Lefter 1964’te futbolu bırakıp antrenörlük yapmak üzere
Güney Afrika’ya gitmeden önce Milliyet gazetesinden Necati Karakaya’ya “20
Yılın Futbol Devleri” başlığıyla bir röportaj vermişti. Bir hafta boyunca
yayınlanan röportajın “Takımlarını Kurtaranlar” başlığını taşıyan bölümünde
şunları söylüyordu: “Ben şu anda takım kurtarabilecek vasıfta üç futbolcu
görüyorum. Birincisi Metin…. İkinci futbolcu Ergun…. Üçüncü futbolcu da
Feriköylü İsmet’tir. İsmet kuvvetli kaldığı müddetçe takımının her yerinde bir
takım kuvveti içinde mücadele eder ve neticeyi alır. İşte onun çok kuvvetli
olduğunu da göz önünde tutarak Afrika’ya götürmek istiyorum.” (Milliyet, 26
Temmuz 1964)
Lefter’in “bir takım kuvveti içinde” gördüğü İsmet Yurtsü, Feriköy’de
profesyonel oldu iki sezon Galatasaray formasını giydikten sonra yine Feriköy’de
futbolu bıraktı. Frikikten ve uzaktan attığı gollerle ünlendi. Feriköy gibi
mütevazı bir kulüpte oynarken, altmışlı yıllarda “üç büyüklerin” oyuncularının
hakimiyetindeki A milli takımda dört kez forma giyme başarısını gösterdi. İsmet
Yurtsü futbola nasıl başladığını şöyle anlattı:
“14 Kasım 1938’de Tokat’ta doğdum. Aslında kökenimiz İstanbul.
Babam Galatasaray Lisesi mezunuydu. Tekel’de müdürlük yaptığı için tütün zamanı
atla köylere giderdi. Ben on iki yaşındayken İstanbul’a döndük. Top oynamaya
Beşiktaş Şeref Stadı yanındaki havuzda başladım. O zaman Yıldız’da oturuyorduk.
Her gün oraya giderdik. Duvarlara paslar, şutlar filan atardık. Bir gün
Fenerbahçe genç takımını çalıştıran Reşat Erte gelmiş. O gün ben yoktum.
Arkadaşlarım, ‘İsmet diye biri var, çok iyi oynuyor’ demişler. Daha sonra ben
de gittim, lisans çıkardılar. Reşat Erte bizi her hafta bir yere maç yapmaya
götürürdü. Cihat Arman’ın çalıştırdığı takımla Dolmabahçe’de maç yaptık ve 7-1
yendik. Ben sağ haf oynadım o maçta ve bir gol attım.”
1953’te Fenerbahçe genç takımında oynamaya başlayan İsmet’in
arkadaşları arasında kendisi gibi gelecekte ünlü birer futbolcu olacak Mustafa
Yürür ve Aydın Yelken bulunuyordu. 1956’da yeni bir takıma geçti ve oturduğu
semtin takımı Feriköy’ün formasını giydi. Burada nasıl oynamaya başladığını
şöyle anlatıyor: “O sıralarda Feriköy’e taşındık. Bir gün Feriköy’ün antrenman
maçı vardı. Sahada bir kişi eksikti. Münir Abi vardı, rahmetli Feriköy’ün her şeyiydi. Korner olur,
frikik olur hep o atardı. Toplara iyi vururdu. Ben o zaman 48 kiloydum ama
canavar gibiydim. Münir Abi saha kenarına, ‘Bir kişi yok mu oynayacak?’ diye
seslenince ben atıldım. Bunun üzerine, ‘Boyuna posuna bakmıyor musun?’ diye
beni tersledi. İri yapılı bir çocuk vardı, onu çağırdı. O çocuk, ‘Ben anlamam
abi,’ diye cevap verince Münir Abi bana ‘gel bakalım,’ dedi. Bir süre sonra
‘Sen kimsin lan?’ diye sordu bana. Maçın bitiminde hemen takıma aldılar beni.”
“O zaman Feriköy İstanbul mahalli üçüncü ligindeydi.
