Futbol tarihimizde iz bırakmış insanları, olayları, maçları, 2012 Mayıs'ından itibaren bu sayfalarda yazmaya başladım. Büyük bir kısmı artık unutulmuş bu isimleri günümüze taşımaya çalıştım. Bu çabama bundan sonra dinyakos.com adresindeki internet sitesinde devam edeceğim. Amacım daha büyük ve görüntü kalitesi daha yüksek fotoğraflarla geçmişi daha iyi aksettirmek. Ayrıca artık sadece futbol değil, başta basketbol olmak üzere diğer spor dallarına da yer vermeye çalışacağım.
Eski yazıları bu blogdan okumaya devam edebileceğiniz gibi, yeni sitede de bulabilirsiniz. Bundan sonra yazacağım yazılarıysa yeni adreste yayınlayacağım.
Yeni yazıları okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:
dinyakos.com
Dinyakos
Türk Futbol Tarihi Üzerine Notlar
2 Ocak 2019 Çarşamba
18 Aralık 2018 Salı
Çamurdaki Yıldızlar
Dinyakos'ta yayınladığım yazıların bir kısmını "Çamurdaki Yıldızlar" adını verdiğim kitapta topladım.
Kitabın girişinde Dinyakos ayakkabılarını imal eden usta hakkındaki yazının ardından bu blogda daha önce hayat hikayeleri yayınlanmış 19 futbolcunun portresi yer alıyor. Bu futbolcular sırayla şöyle: Erdoğan Dağdelen, Burhan Cevrem, Erdoğan Akın, Cevat Gök, Turgay Şeren, Rauf Başaran, Kenan Buharalı, Oktay Arıca, Bahattin Baydar, Ergun Öztuna, Koço Kasapoğlu, Celal Soydan, Güngör Sürel, Önder Sapanlı, Çetin Güler, Hikmet Orhunbilge, Abdülmetin Kocaoğlu, Ayfer Elmastaşoğlu, Ekrem Güçsav.
Bu yazıların ortak özelliği hayattayken görüştüğüm futbolcuların portreleri olması. Ne yazık ki, bir kısmı görüştükten sonra, henüz kitap projesi yokken hayata veda etti. Bu yazıların kitap haline gelmesini çok arzulayan Abdülmetin Kocaoğlu ise kitabın matbaadan çıktığı gün son yolculuğuna uğurlandı. Artık aramızda olmayan bu değerli insanları rahmetle anıyorum.
28 Nisan 2017 Cuma
Aldo - Son Golünü Hayata Attı
Alderico Segala, yüzyıllardan beri İstanbul'da yaşayan
İtalyan Levanten toplumunun artık sayısı iyice azalmış üyelerinden biriydi.
Yakınları ve arkadaşları tarafından kısaca Aldo denilen genç, İstanbul
Profesyonel Liginin iddiasız takımlarından Emniyet'te futbol oynuyordu.
(Hürriyet) |
Galatasaray ve Emniyet takımları 28 Nisan 1954 Çarşamba
günü, lig maçında karşı karşıya geldiler. Şampiyonluk için Beşiktaş'la çekişen
Galatasaray maçın mutlak favorisiydi. Nitekim sarı-kırmızılı takım, maçın
başlarında Büyük Ali'nin (Ali Beratlıgil) golüyle öne geçti. Ne var ki, her
zaman ligin sonlarında yer alan sarı-beyazlı takım buna 20. dakikada cevap
verdi. Emniyet'in yaptığı faul atışında havalanan top, Galatasaraylı bir
savunma oyuncusunun başından sekerek santrfor Aldo'nun önüne geldi. Genç
futbolcu yakın mesafeden çektiği şutla takımına beraberliği getiren golü
kaydetti. Lakin bu gol, Galatasaray'ı kamçılamıştı. Suat Mamat hemen iki dakika
sonra buna cevap verdi. 38.dakikada bir gol daha atan Suat takımının ilk yarıyı
3-1 galip kapamasını sağladı.
İkinci yarıya da golle başladı Galatasaray ve 51.dakikada
Kadri Aytaç'ın golüyle 4-1 öne geçti. Ne var ki bundan sonra maça talihsiz bir
olay damgasını vurdu. Olayın seyrini o dönemin günlük spor gazetesi Türkiye
Spor'dan okuyalım: "İlk devre Turgay'a güzel bir gol atmasını bilen ve
takımını berabere duruma getiren Aldo, ikinci devrenin 30.dakikasından sonra
hafif hafif baş gösteren acı için de kıvranmaya başlamıştı. Nitekim biraz sonra
saha kenarına gelen ve nefes hareketleri yapan delikanlının, bir ara çekilen
kornere yetişmek isterken dizleri üzerine çökmesi ve sahanın sol tarafındaki
tahtaların üzerine giderek oraya yıkılması gözden kaçmamıştı. Aldo bu tahta üzerinde
hemen hemen beş dakika kıvrandıktan, kendini yerden yere attıktan sonra sahanın
doktoru kendisini görebildi. Başına üşüşüldü ve işin vahameti anlaşıldı.
Aldo'nun can çekiştiği belli idi. Maçın son dakikasında yetiştirilen sedyede
sarkan ayak ve elini battaniyeyle örttükten sonra içeriye götürülen Aldo, acı
ile haber aldık ki ciddi bir müdahalede bulunulmadan can vermiş
bulunmaktaydı."
