Savaş yıllarında doğup yokluk yıllarında büyür, İzmir’de on
dokuz yaşında profesyonel futbolcu olur. Ardından İstanbul takımlarının
dikkatini çeker ve Fenerbahçe’ye gelir. Adam harcamanın gelenek haline geldiği
bu kulüpte ancak bir yıl barınabilir. Derken İstanbulspor ona sahip çıkar ve en
güzel yıllarını bu takımda geçirir. İzmir hasretine dayanamayıp geri döner ve
futbolu burada bırakır. İş hayatının iniş ve çıkışları ardından İzmir basınının
saygın futbol yorumcularından biri olur.
Bu zengin hayat hikâyesinin ayrıntılarını Bülent Buda’nın kendi
ağzından dinleyelim:
1942’de İzmir'de, İkinci Dünya Savaşının göbeğinde doğmuşum. Doğup
büyüdüğüm mahalle Damlacık. Babam Alanya’dan gelmiş,
limanda hamallık yapıyor. Annemin ailesi mübadelede Girit’ten gelmiş, bu
mahalleye yerleştirmişler. O da tütün mağazasında çalışıyordu. Benden sekiz yaş
büyük abim, on yaş büyük ablam vardı. Mahalle kahvesi, DP ocağı, Damlacık spor
kulübü aynı mekândı. Cicipark diye bir yer vardı, orada top oynardık. Orada kimler
futbol oynamadı ki? Metin Abi Damlacık formasını giydiğinde ben dokuz
yaşındaydım. Müthiş yoksul bir mahalleydi. Oturduğumuz ev tek odalı, kahvehaneden
dönüşmüş. O evde on dokuz yıl, ben İzmirspor’da profesyonel olana kadar
oturduk. Profesyonel olunca 5 bin lira peşinat verildi. Onunla bir eve çıktık.
Damlacık mahallesinin en zengin ailesinin çocukları
olmuyormuş. Kapısı demir olan tek ev onlarındı. Çarşıda güzel bir işyerleri
vardı. Biz çok fakiriz diye doğduğum zaman beni almak istemişler. Annem, “Bana
göstermeden alın,” demiş. Fakat tam o sırada ciyaklamamı duyunca bir bakmak
istemiş. Güzel bir bebekmişim. Beni görünce sarılmış ve vermem demiş.
Yedi yaşında Kemeraltı’nda çıraktım. Bayramyerinde
pazarcılık yaptım. Bağlarda meyve topladım. Okumam bile rastlantılar sonucu
oldu. İlkokulu bitirdim, bir mağazada çırak olarak çalışıyorum. O zaman her şey
yurtdışından geliyor. Mağazada ithal radyolar, bisikletler, buzdolapları,
plaklar, elektrik malzemeleri satılıyor. Bu arada okullar açılalı bir hafta olmuş,
Alsancak’ta oturan patronun evine Pazar günü birini götürdüm. Bana “Okul nasıl
gidiyor?” diye sordu. “Ben artık her gün mağazadayım,” diye cevap verince
nedenini sordu. Ben durumu anlatınca çok kızdı. Pazartesi günü mağazaya gelince
“Alın bunu okula yazdırın” talimatı verdi. Rahmetli Hamza Abi bir hafta geç de
olsa Karataş Ortaokuluna yazılmamı sağladı. Böyle zorluklarla okudum. Ortaokulu
beş yılda bitirebildim bu yüzden. Orta 3’teyken mağaza iflas etti. Bir radyo
tamircisinin yanında çırak olarak çalışmaya başladım yine. Bir gün annem
dükkâna geldi, “Usta bunu okutamayacağız, senin yanında çalışmaya devam etsin,”
dedi. Fakat ustam da okumamı istiyordu. Okulun açıldığı hafta bütün kitaplarımı
almak için 10 lira haftalığıma ilaveten 10 lira daha istemiştim. Ustam sağ
olsun verdi.
1960 İzmir liseler arası futbol şampiyonu Ticaret Lisesi kaptanları Cengiz Kayalar ve Bülent Buda. |
Lisede de benzer bir olay yaşadım. Kalespor’daki başkanımız
Arnavut Ömer denilen eski bir futbolcuydu. Soğuk demir işi yapıyordu. Yazın
yanında çalışmamı istedi. 40 lira haftalık veriyordu bana. Fakat ben parayı
olduğu gibi aileme veriyordum. “Ömer abi ben devamlı çalışayım yanında, bir
yandan takımda da oynarım,” dedim. Bana bir küfür savurdu ve “Okuyacaksın,”
dedi. Ondan da okulun açıldığı zaman fazladan bir haftalık para alıp kitap
defter masraflarımı karşıladım. Onun desteğiyle Ticaret Lisesini üç yılda
bitirdim. Aynı zamanda takım kaptanlığı yaptım ve çok iyi futbol oynadım. Okul
müdürüm Osman Özden’i unutamam. Okulu bitirebilmem için müthiş katkıları oldu. Bütün
öğretmenlerimin yardımını gördüm. Lise sondayken genç milli takıma seçildim.
Bir buçuk ay okula uğramadım.
Moda’da Mano Palas’ta kamp yapıyorduk. Yunanistan üzerinden Lizbon’a Avrupa şampiyonasına gittik. Düşünebiliyor musun, Damlacık’ta tek odalı kahve ocağı olan yerden Lizbon’a giden bir genç. Dönüşte Yunanistan’la özel maç oynadık. Atina’da Akropol Palas diye bir otelde kalıyoruz, ilk defa klozeti orada gördüm. Metroyu, trafik ışıklarını orada gördüm. Muhteşem bir takım kaptanları vardı, bize bütün Atina’yı gezdirdi. Yunanlıları 1-0 yendik, o akşam tavernada bize yemek verdiler. Bütün Yunanlı futbolcular yenilmelerine rağmen güzel güzel kırmızı şarap yudumlayıp eğlendiler. Biz kazanmamıza karşın rahmetli Sabri Hoca tepemizde gezinerek sudan başka bir şey içmemize izin vermedi. Mastika doğal şeffaf renginde kaldığından Arap Yılmaz ve öbür kaleci Aydın’la ben göğsümüzdeki bütün rozetleri garsona vererek mastika içtik ama sarhoşluğumuzu belli etmedik. Hayatta çok erken piştik, çok erken olgunlaştık. Bir yandan ailelerimize yardım ettik, bir yandan okuduk ve bugünlere geldik.
