiyonu olduk. Türkiye şampiyonasında Karagümrük'le çok önemli bir
maçımız vardı. Takım açıklandı, biz yokuz. Sahaya bir baktım, Metin Oktay yok.
O maça çıkmadı. Sonra geldiler, beni tribünden aldılar, iyi kötü oynadım. Sonra
Oya Sarı ile evlendi. Oya'nın babası Ziya Sarı çok zengindi. O zamanlar Metin
karısına transfer için noterden vekalet vermiş. Galatasaray bir Rusya turnesine
çıktı. O sıralarda Metin Oktay İzmirspor'a gelecek diye söylentiler çıktı.
Hatta o gelecek diye ben, Oya Sarı, Ziya Sarı, bir de trafik kazasında ölen
umumi kaptan Nazır Sipahi - babası İlyas da bizde başkanlık yapmıştı - gittik
Çiğli havaalanına bekledik. Metin gelmeyince Oya ondan boşandı. Söz heykelden
açılmışken, rahmetli Tarık abi esprili bir insandı. Bir gün ona 'Tarık abi,
senin heykelini dikelim,' dedim. 'Ne o, yüzüme tüküremediler, heykelime mi
tükürecekler?' diye cevap vermişti. Elimde olsa Eşrefpaşa'nın her sokağına,
Hatay'ın her sokağına Tarık Gençay'ın ismini verirdim."