Gazetelerde Aldo'nun maçtan kısa bir süre önce bol miktarda
Paskalya yumurtası yediği için zehirlendiğine dair yazılar çıkmıştı. Türkiye
Spor gazetesi de otopsi raporunu şu satırlarla duyurmuştu: "Morg raporuna
göre ölümü, midenin fazla dolu bulunması ve kalbe tazyik yaparak durdurmasıdır.
Bu acı ders, sporculara ibret olmalıdır."
(Türkiye Spor) |
O maçta Emniyet takımı futbolcusu olarak sahada mücadele
eden Samim Emek, bu talihsiz olayla ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyor:
"Aldo santrfor olarak oynardı. Hatta o gün Sezai diye bir arkadaşımız
oynayacaktı. O zamanlar takımların toplu olarak maça gelmesi diye bir şey yok.
Maç Dolmabahçe Stadında saat 4'te, en geç 2'de orada olun diye duyuru
yapılırdı. Biz de kendimiz giderdik stada. Geldik baktık, Sezai yok.
Hastalanmış. Hocamız Niyazi Sel, Aldo oynayacak dedi. Maçtan önce yemek yiyip
yemediğini bilmiyorum. Fakat oynamaya çok hevesli biriydi. Yemek yemiş bile
olsa oynamaya çok istekli bir çocuktu. Maç esnasında kalenin önünde bir
karambol oldu. Arkasından biz Galatasaray kalesine doğru bir akın yapıyorduk. O
yüzden yığıldığının farkında değildim. Sonra bir baktım, çocuğu Gazhane tarafındaki
kalenin arkasına almışlar. Sağlık görevlileri, doktor filan başında. O zamanın
şartlarına göre yapabilecekleri şeyler sınırlıydı. Oyun devam ediyordu bir
taraftan. Maçtan sonra soyunma odasına gelip sorduk. Taksim İlkyardım
hastanesine götürmüşler. Elbiselerini aldık, biz de hastaneye gittik. Çocuk
orada vefat etmiş."
(Türkiye Spor) |
Alderico Segala belki gol attığı maçta hayatını kaybeden tek
futbolcu olarak dünya spor tarihine geçti. Türkiye Spor gazetesine göre mali
durumu iyi ve sıhhati yerinde olup 29 yaşındaydı. Hürriyet gazetesine göre de
mükemmel bir desinatördü ve 27 yaşındaydı. Talihsiz futbolcu 30 Nisan 1954'te,
Sent Antuan Kilisesinde yapılan törenin ardından Feriköy Katolik mezarlığında
toprağa verildi.
(Öz Fenerbahçe) |
22 Şubat 2017 Çarşamba
Halil Gezmen - Naylon Gibi Esnek Kaleci
Birkaç yıl önce Kadırga kulübünün bir futbol müzesini
andıran lokaline gidip, duvarlarda asılı fotoğrafları uzun uzun incelemiş,
mahallenin eskilerinin saydığı isimleri not etmiştim. Bu fotoğraflardan bir
tanesi özellikle dikkatimi çekmişti. 1950'lerin başına ait bir tür şöhretler
karması fotoğrafıydı bu. Hepsi o devirde Beşiktaş, Vefa, Beykoz, İstanbulspor
gibi takımlarda oynayan o futbolcuların çoğunun ortak özelliği Kadırgalı
olmalarıydı. O devirlerde sıkça görüldüğü üzere, bir yazlık takımda bir araya
gelmişlerdi. (Profesyonel futbolcuların sadece keyif için yazlık takımlar
kurarak mahalle aralarındaki arsalarda turnuvalara katılması 70'lere kadar
devam eden bir gelenekti.) Bu takımın kalecisi o zamana dek ismini duymadığım
"Naylon Halil"di. Semtin büyükleri, onun devrinin çok iyi bir
kalecisi olduğunu, Necmi Mutlu'dan önce Beykoz kalesini koruduğunu söylemişti.
Aramalarım sonucu Beykoz'da
bulduğum Halil Gezmen'in hayat hikâyesi Kadırga'dan uzakta, hatta Türkiye'nin
dışında başlamış. Kendisinden dinleyelim: "Annem Yunanistan'ın İskeçe
şehrinde, babam Bulgaristan'da Varna'da doğmuş. Ben 1929'da İskeçe'de doğdum.
Üç kardeştik, benden dört yaş büyük bir abim vardı. Babam bir Rum sandalcıyla
anlaşmış ve ben daha 38 günlükken Yunanistan'dan kaçıp Tekirdağ'a gelmişiz.
Evimiz, bütün eşyamız orada kalmış. Bir çıkın yapıp yanlarına birkaç eşya almışlar.
Okula Tekirdağ'da başladık. Abim ortaokulu bitirince, o sırada Tekirdağ'da lise
olmadığı için İstanbul'a taşındık. Ben o zaman altı veya yedi yaşındaydım.
Kadırga'da bir ev kiraladık. Babam o civarda ticaretle uğraşıyordu."
Kadırga lokalinin duvarındaki bu fotoğraf Halil Gezmen'in futbola yeni başladığı yıllara ait. |
Daha önce bir yazımızda
belirttiğimiz gibi, Kadırga semti uzun yıllar İstanbul'un önemli futbolcu
kaynaklarından biri olmuştu. Halil Gezmen'in çocukluk yılları da semtin
sahalarında top oynamakla geçmiş. "Kadırga'da eskiden okulun yanında
oynardık, sonra o saha küçülünce Cinci meydanına gittik. Orası da güzeldi. Çocukluğumdan
beri hep kalecilik yaptım. Mahalledeki maçlarda lastik gibi olduğum için hep
kaleye geçiyordum."