Bülent Buda (sağda) 1957'de Damlacık kulübü formasıyla. |
- Benim İzmirspor taraftarlığım muhitten geliyor. Çocukken
çok önemli isimleri izlemiştim. İzmir Liginde İzmirspor-Altay maçı var,
Alsancak stadında iğne atsan yere düşmez. Sabah erkenden çocuk halimle gelip
kendime yer bulmuştum. Takımlar sahaya çıktı, ben heyecandan maçı seyredemedim.
Tarık Abi (Gencay) takım kaptanıydı. Seyfi Abinin (Talay) ilk lig yılıydı.
Tarık Abi o gün penaltı kaçırdı. Altay berabere de kalsa şampiyon oluyordu, 2-1
kazandı maçı.
Bunun yanında biraz Beşiktaş taraftarlığı da vardı. Bunda
sanıyorum Beşiktaş’ta oynayan, daha sonra Altınordu’ya gelen solaçık Bülent
Esel etkili oldu. Milli Ligin ikinci yılında Beşiktaş’ı Macar Kutik
çalıştırıyordu. O sezon şampiyon olan Beşiktaş Alsancak’ta İzmirspor’la oynuyor.
İzmirspor o yıl Fenerbahçe’yi 4-2 yenmişti. İlk yarıyı 2-0 yenik kapamasına
rağmen ikinci yarı dört gol attı. O yıl Beşiktaş’ı 3-1 yenip Galatasaray’la iki
maçta berabere kalarak lig dördüncüsü oldu. O sezon ideal kadrosu Seyfi- Şaban,
Necdet – Aykut, Orhan, Kamuran – Mustafa, Cenap, Güven, Nedim, Özcan
şeklindeydi. Nedim önce Beykoz’a sonra Beşiktaş’a gitti. Güven yine Beşiktaş’a,
Cenap Galatasaray’a gitti. O maçı ben tribünde izledim ve heyecandan titredim.
Kalespor 1959-60 sezonunda Göztepe Stadında. Bülent Buda ayakta soldan ikinci. |
Orta sonda beklemeliydim, Damlacık’ta oynamaya başladım.
Sonra Kadifekale semtinin takımı Kalespor istedi beni. Orada üç yıl oynadım.
Futbolum burada gelişti. Sol açık oynuyordum ilk zamanlarda, bu mevkide
kötüydüm, etkili değildim. Antrenörüm rahmetli Halil Bıçakçı – ki çok ünlü bir
hocadır – beni o mevkiden alıp 6 numaraya, sol hafa verince ben kendime geldim.
Her futbolcunun farklı bir yapısı var. Ben sahayı önüme aldığım zaman iyi
oynardım. Sahanın ortasında olduğum zaman topu veya rakibi bulamıyordum. Rakibi
karşıdan alırdım. Kalespor’da bayağı geliştim ve genç milli takıma seçildim.
Çok iyi bir takımdı. Çalıştırıcı Sabri Kiraz, kaleci Arap Yılmaz, yedeği Ankaragüçlü
Aydın’dı. Sağ bek Cumali Gençlerbirliği’nde, sol bek Müfit Bursaspor’da oynadı.
Sağ haf Aydın Şekersporluydu. Santrhaf ve kaptan Tuncay Becedek Fenerbahçe ve
İzmirspor’da oynadı. Sol haf Güvercin Nuri, sağ açık Abdullah Çevrim, sağ iç
Nedim Doğan, sol açık Beşiktaş’tan İzmirspor’a gelen Ceyhun’du. 1960-61
sezonunun bu takımı hiç yenilmediği halde fazla beraberlik yüzünden Avrupa Şampiyonasında
finale kalamadı. O takım Türkiye’ye dönünce yedekleri dahil bütün oyuncuları 1.
Ligde oynadı. Ben yedektim, üç maç sonra B milli takıma çağrıldım. Hayret etti
o zaman Sabri Kiraz. Aslında İzmirspor’da dört yıl sol bek oynamamı sağlayan
Sabri Hoca’dır. O zamanın WM sisteminde 6 numara ya da santrhaf oynuyordum. Sol
ayaklıydım. 1960 genç milli takım seçmelerinde, “Sol bekte eksiğimiz var,
Bülent’i bir koyun, göreyim,” dedi. Bir maçta sol bek oynattı fakat sonra
Bursasporlu Müfit’i tercih etti. Ardından ben İzmir’e döndüm. Necdet Elmasoğlu
28 yaşında futbolu bırakmaya karar verdi. İzmirspor’un 3 numaralı forması adeta
tapulu malıydı, öyle müthiş bir sol bekti. Fakat iş yaşamına çok önem veriyordu.
Sonradan şirketi holding oldu, bugün hâlâ varlığını sürdürüyor. O futbolu
bırakınca bana gün doğdu. İzmirspor’da 19 yaşından itibaren dört yıl kesintisiz
sol bek oynadım.
- Siz katıldığınızda İzmirspor’da kimler vardı?
- İlk antrenörümüz Sait Altınordu’ydu. “Kaç para aldın?” diye sordu. 5 bini peşin
verdiler, 5 bini de senet yaptılar diye cevap verince, “Ne para lan!” dedi. Gerçi
o 5 binin ancak yarısını tahsil edebildim. İki yıl 7.500 liraya oynadım. O
zaman iki yıl daha uzatma hakkı vardı kulüplerin. Bu hakkını kullandı 17.500
liraya. Dört yılda aldığım para 25 bin liraydı yani. İzmirspor’da çok
istikrarlı bir dört yıl geçirdim.
Bir İzmirspor idmanında takım Talebe Çayırından çıkmış, Karafatma Dağına doğru koşuyor. |
Şimdi Hatay’da çok katlı binaların olduğu, İzmirspor’un
sahası olan Talebe Çayırından kimler geldi kimler geçti: Tarık Gencay, Seyfi
Talay, Metin Oktay, Necdet Elmasoğlu, Kamuran Soykıray ve daha bir sürü
futbolcu. Profesyonel olduğumda Seyfi Abi ilahım, kahramanımdı. Gürcan Abi (Berk)
yine öyle. Ben bunları Altay maçında izlemişim, sonra üç büyüklere gitmişler.
Gürcan Abi Fenerbahçe’de oynarken bir Nice maçı var muhteşem, Fransız basını
bile yazmış. Muhteşem iki ayak, sağ ayağı çok özel. Doğan Akı var, Altay’dan
Beşiktaş’a sonra İzmirspor’a transfer olmuş. Bunların hepsi izlediğim, taptığım
insanlar. Ben 23 yaşındayken Seyfi Abi bir olaya sinirlenip Göztepe’ye gitti.
