25 Eylül 2012 Salı

Necati Karakaya - Spiker, Spor Yazarı, Kulüp Başkanı


Henüz televizyon yayınının olmadığı, bütün maçların Pazar günleri öğleden sonra dönüşümlü olarak radyodan yayınlandığı günleri yaşı kırkın üzerinde olan futbol meraklıları hatırlar. Bir maçta gol olduğu zaman o sırada anlatılan maç kesilir, merkezdeki spikerin anonsu duyulurdu: “Şimdi mikrofonlarımız İstanbul Mithatpaşa Stadında.”  Genelde yayına giren spiker heyecanlı bir tonla son durumu dinleyicilere aktarırdı: “Vefa 46. dakikada Zeki’nin golüyle PTT karşısında 1-0 öne geçti.” Fakat bu anlatım tarzının istisnası olan bir spiker vardı. Örneğin merkezden “Şimdi Eskişehir Atatürk Stadına bağlanıyoruz” diye anons yapılır, ardından dinleyiciyle sohbet edercesine sakin bir ses tonu şu tarzda bir şeyler söylerdi: “Ofsaytta olan Tarık’a yan hakemin bayrağını kaldırmasına rağmen hakem oyunu devam ettirince Ayhan daldı. Önce defansı, daha sonra üzerine çıkan kaleci Hakkı’yı çalımladı. Topla direğin dibine kadar indi. Çizginin üzerinde tuttuğu topu defans yetiştiği sırada filelere gönderdi ve böylece Galatasaray 56. dakikada Eskişehirspor karşısında 2-1 öne geçti.”

Necati Karakaya birkaç kuşağın ortak hafızasında sakin maç anlatımı, Milliyet gazetesinde yazdığı maç yazıları, haberleri ve röportajlarıyla yer etmiştir ama onun daha otuz yaşlarının başında 1. Ligde oynayan bir kulübün başkanlığını, ardından futbolcular sendikası başkanlığını yaptığını, birçok yabancı takımı Türkiye’ye getiren bir organizatör olduğunu bilenlerin sayısı fazla değildir. 

 1929 yılında İstanbul Feriköy’de dünyaya gelen, Feriköy İlkokulunda okuyan Necati Karakaya, Şişli Ortaokulu ve Taksim Lisesini bitirir. Kendi ifadesiyle Maarife başvurarak Taksim Lisesinin adının Atatürk Lisesi olarak değiştirilmesini sağlar. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine girer. Sık sık adının başında gördüğümüz Dr. unvanının kaynağı işte bu tıp eğitimidir. Fakat futbola ve gazeteciliğe olan tutkusu doktorluğa baskın gelir.


Yıl 1950. Tıp fakültesinde okuyan Necati Karakaya, bir yandan
Bakırköy'deki Sümerbank bez fabrikasının hastanesinde çalışıyor.
Fotoğrafın çekildiği yerden şimdi sahil yolu geçiyor. 

Bu fazla bilinmeyen yönlerini biraz daha aydınlatmak için Necati Karakaya ile uzunca bir sohbete koyulduk.

 - Futbola ilginiz nasıl başladı, hiç futbol oynadınız mı?