Kadırga lokalinden bir başka fotoğraf. |
Kadırga'daki maçlarda başarılı
kurtarışlarıyla dikkati çeken genç Halil, henüz lise öğrencisi olduğu sırada
kendini Eyüp kulübünün kalesinde buluvermiş. Fakat o devirlerde top oynamaya
meraklı hemen her genç gibi ailesiyle ihtilaf yaşamış: "Ben ilkokulu
bitirince askeri öğrenci olarak Sultanahmet Sanat Okuluna gittim. Futbol oynama
merakım yüzünden lise 2'de kalınca okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Babam okul
yıllarımda peşimde çok dolaşmıştı top oynamayıp okuyayım diye. Okulu yarıda
bırakınca inat etti, tazminatı ödemedi ve cezanı çek dedi."
"Tazminat ödemediğimiz
için askerliğimi cezalı olarak beş sene yapacaktım. Askerliğimi İstanbul'da,
Davutpaşa kışlasında yaptım. Eyüp kulübünün idarecilerinden, meşhur Lale
işkembecisinin sahibi Osman Özer de orada çavuştu. Subaylar da futbolu
seviyordu. O sayede rahat bir askerlik yaptım. Zaten askerliğim iki sene sürdü.
1948'de askere gitmiştim. Davutpaşa kışlasında başladığım askerliğe Gümüşsuyu
Askeri Hastanesi'nde devam ettim. Orada görev yaparken voleybol takımında
oynadım. 1950'de Demokrat Parti iktidara gelince genel af çıkardı. Ben de o
aftan yararlandım."
Halil Gezmen 1947'de Eyüp takımından arkadaşı Rahmi Akdüz ile. (Şener Türkmenoğlu, "90. Yılında Eyüp Spor Kulübü ve İlçe Kulüpleri Tarihi") |
Askerlik hizmeti bittikten sonra da Eyüp kulübünde oynamaya devam etmiş Halil Gezmen. O zamanlar için uzun sayılan 1.80'lik boyuna rağmen, son derece esnek olması yüzünden "Naylon" lakabını almış: " Naylon lakabı Eyüp'te oynadığım sırada kondu. O zaman da naylon çok moda. Bir maçta başarılı kurtarışlar yapınca seyirciler, 'Naylon gibi esnek kaleci,' diye bağırmışlar." Lakabıyla birlikte şöhreti de artmış Halil Gezmen'in. 1951 yazında Eyüp ve Beşiktaş takımları arasında oynanan özel bir maçta yine güzel kurtarışlar yapmış. "Beşiktaş'ta oynayan Beykozlu Koço Nusret (Ülük) beni beğenmiş ve Beykoz kulübünün yöneticilerine tavsiye etmiş."
Böylece, 1951-52 sezonunda son
kez Eyüp'te forma giyen Halil'in bir sonraki kulübü İstanbul'un öbür ucundaki
Beykoz olmuş: "Kelle İbrahim ve Bahadır Olcayto da beni seyredip beğenince
Beykoz'a gelmemi istediler. Hiç transfer parası filan almadan 110 lira maaşla
Beykoz takımına geçtim. Oraya gelince ayrıca, Beykoz Kundura Fabrikası
muhasebesine aldılar. Ben oradan emekli oldum.
Kulüpten aldığımız 110 lira maaşın yanında fabrikadan da 100 lira maaşım
vardı."
Halil Gezmen ve Leyla Hanım Beykoz kulübünde nişanlanmışlar. |
1952-53 sezonunun üçüncü maçında, Galatasaray karşısında Beykoz kalesine geçen Halil Gezmen, bir daha sezon sonuna kadar kaleyi başkasına bırakmamış. Eşiyle de o sıralarda tanışmış. Leyla Hanım nasıl tanışıp evlendiklerini şöyle anlatıyor: "1953'te tanıştık. Nusret (Ülük) abinin düğünü vardı. Onun eşi benim arkadaşımdı. Beykozlu takım arkadaşları da düğüne davetliydiler. Halil salonun en yakışıklı delikanlısıydı. Bir arkadaşım geldi, 'Şu genç seninle dans etmek istiyor,' dedi. Yanımda yengem vardı, ondan müsaade istedi. Onun izin vermesiyle dans ettik. Aradan üç ay kadar zaman geçti, ses seda yok. Ben Beyoğlu Kız Sanat Okuluna gidiyordum. Arkadaşlarla bir gün Eyüp Sultan'a gitmiştik. Oradan çıkışta Halil'le karşılaştık tekrar. Bir müddet sonra nişanlandık, Haziran 1954'te de evlendik. Nişanımız Beykoz kulübünde, düğünümüz Laleli Çiçek Palas'ta oldu."