Kaleciler Ali Artuner ve yedeği Nevzat vardı. Nevzat 70’li yılların terör
ortamında kuyumculuk yaptığı dükkânda öldürüldü. Seyfi Abi üçüncü kaleci gibi
gitti ve daha çok onları çalıştırdı. Ali Artuner, “O zamana dek ben böyle bir
çalışma görmemiştim” derdi.
1963-64 sezonu başında İzmirsporlu oyunculardan bir grup antrenör Doğan Emültay ile birlikte. Ayakta ortadaki Ergün Acuner. Oturanlar Sezen Kadıoğlu, Tanzer Sencer ve Bülent Buda. |
Ben İzmirsporluyum diye 23 yaşında takım kaptanı yaptılar.
Doğan Akı’ya takım kaptanlığı yapıyorum, olur mu öyle şey? Tuncay Becedek genç
milli takımda kaptanımdı. İzmirspor’da ben ona kaptanlık yapıyorum. Sait Hoca
ile bir sezon çalıştık. Tarık Gencay, rahmetli Refik Vardarlıoğlu, Doğan
Emültay sonraki hocalarımdı. Seyfi Abi’yle epey beraber oynadık. İzmirspor’daki
ilk dört yılımda ve son iki yılımda kaleci oydu. Çok iyi bir insandı. Turgay
Meto Kuşadası’nı çalıştırırken rica ederdi. Gider para almadan kalecileri
çalıştırırdı. İki ayağıyla topa çok iyi vuran iki oyuncu vardı Türkiye’de, biri
Metin Oktay diğeri Seyfi Talay’dı. Bunlar İzmirspor’da birlikte oynarken Talebe
Çayırını çeviren duvarlara kireçle kale çizdiler. İkisi ayrı ayrı iki kaleye
iki ayaklarıyla vuruyorlardı. İstedikleri noktaya atarlardı. Sert ve net
muhteşem vuruşları vardı. İzmirspor’un penaltılarını Seyfi Abi atardı. Kaleye
bakar, gerilmeden vururdu. Metin Abi üstüne bir de kafa vuruşlarını ekledi.
1961'de Talebe Çayırında bir İzmrispor antrenmanı. Arkada sağ başta takımın hocası Sait Altınordu . |
Sait Abi’den sonra Tarık Abi antrenör oldu. ama bizim camia
kendi bünyesinden çıkan insanları çok kucaklayan bir yapıda değildi. Tarık
Gencay İzmirspor’da sembol olmuş isimlerden biridir. Muhteşem bir sağ bek. Canı
sıkılır, santrhaf olur. Almanya’yı 2-1 yendiğimiz maçta saha kenarında yedek
bekliyor. “Galatasaray’a imzayı at, gir oyna” diyorlar, atmıyor. O da kendi
muhitini severdi. Şoför Tarık, Şarapçı Tarık diye lakabı vardı. Espride, pratik
zekâda, futbolda müthişti. İki ayağını da iyi kullanırdı. Sakatlanıp futbolu
erken bıraktı. Ben onu da tribünden izlemiştim.
- Metin Oktay’la anılarınız var mı?
- İzmirspor’un seyirci sayısında Metin Abi gelince patlama
olmuştu. Amerikan Kız Lisesi ve Göztepe Kız Enstitüsü Talebe Çayırına yakındı.
Metin Abi’nin gelmesiyle birlikte bu okulların kızları oraya akın etti. İmza
modası o zaman başladı. Metin Abi Grek tanrıları gibi çok yakışıklı bir
adamdı. Müthiş idman yapardı, izlemek
ayrı bir zevkti. Arkadaşlarıyla şakalaşmaları, oyun içindeki yardımlaşmaları
muhteşemdi. Sahadaki duruşuyla, idmanlarıyla çok özel bir insandı.
Metin Abi’yi dokuz yaşında seyrettim, on dokuz yaşında
karşısında oynadım. Ne yaptın dediler, yine seyrettim dedim. O zaman sol haf
oynuyordum, Metin Abi’yle yakın oynuyordum. Adeta dokunmaya kıyamıyordum.
Korunması gereken bir eser gibi görüyordum, ona tekme atılır mı diyordum. Oysa
Özer Abi, Yılmaz Şen onu epey hırpaladılar. Zaten bir gün Yılmaz’ın tekmelerine
isyan etti ve sahadan atıldı. Ben İstanbulspor’da oynarken de bir maçta bizim
Türker’e isyan etmişti. Tabanıyla bileğine bayağı sert girince Metin Abi
çıldırdı, “Ulan Türker şimdi senin…” diye üstüne yürüdü. “Aman kaptan, idare
et,” diye uzaklaştırdım.
Bülent Buda İzmirspor'la profesyonel sözleşme imzalıyor. Sol başta kulüp yöneticisi Nasır Sipahi. |
Bir gün Alsancak’ta Galatasaray’la oynuyoruz, kalecimiz
rahmetli Altan Santepe. İlk yarı 1-0 önde bitirdik, ikinci yarı başladı. Korner
atışı oldu, Metin Abi yükseldi çaktı kafayı. Boyu benden kısa, benle kafaya
çıkıyor. O hâlâ havada, ben yere inmişim, abartı gibi geliyor ama gerçek. Durum
1-1 oldu. Bir korner daha, Kadri Aytaç çaktı bu sefer kafayı, 2-1. Biz bir
dağıldık, durum oldu 5-1. Kapalı tribünün önünde, taç çizgisinde Metin Abi’nin
ayağında top. Metin Abi topa vurur gibi yapıyor, ben zıplayınca topa basıyor.
Biraz dalga geçiyor yani. Ben döndüm, kaleme doğru yürümeye başladım. Arkamı
döndüm, “Metin Abi, şu yaptığın ayıp, sana hiç yakışmıyor” anlamına gelen
sessiz bir tavırla bizim kaleye yürümeye başladım. Metin Abi o topu kale
arkasına doğru yüksekten vurup dışarıya attı. Ondan sonra kulübeye doğru döndü,
elini kaldırdı ve maçı terk etti.
- İzmirspor’dayken başka unutamadığınız maçlar oldu mu?