- Hayatımda topa ayağımı sürmedim. Ben yedi sekiz yaşındayken Feriköy kulübünün adı Harbiye Yılmaz’dı. Harp Okulu o zaman İstanbul’daydı. O kulüp Harbiyelilerin kulübüydü. Askerler idmana gelirdi oraya, onların pabuçlarını taşırdım. Böylece futbola karşı sevgim başladı. Sonra lisedeyken birinci takımlarda oynayan sınıf arkadaşlarım vardı. İstanbulspor kalecisi Turan, Nafi, Nuri bizde oynuyordu. O zaman lise takımları, mesela Haydarpaşa Lisesi ile Boğaziçi Lisesi karşılaştığı zaman Beşiktaş-Fener maçı gibi olurdu. Bunları takip ederek futbola sevgim başladı. Şeref Stadını yukarıdan Yahya Efendi dergâhından seyrediyordum, sonra kapılar açılınca içeri giriyordum. Ardından İnönü Stadında açık tribün seyircisi olarak başladım, hatta deniz tarafındaki kaleye Şükrü Gülesin’in bir korner golünü hatırlıyorum, onun çok etkisi altında kaldım. Cihat Arman çıktı, top gitti muz atışıyla uzak köşeden doksana takıldı. Tıp fakültesinde okurken 1950 yılında Milli Türk Talebe Birliği spor bürosunun başına geldim. O zaman maçlar bana bedava oldu. E kapısından kapalıya giriyordum. Zamanla kapalı seyircisi oldum. Yani seyirci olarak başladım. Çocuk yaşta Gündüz Kılıç’ın pabuçlarını çok taşıdım. Ben on iki on üç yaşındayken Ali Sami Yen stadının olduğu yerde idman yaparlardı. Kapıda beklerdim. Gündüz Abi geldiği zaman pabucunu alır onunla birlikte içeri girerdim. Pabuçları malzemeci getirmezdi. Tramvayla gelirler, pabuçlarını ellerinde taşırlardı. Öylece Gündüz Abi’ye hayranlığım başladı.

Necati Karakaya Talebe Birliğindeki yöneticiliği sırasında önemli bir girişime imza atar. İstanbul Üniversitesi bahçesine dikilecek Atatürk anıtının yapımı için gelir sağlamak amacıyla beş takım arasında bir Atatürk Kupası düzenler. 1955 Mayıs ayında yapılan turnuvanın son maçında Fenerbahçe ile Beşiktaş 4-4 berabere kalınca 2 metre boyunda, 200 kilo ağırlığındaki bu dev kupayı Adalet kulübü kazanır.

Yıl 1953. Necati Karakaya Milliyet gazetesine girmeden önce
  genç bir muhabir ve teknik sekreter olarak  Vefa Haftalık Spor Gazetesinde çalışır. 
- Gazeteciliğe nasıl başladınız?

- Bir gün Milliyet gazetesinin sahibi Ercüment Karacan’a gittim. Gazetenizde yazı yazmak istiyorum dedim. “Bana değil, karşı kapıya git,” dedi. Karşısındaki oda Abdi İpekçi’nindi. Abdi Bey’e gittim, “Gazetenizde yazabilir miyim?” dedim. “Hangi bilgiyle?” diye sordu. “Bugünkü gazetenize baktım, spor haberlerinin hepsi yanlış,” diye cevap verdim. “Mesela Recep’in ‘Galatasaray’a karşı gol atacağım’ diye beyanatı var. Recep Arap Sadri’den 2.000 lira istedi, o da kadro dışı bıraktı. Şu anda kadro dışında yani.” Bunun gibi beş tane örnek verdim. Abdi Bey, “Deftere yazıyorum, on beş gün sonra gel,” dedi. On beş gün sonra gittim. O zaman birçok muhabir 150 ila 250 lira alırken bana 300 lira verdi ama ben sabahtan akşama kadar yazıyorum. Sayısız atlatma haber yaptım. Atlatma haber getirince Abdi Bey zarfın içinde 20 lira verirdi. Her hafta iki tane 20 liram vardı.

Milliyet muhabiri Necati Karakaya, Gündüz Kılıç ve
Galatasaray  başkanı  Suphi  Batur'dan demeç alıyor.
1955’te Milliyet’e girdiğimde, bir sene boyunca Abdi İpekçi’nin önüne koyuyordum yazılarımı. Sonra bakıyordum yazı tamamen değişmiş. Ben o zaman gazeteci gibi değil, hikâye yazarı gibi yazıyordum. Hiç unutmam milli takımı karşılamaya havaalanına gönderdiler. “Milli takım dün saat 18.45’de THY uçağıyla Yeşilköy havaalanına indi” diye yazıyorum. Ertesi gün okuyorum: “Milli takım yurda döndü.”

