12 Kasım 2013 Salı

İsmet Yurtsü - Milli Takımda Bir Feriköylü

Lefter 1964’te futbolu bırakıp antrenörlük yapmak üzere Güney Afrika’ya gitmeden önce Milliyet gazetesinden Necati Karakaya’ya “20 Yılın Futbol Devleri” başlığıyla bir röportaj vermişti. Bir hafta boyunca yayınlanan röportajın “Takımlarını Kurtaranlar” başlığını taşıyan bölümünde şunları söylüyordu: “Ben şu anda takım kurtarabilecek vasıfta üç futbolcu görüyorum. Birincisi Metin…. İkinci futbolcu Ergun…. Üçüncü futbolcu da Feriköylü İsmet’tir. İsmet kuvvetli kaldığı müddetçe takımının her yerinde bir takım kuvveti içinde mücadele eder ve neticeyi alır. İşte onun çok kuvvetli olduğunu da göz önünde tutarak Afrika’ya götürmek istiyorum.” (Milliyet, 26 Temmuz 1964)

Lefter’in “bir takım kuvveti içinde” gördüğü İsmet Yurtsü, Feriköy’de profesyonel oldu iki sezon Galatasaray formasını giydikten sonra yine Feriköy’de futbolu bıraktı. Frikikten ve uzaktan attığı gollerle ünlendi. Feriköy gibi mütevazı bir kulüpte oynarken, altmışlı yıllarda “üç büyüklerin” oyuncularının hakimiyetindeki A milli takımda dört kez forma giyme başarısını gösterdi. İsmet Yurtsü futbola nasıl başladığını şöyle anlattı:


“14 Kasım 1938’de Tokat’ta doğdum. Aslında kökenimiz İstanbul. Babam Galatasaray Lisesi mezunuydu. Tekel’de müdürlük yaptığı için tütün zamanı atla köylere giderdi. Ben on iki yaşındayken İstanbul’a döndük. Top oynamaya Beşiktaş Şeref Stadı yanındaki havuzda başladım. O zaman Yıldız’da oturuyorduk. Her gün oraya giderdik. Duvarlara paslar, şutlar filan atardık. Bir gün Fenerbahçe genç takımını çalıştıran Reşat Erte gelmiş. O gün ben yoktum. Arkadaşlarım, ‘İsmet diye biri var, çok iyi oynuyor’ demişler. Daha sonra ben de gittim, lisans çıkardılar. Reşat Erte bizi her hafta bir yere maç yapmaya götürürdü. Cihat Arman’ın çalıştırdığı takımla Dolmabahçe’de maç yaptık ve 7-1 yendik. Ben sağ haf oynadım o maçta ve bir gol attım.”

1953’te Fenerbahçe genç takımında oynamaya başlayan İsmet’in arkadaşları arasında kendisi gibi gelecekte ünlü birer futbolcu olacak Mustafa Yürür ve Aydın Yelken bulunuyordu. 1956’da yeni bir takıma geçti ve oturduğu semtin takımı Feriköy’ün formasını giydi. Burada nasıl oynamaya başladığını şöyle anlatıyor: “O sıralarda Feriköy’e taşındık. Bir gün Feriköy’ün antrenman maçı vardı. Sahada bir kişi eksikti. Münir Abi vardı,  rahmetli Feriköy’ün her şeyiydi. Korner olur, frikik olur hep o atardı. Toplara iyi vururdu. Ben o zaman 48 kiloydum ama canavar gibiydim. Münir Abi saha kenarına, ‘Bir kişi yok mu oynayacak?’ diye seslenince ben atıldım. Bunun üzerine, ‘Boyuna posuna bakmıyor musun?’ diye beni tersledi. İri yapılı bir çocuk vardı, onu çağırdı. O çocuk, ‘Ben anlamam abi,’ diye cevap verince Münir Abi bana ‘gel bakalım,’ dedi. Bir süre sonra ‘Sen kimsin lan?’ diye sordu bana. Maçın bitiminde hemen takıma aldılar beni.”
“O zaman Feriköy İstanbul mahalli üçüncü ligindeydi. Kümeleri birer birer tırmanıp şampiyon olduk. O sıralarda askerliğimi yapıyordum. Askerden izinli gelip maçlarda oynayarak on sekiz golle gol kralı oldum. Maçlar oynandığı sırada başkan Süleyman Yanar ‘Senle mukavele yapacağız, takım şampiyonluğa giderse her hafta sana 250 lira para vereceğiz,’ dedi. O zaman çok büyük paraydı. Başlangıçta izin alamadılar, ilk dört maç oynayamadım. Sonradan izin alındı. Hemen her maçı kazandık. Bazı maçları unutamam. Hasköy'ü 9-0 yendiğimiz maçta dört gol attım.” 