- O zaman hafta sonları çift maç oynanıyordu. 61-62 sezonu,
ligin dördüncü veya beşinci haftası. O zaman Türkiye’de futbol İstanbul, İzmir,
Ankara üçgeninde dönerdi. İstanbul’da Fenerbahçe ile oynuyoruz. Sait Hoca, “Sen
bugün 10 numarayı giyeceksin,” dedi. WM sistemine göre sol iç, gole yakın
oynuyorsun yani. “Hocam ben ne yapacağım 10 numarada?” diye sordum. “Lefter’e
yapışacaksın,” dedi. Gürcan Berk o zaman bizde oynuyordu. Ayakları müthiş kıvraktı.
Gazhane tarafındaki kaleye akın yapıyoruz. Numaralı tribünün önünde iki FB’liyi
çok fena halde çalımladı. Bir çıkardı topu bana, ben altıpasın üzerindeyim. Zemin
kötüydü, top tam sol ayağıma gelmek üzereyken o anda sekti. Sol ayağımı
salladım, ıskaladım. “Allah, bu güzel gol kaçar mı” dedim. Kalede Şükrü Ersoy
vardı, sola doğru yatmıştı. Sağ kavalıma çarpan top sola gitti, tıngır mıngır
kaleye doğru yuvarlandı. Kadri Aytaç yanımdaydı. Topa doğru bir hamle yaptım,
sol tabanımı koydum. Fenerbahçe’ye karşı oynadığım ilk maçta gol atıyorum, lamı
cimi yok. Sonra 1-1 oldu. İkinci yarı başladı, santrhaf Osman Göktan oynuyor
FB’de. Ergün Acuner – rahmetli her mevkide oynayabilen çok iyi bir oyuncuydu,
İstanbul’da tren garında genç yaşta hayatını kaybetti – nefis bir çalım atıp
Osman’ı saf dışı bıraktı. Şükrü Abi’yle karşı karşıya kaldı, topu kaleye
bıraktı, 2-1 öne geçtik. Maçın bitimine doğru bir penaltı oldu. O yıllarda
FB’yi İnönü’de yenmek ayıp oluyor sanki diye hakemlerde bir duygu var. Maçın
bitimine doğru olduğu için penaltıyı merhum Lefter Abi atmadı. Can’dan atmasını
istedi. Özgüveni yüksek, müthiş bir adamdı. Can Abi sol ayağının içiyle bir
kesme yaptı, topu yandan kaleye soktu. Durum 2-2 oldu. Santradan sonra Ergün
topu bana verdi. Ben sol ayağımla topun dibine girip bir çaktım. Top numaralı
tribüne doğru gitti. O zaman sahada tek top var, bugünkü gibi bir sürü yedek
top yok. Topun sahaya geri dönmesi üç-dört dakika alır yani. 2-2 bizim için çok
iyi bir sonuçtu. İstanbulspor’u da 2-1 yenmiştik. İstanbul’dan üç puanla dönmek
muhteşem bir olay. Ben tribüne doğru bakıyordum ki arkamdan bir küfür işittim.
Bir döndüm, Lefter Abi. Bugün olsa, oyun alanı karışır. Büyüğüne karşı kabahat
işlemiş bir çocuk gibi kıpkırmızı kesildim, başımı önüme eğdim. O küfre rağmen
Lefter Abiden bir tek özür dilemediğim kaldı.
4 Kasım 1961'de İstanbul'da oynanan Fenerbahçe-İzmirspor maçı. Bülent Buda, Kadri Aytaç'ın yanından ilk golü atıyor. Kaleci Şükrü Ersoy arkada, yerde kalmış. |
- Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?
- 64-65 sezonu İstanbul’da İstanbulspor ve Beşiktaş’la son
maçlarımızı oynadık. Biraz ligde kalma sorunumuz vardı. Son dört haftada Şükrü
Abi (Gülesin) çalıştırdı bizi. Aslında antrenörlük yapmıyordu, müthiş
motivasyon uzmanıydı. Mesela kamptayız, “Hadi ulan, kare kurulmadı mı hâlâ?”
diye sorardı. Oyunculara poker oynatır, para verecekmiş gibi heyecanlandırır
ama yazarak sayı tutardı. Adrenalin yüklerdi insanlara, oturur üşenmeden
yazardı o pokeri. Çok renkli bir insandı. Rahmetli beni İnter’in meşhur sol beki
Fachetti’ye benzetirdi. Fener’den ziyade içimde Beşiktaş’a bir yakınlık vardı. Fakat
esas takımım karakter olarak Galatasaray’dı. Bir kere Metin Abi’nin varlığı
önemliydi, yine İzmir’den Ayhan Elmastaşoğlu, Bahri orada oynuyorlardı.
Son maçları oynadıktan sonra takım dönecekti ama biz
Tuncay’la kalalım dedik. O İstanbulluydu zaten. Meğer başka bir hikâye varmış.
Beni pazartesi günü Beyoğlu’nda ünlü FB doktoru Reşat Dermanver’in
muayenehanesine götürdü. Bir ara Şeref
Has geldi, o zaman iş belli oldu biraz. Tuncay da açtı o sırada meseleyi. Dört
yılım bitmişti, kulüp ya satışa çıkaracaktı ya anlaşacaktım. “Bana 30 bin lira
verin kalayım dedim,” ama onlar Kasımpaşalı Raşit’e 35 bin lira verip
almışlardı. Benden gelecek parayı bekliyorlardı. 90 bin liraya satışa
çıkardılar beni. FB bana 20 bin lira verdi sesimi çıkarmadım, anlaştık. Önceki
sezon takımı şampiyon yapan hoca Oscar Hold devam ediyordu. Başladık idmanlara
fakat birkaç hafta sonra Hold’un görevine son verdiler, Ankara Demirspor’la
anlaştı sonra. Üniversite sınavları için İzmir’e dönmüştüm. Sınavlara girip
İstanbul’a geldim tekrar. Temmuz ayında bir motele gönderdiler beni. Fenerbahçe’nin
huyuydu futbolcuları motelde ağırlamak. Bu şekilde Fenerli olduk.
- İstanbul’a gelince nasıl bir ortamla karşılaştınız?
- 65-66 sezonu geldiğim Fenerbahçe’de Ali İhsan Abiyle,
Ercan’la çok samimiydik. Maksim gazinosunda Ajda Pekkan’lı, Zeki Müren’li
geceler. Kulüp 12’de Tanju Okan sahneye çıkardı, Şevket Uğurluer çalardı.