Kümeleri birer birer tırmanıp şampiyon olduk. O sıralarda askerliğimi
yapıyordum. Askerden izinli gelip maçlarda oynayarak on sekiz golle gol kralı
oldum. Maçlar oynandığı sırada başkan Süleyman Yanar ‘Senle mukavele yapacağız,
takım şampiyonluğa giderse her hafta sana 250 lira para vereceğiz,’ dedi. O
zaman çok büyük paraydı. Başlangıçta izin alamadılar, ilk dört maç oynayamadım.
Sonradan izin alındı. Hemen her maçı kazandık. Bazı maçları unutamam. Hasköy'ü 9-0 yendiğimiz maçta dört gol attım.”
İsmet Yurtsü (en önde) Feriköy'ün İstanbul Profesyonel İkinci Liginde oynadığı yıllarda bir maça çıkıyor. (M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002" adlı kitabından) |
Uzaktan attığı şutlarla kaydettiği goller daha o dönemde
dikkati çekiyordu. “Beylerbeyi maçında ilk yarı 1-0 mağluptuk. İkinci yarı bir
gol attım, berabere oldu. Ardından bizim takımda sol iç oynayan rahmetli Burhan
Abi vardı. Teknik bir oyuncuydu. Top ona geldiği bir pozisyonda ‘Burhan Abi!’
diye bağırdım. Topu bana çıkardı, otuz metreden voleyi çaktım. Kaleci uçarak
topu tuttu. Kaleci Topal Yaşar, Galatasaraylı İsfendiyar’ın kardeşiydi. Fakat
hakem düdük çaldı, santrayı gösterdi. Meğer kaleci Yaşar uçup topu tutmuş ama
topla birlikte çizgiyi geçmiş. Uzaktan böyle attığım goller çoktu. Santra
civarından ondan fazla golüm var. Frikikten de çok gol attım. Fakat bunlar
çalışmayla kazanılan özelliklerdi. Antrenman bittikten sonra orta sahadan
kaleye yüz şut çekiyordum.”
1958-59 sezonunda İstanbul Profesyonel İkinci Liginde
mücadele eden Feriköy takımı şampiyon oldu ve Bursa’da oynanan terfi maçlarına
katılmaya hak kazandı. Yeni kurulan Milli Lig ilk sezonunu henüz tamamlamıştı.
O yıllarda ulaşım olanaklarının kısıtlı olması ve birkaç il dışında profesyonel
lig bulunmaması yüzünden Milli Lig üç büyük şehrin takımlarından oluşuyordu.
Terfi maçlarına İstanbul, Ankara ve İzmir’den ikişer takım ile Adana Demirspor
katıldı. Bursa’da tek devreli lig usulü oynanan maçlar sonunda Feriköy grubun
en zayıf takımı olan İzmir ekibi Ülküspor’un son maçta Ankara ekibi
Toprakspor’u 4-3 yenmesi üzerine dördüncü olarak Milli Lige çıkmayı başardı.
Gündüz Kılıç’ı antrenörlüğe getiren Feriköy kötü bir başlangıç yaptı ve ilk
dokuz maçında sadece bir galibiyet aldı. İsmet Yurtsü o günleri şöyle
hatırlıyor:
“Lige ilk çıktığımız sezon yedi mağlubiyet bir beraberlik
aldık. Çıktıkları gibi düşerler diyordu herkes. Bursa’dan Mustafa diye bir
kaleci almışlardı 12.500 liraya. Boyu çok kısaydı, 1.65 bile değildi. Başkana
Eczacıbaşı’nda birlikte çalıştığım arkadaşım Necdet’i almalarını önerdim. O
geldikten sonra arka arkaya dokuz galibiyet aldık ve ligi yedinci bitirdik.