Futbol bilgilerimi geliştirmek için 1957’de Sulhi Garan’ın hakem kursuna gittim. 1960 senesinde FIFA genel başkanı Stanley Rous geldi. Onun Ortaköy’de denizcilik okulunda açtığı kursa gittim. Birkaç sene sonra tekrar bir kurs açıldı. Üç tane hakem kursuna gittim. Galiba 1950 tane uygulama var. Ben bunun ancak dokuz yüzünü bilirim. Doğan Babacan bunun bin beş yüzünü bildiğini söylüyor. Her şeyi açar Babacan’a, Ertuğrul Dilek’e sorarım. Bazen onların bilmediğini ben bilirim.

Necati Karakaya, bir maçta çıkan kavga sonucu kaburgaları
zedelenen  hakem Ahmet Bagatır'ın röntgen filmini inceliyor.
 - Spikerliğe nasıl başladınız?

- Maçları Muvakkar Ekrem Talu anlatıyordu. O ölünce Pertev Tunaseli anlatmaya başladı. Galiba Norveç’le oynuyorduk, bir hafta sonra da Rusya’yla maçımız vardı. Rus teknik direktörüne, “Kaçalin sıra sana gelecek Kaçalin” diye bağırdı o maçta mikrofondan. Böylece Pertev’in görevine son verdiler. Halit Kıvanç bir müddet maç anlattı fakat BBC’den teklif aldığı için İngiltere'ye gidecekti. Bize radyonun açtığı sınava girmemizi söyledi. Yetmiş beş kişi müracaat etti. Bunlardan beş altı kişi finale kaldık. Jüri heyetinde radyonun ileri gelenlerinden Baki Süha Edipoğlu, Orhan Hançerlioğlu, dışarıdan Fethi Pirinççioğlu gibi isimler vardı. Bunlar bizi dinliyordu. Önce çağırdılar bir ses sınavı yaptılar. Bu sınavdan hemen herkes geçti. Sonra sahaya götürüp banda almaya başladılar. Banttan beş kişi geçtik ve böylece başladık.

15 Ocak 1963 tarihli Milliyet gazetesinden

1962’de Türkiye Radyolarına girdim. Otuz dokuz yıl aralıksız 4508 maç anlatarak dünya rekoru kırdım. Şehir adını taşıyan otuz iki stadın adını değiştirdim, Atatürk yaptım. Mesela Diyarbakır’dan maç anlatıyorum. Radyoda yayın başlar: “Burası İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova, , Diyarbakır, Erzurum, Trabzon radyoları. Şimdi mikrofonlarımız Diyarbakır Şehir stadında.” Bense, “Burası Diyarbakır Atatürk stadyumu, karşınızda Necati Karakaya,” diye anlatmaya başlardım. Kayseri, Rize, Konya, Bolu, Adapazarı, Denizli vs. otuz iki stadın adını böyle değiştirdim.

1958 yılında yapılan Romanya maçında sakatlanan  Turgay Şeren
röntgen  filmini  Necati Karakaya'ya gösteriyor.
Spikerliğimin başlangıcında bana röportaj yaptırmaya başladılar. 1963 senesinde Galatasaray – Milan oynuyordu. Bu maç için röportaj yapmaya Carlton oteline gittim. Hatta bir kış günüydü, vasıta filan bulunmuyor, giderken bayağı zorluk çektim. Sesleri aldım geldim. Bir de kontrol edeyim ki ses yok. Meğer ilk konuştuğum Metin Oktay bana oyun olsun diye sesi kapatmış. Çılgına döndüm. Tekrar otele gittim. O zaman TRT’nin vasıtası filan yok. Dolmuşla gidiyorsun, ses alma cihazı 20 kilo. Metin’e tam bağıracağım, “Güzel ağabeycim senin tatlı yüzünü bir kere daha göreyim diye kapattım,” diyerek benim gönlümü aldı. Bu şekilde maçtan evvel bir saatlik röportaj yaptım. Türkiye radyolarından yayınlandı. Stat hoparlörlerinden de verildi. Seyirciler maç başlamadan futbolcuların konuşmalarını dinlediler.

Necati Karakaya Edirne'de maç anlatırken eşi ve iki kızı ona eşlik ediyor.
- İlk anlattığınız maçı hatırlıyor musunuz?