İsmet Yurtsü (en önde) Feriköy'ün İstanbul Profesyonel
İkinci Liginde oynadığı yıllarda bir maça çıkıyor.
(M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002"
adlı kitabından)
Uzaktan attığı şutlarla kaydettiği goller daha o dönemde dikkati çekiyordu. “Beylerbeyi maçında ilk yarı 1-0 mağluptuk. İkinci yarı bir gol attım, berabere oldu. Ardından bizim takımda sol iç oynayan rahmetli Burhan Abi vardı. Teknik bir oyuncuydu. Top ona geldiği bir pozisyonda ‘Burhan Abi!’ diye bağırdım. Topu bana çıkardı, otuz metreden voleyi çaktım. Kaleci uçarak topu tuttu. Kaleci Topal Yaşar, Galatasaraylı İsfendiyar’ın kardeşiydi. Fakat hakem düdük çaldı, santrayı gösterdi. Meğer kaleci Yaşar uçup topu tutmuş ama topla birlikte çizgiyi geçmiş. Uzaktan böyle attığım goller çoktu. Santra civarından ondan fazla golüm var. Frikikten de çok gol attım. Fakat bunlar çalışmayla kazanılan özelliklerdi. Antrenman bittikten sonra orta sahadan kaleye yüz şut çekiyordum.”

1958-59 sezonunda İstanbul Profesyonel İkinci Liginde mücadele eden Feriköy takımı şampiyon oldu ve Bursa’da oynanan terfi maçlarına katılmaya hak kazandı. Yeni kurulan Milli Lig ilk sezonunu henüz tamamlamıştı. O yıllarda ulaşım olanaklarının kısıtlı olması ve birkaç il dışında profesyonel lig bulunmaması yüzünden Milli Lig üç büyük şehrin takımlarından oluşuyordu. Terfi maçlarına İstanbul, Ankara ve İzmir’den ikişer takım ile Adana Demirspor katıldı. Bursa’da tek devreli lig usulü oynanan maçlar sonunda Feriköy grubun en zayıf takımı olan İzmir ekibi Ülküspor’un son maçta Ankara ekibi Toprakspor’u 4-3 yenmesi üzerine dördüncü olarak Milli Lige çıkmayı başardı. Gündüz Kılıç’ı antrenörlüğe getiren Feriköy kötü bir başlangıç yaptı ve ilk dokuz maçında sadece bir galibiyet aldı. İsmet Yurtsü o günleri şöyle hatırlıyor:
“Lige ilk çıktığımız sezon yedi mağlubiyet bir beraberlik aldık. Çıktıkları gibi düşerler diyordu herkes. Bursa’dan Mustafa diye bir kaleci almışlardı 12.500 liraya. Boyu çok kısaydı, 1.65 bile değildi. Başkana Eczacıbaşı’nda birlikte çalıştığım arkadaşım Necdet’i almalarını önerdim. O geldikten sonra arka arkaya dokuz galibiyet aldık ve ligi yedinci bitirdik. Sezon bitince ödül olarak bir buçuk ay Avrupa’ya gittik. Mercedes bir otobüsle dolaştık. İsviçre’de gece maçında lig liderini 6-1 yendik. İki maç daha kazanıp iki beraberlik aldık. Fakat Thun diye bir kasabaya gitmiştik. Statta tribün filan yoktu. Orada yaptığımız maçı 7-2 kaybettik. O maçta karşımda oynayan kişi Bern takımının antrenör futbolcusuymuş. Yine uzaktan çektiğim şutlarla iki gol atmıştım. Maçtan sonra soyunma odasına gelip bana transfer teklifinde bulundu. 7.500 mark transfer parası, 1.500 mark aylık teklif etti. O zaman Feriköy’den 105 lira maaş alıyordum. Fakat annemi ve iki yetim kardeşimi düşünerek İsviçre’de kalmadım.”