Sezon bitince ödül olarak bir buçuk ay Avrupa’ya gittik. Mercedes bir otobüsle
dolaştık. İsviçre’de gece maçında lig liderini 6-1 yendik. İki maç daha kazanıp
iki beraberlik aldık. Fakat Thun diye bir kasabaya gitmiştik. Statta tribün
filan yoktu. Orada yaptığımız maçı 7-2 kaybettik. O maçta karşımda oynayan kişi
Bern takımının antrenör futbolcusuymuş. Yine uzaktan çektiğim şutlarla iki gol
atmıştım. Maçtan sonra soyunma odasına gelip bana transfer teklifinde bulundu. 7.500
mark transfer parası, 1.500 mark aylık teklif etti. O zaman Feriköy’den 105
lira maaş alıyordum. Fakat annemi ve iki yetim kardeşimi düşünerek İsviçre’de
kalmadım.”
(M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002" adlı kitabından) |
İsmet Yurtsü sert şutları yanında topu kafasında uzun süre
sektirmesiyle de ün kazanmıştı. Bu alanda kendi ifadesiyle “tescillenmiş” bir
Türkiye rekoruna sahipti. Bu rekoru nasıl kırdığını şöyle anlatıyor: “Sezon
başında Alpullu şeker fabrikasına kampa gitmiştik. Antrenörümüz rahmetli Naci
Özkaya’ydı. ‘Naci Abi, bir Türkiye
rekoru kıracağım,’ dedim. Almanya’da kapalı salonda devamlı çalışıyordum. İşin
tekniğini öğrenmiştim, öne doğru gidersen topun düşme ihtimali artıyordu ama
arkaya doğru gidersen düşmüyordu. Naci Abi saydı, tam sekiz yüz defa
sektirmişim. Bir gün de Feriköy sahasında idmana çıkıyorduk. Menajerimiz İsmail
Abi’ye (İsmail Erçin) ‘Bugün bir dünya rekoru kıracağım,’ dedim. ‘Yine ne
mikropluk düşünüyorsun?’ diye takıldı bana. ‘Topu yay çizgisine koyup üç atış
yapacağım, üçünde de top kalenin içindeki direğe çarpıp bana gelecek’ dedim. Askerliğimi
yaparken top bende dururdu. Sahanın ortasına bir takunya koyar, yirmi metre
civarından plaseyle yüz atış yaptığımda en az doksanında isabet ettirirdim.
Oradan alışkanlığım vardı. Nitekim dediğim gibi yaptım ve üç atışta da top iç direğe çarpıp bana geri geldi.”
Topu kafasında sektirme özelliği konusunda Milliyet
gazetesinin 6 Temmuz 1962 tarihli nüshasıyla birlikte verdiği futbol ilavesinde
ilginç bir yazı yer almıştı. O sırada çalıştığı Eczacıbaşı şirketi bu ilavede
verdiği tam sayfa ilanda İsmet’in bu özelliğini kullanmıştı. Yazı şöyle
başlıyordu: “ ‘624… 625… 626…’ Hep birden sayıyorlardı… Birden bir ses
yükseldi: ‘Dur! Yeter artık… Başım döndü.’ Bu sözleri Rusya milli maçına
hazırlandığımız Almanya’da Herberger’in kampında Federasyon Başkanı Muhterem
Özyurt söylüyordu. Federasyon ikinci başkanı Fevzi Uman, iki gazeteci ve
Basri’den kurulu jüri, bir iddianın neticesini ilan edeceklerdir. İddia
sahiplerinden biri milli takımın santrforu Metin Oktay, diğeri ise sol hafı
İsmet Yurtsu idi. Kafa hakimiyetini elinden bırakmayan Galatasaray santrforu
ile Feriköy’ün sol hafı bir iddiaya girmişlerdi… İsmet kafasında topu 200
defadan fazla oynatamazdı… Şimdi hep birlikte 626’yı saymışlardı… İsmet ortaya
konulan 100 liralığı cebine indirirken devam etti: ‘Ben’ dedi ‘istersem hiç
açılmadan sağ ve sol ayaklarımla topu elli metreden ileriye atabilirim.’… Bunda
muvaffak olmasına imkan yoktu. Fakat biraz sonra İsmet, Metin’in ikinci yüz
lirasını da cebine indirecekti. Metin dayanamayıp ‘Bu kuvveti nasıl elde ettin
İsmet?’ diye soracak, o ise ‘Muntazam çalışmakla’ cevabını verecektir.”