Suadiye, Caddebostan, Moda plajlarından denize girerdik. Bağdat Caddesi yeni
gelişiyor. Öyle bir İstanbul’da yaşadım. Stadın karşısında Dereağzı’nda Müslim
Bağcılar’ın kirasını verdiği bir bekar evi vardı. Benden bir yıl önce gelen
Şükrü Birant ile Ziya Şengül ve Alibeyköylü Ali İhsan kalıyordu orada. Ercan, “Ben
de geleceğim,” deyince Ziya aynı binanın üst katında kendine yer tuttu. Ercan’la
aynı sezonda gelmiştik. O evde bekâr hayatımız başladı. PTT’den de Yaşar
alındı. 200.000’lik Yaşar diye gazetede manşet oldu. Takımına 150.000 TL
verildi. O sayede PTT kurtuldu, ayağa kalktı, hatta Yaşar’a bir altın kol saati
armağan etmişlerdi galiba. Şükrü de bir yıl önce oradan gelmişti.
- Fenerbahçe’de neden fazla oynayamadınız?
- Oscar Hold’un gidişi benim için olumsuz oldu. İsmail Kurt
kadro hariciyken tekrar çağrıldı. Takımı Selahattin Torkal’la Necdet Erdem
beraber çalıştırmaya başlamıştı. İsmet Uluğ başkan, Faruk Ilgaz ikinci başkan,
Kadir Has asbaşkandı. Kadir Has Yaşar’ı alan yöneticiydi. Sezon ilerlerken
İsmet Uluğ teknik kadroya kızınca beni takıma koydular. Fakat İsmail Abi yine
oynadığından bana 6 numarayı vermek zorunda kaldılar. Tam sıçramayı yapacağım
maçta büyük kulüplerde her zaman rastlanan şekilde bazı eski oyuncuların
komplosuna maruz kaldım. Cumartesi günü Ankara Demirspor’la lig maçı, ertesinde
Altay’la Türkiye kupası maçı oynanacaktı. FB Altay’ı yenerse finalde GS’ın
rakibi oluyordu. Ligde sezon çok kötüydü. Cumartesi maçı için Mecidiyeköy’de
King otelde kamp yapıyorduk. O zaman maçlarda oyuncu değiştirmek yasaktı. Lig
maçı oynandı. Takım belli, ben oynayacağım Altay maçında, Şeref Abi yedek.
Ertesi sabah kahvaltıya indik. Bir baktım, Selahattin Torkal’la Necdet Erdem
bir anda selamı kestiler, başlarını öne eğerek geçiyorlar. Akşam bana bir çalım
atıldığını hemen hissettim. Artık profesyonel olarak beşinci sezonumdu ne de
olsa. O gün benim futbol yaşamımdaki dönemeçtir. Takım Altay’ı 1-0 yendi o gün.
Büyük bir olasılıkla maça çıksam çok iyi oynayacaktım çünkü artık Fenerli
olmaya başlamıştım. Ancak bu şekilde benim Fenerli olmama izin vermediler ve
hiçbir zaman olmadım. Ertesi hafta Faruk Ilgaz, “Bülent sen PTT maçında
oynarsın, ondan sonra herhalde İzmir’de imtihanların başlıyordur,” dedi. Yani
lütuf gibi PTT maçında oynayacağım, ondan sonra Galatasaray ile kupa finali var
o maçta oynamayacağım. Lig maçında oynayıp gittim İzmir’e.
Bir Fenerbahçe idmanı. Ön sıradakiler Ercan Aktuna, Ali İhsan Okçuoğlu, Bülent Buda, Hazım Cantez. |
Takım Büyükada’da final maçı için kamptaydı. O sırada İsmail
Kurt sakatlanmış. Ben bunu sınavlara hazırlanırken gazetelerde okuyorum. O
zaman ev telefonu bile yok ama koca FB istese seni arayıp bulur. GS maçında sol
beke Özer’le başladılar. Sert mücadeleyi seven bir santrhaftı aslında. Neticede
kupayı kaybettiler. Ben İzmir’de sınavlarımı bitirdim ve sezon açılışına doğru
İstanbul’a döndüm. Fakat artık hayalimde Göztepe vardı, İzmir’e dönmeye
niyetliydim. Kulüp yönetimi o zaman Altıyol’da, Efes sinemasının üstündeydi.
Faruk Ilgaz artık başkan olmuştu. Yönetim kurulu toplantısına girdim. “Beni
bırakın, İzmir’e döneyim,” dedim. Faruk Bey çok net bir ifadeyle, “Bülentçiğim
biz seni çok seviyoruz, bırakmak istemiyoruz,” diye karşılık verdi. “Ancak bir
koşulda razı oluruz; Altay’dan Numan’ı, İstanbulspor’dan Yılmaz’ı istiyoruz, bunları
alırsak sana izin veririz o zaman,” dedi. Nitekim Numan alındı, Yılmaz’la ben
takas edildim. Abdullah Gegiç’in Türkiye’de ilk antrenörlük yılıydı. İzmir’e
gittim, sezon açılışı için Bandırma treniyle dönerken gazetede “İstanbulspor
Yılmaz Şen’i verip karşılığında kiralık oynayan kaleci Yılmaz ve Bülent’i
alıyor” diye bir haber okudum.