(M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002" adlı kitabından)
İsmet Yurtsü sert şutları yanında topu kafasında uzun süre sektirmesiyle de ün kazanmıştı. Bu alanda kendi ifadesiyle “tescillenmiş” bir Türkiye rekoruna sahipti. Bu rekoru nasıl kırdığını şöyle anlatıyor: “Sezon başında Alpullu şeker fabrikasına kampa gitmiştik. Antrenörümüz rahmetli Naci Özkaya’ydı.  ‘Naci Abi, bir Türkiye rekoru kıracağım,’ dedim. Almanya’da kapalı salonda devamlı çalışıyordum. İşin tekniğini öğrenmiştim, öne doğru gidersen topun düşme ihtimali artıyordu ama arkaya doğru gidersen düşmüyordu. Naci Abi saydı, tam sekiz yüz defa sektirmişim. Bir gün de Feriköy sahasında idmana çıkıyorduk. Menajerimiz İsmail Abi’ye (İsmail Erçin) ‘Bugün bir dünya rekoru kıracağım,’ dedim. ‘Yine ne mikropluk düşünüyorsun?’ diye takıldı bana. ‘Topu yay çizgisine koyup üç atış yapacağım, üçünde de top kalenin içindeki direğe çarpıp bana gelecek’ dedim. Askerliğimi yaparken top bende dururdu. Sahanın ortasına bir takunya koyar, yirmi metre civarından plaseyle yüz atış yaptığımda en az doksanında isabet ettirirdim. Oradan alışkanlığım vardı. Nitekim dediğim gibi yaptım ve üç atışta da top iç direğe çarpıp bana geri geldi.”

Topu kafasında sektirme özelliği konusunda Milliyet gazetesinin 6 Temmuz 1962 tarihli nüshasıyla birlikte verdiği futbol ilavesinde ilginç bir yazı yer almıştı. O sırada çalıştığı Eczacıbaşı şirketi bu ilavede verdiği tam sayfa ilanda İsmet’in bu özelliğini kullanmıştı. Yazı şöyle başlıyordu: “ ‘624… 625… 626…’ Hep birden sayıyorlardı… Birden bir ses yükseldi: ‘Dur! Yeter artık… Başım döndü.’ Bu sözleri Rusya milli maçına hazırlandığımız Almanya’da Herberger’in kampında Federasyon Başkanı Muhterem Özyurt söylüyordu. Federasyon ikinci başkanı Fevzi Uman, iki gazeteci ve Basri’den kurulu jüri, bir iddianın neticesini ilan edeceklerdir. İddia sahiplerinden biri milli takımın santrforu Metin Oktay, diğeri ise sol hafı İsmet Yurtsu idi. Kafa hakimiyetini elinden bırakmayan Galatasaray santrforu ile Feriköy’ün sol hafı bir iddiaya girmişlerdi… İsmet kafasında topu 200 defadan fazla oynatamazdı… Şimdi hep birlikte 626’yı saymışlardı… İsmet ortaya konulan 100 liralığı cebine indirirken devam etti: ‘Ben’ dedi ‘istersem hiç açılmadan sağ ve sol ayaklarımla topu elli metreden ileriye atabilirim.’… Bunda muvaffak olmasına imkan yoktu. Fakat biraz sonra İsmet, Metin’in ikinci yüz lirasını da cebine indirecekti. Metin dayanamayıp ‘Bu kuvveti nasıl elde ettin İsmet?’ diye soracak, o ise ‘Muntazam çalışmakla’ cevabını verecektir.”  

Eczacıbaşı’nın bu ilanından söz açılınca bu kuruma nasıl girdiğini soruyoruz: “Amcam Eczacıbaşı’nda muhasebe müdürüydü, onun vasıtasıyla orada çalışmaya başladım. Kaleci Necdet de benim vasıtamla orada işe girdi. Şakir Eczacıbaşı ile futbol ve ping-pong oynardık. Hatta Eczacıbaşı takımı olarak Feriköy’le maç almıştık. İki tane gol atmıştım o gün, maçı 3-2 kazandık. Müesseseler arası bir lig kurulmasını önermiştim ama Şakir Bey o zaman uğraşamayız diye kabul etmedi. Daha sonra bildiğiniz gibi basketbol ve voleybolda güçlü takımlar kurdular. Üç sene çalıştım orada. O zaman vesait filan yok. İşe yürüyerek gidip gelirdik. Askere gideceğim zaman ayrıldım.”