Bir Fenerbahçe-Beykoz maçı. Halil, Feridun Bugeker'le birlikte çıktığı hava topunu alırken Lefter ve Ekerbiçer arkada izliyorlar. (Akşam) |
Bir Galatasaray-Beykoz maçı. 2 numara Aydın Sümer, Ali Beratlıgil ile mücadelede. Ekerbiçer ve Halil izliyorlar. (Hürriyet) |
Kanlıca-Paşabahçe maçı. Halil Sümer 1961-62 sezonu sonuna kadar Kanlıca kalesini korumuş. (Türkiye Spor) |
Genç Necmi çok başarılı olunca Halil Gezmen'in oynadığı maç sayısı azalmış ve 1958'de Beykoz kalesini bırakmış. Fakat bir süre sonra, hiç aklında yokken, İstanbul'un köklü amatör kulüplerinden birinde futbola devam etmiş: "Futbolu bıraktıktan sonra bir gün Kadırga'daki evimizin kapısı çalındı. Açtım, baktım son model bir arabadan inmiş bir bey. Erol Simavi'nin yanında çalışıyormuş. Erol Bey, amatör kümede oynayan Kanlıca kulübünün başkanlığını yapıyormuş. Beni hem kaleci hem antrenör olarak takımın başına getirdiler. Beykoz kulübünde görmediğim kadar iyi bir para da aldım hatta. Ayrıca maçlardan prim, eşimin doğum masrafları gibi ödemeler de oldu. Takımı üçüncü amatör kümeden birinci kümeye kadar çıkardık. Fakat bir olağan kongre sırasında üyelerden biri Erol Bey'den hesap sorunca o da kızıp başkanlığı bıraktı. Böylece o güzel takım dağıldı."
"Rahmetli annem Dolmabahçe'deki maçlara
gelir, beni seyrederdi," diyen Halil Gezmen, dönemin maddi şartlarını da
şöyle özetliyor: "Futbolculuk hayatım boyunca para kazanamadım. Şimdi o
gençliğim olsa dünyanın parasını kazanırdım." Fakat her şeye rağmen futbol
oynamaktan dolayı mutlu. O sayede çok dost kazandığını söylüyor.
Soldan sağa: Aydın Sümer, Bomba Ahmet, Rauf Başaran ve Halil Gezmen. (Haluk Sümer arşivi) |
9 Şubat 2017 Perşembe
Samim Emek - İstanbul Futbolunun Emektarı
Bir zamanlar İstanbul Profesyonel Ligi'nde mücadele eden bir
Emniyet takımı vardı. 1944'te İstanbul emniyet teşkilatı tarafından kurulan sarı-beyaz
renklere sahip kulüp, 1951'de profesyonelliğin kabulüyle birlikte teşkilat
bünyesinden ayrılıp eski Fenerbahçeli kaleci ve boksör Rıza Nemlioğlu
tarafından yönetilmişti. Genellikle son sıralarda yer almakla birlikte zaman
zaman büyük takımlara sürprizler yapan Emniyet, 1958'de bir alt kümeye düştü.
Bir süre Yedikule'yle birleşip Yedikule Emniyet adıyla faaliyetini sürdürdü. Altmışların
ortasından itibaren kulübün Yedikule olarak yoluna devam etmesiyle birlikte bu
mütevazı takım tarihe karıştı. Futbola Fenerbahçe genç takımında başlayan Samim
Emek de faal sporculuk yaşamının önemli bölümünü Emniyet kulübünde geçirdi.
Fakat Samim Emek isminin futbol dünyamızda asıl tanınmasını sağlayan, onun
antrenörlük yıllarıydı. Yaklaşık 40 yıl boyunca, Türkiye Birinci Ligi'nden
amatör kümelere kadar onlarca İstanbul takımını çalıştırdı ve birçoğunu
bulunduğu ligde şampiyon yaptı. Bunların detayını aşağıda okuyacaksınız ama
öncelikle çocukluk ve gençlik yıllarını, futbolla nasıl tanıştığını ondan
dinleyelim:
"1931'de Üsküdar Zeynep Kamil semtinde doğdum.Çinili
Caminin sokağında otururduk. Oraya Yeni Mahalle denirdi. O senelerde daha çok
Rum ve Ermeni komşularımızın oturduğu bir semtti. Bağlarbaşı da Ermenilerin
oturduğu bir yerdi. Biz eski, ahşap bir evde otururduk. Babam Şirketi
Hayriye'de kaptandı, daha çok Boğaz hattında çalışırdı. Zaman zaman Yalova ve
Adalar'a da giderdi. O eski gemilerin hepsinin isimlerini ve numaralarını
ezbere bilirdim. Babam çımacılıktan başlamış. Sonra çekirdekten yetişerek
kaptanlığa kadar yükselmiş. Üsküdar-Beşiktaş arasında daha ufak gemiler
çalışırdı. O hatta başlamış kaptanlığa. Benim bir abim vardı, subaydı. Birçok
vilayet dolaştı. Bir de kız kardeşim vardı, ben ortancaydım."
"Top oynamaya mahalle aralarında başladım. Orada
kendimize göre ileri düzeyde bir oyuncuyduk. Küçükken kendi yaptığımız bez
toplarla oynardık. Küçükken babam top oynamama kızardı. Ayakkabıların altına
kabara taktırırdı. Tabanı daha sağlam tutardı. Öne ve arkaya da ayakkabı çabuk
eskimesin diye demir parça konurdu. Bağlarbaşı'nın hemen altında, Çinili
karakolun karşısında 48. İlkokul vardı, orada okudum ilkokulu. Ortaokulu
Doğancılar'da okudum. Deniz manzarası olan bir okuldu, Sarayburnu'nu, Galata
Köprüsünü görürdü. Coğrafya hocamız Faik Bey, 'Çocuklar şimdi küçüksünüz
bilmezsiniz ama zaman çok çabuk geçer, kıymetini iyi bilin,' derdi. Onun bu
sözlerini hiç unutmuyorum. O zamanlar 15 yaşında bile değildik. Şimdi yaşımız
oldu 85. Ne zaman geçmiş, nasıl geçmiş."