Fenerbahçeli futbolculardan Ogün Altıparmak, Ziya Şengül, Bülent Buda ve Ali Filibeli 1966 yılında İzmir Efes Otelinde. |
Bir akşam Kadir Has’ın yalısında yemek veriliyordu. Yemekte
o zaman İtalya’da oynayan Can Abi ve Gegiç de vardı. Faruk Ilgaz’la ilk
görüşmemizden sonra çıkarken kulübün mali işlerden sorumlu yöneticisi Ulvi
Tümen beni bir köşeye çekip, “Başkan böyle söylüyor ama Kadir Abi seni
salmıyor, git tatilini yap, dönünce bu takımda oynayacaksın,” demişti. Halbuki
benim Kadir Abi’yle merhabam bile yoktu, bir sezon boyunca beni sevip
desteklediğini bilmiyordum. Yemekte bir ara Kadir Has içeride seni bekliyor
dediler. “Biliyorsun ben senin kalmanı istiyorum,” dedi. “Ama İstanbulspor’a
bir liste verdik. Onlar o listenin içinde olmayan bir futbolcu üzerinde
dayattı.” Bahsettiği listede Şenol, Birol, Ali İhsan gibi isimler olduğu halde
ben yoktum. Beni ümit milli takımdan iyi tanıyan menajer Saim Kavur ve İzmirli yönetici
Lütfü Bornovalı, “Biz Bülent’i istiyoruz,” diye ısrar etmişler. Yılmaz’ın
parasını Kadir Abi verecekti. “Ben her şartta Yılmaz’ı alacağım, ancak sen evet
dersen bu iş çabuk bitecek,” dedi. “Kadir Abi sizi kıramam,” diye karşılık
verince, “Sana 25 bin lira vereceğim,” dedi. Ağzımdan, “Abi 30 bin lira mümkün
mü?” lafı çıktı. Oysa ben “Şaşkınbakkal’dan bir daire alır mısınız?” desem
bugün bir daire sahibi olacaktım. “Tabii evladım,” dedi. Ertesi gün Şişli’deki
ofisine gittim. İstanbulspor’dan Lütfü Bornovalı, Saim Kavur, Nirun Şahingiray
ve rahmetli Yılmaz Şen vardı. Karşılıklı imzalar atıldı, Kadir Abi Yılmaz’ı
aldı, İstanbulsporlu üç yönetici beni alıp yemeğe götürdü. O gün Kadir Abi’nin
bana söylediği sözleri yaşamım boyunca unutmam mümkün değil, son derece içten
söylemişti: “Bülentçiğim İstanbulspor’a gittin ama bekâr evinde birlikte
oturduğun Fenerbahçeli arkadaşlarından ayrılmayacaksın. Kulüp oranın kirasını
vermeye devam edecek. Bunun dışında yaşamın boyunca ne zaman bir sıkıntıya
düşersen bu yazıhanenin kapısı sana açıktır.” Daha sonra ticaret hayatında
birçok sıkıntı atlattım, iflas ettim, o Kadir Abi’ye kimler gitti ama ben
gitmedim. Yalnız bir sefer olsun gitmediğime pişmanım, ticari bir talep için
değil onun o günkü yaklaşımına bir kez daha teşekkür etmek için gitmeliydim.
Onun eksikliğini hep hissettim.
- İstanbulspor’da atmosfer nasıldı?
- Ali Sohtorik başkanken gittim İstanbulspor’a. Yanında
Lütfü Bornovalı, Selahattin Beliren, Nirun Şahingiray vardı. Hiçbiri yaşamıyor
şimdi, hepsi muhteşem insanlardı, çok özlüyorum onları. İstanbulspor’da
maaşlarımızı, primlerimizi malzemeci Kuzu Muzaffer dağıtırdı, yardımcısı da
Arap Selahattin’di. Kesintileri yaparak dağıtırdı ve kimsenin gıkı çıkmazdı.
Takım kaptanımız Kel İhsan, Kasapoğlu, kimse itiraz etmezdi. Bu kadar birbirine
saygılı, birbirine sevgiyle bakan bir insanlar grubuydu. Bu yöneticilerimizin
futbolcular üzerine yansımasıydı. Rahmetli Hayri Aydıner bir dönem
başkanlığımızı yaptı, malzeme torbası taşırdı. Talha Altınbaşak, ilaç üretimi
yapan firması vardı, muhteşem kibar, sevgi dolu bir insandı. Ali Sohtorik başlı
başına bir otoriteydi zaten. Herkes yanında saygıyla dururdu.
Kulübe geldiğimde kaleci Yılmaz’ı genç milli takımdan
tanıyordum. Yalçın’la oyun sahalarından muhabbetimiz çok iyiydi. Yıldırım
benden bir sezon önce yine FB’den gelmişti. İhsan Abi’yle, Kasapoğlu’yla,
Bilge’yle karşı karşıya oynamıştım. Her oyunun sonunda kim galip gelmişse
gelmiş, sonunda sarmaş dolaş olurduk. Dolayısıyla hiçbir yabancılık
hissetmedim. Futbol yaşantımın en muhteşem beş yılı İstanbulspor’da geçti. O
yöneticileri ve arkadaşları unutmam mümkün değil. Şeref Stadında veya
Karagümrük Stadında o günün koşullarında, o çamurlu berbat sahalarda idman
yapıyorduk. Buna rağmen dolu dolu yaşadığım bir beş yıl oldu. İslam Çupi bizim için “Bu çocuklara herhangi bir Anadolu
takımının formasını giydirin ve salın sahaya, bakın bakalım o kentte tribünler
ne oluyor,” diye yazmıştı. Anadolu’da çok sevilen bir takımdık. En az küfür
yiyen takım bizdik.
İstanbulspor 1967-68 sezonunda Ankara'da bir kupa maçında. Ayaktakiler (Soldan): Mete, Orhan, Ata, Celal, ?, Bahattin. Oturanlar: Bülent, Günay, ?, Muhittin, Türker. |
Şaşkınbakkal’da Fenerli futbolculardan Şükrü Birant ve Yaşar
Mumcu ile bekar evinde kalıyorduk. Yanılmıyorsam 1968’de Şaşkınbakkal’da
Bilge Tarhan'la ortak inşaat malzemeleri satan bir dükkân açtık. O inşaat mühendisi olarak
malzemeden anlıyordu. Ben de iktisat mezunuyum. Yani ikimiz de futbol âleminde
pek görülmeyen üniversite mezunu iki futbolcuyduk. Dükkânı açtığımızda Metin
Ersoy Bostancı’da bir salonda program yapardı. Onunla samimi olmuştuk. Dinlemeye
gittiğimizde sahneden, “İnşaat malzemelerini Bilko Ticaretten alacaksınız,”
diye bizim reklamımızı yapardı.
- İstanbulspor’da ilk sezon nasıl geçti?
- 66-67’de Karşıyaka’yı Ali Sami Yen’de yenemediğimiz için,
yirmi gol kaçırıp 0-0 berabere kalarak 2. Lige düştük. Hiç düşecek bir takım
değildik aslında. Ender Konca bizdeydi. Sol bek Yalçın, sağ bek Bahattin,
santrhaf Türker, sağ haf Yıldırım, sol haf ben, Kasapoğlu, Bilge; yani muhteşem
bir takım olduğumuz halde düştük. KSK da düşmüştü aslında. Onlarla beraber
düştük. Ertesi yıl ligin bitimine altı-yedi hafta kala yine onları yenip tekrar
1. Lige çıktık.
Türkiye 2. Ligi 1967-68 sezonu şampiyonu İstanbulspor. (Soldan): Zorbay, Kasapoğlu, Orhan, malzemeci Selahattin, Mete, Bülent, İhsan. |
O sezon sonuna doğru Karagümrük’le oynadığımız maçı
unutamam. Rakibin 3. Lige düşme tehlikesi vardı. İlk yarıda Kasapoğlu vurdu 25
metreden, köşeden gol oldu. İkinci yarı başladı, rakip oyuncular yalvarıyor.