                                                                                    (Milliyet)
Feriköy’deki ilk döneminde unutamadığı maçlardan birini Karagümrük’le oynamışlardı. 1962-63 sezonunda takımların fazlalığı yüzünden (22 takım) lig iki gruba ayrılmıştı. Gruplarında son iki sırayı alan takım yeni kurulan İkinci Lige düşecekti. O sezon bocalayan Feriköy düşmemek için Karagümrük ve Şekerhilal (Şekerspor) ile çekişiyordu. “1962-63 sezonunda Karagümrük’le final gibi bir maç oynadık. Kaybeden küme düşecekti. Bizim hocamız Necdet Erdem’di. Teknik olarak çok iyi değildi ama oyunculara iyi hırs veriyordu. Taksim’de bir otelde bir hafta önceden kampa girdik. Karagümrük’te sol açık Aydın Yelken tehlikeli oyuncuydu. Sahaya çıktık, baktım hakemin elinde siboplu top. O zaman siboplu top çok seyrek bulunuyordu. ‘Allah’ım saha çamura bulanmadan bir frikik olsa da atsam,’ diye dua ettim. 6. dakikada Galatasaray tribünlerinin önünden deniz tarafına bir frikik oldu. Diktim topu. Kıbrıslı Hüseyin (Hüseyin Mevlüt) vardı bizde santrfor. Geldi topa bir vurdu, top baraja çarptı. Fakat hakem atışı tekrarlattı. Ben kızıp Hüseyin’i topun başından uzaklaştırdım. Vurduğum top kaleye girdi ve arka demire çarpıp dışarı çıktı. Hakem görmedi ama yan hakem santraya koşunca golü verdi. Dakika 82 oldu, o top ıslandı, başladı çamurda kaymaya. Bizim kalecimiz Necdet’ti, o da iyi kaleciydi. Selim Soydan’ın abisi Küçük Ali dediğimiz Ali Soydan Karagümrük’te sol iç oynuyordu. Teknik bir futbolcuydu. Top Necdet’in göğsüne çarptı, Küçük Ali’nin önüne geldi. Tam vuruyordu, bizim Necdet bir uçtu, onu devirdi. Hakem penaltıyı verdi. Topun başına Aydın Yelken geldi. Raket gibi sol ayağı vardı. Ben başladım dua etmeye. Aydın geldi vurdu, topu dışarı attı. Maçı 1-0 aldık; biz kurtulduk, Karagümrük düştü.”

Feriköy takımı Ali Sami Yen Stadında bir lig maçından önce. Ayaktakiler: Fuat, Müjdat, Necdet, Arif, Erol, Ahmet.
Oturanlar: Turgay, K. Rıdvan, Necdet, Bilgin, İsmet.
Feriköy’ün sol hafı olarak başarılı maçlar çıkarıp uzaktan attığı gollerle dikkat çekince milli takıma da çağrıldı.  İlk kez 14 Mayıs 1961’te Bükreş’te Romanya’ya karşı B milli takım formasını giydi. “Romanya’yı 2-0 yendik. O gün ben sağ haf oynadım. Feriköy’den Münacettin vardı bir de. Candemir Berkman sağ bek oynuyordu. Onların müthiş bir sol açığı vardı, onu epey hırpaladı. Ben gidip topları aldım, epey yardım ettim ona. ‘Aferin İsmet,’ diyordu bana. Milli takımda adımı Gunga Din koymuşlardı. ‘Fedailer Alayı’ diye bir film varmış, ben de hakikaten milli takımın fedaisi gibiydim. Her tarafa koşuyordum. O zaman bekârdım, içki sigara kullanmıyordum, saat 9 oldu mu yatıyordum.”

    (M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002"
                 adlı kitabından)
Bu maçtan kısa bir süre sonra Norveç’le deplasmanda yapılacak dünya kupası eleme maçı için A milli takımı kadrosuna seçildi ve o maçta ilk kez A milli formayı giydi. “Antrenör İtalyan Sandro Puppo’ydu. Feriköy sahasına gelip idmanlarda beni izlemiş. Dünya Kupası elemeleri için yirmi iki kişilik kadroyla Kilyos’ta kampa girdik. Antrenörümüz İtalyanların meşhur katenaçyo sistemini oynatıyordu bize. Hazırlık maçında Turgay Abi’ye iki tane gol attım. Sonra Oslo’ya gittik. Orada Norveç’i 1-0 yendik, golü Metin Oktay attı. Ben de doksan dakika sahada basmadık yer bırakmadım. Lefter Abi, ‘Helal olsun, bizim ismimizi sildin,’ dedi. Beni severdi, yanından ayırmazdı. Norveç maçından 500 lira prim almaya hak kazanmıştık. O parayı ancak üç ay sonra Merkez Bankasından alabildik.”  