Eczacıbaşı’nın bu ilanından söz açılınca bu kuruma nasıl
girdiğini soruyoruz: “Amcam Eczacıbaşı’nda muhasebe müdürüydü, onun vasıtasıyla
orada çalışmaya başladım. Kaleci Necdet de benim vasıtamla orada işe girdi.
Şakir Eczacıbaşı ile futbol ve ping-pong oynardık. Hatta Eczacıbaşı takımı
olarak Feriköy’le maç almıştık. İki tane gol atmıştım o gün, maçı 3-2 kazandık.
Müesseseler arası bir lig kurulmasını önermiştim ama Şakir Bey o zaman
uğraşamayız diye kabul etmedi. Daha sonra bildiğiniz gibi basketbol ve
voleybolda güçlü takımlar kurdular. Üç sene çalıştım orada. O zaman vesait
filan yok. İşe yürüyerek gidip gelirdik. Askere gideceğim zaman ayrıldım.”
(Milliyet) |
Feriköy’deki ilk döneminde unutamadığı maçlardan birini
Karagümrük’le oynamışlardı. 1962-63 sezonunda takımların fazlalığı yüzünden (22
takım) lig iki gruba ayrılmıştı. Gruplarında son iki sırayı alan takım yeni
kurulan İkinci Lige düşecekti. O sezon bocalayan Feriköy düşmemek için
Karagümrük ve Şekerhilal (Şekerspor) ile çekişiyordu. “1962-63 sezonunda
Karagümrük’le final gibi bir maç oynadık. Kaybeden küme düşecekti. Bizim
hocamız Necdet Erdem’di. Teknik olarak çok iyi değildi ama oyunculara iyi hırs
veriyordu. Taksim’de bir otelde bir hafta önceden kampa girdik. Karagümrük’te
sol açık Aydın Yelken tehlikeli oyuncuydu. Sahaya çıktık, baktım hakemin elinde
siboplu top. O zaman siboplu top çok seyrek bulunuyordu. ‘Allah’ım saha çamura
bulanmadan bir frikik olsa da atsam,’ diye dua ettim. 6. dakikada Galatasaray
tribünlerinin önünden deniz tarafına bir frikik oldu. Diktim topu. Kıbrıslı
Hüseyin (Hüseyin Mevlüt) vardı bizde santrfor. Geldi topa bir vurdu, top baraja
çarptı. Fakat hakem atışı tekrarlattı. Ben kızıp Hüseyin’i topun başından
uzaklaştırdım. Vurduğum top kaleye girdi ve arka demire çarpıp dışarı çıktı.
Hakem görmedi ama yan hakem santraya koşunca golü verdi. Dakika 82 oldu, o top
ıslandı, başladı çamurda kaymaya. Bizim kalecimiz Necdet’ti, o da iyi
kaleciydi. Selim Soydan’ın abisi Küçük Ali dediğimiz Ali Soydan Karagümrük’te
sol iç oynuyordu. Teknik bir futbolcuydu. Top Necdet’in göğsüne çarptı, Küçük
Ali’nin önüne geldi. Tam vuruyordu, bizim Necdet bir uçtu, onu devirdi. Hakem
penaltıyı verdi. Topun başına Aydın Yelken geldi. Raket gibi sol ayağı vardı.
Ben başladım dua etmeye. Aydın geldi vurdu, topu dışarı attı. Maçı 1-0 aldık;
biz kurtulduk, Karagümrük düştü.”