"11-12 yaşlarındayken Üsküdar Anadolu takımını
tutardım, maçlarını izlerdim. Zeynep Kamil'den iskeleye yürüyüp vapura
binerdim. Beşiktaş'tan dere içinden, yokuştan Mecidiyeköy'e çıkardım. Mecidiyeköy
Sahasında Anadolu takımının maçını seyretmeye giderdim. Sonra biraz büyüyünce
abilerimizin kurduğu mahalle takımında oynamaya başladık. Selimiye sahasında
mahalle maçları yapardık. Zaman zaman Haydarpaşa Lisesi arkasındaki sahayı
kullanıyorduk. Bazen Bağlarbaşı'ndaki sahada oynardık. Üsküdar'a inen yolun sol
tarafında, otobüs garajının arka tarafında bir yazlık sinema vardı, onun önü
futbol sahasıydı. Daha ön tarafta da yazlık bahçe vardı. O sahanın son
zamanlarına yetiştik de daha çok Selimiye sahasında oynadık. O yıllarımız harbe denk geldi. Ekmeği
karneyle alıyorduk. Adam başı yarım ekmek. Onu sabah, öğle, akşam yiyeceğiz.
Annem o zaman kepekli undan börek yapardı. Savaş sırasında Çanakkale Boğazına
ufak gemiler gönderildi. Babam da 47 numaralı Tarz-ı Nevin gemisiyle bir
kıyıdan öbür kıyıya asker taşıyordu. Geçici görevle oraya gönderilmişti.
Geceleri evlerde karartma yapılırdı. Pencerelere kalın siyah perdeler
takılmıştı, dışarıya ışık sızmaması için. Şeker bulunmazdı, çayda üzüm
kullanılırdı."
Boğaziçi Lisesi futbolcuları Samim Emek ve geleceğin milli kalecisi Şükrü Ersoy Fenerbahçe Stadı'nda bir maçtan önce. |
"Ortaokulu bitirince Haydarpaşa Lisesine yazıldım.
Fakat ben okumayacağım, futbolcu olacağım dedim. Bir sene okula gitmedim.
Selimiye kulübünde oynadım. Kadıköy Hasanpaşa'daki Gazhane'de bir saha vardı.
Bir gün oraya maça gittik. Rahmetli Sabri Kiraz bizim maçımızı seyretmiş ve
Fahrettin isimli arkadaşımla beni beğenmiş. Fenerbahçe genç takımına çağırdı
bizi. Sabri Hoca bana okuyor musun diye sordu. Durumu söyledim. 'Seni okutursam
okur musun?' diye sordu. Boğaziçi Lisesi'nde muallim muaviniydi o zaman. Aynı
zamanda beden eğitimi hocasıydı. Özel bir liseydi orası. Şimdi Bebek sahilinde
bir benzin istasyonu vardır, onun arkası kâşane bir binaydı. O zaman benzinci
yok, önünden bir yol geçerdi ve tramvaylar çalışırdı. Müthiş bir bina, arkası
ormanlık bir tepe. Orası olduğu gibi Boğaziçi Lisesi'ne aitti. O bina sonraları
yıkıldı."
Boğaziçi Lisesi futbol takımı ve hocası Sabri Kiraz Fenerbahçe Stadı'nda. |
"Sabri Hoca bizi nehhari (gündüzcü) olarak Boğaziçi
Lisesi'ne yazdırdı. Sabahları Üsküdar'dan vapurla geçerdim. Zeki Müren de bizim
okulda öğrenciydi. Benden bir sınıf büyüktü. O zaman da şarkı söylerdi. Sabri
Kiraz beden eğitimi hocası olarak okul takımını da çalıştırıyordu. İyi bir
takım kurduk ve İstanbul şampiyonu olduk. Beşiktaşlı futbolcu Ali İhsan
Karayiğit de bizim okuldaydı. İki sene orada okudum. Fakat 11. sınıftayken okul
kapandı. Zannediyorum sahiplerinin borçları vardı. Okul kapanınca Kabataş
Lisesi'ne geçtik. O sırada okullar 12 seneye çıkarıldı. 11 ve 12'yi orada
okudum ve 1953'te Kabataş Lisesi'nden mezun oldum, fakat üniversiteye devam
etmek istemedim. Orada da bir şampiyonluğumuz var. Yani hem Boğaziçi Lisesi hem
Kabataş Lisesi takımlarıyla İstanbul şampiyonluğu yaşadım."