- İki sarı siyahlı kulüp, Beykoz-İstanbulspor maçını anlatmıştım. Fakat ne tesadüftür ki Anadolu’da ilk defa bir şehirden maç verileceği zaman hep beni gönderdiler. Sen kulüp başkanısın, gazetecisin; halk seni tanıyor, seviyor, seni görünce olay çıkarmazlar, sen daha otoritersin diye hep beni gönderiyorlar, hep de tesadüf Beşiktaş maçı denk geliyor. O yıllarda 2. Lig maçlarını anlatmak için Gaziantep ve Trabzon’a da çok gittim. Birçok şehirde idareci tribününden maç anlatana bağırırlardı, “Yahu doğru dürüst anlatsana,” diye.

TRT spor servisi müdürü Kemal Deniz ile.
- Feriköy’e nasıl başkan oldunuz?

- Doğma büyüme Feriköylüyüm, fakat Feriköy 1. Ligde değilken ben Vefa’yı tutardım. İdarecilerimizden Apartman Mustafa da Vefalıydı. Ne zaman Feriköy 1. Lige girdi, ben evimin bitişiğindeki Feriköy kulübünün idarecisi oldum. Vefalılığımız orada bitti. Fakat ondan önce hasta bir Vefalıydım.
Haziran 1959’da Bursa’da Milli Lige terfi maçları oynandı. Orada yönetici olarak bulundum. Galiba sekiz kulüp vardı, dördü 1. Lige girdi. Hayatımda hiç unutamadığım bir maç Ülküspor – Toprakspor maçıdır. Aynı futbolcu aynı kişileri çalımlayıp kalecinin üzerinden aşırarak dört kez aynı golü atıyor. Öteki de kendi yarı sahasından gerilip vuruyor. Aynı yerde faul oluyor, aynı şekilde vuruyor, top aynı yerden doksana takılıyor. Ülküspor 4-3 kazandı ve biz bu sayede 1. Lige çıktık. Kulüp başkanlığımsa 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra başladı. Başkan DP milletvekiliydi. İhtilal olunca tutukladılar. Koltuğu boş kalınca kongre yaptılar ve beni seçtiler. Ayrıca İstanbul kulüpleri birliği başkanlığını yaptım dört sene boyunca. Her hafta pazartesi günü İstanbulspor kulübünde toplanırdık. Diğer başkanlar benden otuz, otuz beş yaş büyüktü. Özellikle İstanbulspor kulübü başkanı Ali Sohtorik’le ilişkilerimiz çok iyiydi. Darda kalınca kulüp için ondan borç alırdım.

Yıl 1960. Feriköy kulübünün genç başkanı Necati Karakaya, düzenlediği
Cemal Gürsel kupasının hazırlıkları sırasında diğer kulüp yöneticileriyle birlikte İnönü Stadının önünde. 
 - Ne kadar sürdü başkanlığınız?

- Beş sene başkanlık yaptım. Üç sene de ikinci başkanlık yaptım ama kulübü fiilen ben idare ettim çünkü yeni başkanın kulüple ilgisi yoktu. Makasçı İhsan Bey denilen 80 yaşında bir zattı. Otomobil makasları yapan fabrikası vardı. Bizim yönetimden birinin amcasıydı. Kulübe para verdi, başkan yaptık. Taksim’de yazıhanesi vardı. Kulübe gelmezdi, onun yazıhanesine biz idare heyeti olarak gidiyorduk.

- Gündüz Kılıç Feriköy’e nasıl antrenör oldu?