Norveç maçından yaklaşık üç hafta sonra Moskova’da Sovyetler Birliği maçı vardı. Milli takım kafilesi bu daha güçlü rakibe karşı hazırlanmak amacıyla Almanya’da kamp yaptı. İsmet Yurtsü’nün bu kamp dönemi ve maçla ilgili anıları da ilginç: “Kafile başkanımız Albay Muhterem Özyurt’tu. Türkiye’ye dönerken Almanya’ya uğradık. Hannover’de bir kamp yeri vardı. Yüzme havuzu, kapalı spor salonu, yemyeşil sahalarıyla cennet gibi bir yer. Sepp Herberger bizi ziyarete geldi ve herkese birer çift Adidas ayakkabı ve top hediye etti. Geceleri yastığın bir tarafına ayakkabıları diğer tarafına topu koyup yatıyordum. Orada bir hazırlık maçı yaptık. Sandro Puppo beni sol açık oynattı. 0-0 berabere kaldık. Bir gece rüyamda uçuyordum. Dağlardan, tepelerden bir yere iniyorum. Burası Rusya diyorlar. Üstümde milli forma var. O rüyayı görünce, ‘Tamam, ben Rusya’da oynayacağım,’ dedim. Maç Pazar günüydü. Cumartesi günü yemekten sonra takım okundu. Ben 8 numara İsmet diye okunmasını beklerken başkan Naci dedi. Tabii moralim bir anda sıfıra indi. Arkadaşlarım takıldı bana ‘Ne oldu, hani oynayacaktın?’ diye. ‘Takım daha sahaya çıkmıyor ki, ben oynayacağım,’ cevabını verdim. Sandro Puppo moralimin bozulduğunu anladı. ‘İsmet sen iki maç iyi ama Feriköy yok tecrübe,’ dedi. Akşam yedi buçukta odamın telefonu çaldı. Açtım, Puppo karşımda. ‘Çabuk odama gel,’ diye çağırdı beni. ‘Hilmi gece hasta, yatırmak hastaneye, sen sol açık,’ dedi. Katenaçyo sistemi gereği geriye yardım etmemi istedi. Sabah kahvaltıya herkesten önce indim. Haberi duyan herkes şaşırdı. Turgay, ‘Vay be, sen kaleci olsan, bizi gebertir yerimize oynarsın,’ dedi. O gün iyi oynadık ama Rusya’ya 1-0 yenildik.”

Milli takımın beş yüzüncü maçından önce İsmet Yurtsü, Rusya maçında
giydiği formayı Abdullah Avcı'ya teslim etti.
                                                                                                         (Sabah)
Bu maçların ardından deplasmanda 4-0 yenildiğimiz Romanya ve İstanbul’da 1-0 yenildiğimiz İtalya maçlarında milli formayı giydi: “İtalya’yla oynadığımız ilk maçta 6-0 yenilmiştik, o maçta ben yoktum. Rövanş maçında sağ bekte Demirsporlu Muzaffer vardı. Sağ hafta Fenerbahçeli Özer, santrhafta İstanbulsporlu Arap Güngör oynadı. 1.000 lira prim vaat edilmişti fakat 86. dakikada gol yiyince prim gitti. O zaman için iyi paraydı.” İtalya maçında forma giydiği tarihlerde Hayat mecmuası onun için şunları yazıyordu: “İsmet’in ilk seneler enerjiye dayanan futbolü vardı. Seneler bu kabiliyetli gencin tekniğini ve tecrübesini arttırdı. Haf ve for oyuncusu olarak iyi maçlar çıkardı. Nihayet iki sene evvel haklı olarak milli takıma seçildi. İsmet’i milli takıma yükselten birçok meziyetleri vardı. İsmet’in top kontrolü çok iyi ve sağlam bünyesi vardır. Pas tevziatı ve uzun vuruşları mükemmeldir. Şütleri sert ve isabetlidir. Golcü ve hücuma katılan haf oyuncusudur. Aynı rahatlıkla for hattında da oynar.”