"O sırada Emniyet kulübü benimle birlikte dört-beş
arkadaşa talip oldu. Fuat, Hulusi vardı mesela. Bizimle birlikte Galatasaray
genç takımından da birkaç oyuncu geldi, Feridun, Atilla gibi. 1952-53 sezonunda
Emniyet kulübüne girdik. Emniyet polislerin takımıydı. Fakat sonradan emniyet
teşkilatından tamamen ayrıldı ve sivil bir kulüp oldu. Başkanı eski futbolcu
Rıza Nemlioğlu'ydu. Bir yönetim kurulu vardı ama göstermelikti. Kulübü Rıza Bey
yönetiyordu. Kulüp binası nerede bilmezdik. Taksim'de Rıza beyin bir katı
vardı, arada bir para almaya oraya giderdik. Bir dönem Sabri abi, bir dönem
Şükrü Gülesin çalıştırdı bizi. Bir ara Macar antrenör Szekelly geldi. 1952-58
seneleri arasında, 54-55'deki yedek subaylık dönemim hariç oynadım. O sırada
bize Galatasaray'dan Bülent Varol, Reha Eken, Gültekin, Doğan Koloğlu, Hikmet,
Özcan geldi. Onların artık son devreleriydi, çok randımanlı yılları değildi. O
sene Bülent'in golüyle Fener'i 1-0 yenmiştik. Zaman zaman can yakıyorduk ama
genelde kümenin zayıf takımıydık."
Buraya kadar Samim Emek'in anlattıklarını olduğu gibi
aktardık. Burada küçük bir açıklama yapmak için araya girelim. Samim Emek,
futbol tarihimizin en üzücü maçlarından birinde, sahadaki oyuncular
arasındaydı. Galatasaray ve Emniyet takımları 28 Nisan 1954'te İstanbul Profesyonel
Ligi maçı için karşılaştı. Emniyet takımında forma giyen Aldo isimli İtalyan
Levanteni genç futbolcu, oyunun sonlarına doğru fenalaşarak yere yığılmış ve
kaldırıldığı hastanede ölmüştü. Samim Emek bu acı olayı şöyle hatırlıyor:
"Aldo santrfor olarak oynardı. Hatta o gün Sezai diye bir arkadaşımız
oynayacaktı. O zamanlar takımların toplu olarak maça gelmesi diye bir şey yok.
Mesela Dolmabahçe Stadında saat 4'te maç varsa, bize en geç 2'de orada olun
diye duyuru yapılırdı. Biz de kendimiz giderdik stada. Geldik baktık, Sezai
yok. Hastalanmış. Hocamız Niyazi Sel, Aldo oynayacak dedi. Maçtan önce yemek
yiyip yemediğini bilmiyorum. Fakat oynamaya çok hevesli biriydi. Yemek yemiş
bile olsa oynamaya çok istekli bir çocuktu. Maç esnasında kalenin önünde bir
karambol oldu. Arkasından biz Galatasaray kalesine doğru bir akın yapıyorduk. O
yüzden yığıldığının farkında değildim. Sonra bir baktım, çocuğu Gazhane
tarafındaki kalenin arkasına almışlar. Sağlık görevlileri, doktor filan
başında. O zamanın şartlarına göre yapabilecekleri şeyler sınırlıydı. Oyun
devam ediyordu bir taraftan. Maçtan sonra soyunma odasına gelip sorduk. Taksim
İlkyardım hastanesine götürmüşler. Elbiselerini aldık, biz de hastaneye gittik.
Çocuk orada vefat etmiş."
Samim Emek, Emniyet'teki ilk yıllarında, Şeref Stadı'nda Beşiktaş'la oynanan maçta Coşkun Taş'la karşı karşıya. |
Hasköy formasıyla. |
1952'de Emniyet'te oynamaya başlayan Samim Emek, 1958'e kadar sarı-beyazlı kulübün formasını giydikten sonra Hasköy takımına transfer olmuş: "1958'de Hasköy'e geçtim. Orada Cihat Arman hocalığımızı yaptı. İki sene kadar da orada, amatör ligde oynadım. Tabii o zamanlar futbolun dışında bir işte çalışmak şarttı geçinmek için. Emniyet'te oynarken Kadıköy Altıyol'da santralda çalıştım bir müddet. Hasköy'e geçtikten sonra İstanbul Belediyesi'ne girdim ve 25-26 sene çalıştım. Orada çalışırken 1965'te İzmir'de açılan antrenörlük kursuna katıldım. Bu kursun direktörü ünlü Alman antrenör Sepp Herberger'in yardımcısı Klaus Peter Kirchrath'tı. 1966'da Beylerbeyi'nde düzenlenen antrenörlük kursuna katıldım. Orada da kurs direktörü Kirchrath'tı. 1968'de Antalya'daki kursa meşhur İngiliz hoca Walter Winterbottom geldi. Ne öğrendiysek orada öğrendik. Daha sonra Romen Petrescu, Alman Detmar Kramer geldi."