Bizim kalede o gün Mete vardı, harikalar yaratıyor. Takım kaptanları Süleyman
santrada topu aldı bir ara. “Hadi Süleyman” dedim. Süleyman’la yan yana
altıpasa kadar geldim, sonra önünden çekildim. Süleyman bir vurdu, top direğe
çarptı, neyse sonunda kaleye girdi. Bundan üç sezon sonra 2. Ligde Karagümrük –
İzmirspor maçı vardı. Stada girerken kalabalıktan bir ses duydum: “Kimseye
dokunulmayacak! Bülent Buda’nın olduğu yerde kimseye dokunulmaz, çekilin lan!”
Herkes çekildi kenara, biz rahat rahat girdik stada, oynadık maçımızı, puan da
aldık. Bununla ilişkili bir başka anım daha var. Daha İstanbulspor’daydım,
sezonu yeni açmışız, idmanı yaptık hava daha epey sıcak. Yıldırım, Arap Yılmaz,
ben çıktık stattan, canımız buz gibi bira istedi. Bir şekilde Yılmaz Şen’i
arayıp bulduk, o da geldi. Yenikapı’da Çakıl gazinosuna gittik. En öne
oturttular bizi. Öztürk Serengil sahneye çıktı, bizi görünce, “Ooo, kimler
gelmiş bugün; Arap Yılmaz, Arap Yıldırım, Yılmaz Şen.” Beni saymadı. Arkadan
gür bir ses duyuldu: “Orada Bülent Buda da oturuyor!” Bir döndüm, eski futbolcu
ve Karagümrük yöneticisi Cahit Candan. Yanına gittim, “Yüzyıllar geçse de
Karagümrük seni unutmayacak,” dedi.
2. Ligde tek yenilgiyi Sarıyer’den aldık. Golleri Cemil
atmıştı. O maçın dışında silip süpürmüştük o ligi. İkinci ligde şampiyon olunca
Cemil’i, Büyük ve Küçük Ahmet’i aldık. Galibiyet primi 150 lira, deplasman
beraberliği 75 liraydı. Aylıklarımız yaklaşık 700-800 liraydı. Transfer ücreti
düşüktü ama kuruşu kuruşuna ödenir, verilen sözler yerine getirilirdi.
- İstanbulspor’dan neden ayrıldınız?
- 70-71 sezonu İstanbulspor’daki en kötü dönemim oldu.
Gerçekten istikrarsızdım o zaman. Takımı uzun süre Ziya Taner çalıştırmıştı ama
o sezon Basri Dirimlili çalıştırıyordu. Sonra bir takım hadiseler oldu.
İstemeden İzmir’e döndüm. Yöneticiler Nirun Şahingiray, Hayri Aydıner, Özer Abi
hep beraber üzüldük. Onlar kal diyorlar, ben gideyim diyorum; o şekilde
ayrıldım ve tekrar İzmirspor’a döndüm. Dönünce iki yıl İzmirspor’da oynadım. Fakat
o ilk zamanlardaki tılsım bozulmuştu. Futbolum çok iyi değildi artık, zaman
zaman iyi oynayabiliyordum. Takım toplama bir takımdı, neticede 2. Lige düştü. Futbolu
bırakmaya karar verdim. Halbuki yaşım daha otuz birdi. En az dört sezon daha
götürürdüm ama iyi oynayamadığım için soğudum. Çok iyi bir teknik adam olmaya
kararlıydım. Sessiz sedasız futbolu bıraktım, kulübün bile haberi yoktu. Kulüp
son gün beni serbest bırakmıştı, bir miktar da alacağım vardı. Bir süre sonra
yöneticiler telefon edip toplantıya çağırdılar. “Senin bizde alacağın var ne
yapalım?” diye sordular. “Bağış makbuzu kesin,” dedim. Bir süre sakladım, sonra
özellikle saklıyor demesinler diye yırttım.
Bülent Buda döndükten sonraki İzmirspor kadrosu. Kaleci Seyfi Talay, ayakta sağ baştaki eski Beşiktaşlı Fethi Türkeş. |
- Futbolu bıraktıktan sonra ne yaptınız?
- İzmir Amerikan Kültür Derneğinde İngilizce kursuna gittim ve
on beşinci kura kadar ilerledim. O yıl Türkiye’de ilk kez açılan monitör
kursuna başvurdum. Hedefim bunu bitirdikten sonra İngiltere’de kursa devam etmekti.
Bu uğurda elimde avucumda kaç para varsa harcayacağım ve Türkiye’de ilk kez
üniversite mezunu, yabancı dili iyi konuşan bir teknik adam olarak döneceğim
diye karar vermiştim. Bir gün Alsancak’ta bir arkadaşın pastanesinde oyalanıyordum.
Bir baktım İstanbulspor’dan Mustafa ile Yalçın. Galatasaray hamamına yakın bir
yerde dükkân açmışlardı. Burada Amerikan malları satıldığı için Amerikan pasajı
denilirdi. İkisi sonra ortak olarak gençliği hedef alan bir markayla giysi
üretimine başladılar. Kadife ve kot pantolonun moda olduğu yıllardı. Bunlar
İzmir’de bir toptancıya mal vermeye gelmişler. Sana İzmir temsilciliğini
verelim dediler. Hayatımın üçüncü vahim hatası bu oldu. Dört yıl sonra o iş
battı. Hepimizin işi bozuldu. O günün parasıyla yaklaşık 250 bin liram gitti.
Sonra bir vantilatör firmasında satın alma müdürü oldum otuz beş yaşında. Dört
yıl sonra Zorluların Ege Yıldız firmasından pazarlama müdürü olarak teklif
alınca oraya geçtim. On iki yıl sonra Mazhar Abi’yle aramızda bir anlaşmazlık
çıkınca ayrıldım, İstanbul’a geldim. Nevzat Demir’in Fırat Plastik firmasında
sekiz ay çalıştım. Nevzat Bey müthiş çalışkan, açık gönüllü bir insandı fakat
frekanslarımız uyuşmadığı için ayrıldım. Kısa süre çalışmama rağmen ayrılırken
bana bayağı hatırı sayılır miktarda bir para verdi.