Feriköy takımı Ali Sami Yen Stadında bir lig maçından önce. Ayaktakiler: Fuat, Müjdat, Necdet, Arif, Erol, Ahmet. Oturanlar: Turgay, K. Rıdvan, Necdet, Bilgin, İsmet. |
Feriköy’ün sol hafı olarak başarılı maçlar çıkarıp uzaktan
attığı gollerle dikkat çekince milli takıma da çağrıldı. İlk kez 14 Mayıs 1961’te Bükreş’te Romanya’ya
karşı B milli takım formasını giydi. “Romanya’yı 2-0 yendik. O gün ben sağ haf
oynadım. Feriköy’den Münacettin vardı bir de. Candemir Berkman sağ bek
oynuyordu. Onların müthiş bir sol açığı vardı, onu epey hırpaladı. Ben gidip
topları aldım, epey yardım ettim ona. ‘Aferin İsmet,’ diyordu bana. Milli
takımda adımı Gunga Din koymuşlardı. ‘Fedailer Alayı’ diye bir film varmış, ben
de hakikaten milli takımın fedaisi gibiydim. Her tarafa koşuyordum. O zaman
bekârdım, içki sigara kullanmıyordum, saat 9 oldu mu yatıyordum.”
(M. Ercan Bodur - "Feriköy Spor Kulübü 1927-2002" adlı kitabından) |
Bu maçtan kısa bir süre sonra Norveç’le deplasmanda
yapılacak dünya kupası eleme maçı için A milli takımı kadrosuna seçildi ve o
maçta ilk kez A milli formayı giydi. “Antrenör İtalyan Sandro Puppo’ydu.
Feriköy sahasına gelip idmanlarda beni izlemiş. Dünya Kupası elemeleri için
yirmi iki kişilik kadroyla Kilyos’ta kampa girdik. Antrenörümüz İtalyanların
meşhur katenaçyo sistemini oynatıyordu bize. Hazırlık maçında Turgay Abi’ye iki
tane gol attım. Sonra Oslo’ya gittik. Orada Norveç’i 1-0 yendik, golü Metin
Oktay attı. Ben de doksan dakika sahada basmadık yer bırakmadım. Lefter Abi, ‘Helal
olsun, bizim ismimizi sildin,’ dedi. Beni severdi, yanından ayırmazdı. Norveç
maçından 500 lira prim almaya hak kazanmıştık. O parayı ancak üç ay sonra
Merkez Bankasından alabildik.”
Norveç maçından yaklaşık üç hafta sonra Moskova’da Sovyetler
Birliği maçı vardı. Milli takım kafilesi bu daha güçlü rakibe karşı hazırlanmak
amacıyla Almanya’da kamp yaptı. İsmet Yurtsü’nün bu kamp dönemi ve maçla ilgili
anıları da ilginç: “Kafile başkanımız Albay Muhterem Özyurt’tu. Türkiye’ye
dönerken Almanya’ya uğradık. Hannover’de bir kamp yeri vardı. Yüzme havuzu,
kapalı spor salonu, yemyeşil sahalarıyla cennet gibi bir yer. Sepp Herberger
bizi ziyarete geldi ve herkese birer çift Adidas ayakkabı ve top hediye etti. Geceleri
yastığın bir tarafına ayakkabıları diğer tarafına topu koyup yatıyordum. Orada
bir hazırlık maçı yaptık. Sandro Puppo beni sol açık oynattı. 0-0 berabere
kaldık. Bir gece rüyamda uçuyordum. Dağlardan, tepelerden bir yere iniyorum.
Burası Rusya diyorlar. Üstümde milli forma var. O rüyayı görünce, ‘Tamam, ben
Rusya’da oynayacağım,’ dedim. Maç Pazar günüydü. Cumartesi günü yemekten sonra
takım okundu. Ben 8 numara İsmet diye okunmasını beklerken başkan Naci dedi.
Tabii moralim bir anda sıfıra indi. Arkadaşlarım takıldı bana ‘Ne oldu, hani
oynayacaktın?’ diye. ‘Takım daha sahaya çıkmıyor ki, ben oynayacağım,’ cevabını
verdim. Sandro Puppo moralimin bozulduğunu anladı. ‘İsmet sen iki maç iyi ama
Feriköy yok tecrübe,’ dedi. Akşam yedi buçukta odamın telefonu çaldı. Açtım,
Puppo karşımda. ‘Çabuk odama gel,’ diye çağırdı beni. ‘Hilmi gece hasta,
yatırmak hastaneye, sen sol açık,’ dedi. Katenaçyo sistemi gereği geriye yardım
etmemi istedi. Sabah kahvaltıya herkesten önce indim. Haberi duyan herkes
şaşırdı. Turgay, ‘Vay be, sen kaleci olsan, bizi gebertir yerimize oynarsın,’
dedi. O gün iyi oynadık ama Rusya’ya 1-0 yenildik.”