                           (Hayat, 18 Nisan 1963)
Milli takımda başarılı olunca büyük takımların transfer listesine girdi. “Rusya milli maçında sağ haf Şeref Has ve santrhaf Osman Abanoz’la birlikte üçümüz aynı odada yatıyorduk. ‘İsmet seni Fenerbahçe’ye alacağız, bu haf hattından top geçmez’ diyorlardı. Küçük Fikret Fenerbahçe transfer komitesinde yer alıyordu. Benimle görüştü ve 100 bin lira vereceklerini söyledi. Feriköy kulübüne de üç oyuncu verilecekti. O sırada bir gazeteci gelip fotoğrafımızı çekti. Küçük Fikret kızdı ve ‘Sakın bunu gazetede basmayın,’ dedi. Fakat haber gazetede çıkmış. Ertesi gün bir telefon, bizim başkan Necati Karakaya beni çağırdı. ‘Ben seni bırakamam, beni yaşatmazlar,’ dedi. O zaman Fenerbahçe’ye gitseydim, ceza olarak bir sene oynamayacaktım. Futbol oynamayı çok sevdiğimden onu göze alamadım. Sonra Feriköy kulübünden bir 8.500 lira evlilik parası aldım. Bir sene sonra da 30.000 lira transfer parası aldım. Galatasaray’a transfer olduğumda da 60.000 lira aldım.”
1964-65 sezonunda yeni takımı Galatasaray oldu. Fakat büyük ümitlerle gelmesine rağmen bu takımda umduğu ortamı bulamadı. Galatasaray o sezon ligde başarılı olamadı ve sezon başladıktan sonra hoca değişikliği yaşandı. Ligdeki başarısızlığa karşın Türkiye Kupasını kazandı. İsmet Yurtsü yaklaşık yarısında forma şansı bulabildiği o sezonu şöyle özetliyor: “Daha önce Feriköy’ü çalıştıran Naci Özkaya Galatasaray’da Coşkun Özarı’nın yardımcısıydı. O beni Galatasaray’a aldırdı. Fakat takım kötü gidince Özarı’nın yerine Gündüz Kılıç geldi. Gündüz Hoca benimle aynı mevkide oynayan Kadri Aytaç’ı tercih ediyordu. Takımın yaş ortalaması yüksekti. En genci bendim, yirmi altı yaşındaydım. Otuz yaş üstünde oyuncular çoktu: Naci (Erdem), Kadri, Kambur Ahmet – rahmetli büyük topçuydu.”

30 Haziran 1962 tarihli Milliyet'in bu haberinde görüldüğü
gibi İsmet, Galatasaray'ın gündemine transferinden
iki sene önce girmişti.
İsmet Yurtsü’nün hayatı boyunca unutamadığı maçlardan biri 1964-65 sezonunda Türkiye Kupasında oynadıkları bir yarı final maçıydı. “Yarı finale yükseldik. İlk maçı Ankara Demirspor’la İstanbul’da oynadık. Ben maçı tribünden izledim. Takım dökülüyordu o gün, 1-1 berabere kaldık. Kadri iyi oyuncuydu ama artık yaşlanmıştı, kondisyonu yetersizdi. O sezon ligi üçüncü bitirdik. Gazeteler ‘Suphi Batur ağlayan başkan’ diye yazıyordu ama ben kendisini hiç görmemiştim. O zamanlar başkanları görmek imkânsızdı, şimdiki gibi sürekli televizyonlara çıkmazlardı. Ankara’daki rövanş maçında Gündüz Kılıç beni takıma koydu. İlk yarıyı 1-0 mağlup bitirdik. O sırada soyunma odasına birisi geldi, sonradan öğrendim ki başkan Suphi Batur’muş. ‘Çocuklar ne olacak bu kulübün hali? Ligi üçüncü bitirdik. Burada da elenirsek seyircilerin yüzüne nasıl bakacağız?’ diye sordu. Baktım gözünden yaşlar geliyor, o zaman anladım ki bu bizim ağlayan başkan. ‘Bu takımı kim kurtaracak?’ diye sorunca, ‒ ben de tam karşısında oturuyordum ‒ ‘Ben kurtaracağım’ demişim ama farkında değilim. Kendime bir geldim, herkes hayretle bana bakıyor. 74. dakikada ‘albay’ lakaplı Yılmaz Gökdel sağdan bir orta yaptı, rahmetli Metin Oktay voleyle golü attı, durum 1-1 oldu. Zaten ondan başka gol atan yok gibiydi. Dakika 89 oldu, artık tribünlerden ıslık çalınıyordu. Bizim takım akına kalktı. Üç kişi gerideyiz: santrhaf Naci Erdem, Kambur Ahmet, bir de ben. Ben de santra yuvarlağında, elli metre civarında duruyorum; fazla sokulmayayım, top gelir, bastırırlarsa keserim diye bekliyorum.  Kırk sekiz sene oldu ama hiç unutmuyorum; birisi burunla vurdu, top bana doğru geliyor. Çimenler az, alabros saç gibi, her dönüşünde devir kaybediyor. Topa bir vurdum, hiç kimse görmedi; ne ben, ne hakem, ne kaleci, ne oyuncular. Yan hakem bayrağını kaldırdı, santraya koştu. Öyle bir gol attım ki, Allah’ın bir hikmeti. Ama öyle gollerim çok vardı. Dönüşte Gündüz Kılıç ‘Seni gelecek sezon takımda direkt oynatacağım’ demesine rağmen üç maç sonra yine kesti.”