1965'te İzmir'de düzenlenen antrenör kursuna katılanlar bir arada. Ön sırada, soldan üçüncü kurs direktörü Kirchrath. |
"1966 başında Sarıyer'e antrenör oldum.Sarıyer kulübünde arkadaşımız Baba Kenan vardı. Bir gün Vefa Stadı'nda beraber maç seyrediyorduk. Bana, 'Sen bize antrenör olur musun?' diye sordu. 'Baba, madem beni münasip görüyorsunuz, benim için şereftir,' dedim. Benden önce Galatasaraylı eski futbolcu İsfendiyar Açıksöz çalıştırıyordu. Titiz ve sinirli bir insanmış. Baba Kenan, 'Onunla yapamıyoruz,' dedi. Takım da kötü gidiyordu. İşte öyle başladım antrenörlüğe. Çalıştırdığım bütün takımlara iyi futbol oynatmaya çalıştım. Bir gün Vefa Stadında idman yapıyorduk. Baktım takımda boylu, fizikli esmer bir çocuk var. Tay gibi adam, toptan hızlı gidiyor. Rahmetli Baba Kenan'a bu kim diye sordum. 'O Arap Ahmet, boş ver onu,' dedi. 'Ben oynatırım bu adamı,' dedim. Karabük'ten almışlar ama fazla oynamamış. Dünya iyisi bir çocuktu fakat yaşamı biraz derbederdi. Onu takıma koydum santrfor olarak. Tek başına bütün takımları dağıtıyordu. O takım bugün olsa müthiş işler yapardı. Cemil vardı. Santrfor Garo'yu Taksim'den alıp getirdim. Sol açık Ruli vardı, böyle bir oyuncu olmaz. Ayak parmakları üzerinde koşuyordu adeta. Stoper İranlı Rabbani ve Adnan vardı, ikisi de 1.85 civarında. Cihat sol bek oynardı. Orta sahada Metin, Necdet, çok iyi bir kadroydu. Metin çok teknik bir çocuktu. Necdet süper teknik bir çocuktu. Fakat kulübün maddi durumu çok iyi olmadığı için takım fazla yukarı çıkamıyordu. Rakiplerimiz Gençlerbirliği, Trabzonspor, Malatyaspor, Adanaspor gibi güçlü takımlardı. 1965-66 sezonu ikinci devresinde aldım takımı, 1969'da bıraktım. Dört senem geçti orada."
Sarıyer 1967-68. Ayaktakiler (soldan sağa): Samim Emek, Arap Ahmet, Rabbani, Cemil Turan, Adnan, Metin. Oturanlar: Sergal, Şeref, Garo, Turgut, Recep, Necdet. |
"Bu kadro hem insan olarak hem futbolcu olarak süper
bir takımdı. Cemil genç takımdan yeni gelmişti. İlk ben oynattım Cemil'i. Allah
vergisi bir kabiliyeti vardı ama sen de bir şeyler katıyorsun tabii. Hiç
unutmam, Ali Sami Yen'de Karşıyaka ile oynayacağız. O zaman 2.lig maçları 11'de
filan başlıyor. Kış kıyamet, çok soğuk bir hava. Sahada kar var, toparlamışlar
ama yine de ağır bir saha. Cuma günü son idmanı yaptık. Pazar günü herkes sabah
9.30'da statta olsun diye dağıldık. O zamanlar kadrolar dar, en fazla 15-16
oyuncu var. Pazar sabahı herkes gelmiş, Cemil yok. Yakın arkadaşı olan stoper
Lumumba Turgut vardı, ona sordum. 'Dün akşam gördüm, biraz hastayım demişti ama
gelemeyeceğim filan demedi,' diye konuştu. Biz ne yapacağız diye düşünürken bir
baktık Cemil geldi. Burun kıpkırmızı olmuş. 'Sen soyun, senin ölün yeter,'
dedim. Sanki içime doğmuş. Bir cadde tarafındaki kaleye, yayın dışından sağ
köşeye çaktı, kaleci kımıldayamadı bile. İkinci devre bu sefer öbür taraftaki
kaleye. Onun hatırlarsınız bir hareketi vardı, alır sağ tarafa çeker. Sol
taraftan girdi, peş peşe iki adamı geçti, kalecinin ters tarafına plaseledi.
2-0 maç bitti."
"Sarıyer'den ayrıldığım ilk sene Beykoz'da antrenörlük
yaptım. Takım o zaman 2.ligdeydi. Beşiktaşlı sağ bek Yavuz vardı. Stoper
Erdoğan, kaleci rahmetli İlhan oynuyordu. Sonra 3.ligdeki Taksim'i çalıştırdım
iki sene. Onlar da iyi bir takımdı. Maç kaybedince üzülürdüm mesela. Hocam niye
üzülüyorsun, futbol bu, spor yapıyoruz derlerdi. Sporu cidden spor olarak
kavramışlardı. Ölüm kalım meselesi haline getirmemişlerdi. Taksim kulübüyle iyi
bir dostluğum oldu. Uzun bir devre Galata kulübünde antrenörlük yaptım. 1972-74 senelerinde çalıştırdım. O zaman 3.ligde oynuyordu. O sezon şampiyonluk
iddiamız vardı. Buradaki maçta Eskişehir Demirspor'u yenemedik. Bir de penaltı
kaçırdık. Her penaltıyı atan Garbis topu direğe vurdurdu. Sonuçta Demirspor 2.
Lige çıktı."
"1980'de askeri idare gelmişti. Ben İstanbul
Belediyesinde çalışıyordum. Emlak ve İstimlak Müdürlüğü, faal bir müdürlüktü.