Milli takımın beş yüzüncü maçından önce İsmet Yurtsü, Rusya maçında giydiği formayı Abdullah Avcı'ya teslim etti. (Sabah) |
Bu maçların ardından deplasmanda 4-0 yenildiğimiz Romanya ve
İstanbul’da 1-0 yenildiğimiz İtalya maçlarında milli formayı giydi: “İtalya’yla
oynadığımız ilk maçta 6-0 yenilmiştik, o maçta ben yoktum. Rövanş maçında sağ
bekte Demirsporlu Muzaffer vardı. Sağ hafta Fenerbahçeli Özer, santrhafta
İstanbulsporlu Arap Güngör oynadı. 1.000 lira prim vaat edilmişti fakat 86. dakikada
gol yiyince prim gitti. O zaman için iyi paraydı.” İtalya maçında forma giydiği
tarihlerde Hayat mecmuası onun için şunları yazıyordu: “İsmet’in ilk seneler
enerjiye dayanan futbolü vardı. Seneler bu kabiliyetli gencin tekniğini ve
tecrübesini arttırdı. Haf ve for oyuncusu olarak iyi maçlar çıkardı. Nihayet
iki sene evvel haklı olarak milli takıma seçildi. İsmet’i milli takıma
yükselten birçok meziyetleri vardı. İsmet’in top kontrolü çok iyi ve sağlam
bünyesi vardır. Pas tevziatı ve uzun vuruşları mükemmeldir. Şütleri sert ve
isabetlidir. Golcü ve hücuma katılan haf oyuncusudur. Aynı rahatlıkla for
hattında da oynar.”
(Hayat, 18 Nisan 1963) |
Milli takımda başarılı olunca büyük takımların transfer
listesine girdi. “Rusya milli maçında sağ haf Şeref Has ve santrhaf Osman
Abanoz’la birlikte üçümüz aynı odada yatıyorduk. ‘İsmet seni Fenerbahçe’ye
alacağız, bu haf hattından top geçmez’ diyorlardı. Küçük Fikret Fenerbahçe
transfer komitesinde yer alıyordu. Benimle görüştü ve 100 bin lira
vereceklerini söyledi. Feriköy kulübüne de üç oyuncu verilecekti. O sırada bir
gazeteci gelip fotoğrafımızı çekti. Küçük Fikret kızdı ve ‘Sakın bunu gazetede
basmayın,’ dedi. Fakat haber gazetede çıkmış. Ertesi gün bir telefon, bizim
başkan Necati Karakaya beni çağırdı. ‘Ben seni bırakamam, beni yaşatmazlar,’
dedi. O zaman Fenerbahçe’ye gitseydim, ceza olarak bir sene oynamayacaktım.
Futbol oynamayı çok sevdiğimden onu göze alamadım. Sonra Feriköy kulübünden bir
8.500 lira evlilik parası aldım. Bir sene sonra da 30.000 lira transfer parası
aldım. Galatasaray’a transfer olduğumda da 60.000 lira aldım.”
1964-65 sezonunda yeni takımı Galatasaray oldu. Fakat büyük
ümitlerle gelmesine rağmen bu takımda umduğu ortamı bulamadı. Galatasaray o
sezon ligde başarılı olamadı ve sezon başladıktan sonra hoca değişikliği
yaşandı. Ligdeki başarısızlığa karşın Türkiye Kupasını kazandı. İsmet Yurtsü yaklaşık
yarısında forma şansı bulabildiği o sezonu şöyle özetliyor: “Daha önce
Feriköy’ü çalıştıran Naci Özkaya Galatasaray’da Coşkun Özarı’nın yardımcısıydı.