İsmet sakatlanan bacağını masöre gösterirken Fenerbahçeli
İsmail Kurt, Şeref ve Basri sıra bekliyor.
                                                                                             (Akşam)
1965-66 sezonuysa onun için daha büyük bir hayal kırıklığı oldu. Gündüz Kılıç’ın direkt oynatma vaadine rağmen sadece dört lig maçında forma giyme şansı buldu. Yaşadığı moral çöküntüsüyle futboldan kopma noktasına geldi. O günleri şöyle hatırlıyor: “Dokuz ay kadar antrenmanlara çıkmadım, sigara ve içkiye başladım. Kahve köşelerinde yatıyordum. Artık futbolu bırakmak istiyordum. Fakat Feriköylü yöneticiler geldiler, beni zorla aldılar.” Böylece tekrar eski takımına döndü. Bu dönemde en ilginç maçlarından birini Galatasaray’a karşı oynamıştı: “Metin Oktay penaltıdan bir gol attı, 1-0 mağlubuz. Galatasaray’ın kalecisi Radunoviç isimli bir Yugoslavdı. Mersin’de 2-1 mağlup olduklarında haftanın oyuncusu seçilmişti. Santrada bana bir top geldi. Topa uzaktan vurdum. Kaleci bir sağa, bir sola yalpaladı, penaltı noktasının üstünde bir durakladı. Top üstünden içeri girdi. 1-1 oldu. Bir süre sonra topa yine uzaktan bir vurdum. Top gitti kalecinin bacak arasından içeri girdi. O maçı 3-1 kazandık.”

                                                                      (Fotospor)

Bir başka unutamadığı maç Göztepe ile 1967-68 sezonunda İstanbul’da yaptıkları maçtı: “Göztepe’nin o zaman şampiyonlukta iddiası vardı. Bizi Eşfak Aykaç çalıştırıyordu. Hoca maçtan önce, ‘Penaltı olursa İsmet atacak ama kendini iyi hissetmezse o zaman kim atacak?’ diye sordu. Fuat, ‘Ben atarım,’ dedi. 1-0 mağlubuz, 82. dakikada bir penaltı kazandık. Fuat’a döndüm baktım. Kaleciyle beraber arkasını dönmüş, sahaya bile bakamıyor. Geldim topun başına, kaleci Ali’yi ters tarafa yatırdım, 1-1 oldu. Dakika 88, 40 metreden bir gol attım Ali’ye. Çok iyi kaleciydi. Uçtu ama top doksana takıldı, maçı 2-1 kazandık.”
“Frikiklerim de iyiydi, plase vururdum ama kalecinin görme şansı olmazdı. Bunun için idmanlardan sonra çok çalışırdım. Her sene en az on tane frikik ve penaltı golü atardım. Hayatımda iki tane penaltı kaçırdım. Bir tanesi Galata maçıydı. 2. Lige düştükten sonra şampiyonluğa oynuyorduk. Rakip sonuncuydu. İki tane frikikten gol attılar, ben penaltı kaçırdım ve yendiler bizi. Bir tane de TSYD kupasında, Galatasaray-Beşiktaş maçında kaçırdım. Beşiktaş kalesinde Necmi vardı, bence Türkiye’nin en iyi kalecisiydi. Frikikten bir gol attım, 1-0 oldu. Sonra bir gol daha attık, 2-0 oldu. Penaltı oldu, Coşkun Abi ‘İsmet sen at,’ dedi. Sert bir plase vurdum, Necmi dondu kaldı ama top direğe vurdu. Sonra iki tane gol yedik, maç 2-2 bitti, kupayı kaybettik.”