Darbeden önce çalıştırdığım takımlara Vefa, Alibeyköy gibi sahalarda öğle
tatili saatlerinde idman yaptırıyordum. Askeri idare gelince bu imkan ortadan
kalktı. Bir süre sadece amatör takımları çalıştırdım. İşte o dönemde
Yeldeğirmeni kulübünde idareci olan bir arkadaşım, 'Biz geceleri idman
yapıyoruz, gel sen bizi çalıştır,' dedi. Biz de seviyoruz bu işi, geceleri
idmana gidiyordum. Bağlarbaşı'nda Üsküdar Amerikan Koleji'nin arkasında ışıklı
bir saha vardı. Zaman zaman da Söğütlüçeşme'de bir arsada çalışırdık. O sene,
grup şampiyonu olduk. Ardından İstanbul ikincisi olduk. Tophane Tayfun bizi bir
penaltı golüyle yenerek birinci olmuştu. Oradan grup maçlarına gittik. Önce
Babaeski ve Çorlu ile oynadık. Sonra Eskişehir'e gittik. Eskişehir Havagücü,
Ankara Et-Balık, Bozüyükspor'un olduğu dörtlü gruptan çıktı. O zamanlar bu
işler bayağı zordu. Oradan sonra Ankara'da bir grup daha yaptık. Samsun Fener
kulübü, Kayserispor amatör. Oradan da çıktık. Finalde Muğlaspor ile oynadık. O
sene Sercan ile Rıdvan Muğlaspor'da oynuyorlardı. Finalde de onları 2-1 yendik
ve Türkiye şampiyonu olduk. Çok kaliteli bir takımımız vardı. Benim o devirde
çalıştırdığım amatör takımlar bugün 2. lig ayarındaydı. O takımdan stoper
kıvırcık Hasan Fenerbahçe'ye gitti."
Türkiye amatör futbol şampiyonu Yeldeğirmeni takımı. |
"Yeldeğirmeni'nden sonra Alibeyköy'e gittim. Alibeyköy
de 2.ligde oynuyordu. 1982-83 sezonunda Karagümrük'ü tekrar çalıştırdım. Necdet
Güneş başkanlık yapıyordu. Datcu da antrenörlük yapıyordu, beraber çalıştırdık
takımı. O sene 2. ligde şampiyon yaptık. Datcu iyi bir arkadaştı, iyi bir
çalıştırıcıydı. Nedense Türkiye'de ondan sonra pek tutulmadı. O sene kadromuz
da bir hayli iyiydi. Ertesi sene ikimiz birinci ligde (bugünkü süper lig) devam
ettik fakat kadro birinci ligi götürecek çapta değildi. Fazla başarılı
olamadık. Ara transferde önemli takviyeler yaptık. Sarıyer'le bir maç
oynamıştık. Galip geleceğimiz bir maçtı fakat Sarıyer kalecisi Erhan çok iyi
oynadı, epey gol kurtardı. Hatta Yugoslav bir teknik direktör vardı. Maçtan
sonra çıkarken, 'Hoca bu takım küme düşmez,'dedi. Fakat soyunma odasına gittik, bir baktım
darbe olmuş. Eski idarecilerden kimse yok. İşimize son verildi. Ondan sonra
bizim yerimize Metin Türel'i getirdiler. Kulüpten alacağım vardı. Başkası olsa
oralı olmazdı ama Metin Hoca sağ olsun, bütün alacaklarımın ödenmesini tembih
etmiş yöneticilere."
Federasyon başkanı Yılmaz Tokatlı, 1982-83 sezonunda Türkiye İkinci Ligi'nde şampiyon olan Karagümrük takımı hocaları Samim Emek ve İlie Datcu'yu kutluyor. |
Karagümrük takımı 1983-84 sezon açılışında. |
"1984-86 yıllarında bir kez daha Galata'yı çalıştırdım.
91-93 seneleri arasında Futbol Federasyonu İstanbul Bölge Müdürü olarak görev
yaptım. Doksanlı yıllarda yine İstanbul amatör kümedeki muhtelif takımları
çalıştırdım. Kağıthane'yi çalıştırdım, şampiyon yaptım. Ortaköy uzun zamandır,
altmışlardan beri şampiyon olamıyordu, o takımı da şampiyon yaptım. Sefaköy
Kartal takımını çalıştırıp şampiyon yaptım. En son yine Galata takımını
çalıştırdım. 2005-6 sezonunda 1. amatör kümeden süper amatör kümeye çıkardım. Şimdi
Sarıyer'in maçlarına gidiyorum ama futbol diye bir şey yok artık."
SAMİM EMEK'İN ALBÜMÜNDEN
"12.9.951, Bursa'da İzmir Karşıyaka'ya karşı çıkan takım: Metin - Samim, Ali - Hulusi, Yüksel, Nusret - Vedat, Miho, Fuat, Halit, Tarık. Karşıyaka 2 - Fener 0." |
Emniyet 1955-56. Ayaktakiler: Gündoğan, ?, ? , Feridun, Hilmi Ardağ, Dursun. Oturanlar: Nevzat, ? , Hikmet Öziş, Fuat, Samim Emek. |
Muhtemelen 1953-54 sezonunda Şeref Stadı'nda oynanan Emniyet - Galatasaray maçında Samim Emek ve Hikmet Öziş mücadelesi. |
Emniyet 1957-58. Ayaktakiler (soldan sağa): Gündoğan, Hamdi, Selahattin, Necdet, Hikmet, Osman, Yalçın. Oturanlar: Cahit, Zafer, Samim, Nejat. |
1965 İzmir antrenör kursundan bir hatıra. |
1968 Antalya antrenör kursu hatırası. |
Klaus Peter Kirchrath ile. |
Walter Winterbottom ile. |
Karagümrük 11 Mayıs 1975'te oynadığı Sebat Gençlik maçından önce. Ayaktakiler: Samim Emek, Fahrettin, kaleci Nuri, Coşkun, ? , Zihni, ? . Oturanlar: Erdoğan, Tarık, Adnan, Mike, ? , Cemil. |
Galata'nın 1977-78 sezonunda terfi grubunda Eyüp'ü yenip üçüncü lige çıktığı maçın sonu. |
Haydarpaşa Demirspor. |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)