Antrenör kulübelerinin yanına elini koyup duranlara bakarak
bunu hayatımın eksik kalan yanı olarak görüyorum. Onları görünce hâlâ canım
çekiyor teknik adamlık yapmayı. Jose Morinho’nun hayatını anlatan kitap başucu
kitabım oldu.
- Basın hayatınız nasıl başladı?
- Ege Yıldız’da çalışırken gazeteci Tayyar Özdemir sık sık
şirkete gelirdi. Kemal ve Nafiz Beyle zaten Alsancak’tan arkadaştı. Bana da
uğrardı. Bir gün, “Bülent Abi Cumhuriyet’te yazar mısın?” diye sordu. O sırada
futbol dünyasından iyice uzaklaşmıştım, maçlara bile doğru dürüst gitmiyordum.
Kendimi tamamen işe vermiştim. O zaman Hikmet Çetinkaya gazetenin İzmir
temsilcisiydi. Tayyar’a eski bir futbolcuya yazı yazdıralım demiş. Ben,
“Cumhuriyet’in o ciddi, özenli dilini tutturabilir miyim?” diye sorunca Tayyar
Özdemir, “Ben zaten bilinçli olarak sana geldim, senden başkası yapamaz,” dedi. O zaman Cumhuriyet’in İzmir kadrosu çok
iyiydi. Mustafa Balbay, Celal Başlangıç, Nüvit Tokdemir, Türey Köse oradaydı. Ben
zaten gazetenin sıkı okuruydum ve öz Türkçe kullanma alışkanlığına sahiptim. İlhan
Abi’den spor sayfasına kadar bütün köşe yazarlarını okurdum. Futbol oynadığım yıllarda
yakın dostum Kaşif Töre Ağanoğlu sayesinde Kafka ismini, Nazım Hikmet’in
şiirlerini öğrendim. Sonra bir baktım ki sol yanım güçlü, onu hiçbir zaman
gizlemedim. Bu yüzden uyum sorunu çekmedim ve öylece başladık.
Torunlarıyla |
Cumhuriyet’te Uğur Mumcu gibi birçok önemli ismin ayrıldığı
döneme kadar yazmayı sürdürdüm. Daha sonra yazılarıma Milliyet’te devam ettim.
Bu arada İzmir’deki bütün televizyon kanallarında program yaptım. Kendime
hiçbir zaman spor yazarı dedirtmedim. Her zaman futbol yorumcusu olarak
görüyorum kendimi. Yani on altı yıllık futbolculuk yaşamımdan sonra yaklaşık
otuz yıldan beri futbol yorumculuğu yapıyorum. Fakat futbolun dışında, hayata
dair çok şey de yazıyorum. Futbol üzerine çıkan kitapları okuyorum. Geçen
yıldan beri Yeni Asır’ın kanalı olan Yeni TV’de spor sorumlusu Barış Yengiloğlu’yla
Pazar akşamları iki saatlik bir program yapıyoruz. Ağırlıklı olarak İzmir ve
Ege takımlarını, 1. Ligi konuşuyoruz. Bunu amatörce, yani hiç para almadan
yapıyoruz. İki tane özel defterim var, maçları seyredip not alıyorum. Bunun
dışında başka defterlerim de var. Güzel sözler, hayata dair sözleri yazıyorum.
Nazım Hikmet’ten Can Yücel’e, Ahmet Arif’e kadar bir sürü şiiri, sevdiğim
yazıları bu defterlere aktarıyorum. Şu an Egeli Sabah’ta yazmaya devam
ediyorum. Yani hala futbolun içindeyim. Bugün geriye dönüp baktığımda dediğim şu: iyi ki futbol oynamışım.
Dostlarıyla |
Sabahları Bostanlı sahiline çıkıp koşuyorum. Bu sayede her
yaştan bir sürü dostum oldu. Avrasya maratonuna katılacağız. Gün geliyor
Foça’ya gidiyoruz, sabah 6’da koşuyoruz. Sahilde koşudan sonra insanlara
jimnastik yaptırıyorum. Sonra bir Siyu duası yaptırıyorum. “Bugün
uyanabildiğimiz için mutluyuz, bugüne ulaşabildiğimiz için teşekkür ederiz,
bugün koşabildiğimiz için teşekkür ederiz” şeklinde.
Genç milli takım aday kadrosu. Ayaktakiler: Mustafa, Cumali, Halil Kiraz, Tuncay, Aydın, Müfit. Oturanlar: Ziya, ?, ?, Doğan, Bülent Buda. |
Sevgili Fethi bey, Gerçekten bu yazını beğenmemek mümkün değil.Çünkü Egeli olduğundan,İzmirspor,Fenerbahçe ve İstanbulspor'da güzel futbolculuğuyla,proğram yapımcılığını ve güzel spor yorumları ile yazılarından tanıdığımız Bülent BUDA'yı fotoğraflarla ve çok güzel sade anlatımınızla keyifle okudum.Bazı Spor yazarları var maç veya oyuncuyu anlatacağına stadyuma nasıl gittiğini,trübünde nasıl oturduğunu anlatıyor ve yazıyı bitiriyor.Sizin yazılarınız futbolcunun maçları ve anılarıyla dolu dolu doyurucu oluyor.Başarıların daim olsun Gelecek yazın ne olacak merak içindeyim.
YanıtlaSilÖvgüleriniz için teşekkür ederim. İzmir'de ondan fazla eski futbolcuyla görüşmüştüm. Vakit buldukça hepsini yazacağım.
SilEmeğine, kalemine sağlık Fethi abi nefis bir röportaj olmuş...
YanıtlaSilBu anlatılan dönemler benim aşağı yukarı 9 yaşımdan itibaren yaşananlar,Manisa da çok küçük yaşımdan itibaren futbol delisi birisi ve dayım Yeni Asır ve Milliyet İzmir temsilciliklerinde gazeteci olduğu için bu röportajdaki isimleri bire bir hatırlıyorum.Size ve Bülent beye Allah uzun ömürler versin bana o günleri hatırlattığı için,teşekkürler...
YanıtlaSilÇok güzel bir biyografi olmuş.Bülent abi iyi bir insan,sporcu onun gibi sporculardan artık kalmadı.
YanıtlaSilbulent agbiyle tanışmak isterdim eminimki babam hakında bir çok hikayesi vardır
YanıtlaSil