- Onu ben getirdim. O sırada Galatasaray’dan kopmuştu. Gündüz’ün gelmesine imkân yok gözüyle bakılıyordu. Bırakmış, artık futboldan nefret etmiş. Yüz araçla Kabataş’ta arabalı vapur iskelesinde karşıladık; kamyon, minibüs, otobüs ne varsa. Bayraklarla Taksim meydanında abidenin etrafında tur atarak Feriköy’e geldik. Bunun üzerine Gündüz antrenörlüğü kabul etti. “Bir sene kalacaksın baba, seneye ben seni Galatasaray’a bırakacağım” dedim. Bir sene sonra Galatasaraylılara telefon ettim. Ulvi Yenal başkan, Rüçhan Adlı ikinci başkandı. “Gelin, emanetinizi alın,” dedim. Gündüz Abi’yi Divan Oteline götürdüm. Burası Feriköy’ün bağlı olduğu Şişli ilçesinin sınırı, karşı taraf da Beyoğlu ilçesinin sınırıdır. Sınırda Gündüz Kılıç’ı teslim ettik.

Gündüz Kılıç Feriköy takımıyla idmanda.

- Feriköy’ü başka kimler çalıştırdı?

- Lefter, Basri Dirimlili, Naci Özkaya Feriköy’ü çalıştırdı.

- En çok hangisinden memnun kaldınız?

- En çok Lefter’den memnun kalmıştım. Takıma hücum oynattı. İlk sekiz hafta liderdik. FB-BJK-GS bizim altımızdaydı. Lefter en çok bizde çalıştı zaten. Aynı sezon içinde Samsun, Bolu, Antalya’yı çalıştırmışlığı var mesela.

Feriköy başkanı Necati Karakaya, Beşiktaşlı Ahmet'in transfer işlemini
yaparken kulüp yöneticilerinden İsmail Erçin (arkada) onları izliyor.

- Feriköy kulübüyle birlikte anılan isimler arasında Ebe Naciye diye dikkat çekici bir şahsiyet var. Kimdir Ebe Naciye?

-  Kulübün kurucularından, unvanından anlaşılacağı üzere bir ebe. Kulübün kurucuları arasında o semtin sünnetçisi de var. Sünnetçi Mehdi Bey sağlık memuru, siyahiydi. Ebe Naciye oğlan doğunca “bir futbolcumuz daha oldu” diyormuş. Formaları oturur leğende yıkardı evde. O kadar asil ve temiz bir kadındı ki. Bütün Feriköy’ü o doğurtmuş. Sonra oğlu Orhan Pekkutlu kulübün genel sekreteri oldu. Damadı da bir ara başkanlık yaptı, Trabzon milletvekili Selahattin Karayavuz. Vefa’nın da başkanlığını yapmıştı, fakat Feriköy’de otururdu. Kulüp başkansız kalınca birkaç ay için başkanlığı üstlendi. 

15 Mart 1964 tarihli Milliyet gazetesinden.
- Az önce bahsi geçen Apartman Mustafa da ünlü bir yöneticiymiş herhalde?

- Evet, sahaya girip hakemi dövmüştü. Milli ligdeki ilk sezonumuzda (1959-60 sezonu) Fenerbahçe ile İnönü stadında oynuyoruz. Hakem Baha Kırçıl İzmir’den gelmişti. Apartman Mustafa sahanın kenarında idareci. 160 kilo ağırlığında, 1.90 boyundaydı. Askerken vagonları arkadan itermiş. Arabasını park ederken direksiyonda uğraşmaz, arabadan iner, arkasını bir tarafa önünü bir tarafa koyar giderdi. 2-1 galip oynuyoruz, maçın bitmesine 15 dakika var. Hakem bir penaltı verdi aleyhimize, 2-2 oldu; seyirci ayağa kalktı, çıldırıyor. Maçın bitimine birkaç dakika kala Fener bir gol daha attı ve 3-2 kaybettik. Bu dayanamadı sahanın ortasına yürüdü. Baha Kırçıl da 1.90 boyundaydı. Sahaya girip bir tokat attı, hakem yere yıkıldı. Polisler bunu yakalayıp Beşiktaş karakoluna götürdüler. Biz de şahit olarak gittik. “Ne gördünüz?” dediler, “Hakem Mustafa’ya vurdu,” dedik. Hakem de geldi, kimse şahitlik yapmıyor. Sonra İzmir’e gidince çiçekler alıp gittik yanına, hakeme kendimizi affettirmek için.