O beni Galatasaray’a aldırdı. Fakat takım kötü gidince Özarı’nın yerine Gündüz
Kılıç geldi. Gündüz Hoca benimle aynı mevkide oynayan Kadri Aytaç’ı tercih
ediyordu. Takımın yaş ortalaması yüksekti. En genci bendim, yirmi altı
yaşındaydım. Otuz yaş üstünde oyuncular çoktu: Naci (Erdem), Kadri, Kambur
Ahmet – rahmetli büyük topçuydu.”
30 Haziran 1962 tarihli Milliyet'in bu haberinde görüldüğü gibi İsmet, Galatasaray'ın gündemine transferinden iki sene önce girmişti. |
İsmet Yurtsü’nün hayatı boyunca unutamadığı maçlardan biri 1964-65
sezonunda Türkiye Kupasında oynadıkları bir yarı final maçıydı. “Yarı finale
yükseldik. İlk maçı Ankara Demirspor’la İstanbul’da oynadık. Ben maçı tribünden
izledim. Takım dökülüyordu o gün, 1-1 berabere kaldık. Kadri iyi oyuncuydu ama
artık yaşlanmıştı, kondisyonu yetersizdi. O sezon ligi üçüncü bitirdik.
Gazeteler ‘Suphi Batur ağlayan başkan’ diye yazıyordu ama ben kendisini hiç görmemiştim.
O zamanlar başkanları görmek imkânsızdı, şimdiki gibi sürekli televizyonlara
çıkmazlardı. Ankara’daki rövanş maçında Gündüz Kılıç beni takıma koydu. İlk
yarıyı 1-0 mağlup bitirdik. O sırada soyunma odasına birisi geldi, sonradan
öğrendim ki başkan Suphi Batur’muş. ‘Çocuklar ne olacak bu kulübün hali? Ligi
üçüncü bitirdik. Burada da elenirsek seyircilerin yüzüne nasıl bakacağız?’ diye
sordu. Baktım gözünden yaşlar geliyor, o zaman anladım ki bu bizim ağlayan
başkan. ‘Bu takımı kim kurtaracak?’ diye sorunca, ‒ ben de tam karşısında
oturuyordum ‒ ‘Ben kurtaracağım’ demişim ama farkında değilim. Kendime bir
geldim, herkes hayretle bana bakıyor. 74. dakikada ‘albay’ lakaplı Yılmaz
Gökdel sağdan bir orta yaptı, rahmetli Metin Oktay voleyle golü attı, durum 1-1
oldu. Zaten ondan başka gol atan yok gibiydi. Dakika 89 oldu, artık
tribünlerden ıslık çalınıyordu. Bizim takım akına kalktı. Üç kişi gerideyiz:
santrhaf Naci Erdem, Kambur Ahmet, bir de ben. Ben de santra yuvarlağında, elli
metre civarında duruyorum; fazla sokulmayayım, top gelir, bastırırlarsa keserim
diye bekliyorum. Kırk sekiz sene oldu ama
hiç unutmuyorum; birisi burunla vurdu, top bana doğru geliyor. Çimenler az,
alabros saç gibi, her dönüşünde devir kaybediyor. Topa bir vurdum, hiç kimse
görmedi; ne ben, ne hakem, ne kaleci, ne oyuncular. Yan hakem bayrağını
kaldırdı, santraya koştu. Öyle bir gol attım ki, Allah’ın bir hikmeti. Ama öyle
gollerim çok vardı. Dönüşte Gündüz Kılıç ‘Seni gelecek sezon takımda direkt
oynatacağım’ demesine rağmen üç maç sonra yine kesti.”