Galatasaray 1964-65 sezonunda bir maçtan önce. Ayaktakiler: Tarık Kutver, Candemir Berkman, İsmet Yurtsü,
Kadri Aytaç, Erdem Arat, Metin Oktay. Oturanlar: Yılmaz Gökdel, Erol Boralı,
Mustafa Yürür, Ahmet Berman, Naci Erdem.
Feriköy 1967-68 sezonu sonunda Birinci Lige veda ettikten sonra bir sezon da İkinci Ligde takımının formasını giyen İsmet Yurtsü o yıl futbolu bıraktı. Kendi ifadesiyle Giresunspor 50 milyon lira teklif etmesine rağmen gitmedi ama futboldan kopmadı. Kendisine Spor Toto’dan çıkan parayla Feriköy’de toto bayiliği yaptı. 1980’li yıllarda kısa bir süre de İstanbul’un iki amatör kulübünü çalıştırdı. “Levent takımı ikinci amatörden birinci amatör kümeye çıkmıştı. Takımı hem çalıştırdım hem de dört maçında oynadım. İki maçta frikikten gol attım. Oynadığım maçlarda iki galibiyet iki beraberlik aldık. Nişantaşı maçını 5-0 kazandık. Santradan doksana takılan bir gol atmıştım. O yaşa rağmen toplara çok sert vuruyordum. Son maça kadar 66 tane gol attık. Bunun 46’sını sağ haf ve sol haf attı. Son maçı Alibeyköy sahasında Rami ile oynuyorduk. Şampiyon olmamız için yenmemiz lazımdı. Onlarda Fenerbahçe’de bir dönem forma giyen Muharrem vardı. Santra yaptılar, Muharrem santradan vurdu gol oldu. Ondan sonra tek kale oynamaya başladık ama bir türlü top kaleye girmiyor. 65. dakikada topu aldım, iki kişiyi geçtim. Tam şut çekmek üzereyken santrhafları arkadan gelip bana tekmeyi çaktı. Yere düştüm. Hakem oyunu devam ettirince o öfkeyle kalkıp gırtlağına sarıldım. Maç yarıda kaldı, 3-0 hükmen mağlup ilan edildik. Onların kalecisi Sabri Kiraz’ın kardeşiymiş. Levent’ten sonra bir dönem de Kireçburnu’nu çalıştırdım. Yirmi sene Kireçburnu’nda oturmuştum. Sezonun ilk yarısında sadece 4 gol atıp 44 gol yemişler. Devre arasında bana geldiler. Yardım isteğini kabul ettim. Bir ay devre arası vardı. Gece gündüz çalıştık. Başkanın iki tane minibüsü vardı, orman fakültesi sahasına gidip çalışıyorduk. Feriköy, Fenerbahçe B takımı ve o zaman birinci ligde oynayan Sarıyer’le hazırlık maçları yaptık. Çocuklar çok iyi oynadı bu maçlarda. Ardından sezonun ikinci yarısı başladı. İlk maçımız Tophane Tayfun ileydi. İlk yarıda bizim çocuklar 7-0 mağlup olmuş. Soyunma odasında çocukları topladım, ilk 15 dakika hiç pas yapmak yok, ayağınıza gelen topu taca, kornere, nereye olursa vuracaksınız,’ diye konuştum. Nitekim ilk 15 dakika bu şekilde geçti. Ardından bizim çocuklar paslı oynamaya başladı ve 10 dakika sonra bir gol attık. İki gol daha atıp ilk yarıyı 3-1 önde kapadık. Hakem FIFA kokartlıydı ve maçı çok iyi yönetiyordu. Fakat devre arasında bunlar hakemleri sindirip, maç esnasında yan hakemi taş yağmuruna tutunca maç 3-3 bitti. Diğer rakiplerimizin hepsini yenip o sezon kümede kalmayı başardık.”


İsmet Yurtsü daha sonra başka takım çalıştırmadı ve futbola olan sevgisini arkadaşlarıyla her hafta yaptığı maçlarda giderdi. Zaman değişip futbol endüstriyel hale gelirken bahis oyunları da bundan nasibini aldı. Bir zamanlar karbonlu kâğıtlarla oynanan Spor Toto yerini makinelerden ve internetten her gün oynanan bahis oyunlarına bıraktı. İsmet Yurtsü de bu değişime ayak uydurdu. Hâlihazırda Perpa içinde, duvarlarında futbolculuk yıllarından kalma fotoğrafların asılı olduğu bir İddia bayisi işletiyor. Son sözü yine ona bırakıyoruz: “Futbol oynarken şimdikiler gibi çok para kazanamadık ama güzel günler yaşadık. Severek yapardık işimizi.”




2 yorum:

  1. Fethi Aytuna arkadaşımız geçmişe ışık tutarak bizlere eski günleri hatırlattığı için ne kadar teşekkür etsek azdır.

    YanıtlaSil
  2. maalesef kaybettik kendisini

    YanıtlaSil