Apartman Mustafa (sağda) Aziz Nesin ile birlikte maç izliyor.
(26 Mart 1963 tarihli Akşam gazetesinden)
- 1968’de bir Feriköy’ü kurtarma komitesi kurulmuş.

- Artık kulüp küme düşmek üzereydi. Şükrü Gülesin’le beni çağırdılar kurtarın diye. Nerede kurtarıyorsun? Göztepe ile maç oynuyoruz. Göztepe bize karşı sert oynamaz umuduyla maça gittik fakat ters bir hakem vardı, Alman. Türk hakem olsa belki maçı kazanırdık. Daha 1. dakikada ofsayttan gol yedik. İtiraz etmeye kalmadı, ofsayttan bir gol daha; hem de birkaç metre ofsayt. Hayatımda radyodan bir tek Feriköy maçı anlattım, o da bu maçtı. Başkanı olduğum için maçlarını anlatmıyordum. Fakat o sırada İzmir’de spiker yoktu, maçın verilmesi lazım diye ısrar ettiler. Kendi takımımın yediği dokuz golü anlatmak zorunda kaldım. O zaman kurtarma komitesi üyesiydim. Zaten komite de iki kişiydi, Şükrü Abiyle (Gülesin) ben.

5 Mayıs 1968 tarihli Yeni Asır gazetesinden.
- Feriköy 2. Lige düştükten sonra tekrar 1. Lige çıkma fırsatı yakaladı mı?

- Kulüp 2. Lige düştü, kongre oldu. Kongreye gittim. Kulübün 620 bin lira borcu varmış. Benim zamanımda Fenerbahçe ile yarışan bir bütçe yapmıştım. Bizde beş branş vardı. Boksörlerimiz Türkiye şampiyonu oldu. Beş tanesi milliydi. Teknik direktör Garbis Zaharyan, menejer Öztürk Serengil, boks şubesi kaptanı Jirayr Metin’di. Kongrede başkan olmamı istediler, kabul etmedim. Bunun üzerine başladılar bağırmaya: “Tabii 1. Ligde para vardı, yutuyordun. Şimdi 2. Ligi istemezsin.” “Peki, kabul ediyorum,” dedim ve başkan oldum. Futbolcuları topladım, “620 bin lira borcumuz var, bu borcu ödeyeceğiz,” dedim. Bunun için teşebbüse geçtim. Sahanın bir köşesinde yazlık sinema vardı kulübün gelir kaynağı olarak, ayrıca Feriköy pazarının tahtalarından aldığımız para vardı. Oraya benzin istasyonu yaptırmaya karar verdim. Futbolculara, “Size altı ay hiç para ödemeyeceğim. Hiç para almadan oynar mısınız? Ondan sonra borçlarımı ödeyeceğim” diye sordum. Onlar da “Oynarız,” dediler. Lig başladı, hiç yenilmeden devreyi bitirdik. Hesapladım, Samsunspor ve Bolu’yu altışar puan geçerek şampiyon olacağız. O sırada benzin istasyonu için Mobil’le anlaşmıştım. Çocuklara para gelecekti. O zamanın parasıyla 150 bin lira peşin veriyorlardı. Bunu çocuklara dağıtacaktım, sonra benzin satışından pay alacaktım. Fakat Apartman Mustafa sinemayı işletiyordu. Benzinlikten sinemaya ışık gelir diye mani oldu. Ben de başkanlığı bıraktım. Onun üzerine hiç yenilmeyen takım sekiz maçta yenildi. Bırakmasam şampiyon olacaktık.

1998 yılında çıkan Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım adlı kitap.
- Bir de sendika başkanlığınız var.

- Futbolcular sendikasının altı yıl asbaşkanlığını, on yıl genel başkanlığını yaptım. Yirmi yılda yurtdışından otuz iki takım getirdim. Yurtdışından takım getirmek 1960 senesinden itibaren 80’lerin başına kadar yasaktı çünkü döviz ödüyorduk. Ben döviz ödemeden bu takımları getirdim. İçlerinde Metin Oktay’lı Palermo, Can Bartu’lu Lazio vardı. Dinamo Kiev dahil on iki tane Sovyet takımı geldi. On kuruş para vermedim onlara, aram çok iyiydi Ruslarla.