İsmet sakatlanan bacağını masöre gösterirken Fenerbahçeli İsmail Kurt, Şeref ve Basri sıra bekliyor. (Akşam) |
1965-66 sezonuysa onun için daha büyük bir hayal kırıklığı
oldu. Gündüz Kılıç’ın direkt oynatma vaadine rağmen sadece dört lig maçında
forma giyme şansı buldu. Yaşadığı moral çöküntüsüyle futboldan kopma noktasına
geldi. O günleri şöyle hatırlıyor: “Dokuz ay kadar antrenmanlara çıkmadım,
sigara ve içkiye başladım. Kahve köşelerinde yatıyordum. Artık futbolu bırakmak
istiyordum. Fakat Feriköylü yöneticiler geldiler, beni zorla aldılar.” Böylece
tekrar eski takımına döndü. Bu dönemde en ilginç maçlarından birini
Galatasaray’a karşı oynamıştı: “Metin Oktay penaltıdan bir gol attı, 1-0
mağlubuz. Galatasaray’ın kalecisi Radunoviç isimli bir Yugoslavdı. Mersin’de
2-1 mağlup olduklarında haftanın oyuncusu seçilmişti. Santrada bana bir top
geldi. Topa uzaktan vurdum. Kaleci bir sağa, bir sola yalpaladı, penaltı
noktasının üstünde bir durakladı. Top üstünden içeri girdi. 1-1 oldu. Bir süre
sonra topa yine uzaktan bir vurdum. Top gitti kalecinin bacak arasından içeri
girdi. O maçı 3-1 kazandık.”
(Fotospor) |
Bir başka unutamadığı maç Göztepe ile 1967-68 sezonunda
İstanbul’da yaptıkları maçtı: “Göztepe’nin o zaman şampiyonlukta iddiası vardı.
Bizi Eşfak Aykaç çalıştırıyordu. Hoca maçtan önce, ‘Penaltı olursa İsmet atacak
ama kendini iyi hissetmezse o zaman kim atacak?’ diye sordu. Fuat, ‘Ben
atarım,’ dedi. 1-0 mağlubuz, 82. dakikada bir penaltı kazandık. Fuat’a döndüm
baktım. Kaleciyle beraber arkasını dönmüş, sahaya bile bakamıyor. Geldim topun
başına, kaleci Ali’yi ters tarafa yatırdım, 1-1 oldu. Dakika 88, 40 metreden
bir gol attım Ali’ye. Çok iyi kaleciydi. Uçtu ama top doksana takıldı, maçı 2-1
kazandık.”
“Frikiklerim de iyiydi, plase vururdum ama kalecinin görme
şansı olmazdı. Bunun için idmanlardan sonra çok çalışırdım. Her sene en az on
tane frikik ve penaltı golü atardım. Hayatımda iki tane penaltı kaçırdım. Bir
tanesi Galata maçıydı. 2. Lige düştükten sonra şampiyonluğa oynuyorduk. Rakip
sonuncuydu. İki tane frikikten gol attılar, ben penaltı kaçırdım ve yendiler
bizi. Bir tane de TSYD kupasında, Galatasaray-Beşiktaş maçında kaçırdım.
Beşiktaş kalesinde Necmi vardı, bence Türkiye’nin en iyi kalecisiydi. Frikikten
bir gol attım, 1-0 oldu. Sonra bir gol daha attık, 2-0 oldu. Penaltı oldu,
Coşkun Abi ‘İsmet sen at,’ dedi. Sert bir plase vurdum, Necmi dondu kaldı ama
top direğe vurdu. Sonra iki tane gol yedik, maç 2-2 bitti, kupayı kaybettik.”
İsmet Yurtsü daha sonra başka takım çalıştırmadı ve futbola
olan sevgisini arkadaşlarıyla her hafta yaptığı maçlarda giderdi. Zaman değişip
futbol endüstriyel hale gelirken bahis oyunları da bundan nasibini aldı. Bir
zamanlar karbonlu kâğıtlarla oynanan Spor Toto yerini makinelerden ve
internetten her gün oynanan bahis oyunlarına bıraktı. İsmet Yurtsü de bu
değişime ayak uydurdu. Hâlihazırda Perpa içinde, duvarlarında futbolculuk
yıllarından kalma fotoğrafların asılı olduğu bir İddia bayisi işletiyor. Son sözü
yine ona bırakıyoruz: “Futbol oynarken şimdikiler gibi çok para kazanamadık ama
güzel günler yaşadık. Severek yapardık işimizi.”
Fethi Aytuna arkadaşımız geçmişe ışık tutarak bizlere eski günleri hatırlattığı için ne kadar teşekkür etsek azdır.
YanıtlaSilmaalesef kaybettik kendisini
YanıtlaSil