Futbolcular Sendikası genel başkanı Necati Karakaya basın toplantısında.
Arkasındaki  asbaşkan, eski  Beşiktaşlı futbolcu Nazmi Bilge.
- Bir ara federasyon başkanlığı için adınız geçmiş.

- Üç kere federasyon başkanlığı teklifi aldım, üçünde de gazetem başkan olmama mani oldu. Abdi İpekçi, “Sen şimdi federasyon başkanı olacaksın, bir FB-GS maçı olacak mesela, yenilen takımın taraftarı Milliyet’in kapısına gelecek, bağırıp çağıracak; gazeteden ayrıl başkan ol,” dedi. Fakat gazetecilik benim işim, dolayısıyla ayrılmadım. Birinde Hasan Polat istifa etmiş. Bir gün önceden Ankara’ya gittim, Marmara Otelinde o sırada spor bakanı olan İsmet Sezgin’le karşılaştım. “Hasan Abi’nin istifası cebinde,” dedi. Ertesi günü Hasan Polat’la karşılaştım. “Sakın yazma, İstanbul’a gidince seni çağıracağım, yemek yeriz, o sırada istifamı sana açıklarım, haber yaparsın,” dedi. Ben ertesi gün Trabzon’a maç anlatmaya gidecektim.  Gitmeden haberi gazeteye bildirdim ve ben gelene kadar yazmamalarını tembih ettim. Gelince bir de ne göreyim, pazartesi günü Milliyet’in spor sayfasında “Hasan Polat istifa etti” diye manşet atılmış. Adama söz vermişim, benim aile dostum, çıldırdım. Bu yüzden federasyon başkanlığını istemedim.
Bu olaydan sonra Gündüz Kılıç bana sürekli federasyon başkanı olmamı söylüyordu. Ben de nihayet peki dedim, başladım hazırlığa. Kurulumu yaptım, teknik heyette Gündüz Abi olacaktı. Her şeyi hazırladım. Meclisteki vekil arkadaşlarıma mektup yazdım. Benden başka aday da yok. Bir sabah turizm bakanı Orhan Birgit aradı. “Necati, federasyon başkanı oldun, kutlarım,” dedi. Yarım saat sonra spor bakanı aradı. “Futbol federasyonu başkanlığına getirildiniz, kutlarım,” dedi. Ben de bakana, “Ben zaten hazırım, heyetimi yaptım,” diye adeta nutuk atıyorum. Bakan durumdan memnun. Gazeteye telefon açtım. Namık Sevik o zaman spor müdürüydü. “Sana söyledik, gazeteden ayrılmadan olmaz bu iş,” dedi. Emekliliğime bir sene kalmıştı, ayrılmadım ben de.



Necati Karakaya spikerliği ve gazeteciliği bıraktıktan sonra artık bütün zamanını çeşitli eğitim ve meslek kurumlarında Atatürk üzerine konferanslar vererek geçiriyor. Yazmak için tam kırk beş yıl üzerinde çalıştığını söylediği “Atatürk Beşiktaşlı” adlı kitabı on üç baskıya ulaşmış durumda. Necati Karakaya bu kitapta önemli bir tarihi yanlışı düzelttiğini belirtiyor. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın yaygın kanının aksine Balkan Savaşında yaşanan göç dalgası sırasında değil, Selanik’in düşmesinden birkaç sonra, 1915 yılında Yüzbaşı Necati tarafından kaçırılıp İstanbul’a getirildiğini ortaya çıkardığını ısrarla vurguluyor.

Milliyet spor servisinin yazarları eşleriyle birlikte Metin Oktay'ın evinde.
Ayaktakiler (soldan): Namık Sevik, Yavuz Bayraktar, Metin Oktay, Necmi Tanyolaç.
Oturanlar: Hüseyin Kırcalı, Doğan Şener, Nezih Alkış, Necati Karakaya, Halit Kıvanç.


(Kaynak belirtilmeyen fotoğraflar 'Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım' adlı kitaptan alınmıştır)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder